18 Aralık 2022 Pazar

Theatre du Chene Noir / Chant Pour le Delta, la Lune et le Soleil (1976)

RIO
ve Avant Prog'a giriş yapmışken Theatre du Chene Noir'dan bahsetmeden olmaz. Elbette onlara gelene dek bahsedilecek çok grup da bulunuyor ama değişik ve tuhaf olmaları, müziği neredeyse bir bireysel yıkım aracı gibi kullanmaları ve estetik yapısı ile hızlı bir girişi hak ettiğini de rahatlıkla söyleyebiliriz.

Grup aslında bir tiyatro grubu. Gerçekten de bildiğiniz sahnede oyun oynayan tiyatroculardan kurulu. 1966 yılında Fransa, Öğrenci hareketlerinin hemen öncesine hareketlenmeye başladığında, üniversiteye yeni başlayan liseden arkadaşlar Gérard Gelas, Daniel Dublet, Gilbert Gay ve Bernadette Marini, Avignon'da bir tiyatro grubu kuruyorlar. Kendi oyunlarını yazıp müziklerini besteleyip sözleri de kendileri yazıyorlar. Bestelerin büyük kısmı Gelas'a ait. Diğer yandan John Coltrane, Charles Mingus, Ravi Shankar, Pierre Henry gibi müzisyenlerden ödünç aldıkları bestelere de söz yazmayı ihmal etmemişler.

Gelas'ın yazdığı ikinci oyun La Paillasse Aux Seins Nus kamu düzenini bozma ihtimali yaratır diye daha ilk gösterimi bile yapamadan yasaklanıyor. Bu durum Gelas'ın belirli bir ün kazanmasına fırsat tanıyor. O motivasyonla Roma'ya gidi Federico Fellini, Elsa Morante gibi isimlerle tanışıyor. Fransa'ya döndüğünde ise oyun yazmaya devam ediyor. 1971 yılında Aurora oyununun 22 ve 23 Temmuz 1971 tarihli gösterileri kaydedilip plak olarak yayınlanıyor. Oldukça ilgi çekici bir albüm ortaya çıkıyor. Değişik, tuhaf ve avangard.

1973 yılında Miss Madonna oyunu, 1976 yılında ise konumuz olan Chant Pour le Delta, la Lune et le Soleil kaydedildi. Albüm kaydedilenlerin içerisinde en etkileyici ve sarsıcı olanıydı. Belirgin bir Jazz ve Rock bileşimi üzerine düz vokallerden oluşuyordu. Müzikler vokalin altında kendi başına, bağımsız ve güçlü bir şekilde serilirken, üstte yer alan vokal başkaldıran metinleri etkili bir ses tonuyla hayata geçiriyordu.

Albüm fazlasıyla etkileyici ve cüretkar. Diğer yanda ise tam anlamıyla deneysel ve avangard. Dinleyiciyi farklı bir evrene sürükleyip orada hikayeler anlatıyor. Fransızca Rock müziğe tam olarak oturan bir dil olmasa da bu albümde kullanılan vokal, ezgili bir şekilde hikayeler anlatan bir tonda ilerlediği için beklentilerin ötesinde bir oturmuşluk hissi yaratıyor.

THEATRE DU CHENE NOIR

Nicole Aubiat / Vokal
Thierry Bergerot / Synthesizers
Jean-Loius Cannaud / Flüt, Tenor Saksafon, Alto Saksafon, Vokal, Vurmalılar
Jean-Pierre Chalon / Davul, Vurmalılar
Daniel Dublet / Piyano, Keman, Çello, Konga
Monik Lamy / Vokal, Vurmalılar
Philippe Puech / Vibraphone, Vokal
Christine Schaffter / Soprano Saksafon, Vokal, Vurmalılar
Pierre Surtel / Soprano Saksafon, Vibraphone, Vokal
Abel Valls / Bass, Kontrbas

CHANT POUR LE DELTA, LA LUNE ET LE SOLEIL

01. Le Train (4:35)
02. Les Oiseaux
03. Hey...! (11:32)
04. La 7 (5:30)
05. Le Nil (11:05)

17 Aralık 2022 Cumartesi

Potemkine / Nicolas II (1978)

Zeuhl
müziğin Fransa'dan çıkmış en önemli temsilcilerinden biri de Potemkine. 1971 yılında kurulan grubun diğer Zeuhl gruplarından önemli farkları bulunuyor. Bu farklılıklar o kadar belirgin ve değişik ki çoğu zaman grubun Zeuhl'e dahil olup olmadığını bile sorgulatıyor insana. Ama çıkış noktaları bu olduğu için de yaptıkları müzikle ilgili en doğru tanımlama da bu doğal olarak.

