26 Ekim 2022 Çarşamba

Beggars Opera / Waters Of Change (1971)

Her ne kadar Birleşik Krallık içinde görünseler de onlar aslında İskoçyalı. 70'lerin hemen başında Glasgow, İskoçya'dan çıkan en iyi Progressive Rock gruplarından biridir Beggars Opera. Genellikle daha popüler olanların gölgesinde kalmış olmaları haklarındaki bu gerçeği de değiştirmez. 

1969 yılında Ricky Gardiner, Martin Griffiths ve Marshall Erskine tarafından kurulan grup, ertesi yıl Vertigo ile albüm anlaşması yapıyor. Kaydettikleri ilk albüm Act One müzikal kalite anlamında gerçekten de üst noktalardan birinde yer alınca diğer albümlerin de yolu açılıyor. Ama ikinci albümde kadro değişiklikleri yaşanıyor. Gruba yeni dahil olan Virginia Scott ve Gordon Sellar ikinci albüm Waters of Change'e pozitif yönde çok fazla katkı sağlıyorlar. Her ne kadar ilk albüm gibi olmasa da en az onun kadar iyi bir albüm ortaya çıkıyor. Albümden çıkan 45'lik Time Machine Avrupa'nın pek çok yerinde dinlenirken Almanya'da listeleri alt üst ediyor. O kadar ki grup hemen ardından Almanya turnesine çıkma kararı alıyor. Turnenin başarısı grubu daha fazla motive ediyor ve birbiri ardına albüm kaydına başlıyorlar. Fakat 1976 yılında çeşitli sorunlardan kaynaklı olarak dağılıyorlar. Biz de eldeki albümlerle idare etmek zorunda kalıyoruz. Daha sonraları grup bir araya gelip albümler kaydetse de 70'lerdeki başarıyı elde edemiyorlar.

İlk albümün yanında biraz sönük kalsa da Waters of Change daha fazla kişiselleştirebileceğiniz, daha samimi ve size yakın duran bir albüm. Öyle enfes, efsanevi melodiler, enstrüman oyunları, muhteşem vokaller filan beklemeyin! Belli bir miktar olmakla birlikte daha iyilerini mutlaka dinlemişsinizdir. Ama az önce bahsettiğimiz gibi bir anda kişiselleştirebileceğiniz bir albüm bu. Parçalara hemen adapte olup sanki uzun zamandır dinliyormuşsunuz izlenimi bırakır insanda. 

Bu durumun oluşmasındaki en büyük etkenler hiç şüphesiz org ve mellotron bölümleri ile üst düzeyde şarkı sözleridir. Vokalin eşlik etiği yerlerde sizi sürüklediği melankoli havası da etkileyicidir. Symphonic Rock'ın kıyısından geçen melodik parçalar sizi alıp götürür. Albümün durağanlaşan yerlerinde bir yerlerden King Crimson çıkacakmış hissiyatı uyansa da kendine özgü yapıya sahip, etkileyici bir albümdür.

BEGGARS OPERA

Martin Griffiths / Lead Vokal Cow Bell
Ricky Gardiner / Lead Gitar, Akustik Gitar, Vokal
Alan Park / Org, Piyano
Virginia Scott / Mellotron, Vokal
Gordon Sellar / Bass, Akustik Gitar, Vokal
Raymond Wilson / Davul, Vurmalılar
Marshall Erskine / Bass, Flüt (5. Parça)

WATERS OF CHANGE

01 - Time Machine 8:05
02 - Lament 1:51
03 - I've No Idea 7:41
04 - Nimbus 3:34
05 - Festival 5:57
06 - Silver Peacock Intro 0:22
07 - Silver Peacock 6:31
08 - Impromptu 1:17
09 - The Fox 6:48

25 Ekim 2022 Salı

Jade Warrior / Jade Warrior (1971)

Rock
müzik tarihinin en kendine has, en karmaşık müzikal anlayışına sahip gruplarından biri olma konusunda Jade Warrior'ın üzerine yoktur. Yaptıkları müziği kategorize etmek zor olduğu kadar doğru, tutarlı ve net bir şey de söylemek imkansızdır. Tür, tarz, etnik köken düşünüldüğünde çok fazla yerden beslenen grup kaotik yapısına rağmen enfes bir müzikaliteye sahiptir.

