17 Kasım 2020 Salı

Trúbrot - Undir Áhrifum (1970)

60’lı yılların sonunda 2 grup elemanlarının birleşmesinden oluşan “supergroup” Trúbrot, rock müzik konusunda İzlanda’nın medar-ı iftiharlarından biri. Gerçi başka grup var mıydı onu da hatırlamıyorum şimdi ama bu grubun yeri ilginç ve değişik.

İlk albümde kendi dillerini kullanarak yaptıkları geleneksel folk müziğin ardından daha geniş kitlelere açılabilme amacıyla 2. Albümden itibaren progressive ve psychedelic’e doğru yol alıp dili de İngilizce olarak güncelliyorlar. İyi de yapmışlar çünkü İzlandaca pek de uygun değil gibi geliyor bana.

60’ların ikinci yarısında etkili bir yere sahip olan Hljómar ve Flowers gruplarının elemanları daha farklı işler çıkarabilmek adına birleştiklerinde isim olarak Trúbrot’u seçiyorlar. Buradan bakıldığında karizmatik bir isim gibi görünmekle birlikte anlamı “döneklik” olunca pek de iyi duygular beslemiyor insan. Üstüne bir de Undir Ahrifum yani “sarhoş” diye albüm yapınca…

İşin şakası bir yana İzlanda gelenekselinden beslenen tarzlarını progressive ile birleştirip içine psychedelic ve heavy’i de katınca ortalamanın üzerinde bir albüm ortaya çıkmış. Zamanında plak olarak yayınlanan albümün A yüzü kısa ama etkili parçalardan oluşuyor. İngiliz tipi progressive ile Amerikan tipi psychedelic’in birleşiminden oluşan parçalar birbiri ardına sıkmadan kendini dinletiyor.

Albümün B yüzünde yer alan 2 parça ise hem grup hem de İzlanda rock müziği açısından gerçekten de üst düzey işlere dönüşmüş. Feel Me yumuşak başlayan tarzını gitar oyunlarıyla bezenmiş bir melodik yapıya dönüştürerek, içinde barındırdığı pek çok etkileşimi öne çıkartıyor. Albümün en iyi şarkısı bile denilebilir. Hemen ardından gelen ve kapanış parçası olan Stjörnuryk ise daha ağır ve durağan görünmekle birlikte sonlara doğru ritmik hale gelen tarzı ve gitar soloları ve iniş çıkışlarıyla keyif veriyor. 


TRÚBROT

Gunnar Þórðarson – Gitar, Flüt, Vokal
Rúnar Júlíusson - Vokal, Bass
Magnús Kjartansson - Piyano, Org, Vokal
Ólafur Garðarsson - Davul


UNDIR ÁHRIFUM

1. Going (4:44)
2. Everything's Alright (4:23)
3. In The Country (2:46)
4. Relax (2:44)
5. Sunbath (3:47)
6. Tracks  (3:55)
7. Feel Me (10:34)
8. Stjörnuryk (7:35)


14 Kasım 2020 Cumartesi

Affinity - Affinity (1970)

2 gün arka arkaya hem de Almanlar üzerinden İngiliz Progressive Rock müziği ile ilgili atıp tutunca, doğal olarak bu tarzdan birilerini de blog’a ekleyesi geliyor insanın. Türün en iyi ya da en üretken veya en sağlam temsilcisi gibi görünmese de Affinity kuşkusuz en iyilerden biri. 

Kökeni 1960 yılına, Sussex Üniversitesi’ne dayanıyor. 1960 yılında üniversite öğrencisi olan elemanlar birlikte çalmaya başlıyorlar. 63 yılından itibaren grup 2 farklı tipte ama başlangıçtaki elemanlarla devam ediyor. İlk grup caz üzerine yoğunlaşan The Jazz Trio, diğeri ise The Baskervilles. Her iki grubun elemanları da sürekli değişmekle birlikte üniversite sonrası Naiff ve Serpell, Ice isimli bir grup kuruyorlar ve ticari anlamda başarı kazanan bir albüm kaydediyorlar ama ertesi yıl da dağılmak zorunda kalıyorlar. The Baskervilles’den gelen Naiff ve Serpent, Ice’ta birlikte çaldıkları John Carter’ı da alıp The Jazz Trio’dan Linda Hoyle ve Mo Foster ile birleşip Affinity’i kuruyorlar. Kısa süre sonra Carter ayrılıyor ve yerine Mo Foster geliyor.