Kurulmalarından 4 yıl sonra çıkardıkları ilk albümle gerçekten de iyi bir işe imza atıyorlar. Foetus, Magma'ya yakın duran tarzıyla oldukça başarılı bir albüm olarak görülüyor. Ardından geçen iki yılla birlikte çıkardıkları 2. albüm Triton ise daha neşeli diye tabir edebileceğimiz bir Fusion'a doğru evriliyor. Jazz ile birleştiği noktada Potemkine'in müziği hem daha iyi bir hal alıyor hem de kalitesi bir hayli artıyor. Konumuz olan son albümde Nicolas II'de ise gerçekten de baş yapıt niteliğinde bir iş çıkarıyorlar.

2. albümle başladıkları Jazz Fusion yapısı bu albümde daha fazla oturmuş durumda. Fazlasıyla yaratıcı ve etkileyici. Notalar arasında arsızca dolanan bir grupla karşı karşıya kalıyorsunuz. Melodik yapısı fazlasıyla cüretkar. Sizi alıp boyutlar arası bir yolculuğa çıkarabilecek denli muhteşem. Bazı noktalarda kendini tekrar eden bir yapıya bürünüyor gibi görünse de işin aslı hiç de öyle değil. Sürekli olarak bir yerlerde gezinip başladıkları noktaya dönüyorlar ve o kadar çok değişik tür ve tarza göz kırpıyorlar ki albümdeki çeşitlilik bir hayli artıyor.

Charles, Michel ve Philippe Goubin kardeşler tarafından kurulan Potemkine, maalesef ki bu 3. ve son albümle birlikte dağılıyor ama geride dikkate değer, arşivlik 3 iş bırakıyorlar. Özellikle de Nicolas II bu konuda tam bir ziyafet olarak nitelendirilebilir. Albümün içerisinde Magma'dan Billy Cobham'a, Mahavishnu Orchestra'dan Brand X'e uzanan bir yelpazede çeşitlilik mevcut. Jazz Fusion seven herkesin dinlemekten sıkılmayacağı bu albüm diğer taraftan bakıldığında Zeuhl'e de derinden bir saygı duruşu niteliğinde. Magma'nın Attahk dönemindeki Zeuhl etkileri Nicolas II'de de fazlasıyla bulunuyor. Tabi Jazz Fusion arasına eklenmiş tatlı sos niteliğinde bir yapıda karşımıza çıkıyor.

POTEMKINE

Dominique Dubuisson / Bass, Vokal
Jean J. Ganghofer / Vurmalılar
Charles Goubin / Gitar, Vokal
Michel Goubin / Klavye, Vokal
Philippe Goubin / Vurmalılar, Davul
Christian Rouge / Vurmalılar

NICOLAS II

01. Tango Panache (6:18)
02. Raspoutine (5:56)
03. Theme Pour Un Swing Imaginaire (5:37)
04. Air De Famille (3:19)
05. Ode De Mars (5:23)
06. Aux Images (2:41)
07. Amphitheatre Magique (6:45)

16 Aralık 2022 Cuma

Bodkin / Bodkin (1972)

1971
sonlarında İskoçya'da kurulan Bodkin, tek albümle kalıp efsaneleşen gruplardan biridir. Atomic Rooster ve Uriah Heep'in açtığı yolda ilerleyerek Heavy Progressive Rock'ın en iyi albümlerinden birine imza atmayı başarmışlardır. İskoçya'dan da Rock grubu çıkar mıymış sorusuna da güzel bir yanıt vermişlerdir ki aslında İskoçya'dan çıkan çok fazla ve iyi Rock grubu da mevcuttur.

Daha türün bütün özellikleri ortaya çıkmamışken, hala emekleme aşamasındayken diye tanımlayabileceğimiz dönemde kaydettikleri albümde Atomic Rooster, Uriah Heep, Badger gibi aynı janra dahil oldukları gruplardan farklı olarak rahat ve serbest bir anlayış benimsemişler. Yani epeyce bir "jam" bulunuyor parçalarda. Belki de sırf bu yüzden, parçanın nerede ve nasıl değiştiği, nereden gelip nereye gittiği belirsizdir. Gelişine vurmak tabirinde olduğu gibi bir mantıkla üretilmiş bile diyebiliriz albüm için.