Hikaye 60'ların ilk yarısında başlar. İkisi de forklift operatörü olan Tony Duhig ve Jon Field bir fabrikada tanışırlar. Aralarındaki muhabbet ilerledikçe ortak müzik zevklerine sahip olduklarını fark ederler. Diğer taraftan bilmediklerini birbirleriyle paylaşarak sandıktaki hazineyi daha da büyütürler. Ardından müzik yapma hevesine kapılırlar ve o motivasyonla Jon conga, Tony de gitar öğrenmeye başlar. İşi biraz kaptıklarında da basit bir kayıt cihazı (bildiğimiz tape recorder) edinip çok katmanlı kayıtlar yapmaya başlıyorlar. 1968 yılında da July adıyla bir Psychedelic Rock grubunun içinde yer alıyorlar. Tek albüm kaydederek dağılan grubun ardından ise Duhig ve Field, Jade Warrior macerasına başlıyorlar.

1970 yılında Glyn Havard'ın katılımıyla başlayan Jade Warrior, Vertigo ile albüm anlaşması yapar ve bir sonraki yıl, konumuz olan ilk albüm Jade Warrior piyasaya sürülür. Ticari anlamda çok büyük başarı elde edemese de grubun albüm yapmasına yetecek kadar bir getirisi olur. 

Progressive Rock içerisindeki en marjinal gruplardan birinin ilk albümü olarak kalitesi ortalamanın üzerindedir. Ama albümün önemli özelliği Kuzey Afrika, Japonya özelinde Uzak Doğu, Hindistan ve Orta Doğu folklorundan etkiler barındırmasından gelir. Psychedelic Rock'tan Space Rock'a uzanan, oradan etnik labirentlerde dolaşan, havası oldukça değişik bir albümdür. Nereye koyacağınızı, hangi janrdan çıkarıp hangisine sokacağınızı bir türlü bilemezsiniz. Enstrüman kullanımları albümün yapısı düşünüldüğünde yeterli derecede iyidir. Tempo olarak zaman zaman ağırlaşıp zaman zaman üst seviyelere çıkar. Field ve Duhig'in önceki çalışmalarından esinlenen Blues etkileşimleri albümün her yerinde hissedilir ama kendini ne çıkaramaz. Zira albümdeki kabile müziği daha baskındır. 

Sıkılmanıza fırsat bırakmayacak denli çok fazla şey içerir Jade Warrior albümü. Her dinleyişte yeni bir şeyler keşfetmenize olanak tanır. 

JADE WARRIOR

Glyn Havard / Bass, Vokal
Tony Duhig / Gitar
Jon Field / Vurmalılar, Flüt

JADE WARRIOR

01 - The Traveler 2:25
02 - A Prenormal Day at Brighton 2:40
03 - Masai Morning 6:47
04 - Windweaver 3:50
05 - Dragonfly Day 7:47
06 - Petunia 4:45
07 - Telephone Girl 4:50
08 - Psychiatric Sergeant 3:02
09 - Slow Ride 2:30
10 - Sundial Song 5:08

24 Ekim 2022 Pazartesi

Ertlif / Ertlif (1972)

İsviçre
'den çıkmış en iyi gruplardan biri olan Ertlif, 1970 yılında Basel'de kurulmuş. 1978 yılında dağılana kadar da sadece 1 albüm yayınlayabilmişler. Arada yaptıkları pek çok kayıt olmakla birlikte o dönemde yayınlama şansı bulamamışlar ama neyse ki yıllar sonra da olsa kayıtlar CD formatında Relics From The Past: Unreleased Recordings 1974-1975 adıyla 2017 yılında yayınlandı. O kayıtlardan bile rahat rahat 2 albüm çıkarmış izlenimi edindiğimizi de söyleyelim.

İngiliz Psychedelic Rock anlayışından etkilenerek yaptıkları bu enfes Progressive Rock albümü daha önceleri bazı sıra dışı albümlerde bahsettiğimiz gibi çizgide kalan bir albüm. Seversiniz ya da nefret edersiniz, ikisinden biri. Ortasını bulma şansınız pek yok. Düzensiz, özelliksiz ve sıradan bir vokal, Heavy Psychedelic klavye düzenlemeleri, aradan sıyrılıp kulağınızı tırmalayan, tırmalarken de sizi uzay boşluğunda yolculuğa çıkaran gitarlar. Zorlayıcı, ağır ve alışkın olmayanı yorabilecek nitelikte bir albüm. Ama zaten bu blogda takılıyorsanız yorulmamak için bir sebebiniz de yok demektir.

Alman grup Jane ile benzerlikleri bir hayli fazla. Hatta vokali duymadan dinleseniz Jane olduğunu bile düşünebilirsiniz. Yine de işin içine kendilerinden çok fazla şey katmışlar gibi de duruyor. Bir anda durup değişen melodiler, nereye gittiğini bilemediğiniz sololar, dur durak bilmeden ilerleyen ritimler, en beklenmedik yerde parçaya dahil olan akustik aletler. Sıklıkla insanda parça bitti mi ya da yeni parçaya mı geçtik izlenimi oluşturuyor. Bir noktada aslında parçanın devam ettiğini anlıyorsunuz ama emin de olamıyorsunuz.