68 – 70 yılları arasında pek çok kayıt, bir sürü konser ve daha nicelerini yapıp en sonunda da grubun tek albümü Affinity’i piyasaya çıkarıyorlar. Ticari anlamda muhteşem bir başarı yakalayamasalar da psychedelic, folk ve jazz’dan beslenen progressive rock tarzlarıyla rock müzik tarihindeki yerlerini alıyorlar.

Grubun en güçlü yanı tartışmasız Linda Hoyle vokali. Jefferson Airplane’den Grace Slick’in güçlü vokaliyle Fairport Convention’dan Sandy Denny’nin yumuşak ama etkili sesinin birleşimi olan Hoyle’un vokali bu iki benzerliğe rağmen kendine has bir yapıya da sahip. 

Vokali en güçlü yan diye belirledik ama grubun diğer elemanları ve enstrüman kullanımları da yabana atılır gibi değil. Özellikle Bob Dylan’ın yazdığı All Along the Watchtower’da hem progressive rock hem de enstrümanlar üzerine uzun ve çok iyi bir ders alıyorsunuz.


AFFINITY

Linda Hoyle - Vokal
Lynton Naiff - Piyano, Elektrikli Piyano , Klavsen , Vibrafon
Mike Jopp - Elektro Gitar, Akustik Gitar, 12 Telli Gitar
Mo Foster - Elektrikli Bass, Kontrbas
Grant Serpell - Davul, Vurmalılar


AFFINITY

1. I Am and So Are You (3:31)
2. Night Flight (7:15)
3. I Wonder If I Care as Much (3:20)
4. Mr. Joy (5:02)
5. Three Sisters (4:57)
6. Coconut Grove (2:35)
7. All Along the Watchtower (11:36)
Bonus Tracks
08. Eli's Coming  (3:28)
09. United States Of Mind  (2:44)


13 Kasım 2020 Cuma

Pell Mell - Marburg (1972)

Alman symphonic ve progressive’ine giriş yapmışken Pell Mell’den bahsetmemek de olmaz elbette. Genel olarak Krautock içerisinde yer alsalar da tıpkı Novalis’te olduğu gibi İngiliz tipi progressive’ e daha yakınlar. Enstrüman kullanımları, heavy’e kayan çıkışlar ve kimi zaman yumuşak kimi zaman sertleşen vokalleriyle öne çıkan gruba ait yayınlanmış ilk albüm Marburg. Hiç şüphesiz ki en bilineni de yine bu aynı albüm.

Pastoral etkiler taşıyan bölümleriyle symphonic rock’ı birleştiren ama enfes tanımlamasından bir hatta iki derece aşağıda olan bir albüm. Çünkü albümde müzik açısından hiçbir sorun yokken vokal insanı çileden çıkarıyor. Evet, bazı yerlerde kulağa çok iyi geldiği de oluyor vokalin ama geneli düşündüğümüzde gerçekten berbat denilebilecek bir yapıda. Yani hiç gerek yokmuş o vokale. Kimilerine göre belirli bir tarzı ifade etse de albümün yapısını bozduğu da bir gerçek.

The Clown and the Queen gibi efsanevi bir parçanın vokaller yüzünden harcanmasından bahsediyoruz burada. Müzikal alt yapısı gerçekten muhteşem olan bu parçada kulağı tırmalayan, insanı rahatsız eden tek şey o özelliksiz ve her an detoneleşecekmiş hissi uyandıran vokaller.