Uzayıp giden ve dinleyiciyi hiç rahatsız etmeden türler arasında yolculuğa çıkan parçalarda enstrümanlar kadar vokal Zeik Hume'un izleri bir hayli fazla. Kimi zaman etkileyici, kimi zaman can sıkıcı, kimi zamansa size nerede olduğunuzu şaşırtan bir sese ve tekniğe sahip Hume. Bodkin'in olmazsa olmazları arasında başı çeker diye bile düşünüyorum. 

Albümde org ve gitarlar da diğer pek çok Heavy Prog albümünde olduğu gibi etkilerini doğrudan hissettiriyor. Ritim bölümü de yapması gereken işi hem hakkıyla hem de fazlasıyla yapıyor. Diğer yandan, bazı acımasız eleştirmenlerin de dediği gibi, türe çok büyük yenilikler kattıkları, farklılaştırdıkları ya da farklı etkiler yarattıkları söylenemez. Elbette alelade veya sıradan bir grup değil Bodkin. Fakat ilerleme mantığıyla gelişip büyüyen bir müzik türünün bir de sert tarafında yer alıyorsanız, size karşı oluşacak beklentiler de fazlalaşıyor. Bu yönden, yani beklentileri karşılaması açısından yeterli gelmeyebilir. Ama türün en iyilerinden biri oldukları gerçeğini de değiştirmez. 

70'lerin ilk dönem, hani o ağır, kasvetli ve sert Heavy Progressive Rock'ından hoşlanıyorsanız, tek albümde çok fazla evrene seyahat etmek istiyorsanız, acımasız eleştirmenlere "hadi oradan" demek gibi bir düşünceye kapıldıysanız ya da sağlam bir şeyler dinleyelim de kendimize gelelim kafasındaysanız, Bodkin arşivinize olması gereken albümlerden biri.

BODKIN

Doug Rome / Org
Mick Riddle / Gitar
Bill Anderson / Bass
Dick Sneddon / Davul
Zeik Hume / Vokal

BODKIN

01. Three Days After Death Pt. 1 (9:28)
02. Three Days After Death Pt. 2 (7:09)
03. Aunty Mary's Trashcan (10:48)
04. Aftur Yur Lumber (5:12)
05. Plastic Man (5:59)

15 Aralık 2022 Perşembe

Univers Zero - Univers Zero (1977)

Daniel Denis
(davul) ve Claude Deron (trompet) tarafından 1973 senesinde Brüksel - Belçika’da kurulan Necronomicon kısa süre sonra adını Univers Zero olarak değiştirir. Başlarda Electric Jazz’a öykünen tarzları Michel Berckmans’ın (nefesliler) katılmasıyla değişmeye başlar. 1977 yılında da (1313 olarak da anılan) ilk albümlerini limitli adetlerde de olsa yayınlama şansı yakalarlar.

Limitlenmiş / kısıtlanmış olmaları bir sene sonra vuku bulacak ilk RIO festivalinin katılımcıları arasında yer almalarının sebebi midir bilemem ama günümüzde bile bu hareketin orijinal üyelerinden biri olarak hala isimlerinden söz ettirmeye ve saygı görmeye devam ediyorlar. (Hareket zamanla fasarya olsa da)

Tarzlarını tarif etmek için de müzik bilgisinin ve zevklerinin çok ötesine, müzikten alınacak tatlara dair söz etmek gerek. Bir bakıma müzik gurmesi ya da gastronomi uzmanı gibi bir şey olmak şart. Folk, klasik müzik, caz ve rock harmanı olan karanlık ve gizemli kompozisyonları birden tahmin edemeyeceğiniz bir enstrüman tarafından üstüne üstlük tempo dışında bölündüğünü hayal edin, işte size Univers Zero.

Deli / dahi bir orkestranın ürünü besteleri ile hala boşta kalan nöronlarınızı birbirine bağlama misyonuna sahip de denebilir. Alışılmışın dışına çıkılacak diye saçmalamıyorlar. Saçma gelmesinin sebebi, alışılmışın dışına, bugün aşina olduğunuz beste formüllerinin de ilerisinde bir yaklaşımla parçalarını yapmaları. Doğal olarak benzedikleri ya da onlara benzetilebilecek pek bir şey yok ortada.

