21 Ekim 2022 Cuma

Spectrum / Milesago (1972)

Yeni Zelandalı gitarist Paul Rudd grubu Chants R&B ile Avustralya'ya taşındığında işlerin kendisi için daha iyi olacağının farkında mıydı bilmiyoruz ama iyi ki bu kararı vermiş demekten kendimizi de alamıyoruz. Dönemin Avustralya müzik ortamından kaynaklı olsa gerek Rudd, Chants R&B'yi dağıtıp 2 farklı grup kurmuş kısa süre içinde. Pek bir başarı elde edememiş ama deneyim kazanmış olduğu bir sonraki grubundan belli oluyor.

1969 yılında Melbourne'de kuruluyor Spectrum. Başlarda cover parçalarla idare ediyorlar. Traffic, Soft Machine, Pink Floyd gibi Psychedelic ve Progressive etkiler taşıyan grupların parçalarını yeniden yorumlayarak sahne alıyorlar. Rudd'un finger-picking tekniğiyle çaldığı gitar doğal olarak öne çıkmaya başlıyor bu dönemde. Pek çok gitaristin yapmadığı, yapamadığı, yapmaya cesaret edemediği tekniği Rudd son derece rahat bir şekilde kullanıyor. Doğal olarak da bu grubun müzikal kalitesini fazlasıyla etkiliyor.

Melbourne'de birbiri ardına çıktıkları konserde kazandıkları deneyim ve yazdıkları parçalarla ilk albümü çıkarıyor. Albüm hem ticari hem de müzikal olarak ortalamanın üzerinde bir başarı kazanıyor. Bu motivasyonla kaydettikleri ve konumuz olan albüm ise grubun en iyi albümü olarak kayıtlara geçiyor. Bu arada belirtmekte fayda var ki 1970 yılı ortalarına kadar grubun hali içler acısı. Yapmayı istedikleri müzik ve hazırladıkları sahne şovuyla yeteri kadar para kazanamıyorlar. Grubun adından feyz alarak ortaya çıkardıkları ışık ve sahne gösterisinin maliyetlerini karşılayabilecek durumda değiller. Rudd kafayı çalıştırıp bir alt grup yaratıyor aynı elemanlarla. Grubun adını da Indelible Murtceps koyuyor. Bu grupla sahne şovsuz, ışık gösterisiz, tamamen para kazanmaya yönelik konserlere çıkıyorlar. Yokluk zamanlarında edindikleri deneyimlerin albümlerdeki yansıması gözle görülür bir halde. Alt grup olarak kurdukları grubun adındaki Murtceps'in Spectrum'un tersi olduğunu da söyleyelim.

Sonuç olarak hem ruhani hem maddi olarak kazandıkları deneyimlerle kaydettikleri ve ikili (double) olarak çıkan 2. albüm enfes bir hal alıyor. Hammond'ın umursamaz dönüş ve hareketleri Rudd'un gitarıyla senkronize olurken, grubun ritim bölümü de yapması gerekeni fazlasıyla yerine getiriyor. Kimi zaman melodik, kimi zaman darmadağınık bir hal alan parçalar Avustralya Progressive Rock'ının en önemli işlerinden biri oluyor. Spectrum'un cover dönemlerinden gelen Psychedelic Rock etkisinin de bunu desteklediğini söylemeden geçmeyelim.

SPECTRUM

Mike Rudd / Elektrik Gitar, Akustik Gitar, Vokal, Recorder
Lee Neale / Piyano, Elektrikli Piyano, Hammond Org, Harpsichord, Vokal
Bill Putt / Bass
Ray Arnott / Davul, Vurmalılar, Vokal
Jeremy Noone / Saksafon (Konuk Müzisyen)

MILESAGO

01 - But That's All Right 4:20
02 - Love's My Bag 4:14
03 - Your Friend and Mine 7:22
04 - Untitled 4:30
05 - Play a Song That I Know 3:45
06 - What the World Needs (Is a New Pair of Socks) 7:30
07 - Virgin's Tale 3:30
08 - A Fate Worse Than Death 4:42
09 - Tell Me Why 1:47
10 - The Sideways Saga
        i. The Question 1:06
        ii. The Answer 2:14
        iii. Do the Crab 4:55
        iv. Everybody's Walking Sideways 2:42
11 - Trust Me 6:05
12 - Don't Bother Coming Round 3:23
13 - Fly Without Its Wings10:07
14 - Mama, Did Jesus Wear Makeup? 2:10
15 - Milesago 7:14

20 Ekim 2022 Perşembe

November / En ny tid är här... (1970)

