29 Eylül 2016 Perşembe

Wishbone Ash / Just Testing (1980)

10. stüdyo albümü Just Testing, benim için Wishbone Ash bir iskambil destesi gibi ortada ikiye kesildiğinde altta görünen kağıt gibidir.

Kadroda Martin Turner isminin son kez göründüğü albüm grup için de bir çeşit dönüm noktasıdır mutlaka. Elbette sadık dinleyicileri grubu her haliyle benimseyip dinlemiştir. Fakat benim için ne yazık ki durum bu şekilde değil. İlk 10 albümden sonrasını listemde çoğunlukla yer almıyor.

Just Testing albümünün içeriğine dönersek ilk yüzden Living Proof ve Helpless öne çıkan parçalar, Insomnia ise alışılmışın biraz dışında bir tada sahip.

İkinci yüzde ise Master Of Disguise ruhun tamamlayıcısı gibi parıldıyor. Gerçekten de yeni bir şeyler denendiği hissini bırakıyor albüm geneli. Böyle düşünüldüğünde ismiyle uyumlu bir içerik karşımıza çıkıyor.

1980 yılında ilerleyen zamanda konserlerin parça listelerinde de zaman zaman görünecek olan güzel sololarla süslü eğlenceli bir ses olarak bırakılmış Just Testing  atmosferimize.

WISHBONE ASH

Andy Powell – Elektrik ve akustik gitar, vokal
Laurie Wisefield – Elektrik ve akustik gitar, geri vokal
Martin Turner – Vokal, bas gitar, akustik gitar
Steve Upton – Davul

JUST TESTING

01- Living Proof (5:40)
02- Haunting Me (4:36)
03- Insomnia (5:09)
04- Helpless (4:05)
05- Pay the Price (3:33)
06- New Rising Star (4:01)
07- Master of Disguise (4:26)
08- Lifeline (6:30)

20 Eylül 2016 Salı

Ekseption - Ekseption (1969)


Hollanda’dan grup çıkar mı demeyin. Ekseption, sanılanın aksine,yaptığı müzik ile kendisini kısa sürede tanıtabilmeyi başardı. Grubun ilk albümüne baktığımızda, şarkı isimlerinin tanıdık gözükmesi normaldir. Bunun nedeni, grubun klasik müzik parçalarını jazz fusion-prog-senfonik bir geçişgenlikte sunarak, dinleyicide adeta saydığım bu üç türden herhangi birini sevmese bile, yarattıkları kompozisyondaki  uyum sayesinde kendilerini bir şekilde içlerine çekmeyi başarabilmekteler.

Grubun paylaştığım ilk albümü olan bu albümün çıkışında dönemin Philips’inin katkısı yadsınamaz. Albümde kimlerin bestesi yok ki; Beethoven,Brain Bennatt,Aram Khachaturian ve niceleri…

Albümü sıradan 60’ların progresif albümleri gibi bakmak yanlış olur .Grup, sadece klasik müziğin topluma mal olmuş önemli bestelerini sanki kendilerine aitmiş gibi bir hava içinde çalmaktalar. Albümde sadece Little X Plus adlı parça grubun kendisine ait. Progresife ve caza dair aklınıza ne geliyorsa bütün enstrumanları şarkılarda duyabilmek mümkün. Grubun en önemli özelliklerinden bir tanesi, doğal olarak bahsettiğim gibi, parçaların klasik müzik bestelerinden alındığı için, büyük bölümünün enstrumantal parçalardan oluşması. İlk üç sonrasında oluşan eleman değişikliğinde çok kısada olsa sözlü parçalar icra ettiler (1970-1972 arası).

Klasik müzikten haz etmeyen bireylere kendilerini sevdirecek nitelikte çalışmaları var. Grubun ana elemanı Rick van der Linden’in grubun müzikal anlamdaki çizgisinin oluşmasında etkisi tartışılamayacak nitelikte. Bir dönem gruptan ayrılması ile grup içerisinde o kadar değişiklik oluyor ki neredeyse dağılma noktasına bile geliyor. İllaki grubun yaptığı müziği başka gruplarla lanse etme gerekirse, Crimson-Camel-Tull sevenlerin bakmasında fayda var. Albüm o kadar hızlı akıyor ki, sanki rüyadaymışsınız hissiyatına kapılabilirsiniz.

