20 Nisan 2023 Perşembe

Aphrodite's Child / End Of The World (1968)

Arada daha önce tanıtımını yaptığımız grupların diğer albümlerini de eklemek gerek diye düşünüyorum. Aphrodite's Child ile ilgili daha önce bilgi vermiştik. İsteyenler buradan yazıya ulaşabilir. Kvartetten ile hemfikir olduğumuz konulardan biri de Yunan Rock müziğinin çekici ve albenisi olduğu yönünde malum. Aphrodite's Child, 666 albümünü saymazsak bunun içine pek giremeyebilir belki. Ama kişisel zevkler üzerinden düşünüldüğünde ben bu albümü de seviyorum.

Albümün çok büyük özellikleri, Progressive Rock ya da Psychedelic Rock'a pek bir şey katmışlığı yok gibi görünebilir. Ama sadece Yunan kültüründen gelen o tuhaf ve eğlenceli ritimli müziği entegre etmeyi başarmış olmaları bile büyük bir iş bence.

End Of The World temelde (bana göre elbette), para kazanma amacı güdülmüş ama çok iyi işlenmiş pop albümlerinden biri. Diğer yandan kattıkları pek çok şeyi düşünürsek oldukça da başarılı bir albüm. Psychedelic Rock kökeninden beslenerek, işin içine Yunan ezgilerini ve anlayışını kayıyorlar bu da oldukça keyif veren bir albüme dönüştürüyor.

Vangelis'in müzikal kalitesi tartışalacak gibi olmasa da tarz ya da türler arasında keskin gidiş gelişleri olması tartışmaya açık diyebiliriz. Aphrodite's Child ile yaptıklarından sonra geçtiği, en çok film müzikleri ile hissettiğimiz New Age hissiyatı ile arada dağlar kadar fark var. Ama adam her iki kulvarda da hakkını vererek yapıyor işini.

Diğer tarafta, grubun vokali Demis Roussos'un daha sonraki solo albümlerde de anlaşılacağı üzere hırıltılı ve buğulu bir sesi olması dışında çok önemli bir yeri yok. Lakin adam sesini nasıl kullanacağını iyi biliyor ve böylesi oturmuş bir Psychedelic Pop albümünde olabilecek en iyi performansı sergiliyor.

Albümdeki parçaların bir kısmı daha sonra Roussos tarafından solo kariyeri boyunca da defalarca seslendirilmiş. Bunların başında da Rain & Tears geliyor hiç kuşkusuz. Popüler bir yarı ballad olan Rain & Tears bu albümde de öne çıkan parça. Objektif bakıldığında End of the World, The Grass is No Green, Day of the Fool bahsi geçen popüler parçadan daha iyi bir düzenleme ve akışa sahip. Ama her albümde öne çıkıp para kazandırması gereken bir parça olmalı işte.

Yaz havasına alışmaya çalışırken bu albüm fazlasıyla hizaya sokuyor insanı. Benim bu albümde en sevdiğim parça ise The Shepherd And The Moon. Ritimleri ile alıp götürüyor insanı.

APHRODITE'S CHILD

Demis Roussos / Vokal, Elektrikli Gitar, Bass
Vangelis / Org, Klavye
Lucas Sideras / Davul, Vurmalılar, Ziller

Konuk Müzisyen:
Claude Chauvet / Vokal

END OF THE WORLD

01 - End of the World 3:13
02 - Don't Try to Catch a River 3:38
03 - Mister Thomas 2:45
04 - Rain & Tears 3:10
05 - The Grass Is No Green 6:05
06 - Valley of Sadness 3:13
07 - You Always Stand in My Way 3:55
08 - The Shepherd and the Moon 3:02
09 - Day of the Fool 5:26

19 Nisan 2023 Çarşamba

Warehouse / Powerhouse (1972)

Warehouse
, Hollanda'da kurulmuş 7 kişilik bir Progresive Rock grubu. Oldukça başarılı bir albümün ardından hemen dağılmış olmaları, diğer pek çok grupta olduğu gibi burada da üzücü bir hal alıyor. Zira ilk albümdeki kaliteli yapı geliştirilip ikinci, üçüncü albümler kaydedilebilseymiş ortaya güzel işler çıkarmış hissi uyandırıyor.

Les Chevaux Noirs adlı bir cover grubundan evrilmiş Warehouse. Ticari sebeplerden, uluslararası arenada boy gösterebilmelerini kolaylaştıracak isim seçmeleri de çok doğal. Müzikal anlayışları içerisinde saksafon ve trompet oldukça büyük bir yer kaplıyor. Her iki müzik aletinin de iyi kullanılmış olması albüme farklı tatlar katıyor. Haklarında tarihsel bilgi yok denecek kadar az. Yukarıda anlattıklarımız dışında çok fazla bilgimiz yok yani. 