Her albümde kişisel bir favori parça bulunur ya.. Bu albüm için benimki de ikinci parça olan Moldau. Alman folk kültüründen beslenen, klasik müzik etkisinin bir hayli hissedildiği bu pastoral senfonide (aha, gönderme yaptım) hüzünle başlarken coşkuyla dolarak keyfin derinliklerine dalıyor insan. Parçada özellikle öne çıkan flüt ve keman Schmitt ve Schön’ün basit, sade ama üst düzey yeteneklerini gösteriyor.

Oldukça melodik havada başlayan Friend, albümün bir diğer sürprizi. Uriah Heep hatta daha özele inerek belirtirsek Ken Hensley tarzı klavyeleriyle göze çarpan flüt ile ilerleyen parça değişik hissiyatlar yaşatıyor insana.

City Monster ise iddiasız görünen ama rock müziğin etkileşimleri üzerine geniş bir yelpazeye sahip olan ilgi çekici bir parça. Ani değişimler, atonale doğru gidiyormuş hissi uyandıran oyunlar, ikili vokaller parçaya değer katıyor.

Vokal girene kadar atmosferik introsu ile iyi idare eden Alone, her ne kadar vokaldeki Gentle Giant tarzını hissettirse de fazlasıyla can sıkıcı olabiliyor. Ama ardı ardına gelen tür ve tarz değişimleri ile geçişleri parçayı iyi bir hale getiriyor. Özellikle sonlara doğru ortaya çıkan keman bambaşka lezzetler sunuyor.


PELL MELL

Thomas Schmitt – Vokal, Keman, Flüt, Mellotron
Rudolf Schön – Gitar, Vokal, Flüt
Otto Pusch  - Piyano, Org
Jörg Götzfried – Bass Gitar, Vokal
Bruno Kniesmeijer – Davul, Vurmalılar
& Andy Kirnberger – Gitar (The Clown and the Queen)


MARBURG

1. The Clown and the Queen (8:37)
2. Moldau (5:24)
3. Friend (7:04)
4. City Monster (8:42)
5. Alone (9:24)


12 Kasım 2020 Perşembe

Novalis / Banished Bridge (1973)

60’ların sonuna doğru başlayan süreçte, popüler müziğin dışında kalan alternatif kesimin öncülüğünü Amerika’da Psychedelic, İngiltere’de Progressive ve Almanya’da da Krautrock yapıyordu. Türlerin birbirini tanıması ve keşfetmesi doğal olarak çok sürmedi. 70’li yılların daha hemen başında İngiliz Progressive’ini keşfeden gruplardan biri olan Novalis, melodik yapıya uzak ağır Krautrock’tan çok uzaklaşmadan ama özellikle dışında durarak Almanlara ait progressive ve symphonic rock’ın ortaya çıkmasını sağladı.

Tabi tarz ilk albümde daha fazla şekilde İngiliz’di. Ama birbiri ardına gelen albümler ile Alman halk kültüründen beslenen bir symphonic rock’a dönüşen Novalis müziği kendine ait bir yapıya sahip olmuştu. Konumuz olan bu ilk albüm daha sonraları mutlaka eklemeyi düşündüğümüz Novalis başyapıtı sayılabilecek Sommerabend ile oldukça büyük farklılıklara sahip. Az önce bahsettiğimiz İngiliz tavrı ve tarzı diğer albümlerde neredeyse hiç hissedilmezken Banished Bridge albümünü bilmeyenlere “İngilizler yapmış” diyerek yutturabilirsiniz.

4 kişiden oluşan grubun bu ilk albümünde özellikle ilk parça Banished Bridge, vokalist Jürgen Wenzel’in bazı zorlama tonlarını taşımakla birlikte enstrümanlar açısından oldukça doyurucu. Lutz Rahn’ın zaman zaman Emerson, Lake & Palmer’ı hatırlatan Hammond tınıları pek çok yerde albümü yukarı doğru taşıyor.

İkinci parça High Evolution adındaki anlama selam dururcasına değişken bir yapıya sahip. İniş çıkışlar, coşku ve hemen ardından gelen durağanlık ile oldukça ilgi çekici bir yapıda. The Strawbs etkilerini anımsatan tarzıyla pek çok kişinin albümdeki favorisi olmaya aday.