Yukarıda saydıklarımın dışında Beethoven ve Khachaturian sevenlerin Ekseption’u beğeneceklerine inanıyorum (Bir Khachaturian dinleyicisi olarak benim düşüncem bu yönde) Albümdeki sonu dance ile biten parçalar, orjinaline nazaran daha vurgulu ve gerçekten dans etme isteği bile oluşturmakta. Açılış parçası olan 5.senfonin klasik biçimde başlayıp, yer yer senfonik öğelerle birleşerek şahane bir mash up deneyimi oluşturmuş. Grubun diğer albümleri zamanla oluşan eleman değişikliklerinin etkisiyle, yer yer düşüşler hissediliyor. Özellikle bu albüm dışında bundan sonra çıkan iki albümü de edinmekte fayda var. En kısa zamanda o iki albümü paylaşmak umuduyla.


İyi dinlemeler.


EKSEPTION 

Rein Van Den Broek - Trompet
Rick Van Der Linden - Klavye
Cor Dekker  - Bas Gitar
Peter De Leeuwe - Davul  -Vokal
Rob Kruisman - Saksafon - Flüt - Vokal
Huib Van Kampen  - Solo Gitar - Tenor Saksafon


EKSEPTION 

1 – The 5th
2 – Dharma For One
3 – Little X Plus
4 – Sabre Dance
5 – Air
6 – Ritual Firedance
7 – Rhapsody In Blue
8 – This Here
9 – Dance Macabre Opus 40
10 - Canvas

15 Eylül 2016 Perşembe

Gong - The Flying Teapot (1973)


Psychedelic müzik ile jazz ne kadar iç içe geçebilir hiç düşündünüz mü? Üstüne üstlük birde filmlerdeki müzikal bölümlerin ve tiradların da içinde yer aldığını.. Gözlerini kapattığınızda, hele ki etrafınızda bir sürü kişi hareket halinde geziyorsa etrafınızda, kendinizi bir müzikal içinde hissetmeniz kaçınılmaz.

Alışılmış psychedelic havanın ötesinde, liriklerin daha az yer bulduğu, iniş çıkışların fazla olduğu albümde genel psychedelic öğelerin world müzik öğeleriyle buluşması ayrı bir kompozisyon oluşturmakta. Albümü bitirdiğinizde başınızın dönme ihtimali çok yüksek, ingilizce tabirle ''high'' diyebileceğimiz konsepte sahip.

Albümde progressif hava çok altlarda yer almakta, bunu şarkı geçişlerindeki tutarsızlıkla anlamak pek tabii ki mümkün. Özellikle albümün sonlarında space öğelerinin de şarkılara katılmasıyla, gerçek anlamda deneysel bir şölen içinde kendinizi bulabiliyorsunuz. Dinleyecek olanlara önerim, çakırkeyf vaziyetteyken etkisinin iki katına çıkması, bilginize :)

İyi Dinlemeler


GONG

Daevid Allen - Vokal,gitar
Tim Blake - Syntheiser,vokal
Didier Malherme - Saksofon,flüt
Steve Hillage - Gitar
Francis Moze - Bass,piyano
Laurie Allan - Davul

THE FLYING TEAPOT

1 - Radio Gnome Invisible
2 - Flying Teapot
3 - The Pot Head Pixies
4 - The Octave Doctors and the Crystal Machine
5 - Zero the Hero and the Witch's Spell
6 - Witch's Song/I Am Your Pussy


11 Eylül 2016 Pazar

Hawkwind - In Search of Space (1971)