Önemli nokta birbirine ya da birbirinin tarzına çok benzeyen bir çok grupla karşılaşıyor olduğumuz bir dönemden kendilerine has bir tarz geliştirebilmiş ender gruplardan olmaları. Farklı ve net bir tarzları var denilebilir. Tek tek ve tane tane duyabildiğiniz seslere sahipler albümde. Birbirinin içinden geçen karmakarışık sesler yerine farklı müzik aletlerini birleştiren, karmaşaya yol açmayan bir tarzı benimsemişler.

Ağırlıklı olarak saksafon ve trompet ile ilerledikleri parçalarda her ikisinin de ortadan kalkıp bir anda yumuşak ama keskin gitarlara ve rifflere dönüyor olmaları ilgi çekici. Melodik bölümlerde, popülerleşme kaygısı gütmeyip devamlılığı sağlayarak bitmeyen melodiler mantığına doğru yöneliyorlar. Parçalar başladığı gibi devam etmiyor, devam ettiği gibi de bitmiyor yani. Göreceli olarak, kısa parçalara sahip olsalar da tek bir parçada kullandıkları melodileri kesseniz birkaç farklı parça oluşturabilirsiniz denilebilir.

Kimi bölümlerde fazlasıyla dinamik ve coşkulu hareket ederken bazı bölümlerde ise tempoyu oldukça aşağılara düşürüyorlar. Konsept albüm olmasa da birbirini tamamlayan parçalar bütününden oluşan bir albüm için oldukça değerli bir yaklaşım bu. Grubun ritim bölümü işini gerçekten iyi yapıyor. Buradan gelen sağlam destek ile ön plana çıkan saksafon, gitar, trompet ve vokalin işi gerçekten de kolaylaşıyor ama kolaya kaçmadan, daha ilerisini hedefleyerek hareket ediyorlar. Sonuç olarak Hollanda'dan çıkan en iyi gruplardan biri olarak adlandıramasak da arşivde itina ile saklanması gereken albümlerden biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

WAREHOUSE

Jan De Jong / Bass (2)
Jan de Lang / Davul, Vurmalılar
Harry Zijlstra / Gitar, Vokal
Klaas Bootsma / Org
Jaap v.d. Veer / Saksafon
Andries Zijlstra / Trompet, Vokal
Quido Hereman / Vokal, Gitar, Vurmalılar

POWERHOUSE

01 - It's Life 3:38
02 - Better Days 3:17
03 - Dream 5:50
04 - Here's to You 4:20
05 - Na Na Na Song 2:18
06 - Bye Bye 2:52
07 - Wild One 4:25
08 - a. Jenny (Don't Go) 6:24
        b. Proposal to Jenny 1:16
09 - Try It 2:50

18 Nisan 2023 Salı

Mark-Almond / Mark-Almond (1971)

1970 yılında İngiltere'de kurulan Mark-Almond (1989'da Gene Pitney ile söylediği Something's Gotten Hold of My Heart'la tekrar patlayan Marc Almond ile karıştırmayınız) Jazz'dan yola çıkan bir Progressive Pop anlayışına sahip. Bu tanımlama çok doğru olmayabilir zira tam olarak Pop değiller. Rock'a yaklaşıyorlar ama tem olarak Rock da değiller. Jazz Rock içerisine dahil edilebilecek kadar Jazz ve Rock içeriyorlar falan. Karışık bir durum ama grubun temel amacı Rock yapmaktan çok para kazanacakları bir popüler müziğe tutunmak gibi görünüyor. Lakin kaydettikleri ilk albümle de oldukça başarılı bir iş çıkarmışlar ortaya. 

İkisi de 60'ların ortalarından beri müzik aleminin içinde olan Jon Mark ve Johnny Almond, çeşitli gruplar ve müzisyenlerin arkasında çaldıktan sonra en son Bluesbreakers sonrası John Mayall'ın iki albümü The Turning Point ve Empty Rooms'da birlikte çalıyorlar. Burada birbirileri ile iyi anlaşıp birlikte müzik yapabileceklerine karar veriyorlar ve Mark-Almond'ı kuruyorlar. Müzikal deneyimleri bir hayli fazla olunca birlikte yol alma konusunda büyük sorunlar da yaşamamışlar belli ki.

Marianne Faithfull, Alan Price Set, John Mayall gibi müzisyenlerle çalışınca işin özünü, paranın nasıl kazanılacağını kavramış olacaklar ki kaydettikleri albümde popüler bir hava olmasına da özen göstermişler. Diğer taraftan bakıldığında ise albüm Pop albümü olmaktan çok öte ve gerçekten de sağlam bir Jazz Rock albümü. Fusion olmadığı kesin ama Jazz'dan beslenen yapısıyla farklı bir duruş sergiliyor.

