4 Ağustos 2022 Perşembe
Aardvark / Aardvark (1970)
29 Temmuz 2022 Cuma
Matching Mole / Matching Mole (1972)
28 Temmuz 2022 Perşembe
Marsupilami / Marsupilami (1970)
Grup 1969 yılı civarında kuruluyor. Hemen ardından dönemin en ünlü gruplarından biri olan Deep Purple ile turneye çıkıyorlar. Konserlerde gayet iyi performanslar sergiledikten sonra 1969 yılı Isle of Wight Festival'ın açılış grubu olmayı başarıyorlar. Belirtmek gerekir ki bu yeri almalarının en büyük sebebi King Crimson'ın açılış grubu olmayı reddetmesi. Grup, Crimson'dan açılan yeri oldukça iyi dolduruyor ve Transatlantic Records ile de albüm anlaşmasını kapıyorlar.
İlk albüm Marsupilami 1970 yılında yayınlanıyor. Progressive Rock ile Jazz Rock arasında bir yere konumlanan albümde flüt ve org kullanımları ile vokaller gerçekten iyi ve sürekli ön plana çıkıyorlar. Vurucu ritimlerle birleşen iki erkek bir kadından oluşan çok vokalli yapı, ses efektleri ve yırtıcı gitarla birlikte gayet kaliteli bir albümün ortaya çıkmasını sağlıyor.
Ses efektleri, ziller ve bass tınılarıyla başlayan ilk parça Dorian Deep, klasik yapıda bir balad izlenimi yaratsa da flüt ve vokalin öne çıkmasıyla birlikte değişik ve ritmik bir yapıya bürünüyor. Adıyla Rock'n Roll hissi veren ama pastoral bir balada dönüşen Born to be Free ise ayrı bir güzellik.
Normalde Soft Machine, East of Eden hatta King Crimson ve Pink Floyd anılması gereken ama zamanında bunu kazanamayan grubun belirleyici parçası And The Eagle Chased the Dove to Its Ruins; ritimleri, vokalleri ve elektro gitarı ile öne çıkıyor. İniş çıkışlarla geçen kısa bir macera yaşatıyor insana.
Ab Initio Ad Finem (The Opera) ise bambaşka bir hikaye anlatıyor. Özellikle ses efektlerinin fazlaca kullanıldığı parça farklı türlerden izleri tam bir opera kavasına büründürüyor.
Kişisel olarak albümün en sevdiğim parçası ise Facilis Descencus Averni. Diğerlerinden çok daha iyi bir parça değil belki ama vokalin yumuşak ve basit yapısı, saldırıya geçmiş gibi ileri atılan flüt, armoniye çok şey katan org ile kaosa sürüklenen bir tavra sahip. Sonunda her şey derli toplu bir hal alsa da kat edilen mesafe dinleyen kişiyi gerçekten farklı evrenlere sürüklüyor.
MARSUPILAMI
Mike Fouracre / Vurmalılar
Fred Hasson / Vokal, Armonika
Leary Hasson / Org
Richard Hicks / Bass
Dave Laverock / Gitar, Vokal
Jessica Stanley-Clarke / Flüt, Vokal
MARSUPILAMI
01 - Dorian Deep
02 - Born to be Free
03 - And the Eagle Chased the Dove to It's Ruin
04 - Ab Initio Ad Finem (The Opera)
05 - Facilis Descensus Averni
27 Temmuz 2022 Çarşamba
Wishbone Ash / Wishbone Ash (1970)
Daha ilk andan itibaren işler Wishbone Ash için iyi gitmeye başlıyor. Deep Purple’ın ön grubu olarak çıkacakları bir konserin soundcheck’i sırasında Ritchie Blackmore grubu dinleme şansına sahip oluyor ve Deep Pruple’ın yapımcısı Derek Lawrence’a grubu tavsiye ediyor. Wishbone Ash’i dinleyen Lawrence beğenerek ilk albüme imza atıyor.
Albümün ilk yüzünde 3’ü yüksek tempolu 4 şarkı bulunuyor. İlk parça Blind Eye’ı kişisel olarak pek tercih etmesem de rock’n roll’a göz kırpan, blues etkilerini içinde barından yapısıyla oldukça iyi bir parça. Hemen ardından gelen Lady Whiskey melodik yapısı ve öne çıkan gitarlarıyla estetik bir yapıya büründürüyor albümü.
Üçüncü parça Errors of My Way ise bambaşka bir şey! Kişisel olarak en sevdiğim Wishbone Ash parçalarından biri olmasının yanında 12/8’lik ritmiyle, alışkın olmadığımız bir rock baladı. Grubun kalitesinin en önemli sinyalleri bu parça ile veriliyor sanki.