Buna benzer pek çok sürprizi içerisinde barındırıyor Ertlif'in tek albümü. Bazen senfonik bir şeyler başlayacakmış gibi gelirken yön bir anda Hard Rock'a dönebiliyor. Derinlere doğru çekilerek anlamsızlaşan vokallerin üstüne üstüne vuran davullar ve her yerden giren mellotron sesleri ile kendinizi Space Rock semalarına yükselmiş halde de bulabiliyorsunuz. Sürekli farklılaşan, değişik, kendine has bir yapısı var yani albümün. Uzun süreli dinlemelerin ardından ne kadar da güzel olduğunu keşfettiğinizde yüzünüzde sevimsiz bir gülücük oluşturuyor. O gülücüğü silmek için de epeyce bir süre uğraşmanız gerekeceğini baştan söyleyelim.

ERTLIF

Teddy Riedo / Bass
Danny Andrey / Akustik Gitar, Lead Gitar
Hans-Peter Borlin / Vurmalılar
Richard John Rusinski / Akustik Gitar, Vokal
James Mosberger / Piyano, Org, Mellotron

ERTLIF

01. Try Making It Easy (4:23)
02. Train Of Time (6:48)
03. You're Nothing At All (2:40)
04. There Is Only Time To Die (5:40)
05. The Song (5:05)
06. High And Dry (2:23)
07. Walpurgis (4:37)
08. Classical Woman (7:50)

23 Ekim 2022 Pazar

Delirium / Dolce Acqua (1971)

60'ların sonunda I Saggitari adıyla Cenova, İtalya'da kurulan grup 1970 yılında Delirium adını alarak yoluna devam ediyor. Italian Progressive Rock janrının en önemli ve ilk örneklerinden biri sayılırlar. Gruba en son dahil olan Ivano Fossati'nin büyük etkisiyle oluşan albüm, İngiliz Progressive Rock müziğinden Colosseum ve King Crimson benzeri bir hava taşırken, melodik Italian Progressive Rock'ın da benzersiz bir örneğidir.

Belirtmeliyim ki albüm alında Delirium'un en iyi sayılabilecek albümü değil. Kişisel olarak 3. albümü daha estetik ve etkileyici bulurum ama gruba giriş için başlanabilecek ilk yer de şüphesiz Fossati dönemidir. Zaten albümün ticari olarak başarı sağlayamaması grubu etkilediği için değişik çözümler bulmaya çalışırken San Remo Müzik Festivali yarışmasına katılıp sergiledikleri performansla sağlam bir hit parça ortaya çıkardıklarında Fossati solo kariyer için gruptan ayrılır ve yerine Martin Frederick Grice gelir ve daha Progressive bir yapıya bürünür Delirium müziği. Ki o dönemi de başka bir gün ele almak üzere notlarımız arasında alıyoruz.

Az önce bahsettiğimiz gibi ilk örneklerden biri olmakla birlikte albüm oldukça ham. Daha olgunlaşamamış ama ciddi bir potansiyele sahip olduğu da her yerinden belli oluyor. İtalyan Folk'undan büyük çaplı izler taşıyan Dolce Acqua'da Fossati'nin flüt pasajları son derece etkili. Bu bakımdan sıklıkla Jethro Tull ve Ian Anderson'ın adı geçse de aralarındaki tek ortak yan Flüt diyebiliriz.

Jazz ve Psychedelic Rock'tan beslenerek zaman zaman yırtıcı ve vahşi olarak tanımlanabilecek bir hal alan parçaların her biri farklı insani duyguları anlatıyor ve sonunda kavramsal bir bütünlük oluşturuyor. Akustik enstrümanlar ve flüt ile bütünlüğe estetik bir katkı sağlanırken, iç acıtan bir tonda çıkan vokalin sesi dinleyiciyi kendi iç dünyasında ciddi yolculuklara çıkarıyor. 

Albümdeki Fossati etkisinin bir süre sonra sıkmaya başladığını da eklemek gerekiyor. Sanki tüm albüm onun üzerine kurulmuş gibi bir durum çıkıyor ortaya. Parçaların tamamının Fossati tarafından yazılmış olması da buna etki etmiştir ama adam kendini öne çıkarmak için elinden geleni de ardına koymamış. Solo kariyerinde Pop'a yönelmesi, Delirium'dan ayrılmasının ne kadar doğru bir karar olduğunun göstergesi.