Grubun diğer elemanları daha çok toplama müzisyenler diyebiliriz. Burada grup daha çok deminden beri hikayelerini anlattığımız Jon Mark ve Johnny Almond üzerine kurulu. Ama diğer elemanları da iyi seçmişler ki albümde enstrümantasyon konusunda en ufak bir aksamaya rastlamıyorsunuz. Yumuşak tonlarda giden bir yapısı olması nedeniyle enstrüman yeterliliğine çok gerek yokmuş gibi düşünülebilir ama parçalardaki geçişlerde bunun böyle olmadığına ikna oluyorsunuz.

5 parçadan oluşan bu ilk albümde sık sık yapılan karşılaştırmayı yaparsak Chicago ve Blood, Sweat & Tears ile bazı ufak tefek benzerlikler olması dışında genel yapı itibariyle benzeştikleri çok fazla şey yok diyebiliriz. Dünkü America yazısından sonra yaza hazırlık çalışmaları kapsamında, dipten ilerleyen ve arşivde olması gereken Jazz Rock albümlerinden biri olarak tanımlayabiliriz Mark-Almond'u.

MARK-ALMOND

Johnny Almond / Bariton Saksafon, Tenor Saksafon, Alto Saksafon, Soprano Saksafon, Vibraphone, Vokal, Konga, Alto Flüt, Bass Flüt
Jon Mark / Klasik Gitar, Elektrikli Gitar, Bass, Vurmalılar, Lead Vokal
Rodger Sutton / Bass, Vurmalılar, Vokal
Tommy Eyre / Concert Grand Piyano, Elektrikli Piyano, Vokal, Org, Flüt, Gitar, Vurmalılar

MARK-ALMOND

01 - The Ghetto 6:05
02 - The City: 11:30
        a. Grass and Concrete
        b. Taxi to Brooklyn
        c. Speak Easy It's a Whiskey Scene
03 - The Tramp and the Young Girl 4:55
04 - Love: 11:49
        a. Renaissance
        b. Prelude
        c. Pickup
        d. Hotel Backstage
05 - Song for You 8:25

17 Nisan 2023 Pazartesi

America / America (1971)

Yaza hazırlık çalışmaları kapsamında, daha önce paylaştığımız America'dan ilk albümü de paylaşalım istedim. Her gün Progressive Rock, Jazz Rock, Canterbury Scene, Krautrock ve diğerleri gibi türlerde yazmanın kolay olduğunu düşünüyorsanız öyle olmadığını söyleyeyim. Grupları ya da albümleri ne kadar iyi bilirseniz bilin yine de yorucu oluyor, zorluyor, bazen çileden çıkarıyor. O nedenle arada böyle hafif ama kaliteli işleri de paylaşmak gerekiyor. Sizin açınızdan olmasa bile benim için en iyisi bu.

America ile ilgili kısa da olsa biyografik bilgi için daha önceki Homecoming albümü yazısına bakabilirsiniz. Yeterli bilgi orada bulunuyor. O albümle bu albüm arasında kalmışımdır. Hangisini dinlemeyi daha çok sevdiğimi bir türlü çözemedim. O zaman gerekli olan Homecoming'miş ki onu paylaşmışım ama ilk albüm America da en az onun kadar iyi, hatta bakış açısına göre değişebilen şekilde ondan daha iyi bile denilebilir.

Malum bu arkadaşlar yumuşak, ağırlıksız, stabil ve sakin bir müzik yapıyorlar. Lazım oluyor bu da bazen insana. Bütün karmaşanın içerisinde kendinizi iyi hissetmenizi sağlamak gibi başarıları var America ve America gibi grupların. Albümdeki parçalar da bunu sağlayabilmek adına yapılmış gibi kısa sürelere sahip. Albümün en uzun parçası Here'ın süresi 5.30 ki bu hiç alışık olmadığımız şekilde kısa bir uzunluk diyebiliriz.

Özellikle havanın güzelleşmeye başladığı, havanın insanın içini ısıtacak kadar yumuşadığı dönemlerde acayip iyi gidiyor America'nın bu albümü. Riverside ile başlayan bu keyif hali hemen ardından gelen Sandman ile daha da fazlalaşıyor. Aklıma gelmişken, az önce öyle ağırlıksız, sakin filan dedim de çok ucuza kaçılmış işler gibi de düşünmeyin. Özellikle Country gitarları göz dolduruyor albümde. Yine yumuşaklar Country'e göre ama estetiğini yakalama açısından da hiç aşağıda kalmıyorlar. İnce tonlarda giden gitarlarıyla rahatlıyorsunuz zaten böyle havalarda.