Space rock deyince haliyle Hawkwind'i anmamak olmaz.Liriksel anlamın dışında,müziksel konseptin içine şahane bir biçimde uzay öğelerini yedirerek,türünün öncüsü diyebileceğimiz albümlere imza atmışlardır.In Search of Space albümü ise bu türün başlangıcı olarak kabul etmek mümkün
.
Daha öncesinde Pink Floyd'un her ne kadar girişim denemeleri olsa da,space rock'ın vücut bulduğu albüm diyebiliriz.Liriklerin olabildiğince az,müziğin daha fazla öne çıktığı bu albümde klasik progresif öğelerin yanında,psychedelic hava yaratan space öğeleri albüm kompozisyonunun tamamlayıcı noktaları arasında.Türden haz etmeyenler olsa bile,60's-70's lerin bilim kurgu dizi ve filmlerinin atmosferini az da olsa hissetme ve anma şerefine nail olabilirler.

Saksafon öğelerinin de bolca bulunduğu albüm,kanımca kült değerdedir.Grubun bu albümden sonraki albümleri keza daha farklı ve dolu konseptler barındırmakta lakin herşeyden önce pioneer dediğimiz türlerin oluşumunun ilk örnekleri dinlenmeden,türün ve grupların evrimi anlaşılamayacağı için bu tip yaklaşımları aktarmayı kendimce görev bilmekteyim.Albümde yer alan Silver Machine adlı parçada Lemmy vokal ve bas çalmakta.Daha sonraki 3 Hawkwind albümünün neredeyse tüm parçalarında vokal ve bass görevini sürdürmekte.


Geçenlerde paylaştığım Sam Gopal albümünde dile getirdiğim Lemmy'nin gruptan ayrılıp,bassçı olma serüveninin başladığı yer tam olarak burası.Herşeyden önce Motörhead'in temellerinin atıldığı,müzik tarihin değişime geçeceği ilk adımlar.



İyi dinlemeler


HAWKWIND


Dave Brock - Vokal,gitar,harmonika

Nik Turner - Saksafon,vokal,flüt
Del Dettmar - Syntesizer
Dave Anderson - Bass
Terry Ollis - Davul,perküsyon
Ian Kilmister(Lemmy) - Bass,vokal(Silver Machine)

IN SEARCH OF SPACE


1 - You Shouldn't do That

2 - You Know,You're Only Dreaming
3 - Master of the Universe
4 - We Took the Wrong Step Years Ago
5 - Adjust Me
6 - Children of the Sun
7 - Seven By Seven
8 - Silver Machine
9 - Born to Go

8 Eylül 2016 Perşembe

Sam Gopal - Escalator (1969)


İlk olarak, buradan herkese merhaba demek istiyorum. Malumunuz, ilk yazım olduğundan dolayı böyle bir giriş yapmayı sorumlu hissettim. Sam Gopal ismi bazılarımıza yabancı gelmeyecektir. Tek albümlerinin bulunmasının yanı sıra, genel psychedelic müziği Jimi Hendrix tınılarıyla etkileştirerek farklı bir konsept yaratmayı başardılar. Albümü dinleyenlerde, 60’ların Mississippi vari blues esintilerini hissetmeleri mümkün. Yukarıda bahsettiğim ismin yabancı gelmeme sebebi ise Motörhead’ten tanıdığımız Lemmy’nin ilk yer aldığı gruplardan olması.

Daha sonra rivayete göre bass gitar çalabilmek için gruptan ayrılma ihtiyacı duyuyor. Sonrası malum, grup resmi olarak sadece bu albümle müzik hayatına veda ediyor. Lemmy bu albümde hem gitar çalıp, hem de vokal yapıyor. Alışılmış vokalinin dışında Hendrix ve blues ezgileri sevenlere önerebilirim. Grubun 90’lı  yıllarda başka müzisyenler ile yapılmış bir albümü daha mevcut aslında, fakat dinleme şansına erişemedim.

Sam Gopal, genel olarak bu albümle bütünleştiği için (Lemmy’nin etkisiyle) sonradan çıkardıkları albümün esamesi pek okunamadığı ortada. Motörhead sevenler ya da Lemmy'i farklı bir şekilde dinlemek isteyenler için bir fırsat. Şimdilik Britanya üzerinden bir yolculuğa başladık, ileriki tanıtımlarda başka coğrafya ve türlere doğru yönelmek dileğimle.