"Alacağın olsun Kvartetten" naralarıyla İsveç'ten devam ediyoruz. 1969 yılında Stockholm, İsveç'te The Imps adıyla kurulan grubun elemanları Christer Stålbrandt ve Björn Inge'den oluşuyordu. Bir süre birlikte müzik yaptıktan sonra Stålbrandt, farklı bir grup kurmak için ayrıldı ama Inge de kısa süre sonra ona katıldı. Grubun adını Train olarak koymuşlardı. Gitar bölümleri için de adı sanı çok duyulmamış ama efsanevi gitaristlerden biri olan Snowy White ile anlaşmışlardı. Fakat bir süre sonra Snowy White gruptan ayrıldı ve yerine Richard Rolf geldi. Grup başarılı ama küçük çaplı konserler veriyordu. 1 Kasım 1969 yılında ise her şeyi değiştirecek bir konsere çıktılar. Peter Green's Fleetwood Mac'in ön grubu olarak sahne aldılar ve Green başta olmak üzere herkes tarafından çok beğenildiler.

Bu motivasyonla grubun adını November'a çevirdiler. Kısa sürede albüm çalışmalarına başlamışlardı. Bütün parçalar Stålbrandt tarafından yazıldı ve tamamı İsveççe'ydi. Bu noktada belirtmek gerekir ki İsveççe'yi kullanan ilk Rock gruplarından da biridirler. Stålbrandt, Flower Power'dan çok fazla etkilenmişti ve sözlerde bu fazlasıyla açık şekilde görülebiliyordu. Albümün çıkışıyla birlikte muhtemelen kendilerinin de beklemedikleri bir popülariteye sahip oldular. İngiltere'de albüm sıklıkla çalınıyordu. Hatta o kadar beğenilmişti ki şarkıların sözleri İngilizce'ye çevrilmiş, ortalıkta dolaşıyordu. Üstüne bir de İngiltere turnesi düzenlendiğinde November epeyce bilinen bir grup haline geldi.

Fonetik açıdan kulağa acayip hoş gelen En ny tid är här...'ın anlamı Yeni Bir Zaman Geldi... Gerçekten de dönemin İsveç Rock müziği düşünüldüğünde yeniliğe pek çok kapı aralayan bir albüm bu. Blues kökeninden beslenen saf bir Hard Rock ile örülü her yanı. Gelişmeye açık, sürekli olarak farklılaşan yapısıyla Heavy Progressive Rock bile diyebiliriz. Pek çoklarında Uriah Heep'in ilk dönemleri ile benzeştiği söylenir. Birebir olarak öyle olmamakla birlikte bu çok doğru bir saptamadır. O dönemin havasını gerçekten iyi bir şekilde verir En ny tid är här...

Yumuşak vokali, yırtıcı gitarları, melodik ama ilerleyen tarzıyla farklılığını ortaya koyar. 3 kişiden bu kadar iyi müzik nasıl çıkar sorusunu da sordurtur. Psychedelic Rock'ın ayak izlerini takip ederek Cream tarzı bir sertliğe, Led Zeppelin tarzı bir coşkuya dönüştürür. Arşivinizde yoksa o arşive arşiv denmez, o kadar diyeyim.

NOVEMBER

Christer Stålbrandt / Bass , Vokal
Richard Rolf / Gitar
Björn Inge / Davul

EN NY TID ÄR HÄR...

01 - Mount Everest 3:38
02 - En annan värld 3:45
03 - Lek att du är barn igen 5:55
04 - Sekunder (förvandlas till år) 4:50
05 - En enkel sång om dej 2:41
06 - Varje gång jag ser dig känns det lika skönt 4:05
07 - Gröna blad 3:00
08 - Åttonde 3:10
09 - Ta ett steg i sagans land 4:05
10 - Balett blues 1:17

19 Ekim 2022 Çarşamba

Midnight Sun / Midnight Sun (1971)

Bunların hepsi Kvartetten yüzünden başımıza geliyor. O kadar dedik ki İskandinavlara, Baltık Denizi çevresine girmeyelim. Girince çıkamıyoruz çünkü. Geldi, Nya Ljudbolaget ile ilgili yazdı, bizi de o çukura sürükledi. Yine o bölgeden bir grupla güne merhaba diyoruz. Dünkü The Old Man & The Sea'nin ardından Midnight Sun'ı ağırlıyoruz.