Albümde 12 parça var ama hepsini de beğenme zorunluluğu yok elbette. Ben en çok A Horse With No Name, Sandman, Pigeon Song, Riverside, I Need You gibi parçaları seviyorum. Three Roses ve Children ise niye yapıldığını bile anlayamadığım parçalardan. Neyse ki bunlardan albümde çok fazla da yok. A Horse With No Name ve Sandman'i dinleyin, keyfiniz yerine gelsin. Sonrakilere de bakarsınız işte ara ara. Tamam, kabul fena harcadım şimdi. O kadar da değil ama. Parçalar sadece size hitap etmiyor diye düzeltelim konuyu. İçinize sinenler ve etkileyenler var bir de tam tersi olanlar. 

Güneşin cayır cayır yaktığı bir öğle sonrasında, ağaç altına gerdiğiniz hamağınızda sağa sola devrilirken keyif alarak dinleyebileceğiniz bir albüm.

AMERICA

Dewey Bunnell / Akustik Gitar, Lead Vokal, 12 Telli Akustik Gitar
Gerry Beckley / Lead Gitar, Bass, Akustik Gitar, 12 Telli Akustik Gitar, Lead Vokal, Piyano, Chimes, Elektrikli Gitar
Dan Peek / 12 Telli Akustik Gitar, Elektrikli Gitar, Bass, Akustik Gitar, 12 Telli Elektrikli Gitar, Lead Vokal, Piyano

AMERICA

01 - Riverside 3:02
02 - Sandman 5:03
03 - Three Roses 3:54
04 - Children 3:07
05 - A Horse With No Name 4:10
06 - Here 5:30
07 - I Need You 3:04
08 - Rainy Day 3:00
09 - Never Found the Time 3:50
10 - Clarice 4:00
11 - Donkey Jaw 5:17
12 - Pigeon Song 2:17

16 Nisan 2023 Pazar

Gravy Train / Gravy Train (1970)

1969 yılında İngiltere'de kurulan Gravy Train, gitarist ve vokalist Norman Barratt tarafında organize edilmişti. Genelde gözden kaçan bir grup olmakla birlikte Progressive Rock'ın en iyilerinden biri sayılabilirler rahatlıkla. 6 yıllık bir arada duruşlarının ardından, geride 4 albüm kaydı bırakıp 1975 yılında dağılmışlar. Müzikal çeşitlilikleriyle göz dolduran bir grup Gravy Train.

Bunun en büyük sağlayıcısı elbette hepsi kendi alanında iyi olan müzisyenler. Barratt'ı bir kenara bırakarak düşündüğünüzde bile (adam gerçekten yetenekli olduğu için böyle diyoruz), kalan elemanlardan J.D. Hughes klasik müzik eğitimi almış, Lester Williams yeteneğiyle pek çok grubun peşinden koştuğu bir bass gitarist, ritimleri ile herkesi sallayan davulcu Barry Davenport ise ayrı bir değer olarak çıkıyor karşımıza.

4 kişilik kadroyla 40 kişilik müzik yapmışlar gibi düşünebilirsiniz. Öylesine kalabalık çalıyorlar yani. Düzenlemeler yerli yerinde ve bazı noktalarda iş doğaçlamaya doğru gidiyor gibi görünüyor. Ama hiçbir zaman bundan emin olamıyorsunuz. 

Bazı densizler tarafından Psychedelic Rock kökeninden gelen bir Proto-Prog grubu olarak lanse edilmeye çalışılsa da Gravy Train bu tanımlamanın fazlasıyla dışında. Psycedelic etkiler dönemin pek çok grubunda olduğu gibi onlarda da var tabi. Ama aldıklarının tamamını geliştirip farklı bir yere taşımayı da başarabilmişler. Bu neenle Progressive Rock içerisine rahatlıkla girebildikleri gibi tarzlarındaki ağır ve sert havayla Heavy Prog içerisinde kendilerine tam anlamıyla bir yer edindiklerini söylemek mümkün.

Başka taraftan bakıldığında da Jethro Tull ve Traffic gibi gruplarla karşılaştırıldıklarını ya da bahsi geçen iki grubun bir karışımı olduklarını söyleyenler de yok değil. Buna tamamen yanlış demek doğru olmayacağı gibi, öyle olduklarını söylemek de Gravy Train'e haksızlık olur. Sık sık bahsettiğimiz kendi tarzını oluşturabilmiş gruplardan çünkü Gravy Train de.

Aktif oldukları dönemde kendilerine iyi bir dinleyici kitlesi edinip çok büyük olmasa da idare edecek kadar bir ticari başarı yakalamayı da başarmışlar. Doğal olarak da 4 albüm kaydına kadar çıkabilmişler. Son iki albüm ilk ikisi kadar iyi olmasa da ortalamanın üzerinde albümler.

John Coltrane tarzı saksafon stillerini seviyorsanız Gravy Train sizi şaşırtacak denli iyi bir performans sergiliyor bu konuda. Hatta abartmış olsak bile saksafonun bu kadar iyi yedirildiği başka Rock albümlerinin sayısı üçü beşi aşmaz diyebiliriz.