DELIRIUM

Mimmo Di Martino / Akustik Gitar, Lead & Backing Vokal
Peppino Di Santo / Davul, Vurmalılar, Timpani, Lead Vokal
Marcello Reale / Bass, Vokal
Ivano Fossati / Lead Vokal, Armonika, Akustik Gitar
Ettore Vigo / Org, Piyano, Elektrikli Piyano, Celesta, Harpsichord, Harmonium, Vibrafon, Vokal

DOLCE ACQUA

01 - Preludio (Paura) 3:39
02 - Movimneto I (Egoismo) 4:31
03 - Movimento II (Dubbio) 3:26
04 - To Satchmo, Bird and Other Unforgettable Friends (Dolore) 5:38
05 - Sequenza I e II (Ipocrisia - Verità) 3:36
06 - Johnnie Sayre (Il Perdono) 4:48
07 - Favola o Storia del Lago di Kriss (Libertà) 4:22
08 - Dolce acqua (Speranza) 5:49

22 Ekim 2022 Cumartesi

Pacific Sound / Forget Your Dream! (1972)

1970
yılı sonlarına doğru Neuchatel, İsviçre'de kurulan Pacific Sound hakkında da bilgilerimiz kısıtlı. İsviçreli olduklarını, Fransızca konuşulan bir bölgeden çıkıp Krautrock yaptıklarını ve tek albüm kaydettiklerini biliyoruz hepsi o. Ortalamanın üzerinde bir kaliteye sahip olan albümü dinledikten sonra da "zaten haklarında çok bir şey bilmesek de olur" kafasına bürünüyorsunuz. Oldukça iyi niteliklere sahip tek albüm olması içimizi acıtsa da yapabileceğimiz çok fazla bir şeyin olmadığı bilinciyle kendimizi rahatlatabiliyoruz.

Brainticket, Circus, Krokodil, Toad, Island gibi enfes gruplar çıkaran İsviçre'de Pacific Sound acayip iyi bir albüm kaydetmiş ama popülerleşememiş, hatta ikinci sırada yer almış gruplardan biridir. 60'lar Rock müziğini ikiye bölen İngiliz istilası ve Amerikan Psychedelic Rock'ı arasına sıkışan grup, kendi tarzını yaratabilmiş olanlardandır ayrıca. Her ne kadar Murphy Blend ile bazı yapısal benzerlikler gösterse de kendilerine has bir yapıları olduğunu da kabul etmek gerekir. Yaptıkları müzikte fazlasıyla Psychedelic'ten etkilenmişler. Hatta 70'lerin başında 60'lar tarzı bir Psychedelic Rock icra ediyorlar diyebiliriz.

Heavy Psychedelic gitar tınılarıyla şekillenen albümün kapağına bakarak konuştuğunuzda karamsar ve karanlık bir atmosfer bekliyorsunuz albümün kendisinden. Lakin durum hiç de öyle değil. Fazlasıyla tempolu, melodik ve eğlenceli olarak nitelendirilebilecek parçaları var Pacific Sound'un. Şarkıların her yerinde tuhaf izler bırakarak ilerleyen, kendini kaybetmiş bir Hammond orga eşlik eden inceden ve derinden gelen vokalle farklı yerlere ışınlanıyorsunuz. Bazı bölümlerde rutine bağlar gibi görünen müzikal yapı anında değişerek sizi sıkça şaşırtıyor.

Blues'un kendini fazlasıyla gösterdiği albüm genel itibariyle İngiliz tarzına yakın görünmekle birlikte daha yeni yeni emekleyen Krautrock sızıntıları da bir hayli fazla. Bu nedenle albümü Krautrock olarak adlandırmak daha doğru bir yaklaşım olur. Yine de Krautrock'ın diğer temsilcilerindeki yoğunluğu, ilerleyen fikirleri, yapısal değişkenleri bu albümden beklememek gerektiğini belirtelim. Pek çok dinleyici tarafından Krautrock bile olmadığı iddia edilebilir. Kısmen doğru olmakla birlikte genele bakıldığında yanlıştır. Söylenebilecek en doğru şey, diğerlerine oranla temeli daha karışık ve müzikal kalite olarak diğerlerinden daha az başarılı olduğudur. 

PACIFIC SOUND

Roger Page / Klavye
Diego Lecci / Davul
Mark Treuthardt / Gitar, Bass
Chris Meyer / Vokal

FORGET YOUR DREAM!

01 - Forget Your Dream 2:25
02 - Erotic Blues 7:59
03 - Drive My Car 2:35
04 - Thick Fog 2:32
05 - Gyli Gyli 2:26
06 - Ceremony for a Dead 5:20
07 - If Your Soul Is Uncultivated 3:37
08 - Gates of Hell 5:44

21 Ekim 2022 Cuma

Spectrum / Milesago (1972)

Yeni Zelandalı gitarist Paul Rudd grubu Chants R&B ile Avustralya'ya taşındığında işlerin kendisi için daha iyi olacağının farkında mıydı bilmiyoruz ama iyi ki bu kararı vermiş demekten kendimizi de alamıyoruz. Dönemin Avustralya müzik ortamından kaynaklı olsa gerek Rudd, Chants R&B'yi dağıtıp 2 farklı grup kurmuş kısa süre içinde. Pek bir başarı elde edememiş ama deneyim kazanmış olduğu bir sonraki grubundan belli oluyor.