Kopenhag, Danimarka'da 1970 yılı başlarında Rainbow Band adıyla kurulan grup tek albüm kaydediyor ve ardından isimlerini Midnight Sun'a çeviriyorlar. İsim değiştirmelerindeki en büyük sebep aynı isimle bir Kanadalı grubun olması. Bu arada ilginç olan bir durum var. Rainbow Band adıyla kaydettikleri albümden sonra isim değiştirince yeni bir albüm kaydetmek yerine aynı albümü tekrar ama biraz daha farklı tarza çevirerek Midnight Sun adıyla yeniden yayınlamışlar. Albümlerden hangisinin daha iyi olduğuna karar vermek bu noktada güçleşiyor. Çünkü hem parçalar her şekilde iyi geliyor hem de grup gerçekten yetenekli müzisyenlerden oluşuyor.

Yine de pek çok kişinin ortak görüşü olarak ikinci albüm az daha altta kalıyor ve tarzı da Blood, Sweat & Tears'a doğru yakınlaşmış durumda. Büyük sorun oluşturmamakla birlikte pek de çekici gelmeyebilir. Ama albümdeki parçaların, enstrüman kullanımlarının, Progressive Rock'a doğru hızla ilerleyen eğlenceli Jazz varyasyonlarının kalitesi albümü arşivlik albümler listesine sokuyor. Jazz demişken, albümün daha önce paylaştığımız Ardo Dombec gibi bir tarzı yok. Aynı tempoya, heyecana sahipler belki ama Midnight Sun bu konuda daha hafif ve melodik kalıyor. Genel olarak albümün janrı Jazz Rock ve Jazz Fusion olarak adlandırılsa da Eclectic Progressive Rock ya da Crossover Prog da yanlış bir tanımlama olmayabilir. Jazz dışında Blues, Hard Rock, Psychedelic Rock etkileşimleri de bir hayli fazla albümde.

Rainbow Band'den Midnight Sun'a geçişte vokal değişikliği yapıldığını söylemeyi unuttum. Sevdiğiniz tarza göre her iki versiyondan biri daha çok ilginizi çekebilir belki. Müzikal olarak biraz altta kalsa da albümün Midnight Sun verisyonundaki Allan Mortensen vokalinin daha ilgi çekici ve oturmuş olduğunu söyleyebilirim. Özelliksiz, sade ama tonal çıkışları ile sizi cezbeden bir yapısı var Mortensen'in vokalinin. Diğer taraftan Rainbow Band albümündeki Lars Bisgaard vokali ise daha teknik ve güçlü. Karar vermek gerçekten de zor olabilir.

MIDNIGHT SUN

Allan Mortensen / Vokal
Peer Frost / Gitar
Niels Brønsted / Piyano
Bent Hesselmann / Saksafon, Flüt
Bo Stief / Bass
Carsten Smedegaard / Davul

MIDNIGHT SUN

01 - Talkin' (5:04)
02 - King of the Sun (4:29)
03 - Nobody (5:01)
04 - B.M. (2:35)
05 - Sippin' Wine (3:03)
06 - Living on the Hill (14:37)
07 - Rainbow Song (3:41)

18 Ekim 2022 Salı

The Old Man & the Sea / The Old Man & the Sea (1972)

The Old Man & the Sea
, Danimarka Progressive Rock sahnesinin en şaşaalı, en görkemli döneminde, müziği daha da sertleştirerek öne çıkmış bir grup. Ömrü çok kısa olmuş. Alışkın olduğumuz üzere tek albümle kalmışlar. Gerçi sonraları archival adı altında yayınlanan, döneminde kaydedilmiş ama yayınlanamamış parçaların olduğu albümler de çıktı 3-4 tane. Konumuz ise grubun yayınlanmış ve grupla aynı adı taşıyan tek albümü.

1967 yılında müzik yapmaya başlamışlar ve 1969 yılına kadar da devam etmişler önce. Ama grup bir süreliğine dağılmış. Ardından 1971 yılında tekrar bir araya gelip kayıtlar yapmaya başlamışlar. Grubun adını da Baltık Denizi'ne kıyısı olan kültürde pek fazla önem taşıyan eski bir hikayeden almışlar. Yani grubun adı Ernest Hemingway'ın aynı adlı kitabından gelmiyor. 

Albüm yayınlandıktan sonra hem ticari hem de popülerlik açısından orta düzey bir etki bırakıyorlar. Dönemin Danimarka Rock arenasında Ache, Burnin Red Ivanhoe, Secret Oyster gibi grupların yer aldığı düşünülürse bu ortalama etki bile oldukça iyi bir düzeyde sayılabilir. Diğer yandan bakıldığında ise The Old Man & the Sea, müzikal anlamda hak ettiği yeri bulamamışlardan bir tanesi. Az önce saydığımız grupların tarzının daha ilerisinde ve bu işi Hard Rock ile birleştirerek iyi bir iş çıkartmışlar. Devam edebilselerdi belki de Danimarka'nın en iyilerinden biri olarak da anılabilirlerdi.