İyi dinlemeler

SAM GOPAL

Ian Willis(Lemmy) - Vokal,ritim,lead gitar
Roger D'Elia - Akustik, lead gitar
Phil Duke - Bass

ESCALATOR

1 - Cold Embrace
2 - Dark Road
3- The Sky is Burning
4 - You're alone Now
5 - Grass
6 - It's only love
7 - Escolator
8 - Angry Faces
9 - Midsummer Nights Dream
10 - Seasons of the Witch
11 - Yesterlove
12 - Horse
13 - Back Door Man

5 Eylül 2016 Pazartesi

Captain Beyond / Dawn Explosion (1977)

Bobby Caldwell
kadroda olmasaydı sanırım bu albüm böyle güzel olmayacaktı. Davul gerçekten öne çıkacak kadar başarılı. Evet bence en belirgin özelliği buru. Üstelik bana göre Willy Daffern bu grubun daimi vokali değilse de Captain Beyond müziğine en yakışan ses. Yani tam isteyeceğim karışım Dawn Explosion, albüm kapağından itibaren müthiş enerjik.

Albümün ilk yüzünden özellikle Icarus oldukça nefis, ben hep ardına Fantasy eklerim. Bence gerçek sıralama da böyle olmalıydı.

Elbette tüm şarkılarda baslar coşmuş durumda.

Lee Dorman hem Iron Butterfly hem de Captain Beyond için büyük bir zenginlikti bence. Dinlerken ben de basları öne çıkaracak şekilde sesi değiştiririm hatta her seferinde.

Tabi dönem müziklerinin bir ayağı hep uzayda:) En az bir iki şarkıya yıldız tozları serpilmiş. Şu zaman bana biraz komik geliyor, absürd desen o hoşuma gidecek aslında. Ama bu şekli çiğ kalmış, sadece komik.

Toparlarsak 8 parçalık Dawn Explosion sözleri büyük yaratıcılık ya da derinlik eseri değil ama müziklerini severim. Vokalini davulunu, bas gitarını, Rhino sololarını.
Tadına bakılmalı.
Afiyetle.

CAPTAIN BEYOND

Bobby Caldwell / Davul, Vurmalılar, Back Vokal
Willie Daffern / Lead Vokal
Lee Dorman / Bass, Telliler, Back Vokal
Larry Reinhardt / Akustik, Elektrik & Slide Gitar

DAWN EXPLOSION

01- Do or Die (3:38)
02- Icarus (4:17)
03- Sweet Dreams (5:29)
04- Fantasy (6:02)
05- Breath of Fire, Part 1 &; Part 2 (6:19)
06- If You Please (4:13)
07- Midnight Memories (3:59)
08- Oblivion (4:00)

4 Eylül 2016 Pazar

Traffic / Traffic (1968)

Aralardan sonra DMC-12 ön koltuğundan 68'e doğru adımlarsak artık albümlere göre anlatım yapılacakmış. Deneyelim.

Genele bakarsak enerjisi oldukça yüksek bir albüm. Sözleri demek istemiyorum çünkü daha da güzeli hikaye tadındaki şarkılarla dinleyicinin hayal gücünü harekete geçiriyor. 2000 ve 2001 yıllarında yeniden paketlenirken içerisine eklenen bonus parçalar da ayrıca keyifli. Bu albümün ışıltısı hep Feelin' Alright? ve 40,000 Headmen üzerinde kalmıştır. Şahsen Feelin' Alright? sevdiğim bir Traffic şarkısı değil. Ön sıralardan Pearly Queen değişiktir ve artık kapanışa yakın bütüne oynamayarak albümün en güzeli bana göre No Time to Live olmuştur. Hem de sözler bu sefer genelin aksine sadeleşmişken.

Her şarkıda enstrüman konusunda ciddi bir zenginlik varolduğu için vokalin tatlı uyumu zaman zaman geri planda bile kalabiliyor.