GentleOctopus'un Notu: Yukarıda bahsedilen RIO (Rock in Opposition) o dönemlerde daha çok bir eylem biçimi ya da eylemin kendisi olarak ortaya çıkıyor. Festivalin gündeme gelmesi ise bu konuda bir duyuru yapma ihtiyacından kaynaklanıyor. RIO'nun, Univers Zero ile birlikte Birleşik Krallık'tan Henry Cow, İsveç'ten Samla Mammas Manna, İtalya'dan Stormy Six ve Fransa'dan Etron Fou Leloublan'ın katılımıyla başladığını da belirtmeden geçmeyelim. Hepsi de hem kendi ülkelerinde hem de uluslararası arenada sesini duyurmuş, başarılı işler çıkarmış hatta ticari başarı yakalamış gruplar. Tabi plak şirketleri yüzünden kendilerini kendileri gibi ifade etme konusunda zorluk da yaşamışlar bolca. Bu nedenle de bahsi geçen festivalin mottosunu "The music the record companies don't want you to hear" yani "Plak şirketlerinin duymanızı istemediği müzikler" olarak belirlemişler.

UNIVERS ZERO

Roger Trigaux / Gitar, Harmonium (6)
Emmanuel Nicaise / Harmonium, Spinet
Christian Genet / Bass
Guy Segers / Bass, Sesler (6)
Patrick Hanappier / Keman, Viola, Pocket Çello
Marcel Dufrane / Keman
Michel Berckmans / Bassoon, Obua (6)
Daniel Denis / Vurmalılar

UNIVERS ZERO

01. Ronde (15:08)
02. Carabosse (3:40)
03. Docteur Petiot (7:32)
04. Malaise (7:32)
05. Complainte (3:18)

14 Aralık 2022 Çarşamba

Hannibal / Hannibal (1970)

Haklarında değişik hikayeler olan gruplardan biri de Hannibal. Birmingham, İngiltere'de 1969 yılında kurulduğu ve tek albüm çıkarıp dağıldığı dışında tarihsel bir bilgi yok. Lakin bazı kaynaklarda grubun Bakerloo isimli nefis İngiliz Blues Rock grubunun küllerinden doğduğu, ardılı olduğu yazılı. Albümde çalan elemanlara bakıldığında ise Bakerloo kadrosunda olan hiç kimsenin Hannibal'da olmadığı görünüyor. Belki albüm bilgileri içerisinde yer almayan, ama Bakerloo albümüne konuk müzisyen olarak katılmış birileri, yine konuk müzisyen olarak katılmış olabilir Hannibal albümüne. Fakat ona dair de bir iz yok. Sonuç olarak grubun ne tarihsel ne de müzikal anlamda Bakerloo ile en ufak bir bağı yok diyebiliriz rahatlıkla.

Jazz'dan yola çıkan bir müzikal anlayışa sahip Hannibal. Daha önce de bahsettiğimiz gibi Blood, Sweat & Tears ile Chicago'nun sayesinde kabul gören Jazz Rock'a kattıkları pek çok şey olduğu da albümün her yerinde görülüyor. Ara ara Blues esintileri hissedilse de genel olarak gittikleri yön belli. 

Albümde yer alan müzisyenlerin yetenekli oldukları da açıkça görülüyor. Son derece doyurucu ve hatasız çalıyorlar. Virtüöz mertebesine yükseltilecek denli olmasa da her birinin ayrı ayrı başarılı olduğunu söylemek en doğrusu. Psychedelic Rock temelli olduğu görülen vokal anlayışı ise albüme değişik bir hava veriyor. Bir anda yükselen, kendine geldiğinde sakin bir şekilde devam eden vokal özellikle davul bölümlerinden hemen önce ve sonrasında ortaya çıktığında yarattığı etki daha da fazlalaşıyor.

Adrian Ingram'ın Blues tabanlı gitarları neredeyse albümdeki bütün tempoyu belirliyor. Bunda Ingram'ın parçaları yazdığı kendine ayrıcalık tanımış olma ihtimali de yüksek tabi. Diğer yandan, daha sonraları yani Hannibal macerasının hemen ardından Electric Light Orchestra'da çalmaya başlayacak olan Bill Hunt'ın klavyeleri ise Psychedelic, Space ve Progressive arasında gidip geliyor. Cliff Williams'ın bol saksafonlu bölümleri ise gerçekten hayranlık uyandırıcı.