Bu noktada, sıklıkla Atomic Rooster ve Aqualung dönemi Jethro Tull ile benzeştiği üzerine pek çok insanın görüşü ortak. Benzeştiği bazı noktalar olsa da bu görüşe katılacak kadar çok benzerlik göremediğimi de belirtmeliyim. Kansas, bahsi geçen 2 gruptan daha yakın görünüyor mesela The Old Man & the Sea'ye. Albümde Blues'a kayan gitar soloları mevcut. Led Zeppelin ve Ten Years After'ın Danimarka konserlerinde ön grup olarak da çıkmışlar ama bu Blues yaptıklarını göstermediği gibi Atomic Rooster ve Jethro Tull ile yakınlıkları olmadığı da apaçık ortada.

Kendilerine has bir müzikal anlayışları, insanı derinden yakalayan vokalleri ile The Old Man & the Sea, başlı başına başka farklı bir kulvarda yol alıyor. Genele yayılan Hard Rock, sololarda öne çıkan Blues, bir anda ortaya çıkıp kaybolan Jazz etkileri ve Symphonic Rock'a öykünen havasıyla onlar sadece The Old Man & the Sea.

THE OLD MAN & THE SEA

Knud Lindhard / Bass, Vokal
Ole Wedel / Vokal, Vurmalılar
Benny Stanley / Gitar, Akustik Gitar
John Lundvig / Davul
Tommy Hansen / Org, Piyano, Vokal
Poul Åge Hersland / Flüt

THE OLD MAN & THE SEA

01 - Living Dead 7:47
02 - Princess 6:00
03 - Jingoism 6:50
04 - Prelude 1:12
05 - The Monk Song, Part 1 5:50
06 - The Monk Song, Part 2 3:37
07 - Going Blind 10:28

17 Ekim 2022 Pazartesi

Jeronimo / Jeronimo (1971)

1969
yılında Rainer Marz (gitar, vokal), Gunnar Schäfer (bass, vokal) ve Ringo Funk (davul, ana vokaller) tarafından Frankfurt’da kurulan power trio, 69-70 yılları arasında kaydettikleri single çalışmaları “Heya” ve "Na Na Hey Hey” (Steam yorumu) ile kimi Avrupa ülkelerinde hit olmayı başarabilmiş.

Steppenwolf’un açılış grubu oldukları Almanya turnesi ardına 1970 senesinde Creedence Clearwater Revival ile piyasaya sürdükleri ilk stüdyo albümleri olan ortak uzunçalar Spirit Orgaszmus’un başarısı ile ilk albüm tekliflerini kapmışlar. Bu albüm için kaydettikleri altı parça ve single çalışmalarını aynen aktardıkları ilk albümleri Cosmic Blues adından da anlışılacağı üzeri yoğunluklu Blues eserlerden oluşan bir yapıda ve bir iki parça (News ve Hijack özellikle) haricinde dişe dokunur bir yanı yok. İkinci ve asıl konumuz olan albüme geçmeden önce Marz gruptan ayrılıyor ve yerine Michael Koch geliyor.

Cosmic Bluesdaki Blues etkileşiminin neredeyse koklatıldığı, Hard Rock ağırlıklı yer yer de Proto-Metal* denecek derecede yırtıcı düzenlemeler içeren kendi adlarını taşıyan ikinci albümleri gerçekten döneminin çok ötesinde. Daha kafadan parçalanan gırtlak vokaller (elbette detone), kemik basslar ve twin pedallarla karşılaşabileceğiniz gibi yine durulabildiğininiz bir kaç hisli parça da yok değil. Ha yine dönemin kanayan yarası “gider” miksaj tekniği (!) sayesinde mis gibi gitar pasajları cayır cayır distortion gitarlarla kesilebiliyor, söylemedi olmasın.

Albüm boyunca gitarlar (kanal kayıt sağolsun) ve bass unison yürüdüğü gibi kimi zaman da birbirlerinden ayrılarak bambaşka armonilere yelken açarken, davullara akıl sır erdirmek mümkün olamıyor. Sırf Ringo Funk altı dakika solo (nasıl bir kondisyon varsa) atsın diye yazılmış “Hagudila” ile ne demek istediğimi anlayabilirsiniz. Bu arada Ringo grubun tüm kayıtlarını 2000 yılında üzerine alması ile albümlerin 2002 yılında CD olarak tekrar piyasaya sürülmesini sağlamış. (danke schön)

*”Silence Of The Night” herhangi bir Iron Maiden albümünde Steve Harris bestesi olarak yer alsa, kimsenin itiraz edeceğiniz sanmam. O derece.