Tekrarlı dinledikçe daha fazla ayrıntı yakalatan erken dönem ustalık eserlerinden bir albüm, meraklısına.

TRAFFIC

Steve Winwood / Vokal (2,4,7,9,10), Org (2,3,7,8), Piyano (5,6,9), Harpsichord (8), Gitar (1-4,7), Bass (1,2,5,6,9)
Dave Mason / Lead Gitar (3), Akustik Gitar (1,5,6), Armonika (2,3), Bass (8), Org (9), Vokal (1,3,5,6,8)
Chris Wood / Flüt (2,6,7), Tenor Saksafon (1,5), Soprano Saksafon (3,8,9), Ziller (7), Davul, Vurmalılar (10)
Jim Capaldi / Davul, Vurmalılar (4), Klavye, Vokal, Alto Klarnet (6)

TRAFFIC

01 - You Can All Join In 3:40
02 - Pearly Queen 4:21
03 - Don't Be Sad 3:25
04 - Who Knows What Tomorrow May Bring 3:15
05 - Feelin' Alright? 4:20
06 - Vagabond Virgin 5:22
07 - Forty Thousand Headmen 3:14
08 - Cryin' to Be Heard 5:12
09 - No Time to Live 5:20
10 - Means to an End 2:35

The Moody Blues - On the Threshold of a Dream (1969)

Şimdi The Moody Blues denildiğinde illa ki Nights In White Satin bir açılır, dinlenir, en azından mutlaka adı anılır. Kabaca araştırdım ikinci en sevilen şarkısına göre yaklaşık 5 kat daha fazla dinlenmiş.

Neyse ki On the Threshold of a Dream bu yazının konusu.

Konsept albüm deniliyor, şu günlerde rezalet örneklerine denk geliyorum açıkçası. Hatta ne yazık ki ateşli dinleyicileri içeriğin yetersizliğini kavrayamadıkları için eleştirilere "Bi kere bu konsept albüm! Daha ne olduğunu bile bilmeyenler yorum yapmasın!!" gibi güdük yanıtlar diziyor. Bence bu albüm şahane bir örnektir neyin ne olduğuna. Elbette öncesi de var ama şahsi favorim On the Threshold of a Dream kıtlıkta bile doyurucudur.

The Moody Blues, konsept etiketiyle gerçekten çok güzel albümler çıkarmıştır. Aslında artık yeni nesil listeler halinde dinliyorsak da albümleri, burda ön-arka fikirleri ayrıktır. İlk 6 şarkı başlangıçtır, aşktır, hayaldir, rüyadır ama arka yüz yola koyulur.

Gerçekten bir kapı açılır ve hikaye In the Beginning ile başlatılır. Sanki birden radyo açılır fonda bir müzik duyulur. Nerden seslendiği anlaşılmayan Lovely To See You. Ara sıcak mı ana yemek mi henüz çözememişken Dear Diary o kadar sakin sabit ve içeriğe uygun bir müzikle geliyor ki gerçekten bir günlüğün sayfalarını çevirmek gibi bıraktığı his. Anlatılanı usluca dinlemek düşüyor sadece.

Hayır Nights In White Satin güzel değil demiyorum ama peki Never Comes The Day çiçek değil mi? Ben bayılıyorum ve gerçekten nefis.

You know it's true,
We all know that it's true.

denilmiş zaten, fazla söze gerek bırakmadan.
Tembel bir günün ortasından büyülerin içerisine gayet kesintisiz bir geçiş.
Yenilerin eline yüzüne bulaştırdığı kısımlardan biri de bu galiba. The Dream ne kadar güzel bir tamamlayıcı fikrin içerisinde.

Part 1-2-3,...,n gibi dizilen serilere hep özel bir sempatim olmuştur Duydun mu? Duydum, duyuyorum, duyabilirim derken sona ve bıraktığı tatlı hisse ulaşıyoruz.

Güzeller güzeli bir The Moody Blues albümü On the Threshold of a Dream, keyifle dinleyeceklere sevgilerle.