GRAVY TRAIN

Norman Barratt / Gitar, Lead Vokal
J.D. Hughes / Flüt, Saksafon, Vokal
Lester Williams / Bass, Vokal
Barry Davenport / Davul

GRAVY TRAIN

01. The New One (5:11)
02. Dedication To Sid (7:21)
03. Coast Road (6:46)
04. Enterprise (6:20)
05. Think Of Life (5:07)
06. Earl Of Pocket Nook (16:15)

15 Nisan 2023 Cumartesi

Lost Nation / Paradise Lost (1970)

Detroit, Michigan çıkışlı Lost Nation'ın kökeni, 60'ların ikinci yarısında kurulan Unrelated Segments grubuna dayanıyor. Psychedelic Rock yapan bu grubun, daha ağır bir Rock anlayışına evrilmesi sonucu isimlerini Lost Nation'a çeviriyorlar ve tek albüm kaydedip dağılıyorlar. Psychedelic'ten beselenen ve gittikçe ağır tonlara sahip bir hale gelen grup ve albümü tek albümlü efsaneler listemize sorgusuz sualsiz giriyor. Beklentilerinizi karşılamayabilir belki, eğer Psychedelic'ten çok fazla haz etmiyorsanız. Ama yoğun şekilde klavye kullanılan (Deep Purple, Uriah Heep gibi hatta) albümleri seviyorsanız, Paradise Lost'u da es geçemezsiniz.

Albümün adı muhtemelen John Milton'ın Yitik Cennet (Paradise Lost) şiirinden geliyor. Ama albüm hiç de yitik bir albüm değil. Hakkını vererek dinlediğinizde karşılığını fazlasıyla alıyorsunuz. Sağlam gitarları ile sürekli ilerleyen bir yapıya sahip. Klavyeler ise enfes durumda. Bir an olsun yerlerinde durmuyorlar izlenimine kapılıyorsunuz sürekli olarak.

Kendi döneminde hem dinleyici kitlesi hem de ticari başarı açısından çok büyük bir başarı elde edememiş olsalar da bugünden bakıldığında türün, Amerika'dan çıkmış en iyi albümlerinden biri demek de yanlış olmaz. Albümü tam olarak Psychedelic Rock türevi gibi düşünmeyin. Bundan çok daha ötesinde, Heavy Prog semalarında geziniyor çünkü.

Tabi yine Amerikalı olmalarından kaynaklı olarak da Psychedelic etkileri bir hayli fazla. Frijid Pink ile benzeşen bazı yerleri mevcut. Zaten Lost Nation'ın gitaristi Craig Webb, grubun dağılmasının ardından Frijid Pink'e geçmiş ve orada çalmaya devam etmiş.

Daha önce bahsettiğimiz coşkulu albümlerden Paradise Lost. Ara ara duraklamalara girişse de sürekli olarak yükselmeyi sevdiklerini söylemek yanlış olmaz. Vokalin özelliksiz ama içten sesi albümün her yerinde hissediliyor. Craig Webb'in enfes gitarları da albüme bambaşka tatlar katıyor. Larry Zelanka'nın başında durduğu klavyeler ise hepsinden farklı bir yerde duruyor. Adam oldukça yetenekli ve hem grubun hem de albümün yönünü belirleme konusunda oldukça başarılı. Kimi zaman parçalara girerken kimi zaman parçaların orta yerinde yapacağını yapıyor ve dur durak bilmeyen bir ivmeyle yükseltiyor her ikisini de. Grubun ritim bölümü de işini sonuna kadar iyi yaparken davullar albümde yaratılan coşkuya daha fazlasını vermekten geri kalmıyor.

LOST NATION

Art Wolfe / Bass
Ron Fuller / Davul
Craig Webb / Gitar
Larry Zelanka / Klavye, Org
Ron Stults / Vokal

PARADISE LOST

01. Tall Ivory Castle (4:48)
02. Rome (4:05)
03. Little Boy (4:27)
04. Images (6:50)
05. Seven Minute Woman (5:05)
06. Shadows Within You (4:36)
07. She'll take You (7:14)
08. Falling Inside My Mind (7:17)

14 Nisan 2023 Cuma

Delivery / Fools Meeting (1970)

Canterbury Scene
sevenlerin peşinde olduğu gruplardan biri de Delivery. Grubun adı Carl Grimes ...and Delivery olarak da geçmekle birlikte, grupta çalan elemanların ismini görünce Carol Grimes da kim oluyor yahu diyebiliyorsunuz. Bu nedenle grubun adını Delivery olarak okumaya devam edin.