JERONIMO

Michael Koch / Gitar, Vokal
Gunnar Schäfer / Bass, Vokal
Ringo Funk / Davul, Vokal

JERONIMO

01. Sunday's Child (4:25)
02. Shades (3:27)
03. Reminiscenses (1:01)
04. How I'd Love to Be Home (4:30)
05. End of Our Time (4:08)
06. Understanding (4:06)
07. Silence of the Night (3:36)
08. Hugudila (7:49)
09. You Know I Do (5:29)

16 Ekim 2022 Pazar

Farmyard / Farmyard (1970)

1970
'lerin Yeni Zelanda'sından 2 albümlük hafif, Progressive Rock grubu. Wellington'da 1970 ortalarında kurulan grup hakkında tarihsel, biyografik bilgiye ulaşmak pek mümkün değil. Ülke dışına pek çıkmadıkları biliniyor. Doğal olarak grubun bilinirliği de o çevrede gelişmiş. Avustralya kıtasında tanınan ama dünyaya açılma fırsatı bulamamışlar. Bu nedenle de pek çok insan Farmyard'dan yoksun kalmış. Zamanla keşfedilse de önemli olanın albümlerin ticari başarısı olduğu düşünülürse, geç gelen başarının çok da bir önemi kalmıyor.

Yeni Zelanda'ya ait Folk özelliklerinden beslenen, yumuşak, yaratıcı ve bulunduğu yerde duramayıp daha ileriye gitmeyi hedeflemiş ve başarmış parçalardan oluşuyor albüm. Saksafon ve flüt partları albümün her yerine yayılmış ve öne çıkarak değişik bir hava yaratıyor. Gitarlar alttan alta gelip, olması gereken yerde gerçekten de etkili zirve noktalarına ulaşıyor. Ritim gitarların fazlasıyla başarılı olduğunu da söylemek gerek. Lead Gitar'ın da ondan aşağı kalır yanı yok elbette. Enstrüman kullanımlarının albümde iyi bir etki yarattığı ortada.

Yumuşak bir şekilde başlayan parçaların, yırtıcı hallere dönüştüğünü sık sık görebiliyorsunuz albümde. O yırtıcılığın belli bir noktasında girerek, "bi sakin olun" edasıyla ortamı değiştiren Saksafon havayı başka bir yöne doğru çeviriyor. Yine de gitarlar yerinde duramıyor ve yırtıcılık hissini vermeye devam ediyorlar. Avrupa Progressive Rock'ından farklı olarak ritim ve melodilerin üstüne daha fazla düşülmüş. Belki de popülerlik kaygısı güdülmüştür bilemiyorum ama kaliteyi bozmadan bu işi başarabildiklerini de rahatlıkla söyleyebiliriz.

Vokalin de etkili olduğunu söyleyebiliriz ama bir yanıyla da eksik kalıyor gibi hissettiriyor insana. Sesini farklı şekillerde kullanabilen diğer vokallerin yanında (ne bileyim.. David Byron, Robert Plant filan mesela) Farmyard'ın vokali çok gerilerde kalıyor. Diğer taraftan bakıldığında da albümdeki parçalara uyumlu olarak gidiyor. Yine de farklı ses oyunlarıyla albüm biraz daha ileriye taşınabilirmiş diye düşünüyorum. Tabi bu fikir için geç kalındığı ortada.

Progressive Rock'ın Yeni Zelanda ayağını merak ederseniz / ediyorsanız, Farmyard bu kuşağı anlayabilme açısından yeterli albümlere sahip. Özellikle de konumuz olan ilk albüm merakı giderecek kadar yerel öğeler içeriyor ve Progressive'e kattıkları bakış açısını özetliyor.

FARMYARD

Rick White Ritim Gitar, Vokal
Tom Swainson / Davul
Milton Parker / Lead Gitar
Andy Stevens / Saksafon, Flüt
Paul Curtis / Bass

FARMYARD

01 - Those Days Are Gone 4:25
02 - Through My Window 7:48
03 - Which Way Confusion (Part 1) 3:50
04 - Which Way Confusion (Part 2) 3:39
05 - Learning 'Bout Living 3:10
06 - Da Woirks 2:50
07 - I Sit Alone 9:37

15 Ekim 2022 Cumartesi

Ray Owen's Moon / Moon (1971)

1969
yılında kısa bir süreliğine The Misunderstood'da ritim gitar çalan ve ardından Juicy Lucy'ye geçen Ray Owen, bu enfes Blues grubunda da pek fazla kalmaz. 1970 yılında kendi grubunu kurmak için ayrılır ve ortaya Ray Owen's Moon çıkar. Sid Gardner, Les Nicol ve Andromeda'dan ayrılan Ian McLane ile birlikte kadro tamamlanır. Juicy Lucy'den ayrılıp albüm yapmak fazlasıyla yürek isteyen bir şey. En azından ona yakın bir şey yapmak gerekir ki dişe dokunur bir şeyler ortaya çıksın.