Biereichel’in enfes vurmalıları eşliğinde ilerleyen ve Rahn’ın tuşlularıyla farklılaşan Laughing, melodik yapısıyla ilgiyi hak ediyor. Farklı pek çok yöne doğru kayıp gitse de parça her seferinde ana temaya dönmeyi başarıp dinlenilmesi hayli zevk veren estetik bir yapıta dönüşüyor.

Rahn’ın öne çıkarak kontrolü Wenzel’den aldığı en önemli parça Inside of Me albümün son parçası. Parça, gelecekteki Novalis tarzının da öncülü. İleride bizi nelerin beklediği konusunda az çok fikir sahibi olmamızı sağlıyor.

NOVALIS

Jürgen Wenzel – Vokal, Akustik Gitar
Lutz Rahn – Org, Piyano, Mellotron, Synthesizer
Heino Schünzel – Bass Gitar
Hartwig Biereichel – Davul, Vurmalılar

BANISHED BRIDGE

1. Banished Bridge (17:06)
2. High Evolution (4:27)
3. Laughing (9:10)
4. Inside of Me (Inside of You) (6:40)

7 Kasım 2020 Cumartesi

Ken Hensley'nin Gidişi...

 Üzerinden onlarca yıl geçince, devasa Çınar ağacının yaprakları bir bir ve hızlı şekilde dökülmeye devam ediyor. 70'li yılların en iyi Rock gruplarından biri olan Uriah Heep'in klavyecisi, gitaristi, vokalisti.. hemen her şeyi Ken Hensley de dökülen yapraklar arasında artık.

4 Kasım 2020 günü, yapılan resmi açıklamaya göre, "kısa süreli bir hastalığın ardından huzur içinde öldü". Arkasında Lady in Black, Easy Livin', Look at Yourself, July Morning, Rain gibi efsanevi şarkılar bırakan Kenneth William David Hensley, Hammond org'un nasıl kullanılabileceğine dair de ders kitabı oluşturacak denli iyi işler çıkarmıştı.

Kişisel olarak da "en sevdiğim" multi-enstrümantalist, müzisyen, rocker olan Hensley'nin arkasından yapabileceğimiz tek şey onu dinlemek sanırım...

26 Ekim 2020 Pazartesi

Patto - Patto (1970)

1967 yılı ortalarında Timebox isimli gruba vokal olarak giren Mike Patto kısa süre içerisinde grup içindeki yerini sağlamlaştırır. Ardı ardına 45’likler kaydedilir. Bu 45’liklerde yer alan parçaların neredeyse tamamının sözleri de Patto’ya aittir. Fakat grup 67-69 yılları arasındaki başarılı grafiğe rağmen bir türlü yükselemez. İçeride bazı sorunlar çıkar ve 70 yılı başlarında çıkan son single’ın başarısızlığına dayanamayan klavyeci Chris Holmes Timebox’tan ayrılarak Babe Ruth’a transfer olur.

Kalan elemanlar, Mike Patto’nun önderliğinde yola devam kararı alırlar ve ortaya Patto çıkar. Progressive Rock üst yapısı içerisinde Blues Rock, Hard Rock, Jazz Rock ve Heavy Psychedelic Rock etkileşimleri içeren parçalar kaydedip 1970 yılı Aralık ayında görücüye çıkarlar. 

Albüm dönem içerisinde gerçekten en kaliteli işlerden biri olarak ortaya çıkmıştır ama bir türlü hak ettiği ilgiyi göremez. Canlı olarak kaydedilen albümün kendi içerisinde bir tutarlılığı olmakla birlikte dinleyiciler için zor bir deneyim sunuyor olması bu hafiften hissedilen başarısızlığın en büyük kaynağıdır. Normal de ciddi anlamda üzerinde çalışılması, anlamak için uğraşarak dinlenilmesi gereken bir albümdür. Günümüz albümlerindeki pop yapıdan eser yoktur, melodiler sürekli değişirken birbirinin içinden geçip giderler.