A yüzünün son parçası Queen of Torture yüksek temposu ve gitarlarıyla enfes bir dinlemelik.
Albümün B yüzünde ise sadece 2 parça bulunuyor. Bazı rock dinleyicileri tarafından gereksiz uzunlukta ve hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden şarkılar olarak tanımlanmakla birlikte ilk albümünü yayınlayan bir grubun bu kadar iyi parçalar ortaya çıkarmasına şaşırmadan edemiyorum yıllardır. İlk parça Handy adının aksine konserlerde pek kullanışlı olmasa da albümde muhteşem bir yer ediniyor kendine. Başlangıçta balad havasıyla giriş yapılan parça bir üre sonra darmadağınık bir hale geliyor ve neredeyse bütün rock türlerini içinde barındırıyor. Parçanın girişine ve bass solosuna dikkat!
Son parça Phoenix ise grubun uzun yıllar konserlerde hem de 17-18 dakikalara kadar çıkarak çaldıkları bir parça. Özellikle Wishbone Ash dinleyenler için enfes. Handy’de olduğu gibi sakin başlayan Phoenix ilerledikçe Hard Rock ve Heavy Progressive Rock’ın tavanına vuracak şekilde evriliyor. Oldukça başarılı bir ilk albüm. Bolca dinlemek ve arşivlemek şart.
WISHBONE ASH
WISHBONE ASH
02 - Lady Whiskey 6:08
03 - Errors of My Way 6:08
04 - Queen of Torture 3:20
05 - Handy 11:30
06 - Phoenix 10:23
6 Mayıs 2022 Cuma
Dark - Round The Edges (1972)
Daha kafadan, kakafonik, kaotik ve biraz ne idüğü belirsiz bir introsu ile sizi karşılayan açılış parçası Darkside’ın devamındaki ağır aksak yürüyüşü ve solosu, Northampton soğuğu misali, iliklerinize işliyor. Schizoid man tarzı bir geçişle de diğer parçalarda sık sık denk geleceğiniz o meşhur overdrive fuzz gitar duosu ile tanışıyoruz. Bahsettiğim alamet-i farika diyebileceğimiz anlar da genelde bu tip ön plana çıkan dual fuzz gitarlar işte. Albümün prodüksiyon, gitar ve vokal görevini üstlenen Steve Giles’ın vokal partisyonları belki bilinçli olarak duygudan ve nağmelerden uzak düz bırakılmış olsa da detone olduğu anlarda tüm tadınızı kaçırabilecek seviyede. Biraz politik, biraz psych, biraz ondan ve bundan sözler de parçaların trafiğine uydurulmuş ve vokali zorlamamayı amaçlamış gibi duruyorlar. (buna rağmen patlıyor olması da büyük başarı) Neyse ki Ronald Johnson ve Clive Thorneycroft altyapıda yakaladıkları mükemmel uyum ile harikalar yaratıyor da çiğ vokaller ve çoğu üstünkörü (fuzzuli) gitarların yarattığı baygınlık hissi ortadan kalkıyor. Bu arada Johnson ve Thorneycroft ikilisinin bestelere olan katkıları “Live for Today” ve “Zero Time” gibi parçaların aranjmanlarında da bolca hissedebilir.
Kapağına “loş bir odadan dışarıya bön bakan bir hatun” koyarak, isminin ve memleketi Northampton’ ın hakkını veren bir grup Dark ve dönemin pırıl pırıl soundlarından uzak, sade ve (kısmen) akıllı prodüksiyonlu “Round the edges” albümü ardından 1977 yılında dağıldı. Doksanların ortasında tekrar bir araya gelip, iki-üç yıl sonra tekrar dağılan grup, 2011 yılından beri faal. 2019 yılında albümü baştan sona çaldıkları konserleri de mevcut. (Steve Giles’ın YouTube hesabına bakınız)
DARK
Steve Giles / Vokal, GitarMartin Weaver / Gitar
Ronald Johnson / Bass
Clive Thorneycroft / Davul
ROUND THE EDGES
01 - Darkside (7:56)02 - Maypole (5:00)
03 - Live for Today (8:04)
04 - R.C.8. (5:03)
05 - The Cat (5:19)
06 - Zero Time (6:47)
ICG
12 Aralık 2020 Cumartesi
50. Yılını Kutlayan Progressive Rock Albümleri / Bölüm 2
1970 yılında piyasaya çıkan ve bugün 50.yılını kutlayan Progressive Rock albümleri seçkisinin 2.bölümü. Gentle Giant, Soft Machine, Miles Davis, King Crimson ve Genesis'in 1970 yılı albümleri seçkinin bu bölümünde yer alıyor.