Albümün pek çek yerinde parçaların nereye gittiğini ya da gideceğini / gidebileceğini tahmin etmek oldukça güç. Türler ve tarzlar arasında inanılmaz seri ve güzel geçişler yapabiliyorlar. Jazz ile başladığınız parçanın ne zaman Blues içeren bir Psychedelic'e döndüğünü fark edemiyorsunuz bile. 

HANNIBAL

Jack Griffith / Bass
John Parkes / Davul
Adrian Ingram / Lead Gitar
Bill Hunt / Hammond Org, French Horn
Cliff Williams / Tenor Saksafon, Klarnet
Alex Boyce / Vokal

HANNIBAL

01 - Look Upon Me 6:36
02 - Winds of Change 7:29
03 - Bend for a Friend 10:29
04 - 1066 6:31
05 - Wet Legs 4:47
06 - Winter 8:06

13 Aralık 2022 Salı

Secret Oyster - Sea Son (1974)

Daha önce adından söz ettiğimiz Burnin Red Ivanhoe’nun dağılması ardına 1972 senesinde kurulan Secret Oyster adını yine Burnin Red Ivanhoe’nun kendi adlarını taşıyan 1970 tarihli albümünün kapanış parçası “Secret Oysters Service” ten alıyor.

Burnin Red Ivanhoe’nun aksine ilk albümleri ile Psychedelic Rock'tan arınmış bir tür ağırlıklı Jazz Fusion harmanında takılmışlar. (ki bu albüm de taş gibi) Bahsedeceğim ikinci albümleri Sea Son ile daha çok Gong ve Colosseum’un 1970’lerin ortalarından sonra yöneldiği tarzda Jazz Fusion akımına kapılmış, neredeyse birebir örnek aldığı Mahavishnu Orchestra ve Miles Davis gibi babaların da gerisinde kalmamışlar.

Genel anlamda kulaklara Mahavishnu’nun Billy Cobham’sız hali (ilk albümden sonra grubu terk eden Bo Thrige Andersen olmadığından) gibi gelse de en az onlar kadar yaratıcı komposizyonlara ve icra yeteneğine sahipler. Claus Bøhling gitarda McLaughlin gibi yardırırken, Jan Hammer’ın izdüşümü Kenneth Knudsen synth ve piano ile atmosferi dengelemekte büyük iş başarıyor. Atmosfer bazen birbirine giren bir dolu ses yığınına dönüşen, her enstrümanın ayrı sololar attığı kakafoni şovuna da dönüşebilse de Karsten Vogel’ın atmosfere olan Miles etkisi derinden ve armonilerde büyük fark yaratıyor. Jess Staehr ve Thrige Andersen’in yerini alan Ole Streenberg’in altyapıdaki sadelikleri bahsettiğim kakafonik durumların da bir nebze önüne geçiyor.

İlk albümdeki çiğ ama orijinal sound'un yerini alan ayakları yere basan ama pek çok döneminin babalarından da ağır etkilenmiş müzikaliteleri pekala deneyimlemeye değer.

SECRET OYSTER

Claus Bøhling / Gitat
Kenneth Knudsen / Piyano, Moog
Karsten Vogel / Alto & Soprano Saksafon, Org
Jess Staehr / Bass
Ole Streenberg / Davul, Vurmalılar

Konuk Müzisyenler:
Finn Ziegler / Keman (1,5)
Hans Nielsen / Keman (1,5)
Bjarne Boie Rasmussen / Viola (1,5)
Erling Christensen / Çello (1,5)
Palle Mikkelborg / Strings Score & Düzenlemeler (1,5), Trompet (3,6)
Kasper Winding / Konga, Vurmalılar (3)

SEA SON

01. Oysterjungle (2:57)
02. Mind Movie (9:14)
03. Pijamamafia (6:07)
04. Black Mist (3:40)
05. Painforest (5:40)
06. Paella (8:23)

12 Aralık 2022 Pazartesi

Brian Davison's Every Which Way / Every Which Way (1970)

Efsanevi grup The Nice 1970 yılında dağıldığında grup elemanları farklı gruplar kurdular. Keith Emerson ELP macerasına başlarken, Lee Jackson ise Jackson Heights ile devam etme kararı almıştı. Davulcu Brian Davison ise Every Which Way'i kurarak hızlı bir giriş yaptı, giriş o kadar hızlıydı ki çıkış da aynı hızla oldu. Grup, 1970 yılı içerisinde kurulup, albüm kaydedip, The Marquee Club'da sahne alıp dağıldı. Geride bıraktıkları albüm fazlasıyla dikkate değer bir albüm olsa da grubun devamlılığını sağlayamadı.