1966 yılında Bruno's Blueas Band olarak kuruluyor grup. Bolca çalışma vakti ayırdıkları grubun adını 1970 yılı başlarında Delivery'e çevirip albüm kaydına girişiyorlar. Kısa sürede kaydedilen albüm oldukça başarılı bir performans çiziyor. Ticari olarak çok fazla getirisi olmasa da kalite açısından pek çok albümün üzerine çıkabilecek niteliklere sahip bir yapıt olarak karşımızda duruyor.

Carol Grimes vokali nedeniyle ön plana çıkıyormuş gibi gözükse de az önce bahsettiğimiz grup elemanları ve yaptıkları müzik bunun doğru olmadığını gösteriyor bize. Grupta kimler var diye bir baktığınızda Phil Miller, Steve Miller (o dandirik gitarist olan değil elbette), Pip Pyle ve Roy Babbington ile karşılaşıyorsunuz. Yetmedi derseniz, konuk müzisyen kadrosundan işin içine giren Richard Sinclair ve Lol Coxhill'in de isimlerini verelim. Albüm ve grupla ilgili beklentilerinizi oldukça yüksekte tutun yani.

Yalnız belirtmekte fayda var ki bu bildiğimiz anlamda bir Canterbury Scene albümü değil. 60'ların ortalarında kurulmuş olmalarından kaynaklı olarak Blues ve Psychedelic etkiler içeriyor bolca. Jazz'a yaklaşımı ise belirli bir seviyenin üstüne çıkmıyor. Doğal olarak Canterbury'de alışkın olduğumuz Fusion anlayışı Delivery'nin Fools Meeting albümüne pek yakın değil.

Ama bu, grubun kalitesiz olduğunu göstermiyor bize. Sadece alışkın olduğumuzun dışında hatta gelişme aşamasında olan bir türün öncüllerinden sayılabileceğini düşünebiliriz rahatlıkla. Zira DeliveryGong, Hatfield And The North, National Health, Matching Mole gibi grupların başlangıcı bile olabilir.

Sesinin kalitesi açısından Carol Grimes ön plana çıkıyor albümde. Müziğin biraz altta kaldığını belirtelim. Lakin Carol'ın eşlik etmediği zamanlarda grup müziği bir hayli öne çıkıyor. Gelişme aşamasında olduğu için eklektik bir yapıya sahip olan müzikal anlayışlarında Avant-Garde'a kadar uzanan pek çok türe rastlamak mümkün. Sürekli farklılaşan, geri dönülmeyecek bir noktaya geldiğini hissettiren ama yaptığı kıvrak hareketlerle bir anda başta durduğu yere dönen ilgi çekici albümlerden Fools Meeting.

DELIVERY

Carol Grimes / Vokal, Vurmalılar
Phil Miller / Gitar
Steve Miller / Piyano, Vokal
Roy Babbington / Bass, Yaylı Bass
Pip Pyle / Davul

Konuk Müzisyen:
Lol Coxhill / Soprano Saksafon, Tenor Saksafon (1-8,10)
Roderick Skeaping / Keman (2)
Richard Sinclair / Bass (14)

FOOLS MEETING

01. Blind To Your Light (5:05)
02. Miserable Man (8:28)
03. Home Made Ruin (3:23)
04. Is It Really The Same (5:44)
05. We Were Satisfied (4:02)
06. The Wrong Time (7:50)
07. Fighting It Out (5:48)
08. Fools Meeting (5:27)

13 Nisan 2023 Perşembe

Titus Groan / Titus Groan (1970)

Yanlış değerlendirmelerden dolayı hak ettiği yeri bir türlü bulamamış grupların başında geliyor Titus Groan. Döneminde hem dinleyiciler hem de ticari olarak çok büyük başarı elde edememiş olsalar da ortalamanın çok üzerinde bir grupturlar. Ticari başarının gelmemesi 1970 yılında kurulup albüm kaydı yapan grubun 1971 yılının 3 Ocak'ında dağılmasına sebep olmuştur. Bir arada durmayı başarabilselerdi, biraz azim gösterselerdi bugün hala albüm kaydediyor bile olabilirlerdi diye düşünmekten alamıyor insan kendini.

4 kişilik bir kadroya sahip olan Titus Groan'ın grupla aynı adı taşıyan albümü Crossover Prog'un iyi ve yaratıcı örneklerinden biri. Parçalarda obua kullanıyorlar ama kullanım alanının çok dışında bir şekilde. Flütler parçalarda bolca bulunuyor ama Focus ya da Jethro Tull gibi değil, hiç öyle bir şey beklemeyin. Saksafonlar ise bir Rock grubu için oldukça eğlenceli. Parçaların bazı bölümlerinde Keith Relf'in grubu Armageddon'daki gibi gitar riffleri bulunuyor. Ama Armageddon'la da hiç alakaları yok. 