Symphonic Rock, Jazz Fusion, Canterbury Scene, Progressive Folk gibi Progressive Rock etkileşimi sayılan albümleri kısacık tanıtarak, haklarında bilgi vermeye çalıştık.
11 Aralık 2020 Cuma
50. Yılını Kutlayan Progressive Rock Albümleri
1970 yılında yayınlanan ve bugün 50.yılını dolduran Progressive Rock albümleri seçkisi. Amon Düül II, Caravan, Santana, Van Der Graaf Generator ve Emerson, Lake & Palmer'ın 1970 yılı albümleri seçkinin bu bölümünde yer alıyor.
Progressive Rock içerisine dahil olan Sypmhonic Rock, Krautrock, Canterbury Scene, Progressive Folk Rock ve Klasik Müzik gibi pek çok türden etkiler taşıyan albümleri sıralarken haklarında da kısa bilgiler verdik.
17 Kasım 2020 Salı
Trúbrot - Undir Áhrifum (1970)
İlk albümde kendi dillerini kullanarak yaptıkları geleneksel folk müziğin ardından daha geniş kitlelere açılabilme amacıyla 2. Albümden itibaren progressive ve psychedelic’e doğru yol alıp dili de İngilizce olarak güncelliyorlar. İyi de yapmışlar çünkü İzlandaca pek de uygun değil gibi geliyor bana.
60’ların ikinci yarısında etkili bir yere sahip olan Hljómar ve Flowers gruplarının elemanları daha farklı işler çıkarabilmek adına birleştiklerinde isim olarak Trúbrot’u seçiyorlar. Buradan bakıldığında karizmatik bir isim gibi görünmekle birlikte anlamı “döneklik” olunca pek de iyi duygular beslemiyor insan. Üstüne bir de Undir Ahrifum yani “sarhoş” diye albüm yapınca…
İşin şakası bir yana İzlanda gelenekselinden beslenen tarzlarını progressive ile birleştirip içine psychedelic ve heavy’i de katınca ortalamanın üzerinde bir albüm ortaya çıkmış. Zamanında plak olarak yayınlanan albümün A yüzü kısa ama etkili parçalardan oluşuyor. İngiliz tipi progressive ile Amerikan tipi psychedelic’in birleşiminden oluşan parçalar birbiri ardına sıkmadan kendini dinletiyor.
Albümün B yüzünde yer alan 2 parça ise hem grup hem de İzlanda rock müziği açısından gerçekten de üst düzey işlere dönüşmüş. Feel Me yumuşak başlayan tarzını gitar oyunlarıyla bezenmiş bir melodik yapıya dönüştürerek, içinde barındırdığı pek çok etkileşimi öne çıkartıyor. Albümün en iyi şarkısı bile denilebilir. Hemen ardından gelen ve kapanış parçası olan Stjörnuryk ise daha ağır ve durağan görünmekle birlikte sonlara doğru ritmik hale gelen tarzı ve gitar soloları ve iniş çıkışlarıyla keyif veriyor.
TRÚBROT
Rúnar Júlíusson - Vokal, Bass
Magnús Kjartansson - Piyano, Org, Vokal
Ólafur Garðarsson - Davul
UNDIR ÁHRIFUM
2. Everything's Alright (4:23)
3. In The Country (2:46)
4. Relax (2:44)
5. Sunbath (3:47)
6. Tracks (3:55)
7. Feel Me (10:34)
8. Stjörnuryk (7:35)
14 Kasım 2020 Cumartesi
Affinity - Affinity (1970)
Kökeni 1960 yılına, Sussex Üniversitesi’ne dayanıyor. 1960 yılında üniversite öğrencisi olan elemanlar birlikte çalmaya başlıyorlar. 63 yılından itibaren grup 2 farklı tipte ama başlangıçtaki elemanlarla devam ediyor. İlk grup caz üzerine yoğunlaşan The Jazz Trio, diğeri ise The Baskervilles. Her iki grubun elemanları da sürekli değişmekle birlikte üniversite sonrası Naiff ve Serpell, Ice isimli bir grup kuruyorlar ve ticari anlamda başarı kazanan bir albüm kaydediyorlar ama ertesi yıl da dağılmak zorunda kalıyorlar. The Baskervilles’den gelen Naiff ve Serpent, Ice’ta birlikte çaldıkları John Carter’ı da alıp The Jazz Trio’dan Linda Hoyle ve Mo Foster ile birleşip Affinity’i kuruyorlar. Kısa süre sonra Carter ayrılıyor ve yerine Mo Foster geliyor.