THE MOODY BLUES

Justin Hayward / Akustik & Elektrik Gitar, Çello, Lead Vokal
Michael Pinder / Hammond, Piyano, Mellotron, Çello, Lead Vokal
Ray Thomas / Armonika, Flüt, Piccolo, Obua, Tamburine
John Lodge / Bass, Double Bass, Çello, Lead Vokal
Graeme Edge / Davul, Vurmalılar, VCS3 synth

ON THE THRESHOLD OF A DREAM

01- In The Beginning (2:08)
02- Lovely To See You (2:35)
03- Dear Diary (3:56)
04- Send Me No Wine (2:20)
05- To Share Our Love (2:54)
06- So Deep Within You (3:07)
07- Never Comes The Day (4:43)
08- Lazy Day (2:43)
09- Are You Sitting Comfortably (3:29)
10- The Dream (0:57)
11- Have You Heard? (Part 1) (1:40)
12- The Voyage (3:58)
13- Have You Heard? (Part 2) (2:32)

28 Ağustos 2016 Pazar

Musi-O-Tunya / Wings Of Africa (1975)

Muhtemelen sıkı rocker'ların bile duymadığı / dinlemediği / farketmediği bir rock türevinden bahsedelim bugün. James Brown'ın Funk müziğinin Afrika geleneksel ezgileriyle birleştiğini, üstüne Jimi Hendrixvari, olabildiğince ağır fuzz ve wah wah kullanılan acid gitarın eklendiğini, en sonunda da bunun psychedelic ile aynı yatağa girdiğini düşünün... Heh, işte bu türün adı Zamrock! Zambia'da türeyip gelişen ve dünyaya açılan bir afrobeat etkileşimidir Zamrock. Geleneksel Afrika ezgileri, ritimleri ve müzik aletleri modern müzik aletleriyle birlikte kullanılır. Afrika'ya ait o mistik hava, o insanı sanrılarla dolu yolculuklara çıkaran davul sesleri, genizden ve garip çığlıklarla süslenen otantik vokaller.. hepsini bu türün içerisinde bulmak mümkün.

Türün en önemli müzisyenlerinden Rikki Illilonga'nın grubu Musi-O-Tunya kısa ömürlü bir proje. Sadece 2 albüm çıkarabilmişler ama türün en önemlilerinden olmayı başarabilmişler aynı zamanda. Kenya'nın başkenti Nairobi'de ve sadece 1 gün içerisinde kaydedilen Wings of Africa albümü türün tüm özelliklerini bir arada göstermesi açısından da önemli bir albümdür. Yukarıda bahsettiğimiz tüm acid, psychedelic, Afrika gelenekseli, afrobeat, funk ve diğerleri albümde fazlasıyla mevcuttur.

Albüme adını veren ilk parça sanki Afrika'ya ve zamrock'a giriş parçasıdır. Bir yanda otantik Afrika davulları çalarken diğer yandan batı tarzı rock davulunu duyarsınız. Aralarda afro ritimlere ve funk'a saygı duruşu niteliğindeki soprano saksofonla mest olursunuz. Parça kendi içinde biraz 'sarkıyor' izlenimi bırakır insanın üzerinde ama bu sadece afro kökeninden kaynaklanmaktadır.

İkinci sıradaki Dark Sunrise tam bir acid tribi havasındadır. Ağır gitarlar, düşük mood, can yakan vokal.. Sanırsınız ki The Grateful Dead Afrika'da albüm kaydetmiş.

Mpondolo ve Walk & Fight diğer etkileyici parçalar. Tek tek yorumlamaya kalkmak biraz garip olacak bu albüm için. Zira alışkın olmadığımız bir türün içerisinde yer alıyor. Değerini ya da farklılığını anlamak için birkaç dinleme yapmak gerekiyor mutlaka. Bu arada albümdeki en kısa parçanın 5:50 süreye sahip olduğunu da belirtelim.