The Nice'da özellikle Keith Emerson'ın gölgesinde kalan Davison bu albümle o kadar iyi patlıyor ki kendisine ne kadar haksızlık edildiğini kanıtlıyor. Progressive Rock içerisinde önemli bir yeri hak eden Every Which Way müzikal anlayışı içerisine pek çok tür ve tarzı katarak ilerliyor. Tür çeşitliliği o kadar fazla ki Van Der Graaf Generator'dan East Of Eden'a, Traffic'ten Savoy Brown'a kadar pek çok gruptan izlere rastlamak mümkün. Tabi bu izlerin birebir kopyalama ya da benzerlikten öte bir durum olduğunu da söylemek gerekiyor. Every Which Way de kendine has bir duruş sergileyen, kendine ait bir müziği var eden gruplardan.

Ticari olarak başarı kazanamamış olsa da içerdiği 6 parça ile fazlasıyla iyi bir albüm. Ama yüksek ihtimalle ticari başarıyı yakalayamamış olmaları, grup içi anlaşmazlıklar gibi sorunlardan kaynaklı olarak kısa sürede dağılmaları, albümün dönemi içerisinde tanınmasını da etkilemiş. Çok az bir kitle tarafından tanınan, bilinen bir grup olarak kalmışlar. Zaman içerisinde ise hakları az da olsa teslim edilmiş.

Blues, Jazz, Folk, Psychedelic ve hatta Country'nin bile etkilerine rastlayabileceğiniz Every Which Way'de Progressive öğeler ön planda. Fakat grup ve albüm hakkında yazılan pek çok yazıda Prog Related olarak tanımlanıyorlar. Ayrım yapma ve kategorilendirme konusunda Progressive Rock başlı başına bir sorun yaratırken Prog Related gibi ekler ile daha da karışıklaşıyor iş. Farklı türlerden beslenen, nereeyse hiç benzeşmese de The Nice'ın ardılı olan Every Which Way'i de kategorilendirmek zor. Progressive Rock diyerek etiketlendirip işin içinden sıyrılmaksa en kolayı :)

BRIAN DAVISON'S EVERY WHICH WAY

Brian Davison / Davul, Vurmalılar
Graham Bell / Elektrikli Piyano, Akustik Gitar, Vokal
Geoffrey Peach / Üflemeliler, Flüt, Vokal
Alan Cartwright / Bass
John Hedley / Lead Gitar

EVERY WHICH WAY

01. Bed Ain't What It Used To (9:24)
02. Castle Sand (6:38)
03. Go Placidly (3:45)
04. All In Time (8:46)
05. What You Like (3:36)
06. The Light (6:15)

11 Aralık 2022 Pazar

Cynara / Cynara (1970)

1968
yılında tek albüm çıkarıp dağılan Listening grubunun ardından, grubun as elemanı Michael Tschudin yeni bir grup arayışını giriyor ve 1969 yılı sonlarında Cynara kuruluyor. Grubun bir anlamda Listening'in devamı olduğunu bile söyleyebiliriz. Biraz daha geliştirilmiş ama tarz ve havayla devam ediyor çünkü. Hatta Listening'in albümünde ve yayınlanan 45'liğinden 3 parça Cynara'nın albümünün ilk üç parçası olarak çıkıyor karşımıza.

2 grup arasındaki en büyük fark hiç şüphesiz Cynara'nın Psychedelic Rock'tan bir miktar sıyrılıp müzikal anlayışının içerisine Jazz Rock, Funk, Blues gibi türleri katmasından kaynaklanıyor. Listening'de ön plana çıkan hep Psychedelic Rock iken Cynara daha çok türler arasında gezinmeyi tercih ediyor. Doğal olarak bu müzikal çeşitlilik daha etkili bir sonuç çıkarıyor ortaya. Cynara'nın bahsi geçen diğer gruptan da etkin, etkili ve sağlam bir duruşu var.

Tabi ki dönemin Amerikan Rock müziğindeki en büyük etkiyi Psychedelic Rock yaratırken adamların bundan tamamen kopmasını beklemek özellikle de 1970 yılı için pek doğru bir davranış olmaz. Albümün her yerine işlemiş bir Psychedelic havasını hissediyorsunuz hep. Ama belli bir seviyede tutmayı başarıp daha ileri götürme cesaretini de göstermişler. Özellikle klavyelerin girdiği bazı bölümlerde iş bir anda Avrupa klasik müziğine kadar kayan notalar ve yerleşimler içeriyor.