Yumuşak ve temposuz bir vokal girişiyle başlayan ilk parça The Man, vibrafon ve bass oyunlarıyla yön değiştirerek başladığı yerin çok uzağında ve sert bir şekilde biter. Bu sertlikteki en büyük başarı Patto vokalidir hiç kuşkusuz. Melodik yapısıyla, yükselişleri ve gitarlarıyla öne çıkan Hold Me Back ardından gelen akustik parça Time to Die ile garip bir bütünlük oluşturur. 

Dördüncü sıradaki Red Glow  muhteşem 2 gitar solosuna sahiptir ve sololar Patto’nun bir sertleşip bir yumuşayan vokalinin arasında eriyip giderler. Rock’n Roll havasında aralıklara sahip ve sıklıkla da Uriah Heep tarzı heavy rock’a işaret eden San Antone, ardından gelen ve bass kontrolünde ilerleyen yapısıyla The Government Manalbümün doruk noktası öncesi son iki duraktır.

7. sırada yer alan Money Bag kışkırtıcı gitar hareketleriyle başlayan bir hikayedir.Parçanın yarıdan fazlasını kapsayan bu hareketler Mike Patto’nun işe karışmasıyla blues etkileri fazlasıyla hissedilen bir yana doğru seyirtirler.

Son parça Sittin’ Back Easy ise kısacık bir parçada bu kadar şey nasıl yapılır diye sordurtur insana. Yumaşak başlar, sertleşir, gitarlar girer, yükselir, birden dibe vurur, davul kendini kaybeder, gitar ve bass ona uyum sağlar vs. vs….


PATTO

Mike Patto – Vokal
Ollie Halsall - Gitar, Piyano, Vibraphone, Vokal
John Halsey – Davul, Vokal
Clive Griffiths - Bass


PATTO

1. The Man (6:19)
2. Hold Me Back (4:46)
3. Time to Die (3:01)
4. Red Glow (5:23)
5. San Antone (3:15)
6. Government Man (4:25)
7. Money Bag (10:12)
8. Sittin' Back Easy (3:50)


25 Ekim 2020 Pazar

America - Homecoming (1972)

70’li yılların Rock müziğini sadece progressive, psychedelic, blues, kraut gibi türlerden ibaret sanmayanlar için bir de America paylaşalım dedim. Blog’da yer alan az önce yukarıda saydığımız türlerin çok dışında, hafif, dinlencelik, eğlencelik bir grup America. Ama kalite bakımında da üst düzeyde olanlardan biri.

Türü ya da tarzına soft rock, pop rock, yatch rock, folk rock gibi pek çok isim takılan grubun kuruluşu 1968 yılı İngiltere’sine dayanıyor. İngiltere’de kurulmuş olmalarına rağmen tam anlamıyla bir Amerikan grubudur. Çünkü müziği Amerikan köklerinden, Country’den, Southern Rock’tan besleniyor.

Grubun elemanları Gerry Beckley, Dan Peek ve Dewey Bunnell’ın üçünün de ailesi Amerikan ordusuna mensuplar ve o dönem İngiltere’de görev yapıyorlar. Aynı ortamları paylaştıkları için de bu 3 eleman tanışıp yakın ilişkiler kuruyorlar. Ardından da ülkelerine duydukları özlemle birlikte kurdukları gruba America adını veriyorlar. Kaydedip yayınladıkları ilk albümle (ki albüm grupla aynı adı taşıyor) başarıyı yakalıyorlar. Bu başarının en büyük sebebi de albümün hit ve liste başı olmuş parçası A Horse With No Name oluyor ama bu başka bir yazının konusu.

Homecoming, grubun ikinci albümü. Bildiğiniz sakin ve sade hippie müziği yapıyorlar. Melodik ve hareket sahibi parçalarda bile bir kendine özgülük bulunuyor. Albümün en iyi parçaları, o dönem listelere de girmeyi başaran Don’t Cross The River, Ventura Highway, Only in Your Heart ve Head and Heart. Bir de Saturn Nights tabi ki.