Ray Owen'ın solo albümü gibi algılansa da aslında albüm tam anlamıyla bir grup işi. Fazlasıyla sert ritimlerle bezeli, fena halde iyi gitar çalışmaları görülüyor albümde. Ray Owen ve Les Nicol'ün kendilerinden çok şey katarak çaldıkları gitarlara bir destek de konuk müzisyen olarak katılan Dick Stubbs'tan gelmiş. Bazı parçalarda değişik hallerde bulunan 3 gitarla gerçekten de alkışlanacak bir iş çıkarmışlar. Blues'dan yola çıkan albümde Psychedelic Rock etkileri bir hayli fazla. Ama orada bırakmayıp biraz daha ileri taşımışlar ve iş iyice Heavy Psychedelic Rock'a dönüşmüş.

Owen'ın parçalara çok iyi şekilde uyum sağlayan vokali zaman zaman Free'den Paul Rodgers'ı andırsa da büyük farklılıklar da ortaya koyuyor. Özellikle tempolu parçalarda Rodgers'ın hüzünlü tonundan daha sert ve eğlenceli bir hal alıyor. 

Bir çok dinleyici ya da eleştirmen tarafından Blue Cheer ve Captain Beyond gibi gruplarla benzeştiği söylense de benzeşmeye en yakın grup olarak Toad'un adını vermek daha doğru olur gibi geliyor. Zira Ray Owen's Moon'da da Toad'a benzer bir enerjiyi bulmak mümkün. Tarzları elbette farklı ama Heavy Metal'e doğru yönelen sağlam bir Hard Rock dinlemek istiyorsanız bu iki grubu da gönül rahatlığıyla tercih edebilirsiniz. 

Üzücü kısmı sona sakladık bu kez. Grup, tek albümlü gruplar listesinin nadide parçalarındandır. Diğer pek çoğunda olduğu gibi bunda da birkaç sıkımlık iş daha çıkarmış izlenimi ediniyorsunuz. Maalesef o kadar uzun ömürlü olamamışlar. Grup dağıldıktan sonra Owen Killing Floor'a, Nicol ve Gardner da Kala'ya katılarak iyi işlerin devamını getirmişler. Unutmadan belirtelim, Jimi Hendrix'in Voodoo Chile'ının farklı bir yorumu bulunuyor albümde.

RAY OWEN'S MOON

Ian McLean / Davul, Vurmalılar
Sid Gardner / Elektrik Bass, 12 Telli Gitar, Piyano, Moog
Les Nicol / Gitar
Dick Stubbs / Gitar
Ray Owen / Vokal, Lead Gitar, Piyano

MOON

01 - Talk to Me 5:03
02 - Try My Love 4:56
03 - Hey Sweety 2:33
04 - Free Man 3:05
05 - Don't Matter 6:12
06 - Voodoo Chile 4:45
07 - Ouiji 4:53
08 - Mississippi Woman 4:23
09 - 50 Years Older 5:08

14 Ekim 2022 Cuma

Karthago / Karthago (1971)

Daha önce neden aklımıza gelip de eklememişiz bilemiyorum ama blog'daki büyük eksikliklerden biri de hiç şüphesiz Karthago. 1968 yılında Berlin'de bir araya gelen Joey Albrecht ve Gerald Luciano Hartwig, Blues Machine adıyla ikili olarak sahne almaya başlamışlardı. Pek çok kulüpte birlikte çaldıktan sonra 1970 yılında Bolivyalı Thomas Goldschmidt'i de kadroya dahil ettiler. Aynı yıl BASF ile albüm anlaşması yaptılar ama grubun eksiklikleri vardı. Kayıtlara başlamadan hemen önce Ingo Bischof ve Wolfgang Brock ile anlaşınca Karthago tamamlanmış oldu.

Kısa sürede kaydedilen albüm hem yapımcıları hem de grubu oldukça tatmin etmişti. Hatta yapımcılar albümün değişik, çok renkli, 6 parçalı kesimiyle çok da güzel görünen bir kapakla yayınlanmasını sağladılar. Albüm alışık olanın dışında etkiler ve ezgiler barındırıyordu. Funk, hafif Blues geçişler, sertleşen ritimler, ürkek ama etkili vokallerle nefis bir albüm ortaya çıkmıştı. Jimi Hendrix Experience'ı andırsa da değildi. Funkadelic tarzıyla benzeşiyordu ama o da değildi. Santana'ya çok yakındı ama bambaşkaydı.