MUSI-O-TUNYA

Derick Mbao / Lead Vokal, Bass & Kalimba
Rikki Ililonga / Lead Gitar, Vokal
Alex Kunda / Rock Davul, Vokal
Siliya Lungu / Afrika Davulları, Vokal
Kenny Chernoff / Soprano Saksofon
John Bobby Otieno / Ritim Gitar
Njenga / Trompet

WINGS OF AFRICA

1 - The Wings Of Africa (7:10)
2 - Dark Sunrise (8:32)
3 - The Sun (6:18)
4 - Mpondolo (8:00)
5 - Walk & Flight (8:00)
6 - One Reply (5:50)

26 Ağustos 2016 Cuma

Agamemnon- Agamemnon (1981)

Bazen bir yerlerden bir ezgi gelir kulağınıza: tanıdık, bildik bir tınısı vardır ama bir türlü çıkaramazsınız nereden bildiğinizi, nereden duyduğunuzu... Kimi gruplar için bu durum aslında çok da güzel değildir. Özgünlükten yoksun olma gibi bir algı uyandırabilir. Kimi nadir gruplar ise bu aşinalık hissi ile daha da bir yakınlaştırır sizi kendisine, Daha bir derine nüfus eder çünkü sizinle uzun zamandır varlarmış gibidirler. Sanki o melodi ile uyumuşsunuzdur gecelerce, sabah alarmı için o albümden bir parça seçmişsinizdir de bir sürü his sinmiştir ses hafızanıza.... İşte Agememnon'u ilk dinlediğimde bunu yaşadım ben. Yeni tanıştığınız birini yıllardır tanıyormuş hissi gibi...

Grubun orijini hakkında kesin bir bilgiye sahip değilim kimi sitelerde İsviçreli oldukları söyleniyor, kimilerinde ise Alman oldukları yazıyor. Bana sorarsanız adamlar İsviçreli (Alman aksanına benzetemedim ingilizcelerini), bilemedim.... Çok da önemli değil bence, aynı evrenin dünyada bilinç kazanmış tozlarıyız en nihayetinde. Hem ayrışmanın bu kadar çok olduğu bir dönemde böyle bir sınıflandırmayı yapmamış olmak bir şey de eksiltmez kimseden, Elmalığımız bakidir, baki kalacaktır. Elmalığı sizden öğrenecek değiliz!. Bırakalım bu işleri... Dinleyelim müziğimizi nefes almak için...

Albüm 1981 yılında yayınlanmış, grubun yayınlanmış tek albümü de bu zaten ( Keşke daha fazla olsaydı demeden edemiyorum). Hernekadar 80li yıllarda yayınlanmış olsa da albüm tamamen 70liyılların ruhuyla kanat çırpmakta. iki uzun parçadan oluşan albümün ilk yüzünde yer alan parçada - part 1- klavyeler özellikle çok lezzetli, kozmik semfonik devingen köşeleri ustalıkla şekillendirilmiş bir yapıya sahip. Akustik başlangıçtan sonra gelen, o iç yakan tonuyla klaveyi ne güzel de yerli yerinde işlemişler parçaya....ahhhh yazarken bir taraftan da dinliyorum. içim cızladı.....

Minotaurus, Epidaurus, Eloy, Pink Floyd...Hepsine de benziyor grup ama kendilerine has bir kokuları da yok değil hani...dinleyin derim. hatta dinledikten sonra düşüncelerinizi de yazarsanız çok sevinirim acaba bende mi oldu bu ''tanıdık'' gelme hissiyatı sadece diye merak ediyorum. 

Agememnonun kahramanlıklarını anlatıyormuş sözler... çok da lülü diyip gözlerimi kapatıyorum...ilk parçanın ortalarında duyduğumuz kadın back vokalin ismini bulamadım -Annie Haslam'a da benziyor accık, o değildir kesin- ama grubun diğer elemanları aşağıda: 

PART I&II
1. Agamemnon's Youth - Agamemnon, King of Mykene 19:45
2. Agamemnon at Troja - Agamemnon's Death 19:39

AGAMEMNON
Urs Ritter - drums
Erich Kuster - vocals, guitars, organ
Walter Rothmund - bass, keyboards
Werner Kuster - piano, keyboards, guitars, flute

güzel dinlemeler efenim.....