1969 yılında Melbourne'de kuruluyor Spectrum. Başlarda cover parçalarla idare ediyorlar. Traffic, Soft Machine, Pink Floyd gibi Psychedelic ve Progressive etkiler taşıyan grupların parçalarını yeniden yorumlayarak sahne alıyorlar. Rudd'un finger-picking tekniğiyle çaldığı gitar doğal olarak öne çıkmaya başlıyor bu dönemde. Pek çok gitaristin yapmadığı, yapamadığı, yapmaya cesaret edemediği tekniği Rudd son derece rahat bir şekilde kullanıyor. Doğal olarak da bu grubun müzikal kalitesini fazlasıyla etkiliyor.

Melbourne'de birbiri ardına çıktıkları konserde kazandıkları deneyim ve yazdıkları parçalarla ilk albümü çıkarıyor. Albüm hem ticari hem de müzikal olarak ortalamanın üzerinde bir başarı kazanıyor. Bu motivasyonla kaydettikleri ve konumuz olan albüm ise grubun en iyi albümü olarak kayıtlara geçiyor. Bu arada belirtmekte fayda var ki 1970 yılı ortalarına kadar grubun hali içler acısı. Yapmayı istedikleri müzik ve hazırladıkları sahne şovuyla yeteri kadar para kazanamıyorlar. Grubun adından feyz alarak ortaya çıkardıkları ışık ve sahne gösterisinin maliyetlerini karşılayabilecek durumda değiller. Rudd kafayı çalıştırıp bir alt grup yaratıyor aynı elemanlarla. Grubun adını da Indelible Murtceps koyuyor. Bu grupla sahne şovsuz, ışık gösterisiz, tamamen para kazanmaya yönelik konserlere çıkıyorlar. Yokluk zamanlarında edindikleri deneyimlerin albümlerdeki yansıması gözle görülür bir halde. Alt grup olarak kurdukları grubun adındaki Murtceps'in Spectrum'un tersi olduğunu da söyleyelim.

Sonuç olarak hem ruhani hem maddi olarak kazandıkları deneyimlerle kaydettikleri ve ikili (double) olarak çıkan 2. albüm enfes bir hal alıyor. Hammond'ın umursamaz dönüş ve hareketleri Rudd'un gitarıyla senkronize olurken, grubun ritim bölümü de yapması gerekeni fazlasıyla yerine getiriyor. Kimi zaman melodik, kimi zaman darmadağınık bir hal alan parçalar Avustralya Progressive Rock'ının en önemli işlerinden biri oluyor. Spectrum'un cover dönemlerinden gelen Psychedelic Rock etkisinin de bunu desteklediğini söylemeden geçmeyelim.

SPECTRUM

Mike Rudd / Elektrik Gitar, Akustik Gitar, Vokal, Recorder
Lee Neale / Piyano, Elektrikli Piyano, Hammond Org, Harpsichord, Vokal
Bill Putt / Bass
Ray Arnott / Davul, Vurmalılar, Vokal
Jeremy Noone / Saksafon (Konuk Müzisyen)

MILESAGO

01 - But That's All Right 4:20
02 - Love's My Bag 4:14
03 - Your Friend and Mine 7:22
04 - Untitled 4:30
05 - Play a Song That I Know 3:45
06 - What the World Needs (Is a New Pair of Socks) 7:30
07 - Virgin's Tale 3:30
08 - A Fate Worse Than Death 4:42
09 - Tell Me Why 1:47
10 - The Sideways Saga
        i. The Question 1:06
        ii. The Answer 2:14
        iii. Do the Crab 4:55
        iv. Everybody's Walking Sideways 2:42
11 - Trust Me 6:05
12 - Don't Bother Coming Round 3:23
13 - Fly Without Its Wings10:07
14 - Mama, Did Jesus Wear Makeup? 2:10
15 - Milesago 7:14

20 Ekim 2022 Perşembe

November / En ny tid är här... (1970)

"Alacağın olsun Kvartetten" naralarıyla İsveç'ten devam ediyoruz. 1969 yılında Stockholm, İsveç'te The Imps adıyla kurulan grubun elemanları Christer Stålbrandt ve Björn Inge'den oluşuyordu. Bir süre birlikte müzik yaptıktan sonra Stålbrandt, farklı bir grup kurmak için ayrıldı ama Inge de kısa süre sonra ona katıldı. Grubun adını Train olarak koymuşlardı. Gitar bölümleri için de adı sanı çok duyulmamış ama efsanevi gitaristlerden biri olan Snowy White ile anlaşmışlardı. Fakat bir süre sonra Snowy White gruptan ayrıldı ve yerine Richard Rolf geldi. Grup başarılı ama küçük çaplı konserler veriyordu. 1 Kasım 1969 yılında ise her şeyi değiştirecek bir konsere çıktılar. Peter Green's Fleetwood Mac'in ön grubu olarak sahne aldılar ve Green başta olmak üzere herkes tarafından çok beğenildiler.