Albüm, ilk albüm olmasına rağmen olmamış ya da ham değil. Tam anlamıyla oturmuş, olması gerektiği gibi yapılmış, eksiği fazlası olmayan bir albüm olarak çıkıyor karşımıza. Popülerleşme kaygısı güden tarafı biraz eleştirilebilir elbette ama göz ardı edilebilecek kadar da yedirilmiş parçalara.

60'lardan gelen ruhun bitmeyen hali de diyebiliriz Titus Groan'a. Hippie kafasıyla, Blues'la, Progressive ile içli dışlı, Sert, eğlenceli, coşkulu. Benzersiz demek de yanlış olmaz onlar için. Farklı grupları andıran yerleri var. Az önce bahsettiğimiz Armageddon gibi. Lakin Armageddon'un kuruluşunun 1975 yılı olduğu düşünülürse, Titus Groan'a benzeyen onlar diyebiliriz. Benzetebileceğiniz pek çok grupla da durum farklı olmayacaktır.

Başta söylememiz gereken şeyi atlamadan söyleyelim. Bilenlerin anlayacağı üzere, grubun adı Mervyn Peake'in aynı adlı kitabından geliyor. Hatta albümün içinde Peake'in Gormenghast üçlemesi üzerine yazılmış enfes bir parça da bulunuyor. Peake ile aynı kaderi paylaşmamış ve işi yarım bırakmamış olsalar da yeteri kadar materyal bırakmadıkları da ortada. Kendi adıma oldukça üzücü bir durum. Zira Titus Groan'a bayılıyorum. Eğlenceli ve coşkulu tavırları, zorlamadan karmaşıklaşan yapıları ile keyif alarak dinliyorsunuz.

TITUS GROAN

Stuart Cowell / Gitar, Org, Piyano
John Lee / Bass
Tony Priestland / Saksafon, Flüt, Obua
Jim Toomey / Davul, Vurmalılar

TITUS GROAN

01. It Wasn't for You (5:33)
02. Hall of Bright Carvings (11:37) :
        - a) Theme
        - b) Dusty High-Value Hall
        - c) The Burning
        - d) Theme
03. I Can't Change (5:41)
04. It's All Up with Us (6:07)
05. Fuschia (6:18)

12 Nisan 2023 Çarşamba

Dreams / Dreams (1970)

Dreams
'i daha önce hiç duymamış olabilirsiniz. Ama bu başarısız ya da kötü olmalarıyla alakalı değil. Tanıtımlarının zamanında yeterince yapılamamış ya da yapılmamış olması bu konudaki en büyük etken. Ticari başarı kazanamasalar da enfes bir albüm yaptıkları da aşikar. Jazz'ın Rock ile buluştuğu ve yüksek perdeden başarı elde etmeye başladığı dönemde kuruluyorlar. Çok kısa ömürlüler ama 2 albüm kaydediyorlar. Kısa ömürlü olmalarının sebebi grup elemanlarının farklı gruplarla ya da solo çalışması.

Ayrıca grup elemanlarını görünce insanın dudağı uçukluyor. Kimler yok ki kadroda. Michael ve Randy Brecker, Billy Cobham, John Abercrombie, Jeff Kent gibi elemanlardan kurulu Dreams. Zaten Jazz kökenli müzisyenler oldukları ve öyle ya da böyle bir deneyim sahibi oldukları için kaydettikleri ilk albüm gerçekten de çok iyi.

Chicago ve Blood, Sweat & Tears'ın açtığı yolda ilerleyen grubun albüme kattığı çok şey var. Bazı kaynaklarda bahsi geçen 2 grupla sık sık karşılaştırılsalar da onlarla alakaları yok diyebiliriz. Evet benzer işler yapıyorlar ama Chicago ve Blood, Sweat & Tears'da olduğu gibi Dreams'in de kendine has bir tarzı, duruşu ve bakış açısı bulunuyor.

Müzikal anlayışlarında New Orleans tarzı Blues ile genişleyen yapı doğaçlama olduğu açıkça belli olan parçalarla şekilleniyor. Bu noktada da az önce adından söz ettiğimiz iki gruptan ayrılıyorlar. Zira Dreams'in Jazz anlayışı diğerlerine oranla daha fazla serbest, özgür ve doğaçlama içeriyor. Doğaçlamaların parçalara kattığı coşku, ham gibi görünen parçaların bu durumdan sıyrılıp kendine has bir hava içerisine bürünmesini de sağlıyor.

Belirtmeden geçmeyelim... ikinci albüm ilkinin yanında kötü olarak anılabilecek kadar vasat. Grup elemanları ticari başarı kazanamamış olmaktan kaynaklı bunu da böyle sallayalım şeklinde çalışmışlar izlenimi bırakıyor insanda. 