Michael Tschudin'in kişisel projesi gibi düşünülse de grubun diğer elemanlarının da albüme katkıları büyük. Tek başına yapılamayacak kadar iyi bir albüm çünkü. Jeffrey Watson vokalinin de bu katkıların içinde en öne çıkanı olduğunu belirtmekte fayda var. Muhteşem bir sese sahip değil ya da sesini acayip teknik bir şekilde kullanma yeteneğine de sahip değil Watson. Ama o kadar kendi halinde ve kendine has ki samimiyeti ile dinleyiciyi büyülüyor. Zaman zaman Iron Butterfly'dan Doug Ingle'a bürünüyor gibi görünse e bundan hemen sıyrılıp kendi özgünlüğünde devam ediyor Jeffrey Watson.

Az önce de bahsettiğimiz gibi grubun as elemanı olan Michael Tschudin'in ise albüme ve gruba katkıları yadsınamayacak denli fazla. Parçaların yazımından, düzenlemelere, grubu ayakta tutma çabalarından enfes klavyelere kadar her yerde Tschudin'in izlerine rastlamak mümkün.

CYNARA

Michael Tschudin / Klavye, Davul
Jeffrey Watson / Vokal, Vurmalılar
Cal Hill / Bass
Les Lumley / Konga
Chip White / Davul

Konuk Müzisyen:
Elvin Jones / Davul (6)

CYNARA

01 - Life Stories 4:08
02 - Hello You 5:53
03 - Stoned Is 4:08
04 - Religious Song 5:19
05 - Mermaid Song 7:57
06 - Cia's Lullaby 11:25

10 Aralık 2022 Cumartesi

Silver Apples - Contact (1969)

Simeon Coxe ve Dan Taylor, The Overland Stage Electric Band adıyla New York dolaylarında düzenli olarak çalan bir grubun solistiyken, bir gün 40’lardan kalma bir osilatör ile takılmaya başlayınca, üç gitaristin grubu terk etmesiyle ile başbaşa kalırlar. İsimlerini Silver Apples olarak değiştirerek yollarına devam eden duo, Kapp records ile anlaşarak 1968 yılında ilk albümlerini çıkarır.

Fazlasıyla çiğ ve düşük prodüksiyonla kotarılmış ilk albümleri kadar tutulmamış ve hatta dağılmalarına neden olmuş ikinci albümleri Contact ilk albümde olduğu gibi jazz, blues, funk arası gidip gelen davulların üzerine osilatörler ve synthlerin kakafonik seslerinin tekrarlaması ve vokaller/okunan sözler formülüne sahip. Bir bakıma krautrock/psychedelic gibi dursa da -tamamen dönemin tonlamaları ve prodüksiyonu ile de alakalı- uçuk sözlerin derinliksiz fakat gayet etkileyici tonlarda vokalize edilmiş olması da kakafoniye ve kaosa bir odun daha ekliyor. Bu arada grubun dağılması da en az kurulmasında payı olan cüretkarlıklarından kaynaklanıyor ve ön kapakta poz verdikleri kokpitten Pan-am logosunu silmedikleri için Kapp records davalık oluyor ve piyasaya süremedikleri üçüncü albüm ile tarihe gömülüyorlar.

Herkesin cayır cayır gitarlarla yardırdığı dönemde, günümüzde minimal (elektronika) olarak adlandırılan tarzın temellerini atan bir yaklaşımla icrat ettikleri tarzları yıllar sonra Almanların Krautrock’ı olarak karşımıza çıkmış ve genel olarak tekrara dayalı bu tarzın ekmeğini Can ve Neu ve niceler gayet güzel yiyebilmiş.

Neyse ki 1994 yılında Krautrock’ın ekmeğini yemekten usanmamış bir Alman firması tarafından lisanssız olarak basılan ilk iki albümleri ile tekrar dikkat çekmiş ve bir iki sene içerisinde tekrar toplanmaya karar vermişler. 1998 yılında Dan Taylor’un kömürlüğünden çıkardığı üçüncü albümleri The Garden’ı kayıtlarını toparlayarak piyasaya süren grup aynı sene turlamaya başlar. Tur otobüslerinin yoldan çıkmasına neden olan bir kaza sonrası boynu kırılan Taylor, 2004 yılına kadar iyileşme sürecinde kalır fakat eskisi gibi davul çalamaz. 2005 yılında kalp krizinden ölen Taylor sonrası Simeon tek başına çalmaya devam eder. 2020 yılında 82 yalında ölen Simeon, ölmeden önce 2016 yılında son Silver Apple albümü Clinging To A Dream’i kaydeder. 20 yıl sonra gelen o albümün eskileri aratmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.