Bu motivasyonla grubun adını November'a çevirdiler. Kısa sürede albüm çalışmalarına başlamışlardı. Bütün parçalar Stålbrandt tarafından yazıldı ve tamamı İsveççe'ydi. Bu noktada belirtmek gerekir ki İsveççe'yi kullanan ilk Rock gruplarından da biridirler. Stålbrandt, Flower Power'dan çok fazla etkilenmişti ve sözlerde bu fazlasıyla açık şekilde görülebiliyordu. Albümün çıkışıyla birlikte muhtemelen kendilerinin de beklemedikleri bir popülariteye sahip oldular. İngiltere'de albüm sıklıkla çalınıyordu. Hatta o kadar beğenilmişti ki şarkıların sözleri İngilizce'ye çevrilmiş, ortalıkta dolaşıyordu. Üstüne bir de İngiltere turnesi düzenlendiğinde November epeyce bilinen bir grup haline geldi.

Fonetik açıdan kulağa acayip hoş gelen En ny tid är här...'ın anlamı Yeni Bir Zaman Geldi... Gerçekten de dönemin İsveç Rock müziği düşünüldüğünde yeniliğe pek çok kapı aralayan bir albüm bu. Blues kökeninden beslenen saf bir Hard Rock ile örülü her yanı. Gelişmeye açık, sürekli olarak farklılaşan yapısıyla Heavy Progressive Rock bile diyebiliriz. Pek çoklarında Uriah Heep'in ilk dönemleri ile benzeştiği söylenir. Birebir olarak öyle olmamakla birlikte bu çok doğru bir saptamadır. O dönemin havasını gerçekten iyi bir şekilde verir En ny tid är här...

Yumuşak vokali, yırtıcı gitarları, melodik ama ilerleyen tarzıyla farklılığını ortaya koyar. 3 kişiden bu kadar iyi müzik nasıl çıkar sorusunu da sordurtur. Psychedelic Rock'ın ayak izlerini takip ederek Cream tarzı bir sertliğe, Led Zeppelin tarzı bir coşkuya dönüştürür. Arşivinizde yoksa o arşive arşiv denmez, o kadar diyeyim.

NOVEMBER

Christer Stålbrandt / Bass , Vokal
Richard Rolf / Gitar
Björn Inge / Davul

EN NY TID ÄR HÄR...

01 - Mount Everest 3:38
02 - En annan värld 3:45
03 - Lek att du är barn igen 5:55
04 - Sekunder (förvandlas till år) 4:50
05 - En enkel sång om dej 2:41
06 - Varje gång jag ser dig känns det lika skönt 4:05
07 - Gröna blad 3:00
08 - Åttonde 3:10
09 - Ta ett steg i sagans land 4:05
10 - Balett blues 1:17

19 Ekim 2022 Çarşamba

Midnight Sun / Midnight Sun (1971)

Bunların hepsi Kvartetten yüzünden başımıza geliyor. O kadar dedik ki İskandinavlara, Baltık Denizi çevresine girmeyelim. Girince çıkamıyoruz çünkü. Geldi, Nya Ljudbolaget ile ilgili yazdı, bizi de o çukura sürükledi. Yine o bölgeden bir grupla güne merhaba diyoruz. Dünkü The Old Man & The Sea'nin ardından Midnight Sun'ı ağırlıyoruz.

Kopenhag, Danimarka'da 1970 yılı başlarında Rainbow Band adıyla kurulan grup tek albüm kaydediyor ve ardından isimlerini Midnight Sun'a çeviriyorlar. İsim değiştirmelerindeki en büyük sebep aynı isimle bir Kanadalı grubun olması. Bu arada ilginç olan bir durum var. Rainbow Band adıyla kaydettikleri albümden sonra isim değiştirince yeni bir albüm kaydetmek yerine aynı albümü tekrar ama biraz daha farklı tarza çevirerek Midnight Sun adıyla yeniden yayınlamışlar. Albümlerden hangisinin daha iyi olduğuna karar vermek bu noktada güçleşiyor. Çünkü hem parçalar her şekilde iyi geliyor hem de grup gerçekten yetenekli müzisyenlerden oluşuyor.