Genelinde sakin ve zorlanmadan, melodilerine takılıp mutluluk diyarlarına doğru yola çıktığınız, keyifle dinlenen parçalardan oluşan albümde To Each His Own, Till the Sun Comes Up Again ve Saturn Nights gibi insanı hüzünlü yolculukların playlist’ine atan parçaların yanında Moon Song ve Cornwall Blank gibi ağır ve yavaş başlayıp ardından da ipin ucunu kaçırıp hareketli country ya da southern’e dönen parçalar da bulunuyor.


AMERICA

Gerry Beckley - Gitar, Bass, Piyano, Vokal
Dewey Bunnell - Gitar, Vokal
Dan Peek - Gitar, Bass, Piyano, Vokal


HOMECOMING

1. Ventura Highway (3:32)
2.  To Each His Own (3:13)
3. Don't Cross the River (2:30)
4. Moon Song (3:41)
5. Only in Your Heart (3:16)
6. Till the Sun Comes Up Again (2:12)
7. Cornwall Blank (4:19)
8. Head and Heart (3:49)
9. California Revisited (3:03)
10. Saturn Nights (3:31)

24 Ekim 2020 Cumartesi

Crystals - Crystals (1974)

Şimdi bir grup hayal edin ama “supergroup” olsun. Üstüne bir de bu grup İtalyan olsun. Yetmesin bir de elemanları Alphataurus, Banco Del Mutuo Soccorso, Premiata Forneria Marconi (PFM) ve Raccomandata Ricevuta Ritorno’nun elemanlarından oluşsun. Başka…?

Ha ama bu grup kurulduğu 1973 yılında da bir sürü kayıt yapıp albüm çıkaramasın! Büyük hayal kırıklığı olurdu. Gerçi doğru, o dönem gerçekten çıkaramamışlar. 1974 yılı için albüm hazırlanmış ama grup dağıldığı için piyasaya verilememiş, ancak 1992 yılında CD olarak yayınlanabilmiş.

Bu arada yukarıda saydığımız progressive, symphonic ve yer yer folk etkileri içeren grupların yaptıklarının dışında tam anlamıyla bir Hard Rock albümüdür Crystals. Tabi doğal olarak progressive etkiler de barındırıyor ama temeli çok sağlam bir şekilde hard. 

Zaten albümün açılış parçası Wrought Iron’ın girişini duyduğunuz an ne ile karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz. Hiç durmadan, koşar adım bir tempoyla devam eden parçada vokal yok, tamamıyla enstrümental. Ardından gelen Time Out ise introsundaki bass’lar ve Carlo Degani vokaliyle öne çıkıyor. Ara ara parçayı dinlerken insanın aklı Budgie’ye kayıyor. Time Out’un ortasındaki gitar soloya ve vokal girişine dikkat, gerçekten etkileyici.

Feeling, albümün ağır tondaki parçası. Klasik bir gitar melodisi üzerine iç yakan bir vokal ve üzerene bol slide gitar. Peşi sıra gelen If She’s Still Mine da benzer şekilde yavaş bir tempoya shipmiş gibi girip bir süre sonra tam anlamıyla cıvıtıp “gitarın türküsü” şeklinde bir duruma dönüyor. Sonlara doğru ise kontrol iyice kaybediliyor ani bir dönüşle başladıkları gibi bitiriyorlar parçayı.

Sad Story adından da anlaşılacağı üzere acı bir hikayeyi anlatırken girişinde insanın canını acıtırcasına bir yapıyla başlayıp vokalin ardından daha sert bir yapıya bürünüyor. 6.parça Persian Carpet düz bir vokal tekniği ama ritmik bir melodiyle gelişirken, karmakarışık yapıdaki ve kişisel olarak playlist’e pek almadığım Policeman ve albümün bitişini bir anda başlangıca çeviren enstrümental parça Woman Under Water ile keyif verici maddemiz Crystals albümü son buluyor.