Müzikal olarak yukarıda saydıklarımızın hepsini barındırmakla birlikte Albrecht'in vokali albümü farklı bir seviyeye taşıyordu. Dipten ve derinden gelip en üste çıkmayı başarıyor, sessiz sakin bir yerden gelip insanın tüm duygularını yırtarak dağıtan bir hale bürünüyordu sıklıkla.

Parçalar Progressive Rock ya da Krautrock'tan alışkın olduğumuz üzere acayip uzunluklara sahip değil, onu belirtelim. Ama kısacık parçalarla bile o kadar büyük etki bırakıyorlar ki grubun başka albümler kaydetmesi de boşuna değil. Melodik yapısı nedeniyle daha kolay ve popülerleşmiş olarak algılanabilir ama enstrümanların birbirleriyle uyumu, yırtıcı ve farklı bir seviyede duran yapısal katkılar albümü de Karthago'yu da arşivlik bir hale getiriyor. Basit gibi görünen parçaların nasıl karmaşıklaşabileceğine, başladığı yerden çok uzaklara nasıl gidebileceğine, ses özelliği çok olmayan bir vokalin koskoca bir albümü nasıl etkileyeceğine dair en iyi örneklerden biri bu ilk albüm.

Aslında daha gelişkin ve oturmuş olan ikinci albüm Second Step ile başlamak daha doğru olabilirdi. Fakat Karthago'yu öne çıkaran ilk şeyin bu albüm olduğu düşünülürse yanlış yerden giriş yapmadığımız da anlaşılır.

KARTHAGO

Joey Albrecht / Gitar, Vokal
Gerald Hartwig / Bass, Vokal, Vurmalılar
Ingo Bischof / Org, Vokal
Tommy Goldschmidt / Vurmalılar, Vokal
Wolfgang Brock / Davul, Vurmalılar, Vokal

KARTHAGO

01 - String Rambler 5:22
02 - I Don't Live Tomorrow 2:45
03 - But I Know 5:35
04 - Morning Surprise 2:29
05 - I Give You Everything You Want 3:19
06 - I Know What You Can Do My Babe 4:12
07 - Why Don't Stop Buggin' Me 5:01
08 - Black Fire 4:45
09 - Nos Vamos 1:40

13 Ekim 2022 Perşembe

Abacus / Abacus (1971)

Bir süredir hep tek albümlü gruplar deyip duruyoruz. Üstüne bir de hayıflanıyoruz, keşke başka albümleri de olsaydı diye. Abacus de bunun tam tersi gruplardan. 4 albüm kaydetmişler ama konumuz olan ilk albüm dışındakileri keşke kaydetmeselermiş dedirtiyor insana. Yok, abarttım. O kadar da değil elbette. Ama yine de ilk albümün nefaseti yanında diğerlerinin esamesi okunmaz. Zira sonraki albümlerde garip bir şekilde davranıp Pop müziğe doğru kaymaya başlıyorlar. Gerçi daha en başında, ilk albümde bile o etkiler hissediliyor. Yine de iyi yedirilmiş bir halde ki farkına varmakta bile güçlük çekiyorsunuz.

Grup, ilk olarak 60'ların ikinci yarısında bir araya geliyor. Fashion adıyla Dortmund, Almanya'da müzik yapmaya başlıyorlar. Vokalin yetersizliğinden dolayı bir değişikliğe gidip İngiliz vokalist Chris Williams'ı aralarına alıyorlar ve grubun adını da Abacus olarak değiştiriyorlar. Grubun adı Babilliler tarafından icat edilen, Çinliler tarafından geliştirilen ve Romalılar tarafından el tipi hesap makinesi olarak kullanılan, bizim de sayı boncuğu olarak bildiğimiz Abaküs'ten geliyor.

Albümün yazılmasında vokalist Williams'ın katkısı çok fazla. Doğal olarak da albüm Krautrock albümü değil. Kendi tarzını yaratabilmiş bir Progressive Rock albümü. Nine Days Wonder'ın ilk albümü ile büyük bir paralellik taşısa da daha çok Van Der Graaf Generator, Aardvark gibi bir havası var. Hatta daha ileri gidip Emerson, Lake & Palmer'ın da adını verebiliriz burada. Zira klavyelerin çok fazla öne çıktığı, gitarın belli belirsiz şekilde geride kaldığı parçaların olduğu bir albümden bahsediyoruz. Pastoral atmosfer yaratmayı başaran destansı parçaların yanında Symphonic Rock'ın içinden geçen, olduğu yerde duramayıp Psychedelic etkileri hissettiren albümü "tam anlamıyla dengesiz" olarak tanımlayabiliriz. Bazı noktalarda işe karışan Pop'un etkisinin bu dengesizliğin yaratılmasında büyük pay sahip olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Muhtemeldir ki dönemin öne çıkan Pop tarzından epeyce etkilenmişler. Fakat bunun albümdeki yansıması Pop yapma kaygısından çok öte, türleri kendi özelliklerini yitirmelerine izin vermeden birleştirme çabası olarak görülüyor.