Yine de pek çok kişinin ortak görüşü olarak ikinci albüm az daha altta kalıyor ve tarzı da Blood, Sweat & Tears'a doğru yakınlaşmış durumda. Büyük sorun oluşturmamakla birlikte pek de çekici gelmeyebilir. Ama albümdeki parçaların, enstrüman kullanımlarının, Progressive Rock'a doğru hızla ilerleyen eğlenceli Jazz varyasyonlarının kalitesi albümü arşivlik albümler listesine sokuyor. Jazz demişken, albümün daha önce paylaştığımız Ardo Dombec gibi bir tarzı yok. Aynı tempoya, heyecana sahipler belki ama Midnight Sun bu konuda daha hafif ve melodik kalıyor. Genel olarak albümün janrı Jazz Rock ve Jazz Fusion olarak adlandırılsa da Eclectic Progressive Rock ya da Crossover Prog da yanlış bir tanımlama olmayabilir. Jazz dışında Blues, Hard Rock, Psychedelic Rock etkileşimleri de bir hayli fazla albümde.

Rainbow Band'den Midnight Sun'a geçişte vokal değişikliği yapıldığını söylemeyi unuttum. Sevdiğiniz tarza göre her iki versiyondan biri daha çok ilginizi çekebilir belki. Müzikal olarak biraz altta kalsa da albümün Midnight Sun verisyonundaki Allan Mortensen vokalinin daha ilgi çekici ve oturmuş olduğunu söyleyebilirim. Özelliksiz, sade ama tonal çıkışları ile sizi cezbeden bir yapısı var Mortensen'in vokalinin. Diğer taraftan Rainbow Band albümündeki Lars Bisgaard vokali ise daha teknik ve güçlü. Karar vermek gerçekten de zor olabilir.

MIDNIGHT SUN

Allan Mortensen / Vokal
Peer Frost / Gitar
Niels Brønsted / Piyano
Bent Hesselmann / Saksafon, Flüt
Bo Stief / Bass
Carsten Smedegaard / Davul

MIDNIGHT SUN

01 - Talkin' (5:04)
02 - King of the Sun (4:29)
03 - Nobody (5:01)
04 - B.M. (2:35)
05 - Sippin' Wine (3:03)
06 - Living on the Hill (14:37)
07 - Rainbow Song (3:41)

18 Ekim 2022 Salı

The Old Man & the Sea / The Old Man & the Sea (1972)

The Old Man & the Sea
, Danimarka Progressive Rock sahnesinin en şaşaalı, en görkemli döneminde, müziği daha da sertleştirerek öne çıkmış bir grup. Ömrü çok kısa olmuş. Alışkın olduğumuz üzere tek albümle kalmışlar. Gerçi sonraları archival adı altında yayınlanan, döneminde kaydedilmiş ama yayınlanamamış parçaların olduğu albümler de çıktı 3-4 tane. Konumuz ise grubun yayınlanmış ve grupla aynı adı taşıyan tek albümü.

1967 yılında müzik yapmaya başlamışlar ve 1969 yılına kadar da devam etmişler önce. Ama grup bir süreliğine dağılmış. Ardından 1971 yılında tekrar bir araya gelip kayıtlar yapmaya başlamışlar. Grubun adını da Baltık Denizi'ne kıyısı olan kültürde pek fazla önem taşıyan eski bir hikayeden almışlar. Yani grubun adı Ernest Hemingway'ın aynı adlı kitabından gelmiyor. 

Albüm yayınlandıktan sonra hem ticari hem de popülerlik açısından orta düzey bir etki bırakıyorlar. Dönemin Danimarka Rock arenasında Ache, Burnin Red Ivanhoe, Secret Oyster gibi grupların yer aldığı düşünülürse bu ortalama etki bile oldukça iyi bir düzeyde sayılabilir. Diğer yandan bakıldığında ise The Old Man & the Sea, müzikal anlamda hak ettiği yeri bulamamışlardan bir tanesi. Az önce saydığımız grupların tarzının daha ilerisinde ve bu işi Hard Rock ile birleştirerek iyi bir iş çıkartmışlar. Devam edebilselerdi belki de Danimarka'nın en iyilerinden biri olarak da anılabilirlerdi.

Bu noktada, sıklıkla Atomic Rooster ve Aqualung dönemi Jethro Tull ile benzeştiği üzerine pek çok insanın görüşü ortak. Benzeştiği bazı noktalar olsa da bu görüşe katılacak kadar çok benzerlik göremediğimi de belirtmeliyim. Kansas, bahsi geçen 2 gruptan daha yakın görünüyor mesela The Old Man & the Sea'ye. Albümde Blues'a kayan gitar soloları mevcut. Led Zeppelin ve Ten Years After'ın Danimarka konserlerinde ön grup olarak da çıkmışlar ama bu Blues yaptıklarını göstermediği gibi Atomic Rooster ve Jethro Tull ile yakınlıkları olmadığı da apaçık ortada.