CRYSTALS

Carlo Degani – Vokal, Vurmalılar
Nanni Civitenga – Gitar
Marcello Todaro – Gitar
Giorgio Piazza – Bass
Giorgio Santandrea - Davul

CRYSTALS

1. Wrought Iron (4:00)
2. Time Out (3:14)
3. Feeling (5:00)
4. If She's Still Mine (3:56)
5. Sad Story (5:42)
6. Persian Carpet (3:53)
7. Policeman (4:31)
8. Women Under Water (4:13)

23 Ekim 2020 Cuma

December's Children - December's Children (1970)

Genelde çıkardığı Pop ve Jazz müzisyenleriyle tanınan Cleveland, Ohio bazen enteresan sayılabilecek rock grupları da çıkarıyor. 60’lardan James Gang, 70’lerden Pere Ubu gibi gruplar bunun en iyi örneklerinden. Sayıları az olmakla birlikte deneysel yönü de ön plana çıkan bu gruplardan biri de 60’larda kurulup 70’lerde tek albüm kaydedip dağılan December’s Children.

Psychedelic tarzları oldukça belirgin şekilde ön plana çıkıyor. Özellikle de bazı parçalarda lead vokal yapan Alice Popovic’in vokal tarzı tam da psychedelic’e uygun. İlk dinlemede sıradan gelen tarzları daha sonraları derinliğini belli ediyor. Temelde psychedelic rock ile sıkı ilişkiler içerisinde olanların beğenebilecekleri, hatta vazgeçemeyecekleri albümlerden. Ama progressive, krautrock gibi türleri dinleyenlerin bu albüme ısınması ve hatta kapsamı büyütürsek “sevmesi” ya uzun süre alır ya da pek mümkün olmaz.

İki kardeş olan Bruce ve Craig Balzer tarafından kurulduğu dışında haklarında pek bilgimizin olmadığı, adını Rolling Stones’un aynı adlı albümünden aldığını tahmin ettiğimiz December’s Children’da arada fazlasıyla Rolling Stones etkileri görülüyor. Ha, tabi melodik parçaları beklemeyin, o tarz şeyler burada yok. Ama Jagger vokalini andıran söyleyişler, gitar hareketleri ve genel yapıda bir hayli etkilenme olduğunu dinledikçe anlıyorsunuz.

Albümün ilk parçası Alice Popovic vokaliyle başlayan Trilogy. Başlangıçta progressive folk tarzı bir şeyler geliyor gibi düşünüyorsunuz ama parçada folk sadece klasik Amerikan ezgileriyle kendini belli ediyor. Oldukça etki yaratan parça 2.30 Casino, In Between A Dream ve Lady of the Garden adlı üç bölümden oluşuyor ki trilogy olması da buradan geliyor.

Blues etkileri taşıyan Sweet Talkin’ Woman, ağır temposu ve grup vokaliyle albümün en iyilerinden olan Jane’s Song, kişisel olarak çok beğenemediğim Hide the Water albümde birbiri ardına sıralanıyor. 5.parça Afternoon’da yine öne çıkan vokal ile etkilenme halindeyiz. Peşi sıra gelen Slow  It Down az daha uğraşılsaymış klasik olabilecek bir parçaya dönüşebilirmiş izlenimi yaratıyor.

Too Early to be Late’de ise bir anda Jefferson Airplane ile karşılaşıyoruz gibi oluyor. Özellikle de Surrealistic Pillow albümü zamanı.PSychedelic’in hakkını bu parçada gerçekten veriyorlar.

Yine grup vokaliyle öne çıkanve kilise korosu imajı yaratan Last Monday Night ile sanki Woodstock’tan fırlamış gibi duran Back Road Rider’ın ardından son para olarak gelen Livin (Way too Fast) adını bir kez daha söylemek zorunda olduğumuz Alice Popovic ile ön plana çıkıyor. Özellikle gitarları ve blues’a selam duran yapısıyla albümün en iyisi gibi de duruyor.