Bu arada Dreams albümünün vokal temelli Jazz Fusion albümlerinin ilklerinden ve en iyilerinden olduğunu hatırlatalım. Günümüzde bu tarz müzikler fazlasıyla modası geçmiş gibi gözükse de gerçekten de türün hakkını vererek dinleyenler için Dreams'in 1970 tarihli ilk albümü nefis bir dinlencelik. Boşluk bırakmadan, yormadan, canınızı sıkmadan Jazz'ın dehlizleri içerisinde gezdiriyor sizi.

DREAMS

Michael Brecker - Tenor Saksafon, Flüt
Randy Brecker - Trompet, Flugelhorn
Billy Cobham - Davul, Vurmalılar
Jeff Kent - Klavye, Gitar, Vokal
Doug Lubahn - Bass, Vokal
Barry Rogers - Trombon, Wagner Tuba
Edward Vernon - Vokal
John Abercrombie - Lead Gitar

DREAMS

01 - Devil Lady 3:33
02 - 15 Miles to Povo 3:01
03 - The Martanine 2:25
04 - Holli Be Home 5:41
05 - Try Me 5:08
06 - Dream Suite 14:45
        - Asset Stop
        - Jane
        - Crunchy Grenola
07 - New York 5:35

11 Nisan 2023 Salı

Syrinx / Long Lost Relatives (1971)

Toronto, Kanada'da 70'lerin başında kurulan Syrinx, Progressive Electronic'in en iyi işlerine imza atmış gruplardan biri. Az ama öz grupları ile ünlü olan Kanada'nın bu tarza da en büyük armağanı. Ne yazık ki 2 albümle kalmışlar. Daha fazlası için büyük de bir potansiyelleri varmış oysa. Keşke devam edebilselermiş.

Hikaye 1967 yılında Intersystems adlı grupla başlıyor aslında. John Mills-Cockell'in kurucuları arasında yer aldığı bu grup deneysel bir elektronik müzik yapıyor. Çok gelişkin değiller, Hatta ham oldukları bile söylenebilir. Muhtemelen ne yaptıklarını kendileri de bilmiyormuş gibi bir halleri var. Elbette yapmayı istedikleri bir şeyler var ama sonucun böyle olacağını beklemedikleri aşikar. Neyse, bu grupla birlikte 3 albüm kaydı yaptıktan sonra Mills-Cockell yeni bir grupla daha gelişkin ve daha oturmuş bir müzikal anlayışla yol almak niyetine giriyor ve 1970 yılı başlarında Syrinx'i kuruyor.

Edinmiş olduğu deneyimle oluşturduğu parçalara grubun diğer elemanlarının da katkısı bir hayli hızlı ve fazla olunca ilk albümü kısa sürede kaydedip yayınlıyorlar. Grupla aynı adı taşıyan albüm kısa sürede ilgi odağı haline geliyor. Hem eleştirmenler hem de dinleyenler tarafından oldukça beğeniliyor. Peşi sıra çıkardıkları ikinci albüm Long Lost Relatives ise grubun başyapıtı sayılabilecek niteliklere sahip bir albüm olarak çıkıyor piyasaya.

Fakat çok fazla ayakta kalamıyorlar ve grup üyelerinin farklı gruplarla çalışma isteği ağır basıyor ve dağılıyorlar. İlk büyük bilinirliklerini ve başarılarını Miles Davis'in Bitches Brew turnesinde sağlayıp sonrasında Deep Purple gibi gruplarla aynı sahneyi paylaşmış olsalar da grubun ayakta kalmasını sağlayamıyorlar bir türlü.

Syrinx, Moog sytnhesizers kullanan ilk Kanadalı gruplardan. Saksafonla birleşen tuhaf yapısıyla da albüm fazlasıyla ön plana çıkan bir yapıya bürünüyor. Progressive Electronic ana kategorilendirme olsa da grubu RIO ve Avant-Prog içerisine de rahatlıkla dahil edebiliriz. Vangelis, Kitaro gibi isimlerle (ikisi de 70'lerden gelmedir bu arada) World Music başlığıyla anılan türün de yapıtaşlarındandır Long Lost Relatives. Yumuşak ama yırtıcı, enfes ama rahatsız edici diye tanımlayabileceğiniz tezat yanları da çoktur ki bu nedenle Avant Garde işin içine giriyor diyebiliriz.

SYRINX

John Mills-Cockell / Klavye, Moog & ARP Synthesizers
Doug Pringle / Saksafon, Bongo, Çan, Guiro
Alan Wells / Konga, Timpani, Gong, Tef

Konuk Müzisyen:
Milton Barnes / Yaylı Çalgılar

LONG LOST RELATIVES

01. Tumblers To The Vault (3:26)
02. Syren (5:57)
03. December Angel (8:58)
04. Ibistix (8:04)
05. Field Hymn (Epiloque) (2:52)
06. Tillicum (1:54)
07. Better Deaf And Dumb From The First (2:54)
08. Aurora Spinray (3:26)