SILVER APPLES

Simeon Coxe / Elektronik Aletler, Vokal
Dan Taylor / Vurmalılar, Vokal

CONTACT

01. Oscillations (2:47)
02. Seagreen Serenades (2:53)
03. Lovefingers (4:10)
04. Program (4:05)
05. Velvet Cave (3:28)
06. Whirly-Bird (2:39)
07. Dust (3:42)
08. Dancing Gods (5:55)
09. Misty Mountain (2:38)

9 Aralık 2022 Cuma

Jody Grind / Far Canal (1970)

Londra'da 1966 yılında kurulan Jody Grind, 2 albüm kaydedip dağılmış gruplardan biri. Tarihçeleri hakkında çok fazla bilgi yok ama grubun kuruluş kadrosunda daha sonraları Armageddon'da da karşımıza çıkacak olan Louis Cennamo bulunuyor. Bernie Holland, Pete Gavin ve tabi ki grubun kurucusu ve her şeyi olan Tim Hinkley'i de unutmamak gerekir.

İlk albüm One Step On'un muhteşemliği ve başarısının ardından Hinkley grup elemanlarını değiştirerek ikinci albüm For Canal'ı kaydediyor. İlk kadar iyi olmasa da başarılı bir albüm sayılan For Canal'ın ardından ise grup maalesef dağılıyor. Bazı kaynaklarda grubun dağılmasının en büyük sebebi olarak For Canal'ın ilkine oranla daha geride kalması olarak gösterilse de neredeyse tamamen bir tarz değişikliğine gidilen bu 2. albüm için böylesi acımasız bir yaklaşımda bulunmak da haksızlık olur.

One Step On'daki üflemeli çalgılar bu albümde tamamen ortadan kalktı. Doğaçlamaya yönelik anlayış ise yerini daha ölçülü, daha planlı programlı bir söz yazımı ve müziğe dönüştü. İlk albümün her yerinde hissedilen Psychedelic etkiler ise bir hayli azaldı ve daha Progressive bir yapı ortaya çıktı. Blues, Jazz, Folk gibi türler For Canal'ın her yerinde hissedilir durumda. Parçalara eşlik eden sert vokal yapıyı biraz sarsıyor gibi görünmekle birlikte çok büyük sorunlar da yaratmıyor. Gerçi Red Worms & Lice parçasında bunu gerçekten sorgulamaya başlayabilirsiniz. Parça, Bernie Holland'ın enfes şekilde çaldığı twin gitarla öne çıkan, adeta boşlukta bütün azametiyle süzülen bir yapıda. 

Jody Grind'e başlamak için doğal olarak ilk albümü tercih etmelisiniz. Psychedelic ve Folk etkilerinin hissedildiği albüm başyapıt olmasa da ortalamanın da oldukça üstünde. Kişisel sebeplerden dolayı Far Canal'ı daha çok seviyor olmamdan kaynaklı olarak ben buradan giriş yapmayı tercih ettim. Müzikal kalite açısından ise kabul etmek gerekir ki One Step On daha ayrı ve farklı bir kulvarda. Esasen grubun müzikal anlayışındaki değişikliği anlamak için her iki albümü de arka arkaya dinlemenin faydalı olacağına inanıyorum. Biri ötekinden kötü değil elbette, sadece sevdiğiniz türe ya da tarza göre sevdiğiniz Jody Grind albümü değişiyor.

JODY GRIND

Bernie Holland / Akustik Gitar, Elektro Gitar, Bass, Vokal
- Tim Hinkley / Hammond org, Piyano, Elektrikli Piyano, Vokal
- Pete Gavin / Davul, Vurmalılar

FAR CANAL

01. We've Had It (5:06)
02. Bath Sister (3:28)
03. Jump Bed Jed (7:14)
04. O Paradisio (7:31)
05. Plastic Shit (7:18)
06. Vegetable Oblivion (2:09)
07. Red Worms & Lice (7:23)
08. Ballad For Bridget (3:41)
09. Rock'n' Roll Man (4:31)