68 – 70 yılları arasında pek çok kayıt, bir sürü konser ve daha nicelerini yapıp en sonunda da grubun tek albümü Affinity’i piyasaya çıkarıyorlar. Ticari anlamda muhteşem bir başarı yakalayamasalar da psychedelic, folk ve jazz’dan beslenen progressive rock tarzlarıyla rock müzik tarihindeki yerlerini alıyorlar.
Grubun en güçlü yanı tartışmasız Linda Hoyle vokali. Jefferson Airplane’den Grace Slick’in güçlü vokaliyle Fairport Convention’dan Sandy Denny’nin yumuşak ama etkili sesinin birleşimi olan Hoyle’un vokali bu iki benzerliğe rağmen kendine has bir yapıya da sahip.
Vokali en güçlü yan diye belirledik ama grubun diğer elemanları ve enstrüman kullanımları da yabana atılır gibi değil. Özellikle Bob Dylan’ın yazdığı All Along the Watchtower’da hem progressive rock hem de enstrümanlar üzerine uzun ve çok iyi bir ders alıyorsunuz.
AFFINITY
Lynton Naiff - Piyano, Elektrikli Piyano , Klavsen , Vibrafon
Mike Jopp - Elektro Gitar, Akustik Gitar, 12 Telli Gitar
Mo Foster - Elektrikli Bass, Kontrbas
Grant Serpell - Davul, Vurmalılar
AFFINITY
2. Night Flight (7:15)
3. I Wonder If I Care as Much (3:20)
4. Mr. Joy (5:02)
5. Three Sisters (4:57)
6. Coconut Grove (2:35)
7. All Along the Watchtower (11:36)
Bonus Tracks
08. Eli's Coming (3:28)
09. United States Of Mind (2:44)
13 Kasım 2020 Cuma
Pell Mell - Marburg (1972)
Pastoral etkiler taşıyan bölümleriyle symphonic rock’ı birleştiren ama enfes tanımlamasından bir hatta iki derece aşağıda olan bir albüm. Çünkü albümde müzik açısından hiçbir sorun yokken vokal insanı çileden çıkarıyor. Evet, bazı yerlerde kulağa çok iyi geldiği de oluyor vokalin ama geneli düşündüğümüzde gerçekten berbat denilebilecek bir yapıda. Yani hiç gerek yokmuş o vokale. Kimilerine göre belirli bir tarzı ifade etse de albümün yapısını bozduğu da bir gerçek.
The Clown and the Queen gibi efsanevi bir parçanın vokaller yüzünden harcanmasından bahsediyoruz burada. Müzikal alt yapısı gerçekten muhteşem olan bu parçada kulağı tırmalayan, insanı rahatsız eden tek şey o özelliksiz ve her an detoneleşecekmiş hissi uyandıran vokaller.
Her albümde kişisel bir favori parça bulunur ya.. Bu albüm için benimki de ikinci parça olan Moldau. Alman folk kültüründen beslenen, klasik müzik etkisinin bir hayli hissedildiği bu pastoral senfonide (aha, gönderme yaptım) hüzünle başlarken coşkuyla dolarak keyfin derinliklerine dalıyor insan. Parçada özellikle öne çıkan flüt ve keman Schmitt ve Schön’ün basit, sade ama üst düzey yeteneklerini gösteriyor.
Oldukça melodik havada başlayan Friend, albümün bir diğer sürprizi. Uriah Heep hatta daha özele inerek belirtirsek Ken Hensley tarzı klavyeleriyle göze çarpan flüt ile ilerleyen parça değişik hissiyatlar yaşatıyor insana.
City Monster ise iddiasız görünen ama rock müziğin etkileşimleri üzerine geniş bir yelpazeye sahip olan ilgi çekici bir parça. Ani değişimler, atonale doğru gidiyormuş hissi uyandıran oyunlar, ikili vokaller parçaya değer katıyor.
Vokal girene kadar atmosferik introsu ile iyi idare eden Alone, her ne kadar vokaldeki Gentle Giant tarzını hissettirse de fazlasıyla can sıkıcı olabiliyor. Ama ardı ardına gelen tür ve tarz değişimleri ile geçişleri parçayı iyi bir hale getiriyor. Özellikle sonlara doğru ortaya çıkan keman bambaşka lezzetler sunuyor.
PELL MELL
Rudolf Schön – Gitar, Vokal, Flüt
Otto Pusch - Piyano, Org
Jörg Götzfried – Bass Gitar, Vokal
Bruno Kniesmeijer – Davul, Vurmalılar
& Andy Kirnberger – Gitar (The Clown and the Queen)
MARBURG
2. Moldau (5:24)
3. Friend (7:04)
4. City Monster (8:42)
5. Alone (9:24)