DECEMBER’S CHILDREN

Bruce Balzer – Gitar
Craig Balzer - Gitar, Klavye, Vokal
Ron Papaled – Davul, Vurmalılar
Bill Petti – Bass, Vokal
Alice Popovic - Vokal

DECEMBER’S CHILDREN

1. Trilogy (4:50)
2. Sweet Talkin' Woman (2:55)
3. Jane's Song (The Slow One) (2:12)
4. Hide the Water (2:25)
5. Afternoon (3:00)
6. Slow It Down (2:24)
7. Too Early to Be Late (4:15)
8. Last Monday Night (2:40)
9. Back Road Rider (2:30)
10. Livin (Way Too Fast) (3:40)

22 Ekim 2020 Perşembe

Aphrodite's Child - 666 (1972)


Sanırım çok daha önceleri Kvartetten demişti “en sevdiğim ekollerden biridir Yunan ekolü” diye. Bu cümle pek çok açıdan doğrudur. Aphrodite’s Child, Axis, Socrates Drank The Conium, Iraklis, The 4 Levels of Existence ve sayılabilecek daha fazla grubuyla öne çıkan bu ekol, etnik yapısından beslenen ve müziğini ona göre belirleyen bir yapıdadır. Yani psychedelic ya da progressive dinliyorsanız eğer, bunun alt yapısında Yunan müziği ve kökenleri mutlaka bulunur. Kendine has bir yapısı ve tarzı vardır Yunan Rock ekolünün. Bunlar da en çok sevilenlerden biri olmasının sebepleridir.

Aphrodite’s Child da bu işin belki de en başındaki grubu ya da gruplarındandır.  70’li yılların sonundan vıcık vıcık aşk şarkılarıyla tanıdığımız Demis Roussos, 80’lerden itibaren film müziklerinde new age’i coşturan Vangelis grubuniki önemli ismidir. Lakin grup, bahsettiğimiz gibi vıcık vıcık aşk şarkıları ve new age yaklaşımlarıyla uzaktan yakından alakasızdır. Etnik bir Progressive Rock üzerine kuruludur. Grubun müziğinin temelinde progressive’in yanında psychedelic, folk ve baroque etkileri fena halde gözlemlenir.

Demis Roussos’un kulağa çok garip gelen vokali ile birleşen müziğin geneli Vangelis tarafından üretilmiştir. 

Albüme gelince.. dönemin belki de en iyi konsept albümlerinden biridir. Konu olarak Yeni Ahit’in içinde bulunan Vahiy Kitabı’nı (The Book ef Revelation) alır. Vahiyler üzerinden anlatılanlara başlık olarak 666 seçilmesi de ayrıca etkili ve takdire şayan bir durumdur.

Albümdeki sözler Costas Ferris tarafından yazılırken psychedelic’ten beslenen bir progressive rock tarzı hem sözlere hem vokale, hem de müziğe hakimdir. Birbirinin devamı, tamamlayıcısı olan parçalardan en az 10 tanesini 45’lik olarak yayınlasanız Hit olabilecek durumdadır. Unutmadan belirtelim “∞” parçasında (kimilerince infinity olarak da adlandırılır) dönemin politik ve kültür alanında önemli kadınlarından Irene Papas’ın vokal yapıyor.

APHRODITE’S CHILD

Demis Roussos – Bass Gitar, Gitar, Vokal
Vangelis – Klavye
Lucas Sideras - Davul, Vurmalılar
Argyris "Silver" Koulouris - Gitar

666

1. The System (0:23)
2. Babylon (2:47)
3. Loud, Loud, Loud (2:42)
4. The Four Horsemen (5:54)
5. The Lamb (4:33)
6. The Seventh Seal (1:30)
7. Aegian Sea (5:22)
8. Seven Bowls (1:29)
9. The Wakening Beast (1:11)
10. Lament (2:45)
11. The Marching Beast (2:00)
12. The Battle of the Locusts (0:56)
13. Do It (1:44)
14. Tribulation (0:32)
15. The Beast (2:26)
16. Ofis (0:14)
17. Seven Trumpets (0:35)
18. Altamont (4:33)
19. The Wedding of the Lamb (3:38)
20. The Capture of the Beast (2:17)
21. ∞ (5:15)
22. Hic et Nunc (2:55)
23. All the Seats Were Occupied (19:19)
24. Break (2:58)