Kendilerine has bir müzikal anlayışları, insanı derinden yakalayan vokalleri ile The Old Man & the Sea, başlı başına başka farklı bir kulvarda yol alıyor. Genele yayılan Hard Rock, sololarda öne çıkan Blues, bir anda ortaya çıkıp kaybolan Jazz etkileri ve Symphonic Rock'a öykünen havasıyla onlar sadece The Old Man & the Sea.

THE OLD MAN & THE SEA

Knud Lindhard / Bass, Vokal
Ole Wedel / Vokal, Vurmalılar
Benny Stanley / Gitar, Akustik Gitar
John Lundvig / Davul
Tommy Hansen / Org, Piyano, Vokal
Poul Åge Hersland / Flüt

THE OLD MAN & THE SEA

01 - Living Dead 7:47
02 - Princess 6:00
03 - Jingoism 6:50
04 - Prelude 1:12
05 - The Monk Song, Part 1 5:50
06 - The Monk Song, Part 2 3:37
07 - Going Blind 10:28

17 Ekim 2022 Pazartesi

Jeronimo / Jeronimo (1971)

1969
yılında Rainer Marz (gitar, vokal), Gunnar Schäfer (bass, vokal) ve Ringo Funk (davul, ana vokaller) tarafından Frankfurt’da kurulan power trio, 69-70 yılları arasında kaydettikleri single çalışmaları “Heya” ve "Na Na Hey Hey” (Steam yorumu) ile kimi Avrupa ülkelerinde hit olmayı başarabilmiş.

Steppenwolf’un açılış grubu oldukları Almanya turnesi ardına 1970 senesinde Creedence Clearwater Revival ile piyasaya sürdükleri ilk stüdyo albümleri olan ortak uzunçalar Spirit Orgaszmus’un başarısı ile ilk albüm tekliflerini kapmışlar. Bu albüm için kaydettikleri altı parça ve single çalışmalarını aynen aktardıkları ilk albümleri Cosmic Blues adından da anlışılacağı üzeri yoğunluklu Blues eserlerden oluşan bir yapıda ve bir iki parça (News ve Hijack özellikle) haricinde dişe dokunur bir yanı yok. İkinci ve asıl konumuz olan albüme geçmeden önce Marz gruptan ayrılıyor ve yerine Michael Koch geliyor.

Cosmic Bluesdaki Blues etkileşiminin neredeyse koklatıldığı, Hard Rock ağırlıklı yer yer de Proto-Metal* denecek derecede yırtıcı düzenlemeler içeren kendi adlarını taşıyan ikinci albümleri gerçekten döneminin çok ötesinde. Daha kafadan parçalanan gırtlak vokaller (elbette detone), kemik basslar ve twin pedallarla karşılaşabileceğiniz gibi yine durulabildiğininiz bir kaç hisli parça da yok değil. Ha yine dönemin kanayan yarası “gider” miksaj tekniği (!) sayesinde mis gibi gitar pasajları cayır cayır distortion gitarlarla kesilebiliyor, söylemedi olmasın.

Albüm boyunca gitarlar (kanal kayıt sağolsun) ve bass unison yürüdüğü gibi kimi zaman da birbirlerinden ayrılarak bambaşka armonilere yelken açarken, davullara akıl sır erdirmek mümkün olamıyor. Sırf Ringo Funk altı dakika solo (nasıl bir kondisyon varsa) atsın diye yazılmış “Hagudila” ile ne demek istediğimi anlayabilirsiniz. Bu arada Ringo grubun tüm kayıtlarını 2000 yılında üzerine alması ile albümlerin 2002 yılında CD olarak tekrar piyasaya sürülmesini sağlamış. (danke schön)

*”Silence Of The Night” herhangi bir Iron Maiden albümünde Steve Harris bestesi olarak yer alsa, kimsenin itiraz edeceğiniz sanmam. O derece.

JERONIMO

Michael Koch / Gitar, Vokal
Gunnar Schäfer / Bass, Vokal
Ringo Funk / Davul, Vokal

JERONIMO

01. Sunday's Child (4:25)
02. Shades (3:27)
03. Reminiscenses (1:01)
04. How I'd Love to Be Home (4:30)
05. End of Our Time (4:08)
06. Understanding (4:06)
07. Silence of the Night (3:36)
08. Hugudila (7:49)
09. You Know I Do (5:29)