Çabanın boşa çıkmadığını da belirtelim. Hatta albüm için Crossover Prog'un en iyilerinden biri olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Karmaşık bir şekilde pek çok türü bir potada eriterek albüm yapmak çok kolay bir iş olmasa da Abacus bunu başarabilmiş ender gruplardan.

ABACUS

Klaus Kohlhase / Bass
Chris Barutzky / Klavyeler
Chris Williams / Vokal, Gitar, Vurmalılar
Hans Rolf Schade / Gitar, Sitar
Felix Hans / Davul, Vurmalılar

ABACUS

01 - Pipedream Revisited Part I & Part II 9:35
02 - Cappucino 4:05
03 - Don't Beat So on the Horses 4:32
04 - Song for Brunhilde 4:36
05 - Song for John and Yoko 5:00
06 - Radbod Blues 5:48
07 - Chestholder 5:42

12 Ekim 2022 Çarşamba

Samson / Are You Samson (1969)

60'ların sonlarından tek albümlük İngiliz Psychedelic Rock örneği. Kökeni 1966 yılında kurulan ve kısa süre sonra dağılan Big City Soul Band'e dayanır. Bu grupla beklediklerini bulamayan elemanlar isim ve tarz değişikliği yaparak yola devam kararı alırlar. Belirtelim, Samson da hakkında bilgiye hasret olduğumuz gruplardan biridir. 1968 yılında Manchester, İngiltere'de kurulan grubun adı 1949 yılı yapımı Samson And Delilah filmine dayanıyor. Cecil B. DeMille'in yönetip Victor Mature ve Hedy Lamarr'ın oynadığı filmden bazı Samson görüntüleri albüm kapağında da mevcut. Samson'ın yıktığı sütunlarla birlikte elbette.

Grubun olabildiğince tempolu, melodik bir yapısı var. Albümde pek çok türün izlerini görmek de mümkün. Bu bakımdan eklektik ve hatta crossover terimlerini grubun tarzıyla alakalı olarak kullanmak çok da yanlış olmaz. Gözle görülür Baroque etkilerinin olduğunu da söylemek gerekiyor. Albüm muhteşem, olağanüstü, efsanevi diye tabir edilebilecek albümlerden değil. Ama Pop anlayışından Psychedelic'e doğru kayan yapısıyla, farklı türleri birleştirip kendilerinden çok şey kattıkları düzenlemelerle, özelliksiz ama yerinde duramayan vokali ile arşivlenmesi gereken albümlerden biri.

Baskın şekilde ön plana çıkan org ve gitarın yanında pirinç üflemeliler de albümdeki yerlerini almışlar. Yapısal olarak sıklıkla Pop'a doğru kaysalar da Samson'un kendine has tarzında bu hiç göze batan bir hal almıyor. Daha çok tarzı yumuşatıp varyasyonları arttırma çabası olarak algılanabilir. Gerçi, vokalin ön planda olduğu yerlerde "Beach Boys mu yahu bu" bile dediğiniz oluyor ama hepsi o kadar. Diğer taraftan bakıldığında ise özellikle enstrüman kullanımları ve türe kattıklarıyla ilk dönem The Moody Blues'u da andırdıkları rahatlıkla söylenebilir.

Müzikal açıdan sıradan olmanın ötesinde olsalar da belli ki ticari açıdan herhangi bir başarıya imza atamadıkları için Samson da tarihin tozlu Rock Müzik rafları arasında bir yerlere sıkışmış durumda. Dediğim gibi, Progressive Rock, Symphonic Progressive Rock, Krautrock gibi etkili bir şeyler olmasa da grubun müziği başarılı bir Psychedelic Rock örneği olarak duruyor. Ağır ve kendini kaybeden Psychedelic albümlerin ve grupların yanında daha hafif, daha melodik ve kolay dinlenebilir oldukları da bir gerçek.

SAMSON

Les Jones / Gitar
Norman Findley / Org
Paul Ford / Trompet
Les Olbinson / Bass
Mike Delaney / Davul
Ian Kewley / Vokal, French Horn

ARE YOU SAMSON

01 - Traffic
02 - Sleep
03 - Journey
04 - Fair
05 - The End Song
06 - Mars
07 - Venus
08 - Saturn
09 - Poem for Sam