1974 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
1974 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Ocak 2023 Salı

Cincinnato / Cincinnato (1974)

70'lerin başında bir hayli yoğun ve karmaşık durumda olan İtalyan rock müziği içerisinde bir anda parlayıp sönen yıldızlardan biri de Cincinnato. Tarihçesi hakkında çok fazla bilgi yok. Ama deneyimsiz ve hiç bilinmeyen müzisyenler tarafından kurulmuş, şans eseri denilebilecek bir şekilde albüm anlaşması yapmış ve tek albüm kaydedip dağılmışlar.

1970 yılı başlarında kurulan grup önceleri Eros Natura adıyla biliniyorlarmış ama albüm anlaşmasını yaptıklarında yapımcı firmanın ısrarı ile isim değişikliğine gitmişler. Tek albümlü efsaneler listemizde kendine yer bulabilecek niteliklere sahip olan albüm 3 gün gibi kısa bir sürede, stüdyodan hiç çıkmadan kaydedilmiş. Progressive etkileri bir hayli fazla olan bu Jazz Rock ya da daha doğru tanımla Fusion albümü 4 parçadan oluşuyor. Albümün ilk yüzünde 3 parça bulunuyor ve parçalara genel olarak piyano üzerine kurulmuş bir şekilde ilerliyor. Fakat arada bir hayli ilgi çekici gitar atraksiyonları mevcut. 

Bazı yerlerde melodik bir yapıya bürünse de ilk bölümün parçalarının genelinde fazlasıyla rahat bir yapı mevcut. Pek çok müzik türü ve tarzına giriş çıkışlar yaparak parçaları ilginç hale getirmişler. Hızlı ve agresif bir şekilde başlayan parça bir yerde bambaşka bir yere eklemleniyor ve siz nerede kaldığınızı bile hatırlayamaz durumda buluyorsunuz kendiniz.

Grup elemanlarının, Eros Natura iken kendilerini Art Rock olarak tanımlamış olmaları Cincinnato dönemi için pek geçerli bir durum değil. Jazz kalıplarını bir hayli zorlayarak ilerledikleri albüm boyunca "Art"a yakışır pek çok bölüm bulunmakla birlikte grubun Art Rock tanımlaması içerisine girmediğini, girmemesi gerektiğini belirtelim. Adamlar her anlamda Jazz'ın içinden geçerek kendilerine bir yol çiziyorlar. Jazz'ın pek çok dönemine ait izler bulunuyor albümde. Özellikle avangart yaklaşımlar bir hayli fazla. Dikkatli dinleyiciler için ise albümün pek çok yerinde Bop da Big Band de bulunuyor demekle yetinelim.

Sıkıcı ve boğucu olmayan Cincinnato albümünde favori parça belirlemeye çalışmayın, zira pek mümkün değil. Oldukça zorlayıcı bir şekilde uğraşıp durmanız gerekir. Albümün geneli fazlasıyla etkileyici ve yaratıcı pasajlar içeriyor. Dinlemekle yetinmez de bazen güzeldir.

CINCINNATO

Gianni Fantuzzi / Gitar, Vokal
Donato Scolese / Davul
Giacomo Urbanelli / Klavye
Annibale Vanetti / Bass

CINCINNATO

01. Il Ribelle Ubriaco (10:11)
02. Tramonto D'Ottobre (2:46)
03. Esperanto (7:05)
04. L'Ebete (20:52)

2 Ocak 2023 Pazartesi

Splash / Splash (1974)

1969 yılında kurulan Splash, 10 yıl süren ömrüne 3 albüm sığdırabilmiş İsveçli bir Jazz Rock ve Fusion grubu. Kuruldukların itibaren, oldukça başarılı pek çok canlı performans sergilemişler ama albüm kaydına girebilmeleri ancak 1972 yılında olmuş. İlk albüm bu yıl içerisinde yayınlanırken konumuz olan ikinci albüm ise 1974 yılında piyasaya çıkmış. Üçüncü ve son albüm ise 1978 yılında dinleyiciyle buluşuyor ve albümden 1 yıl sonra da grup bir daha birleşmemek üzere dağılıyor.

Temelde 8 kişilik bir kadroya sahip olan Splash'ın 1974 yılı albümünde çalanlar toplamda 12 kişi. Sayı bu kadar fazla olunca doğal olarak albüm planlı bir hareketten çok Jam Session'larla ilerleyen bir yapıya bürünüyor. Zaman içerisinde kazandıkları deneyimlerin albümdeki bu yapıya büyük katkı sağladığını belirterek başlayalım. Uzun süre boyunca bir arada çalan grup elemanları arasında müzikal anlamda büyük bağlar bulunuyor Yani kim nerede nasıl gireceğini ya da duracağını biliyor.

Splash'ın müzikal anlayışını ilk dönem Chicago'nun müziğiyle benzeştirmek yanlış olmaz. Şüphesiz bire bir aynı değiller ama yapısal benzerlikler çok fazla. Yine de bütün benzerliklerin yanında Splash'in kendine has bir yapısı da bulunuyor. Öyle ki grubun müziği tam olarak Jazz olmadığı gibi Rock içerisinde girmesini sağlayan pek çok şey de tuhaf şekillerde kullanılarak, iş daha da garip hale getirilmiş.

Trompet, Trombon, Saksafon, Flüt gibi üflemelilerin bir hayli fazla olduğu albümde gidiş yönünü Rock ekipmanları belirlese de albümün her yerinden de Jazz akıyor denilebilir. Tempo artıp azalır gibi görünmekle birlikte çok fazla bir ilerleme kaydedemedikleri de ortada. Albümdeki tempo hemen hemen hep aynı yerde seyrediyor. 42 dakikadan oluşan 3 parça ile bu tip bir tempo anlayışını tercih etmek oldukça riskli görünse de Splash bu işin altından oldukça iyi bir şekilde kalkıyor. Herhangi bir saçmalığa mahal vermeden, ritim konusunda aksaklık ya da problem yaşamadan, tempoyu belirli bir seviyede tutup çok fazla dağılmasını engelleyebiliyorlar.

Bu etkide özellikle üflemelilerden gelen destek çok fazla. Temponun artmaya başladığı yerlerde araya girip belirli bir seviyede sabitlenmesini kolaylıkla sağlıyorlar. Değişik bir albüm işte...

SPLASH

Christer Jansson / gitar, Keman, Vokal
Thomas Jutterstrom / Piyano, Org, Synthesizer, Keman, Vokal
Torbjorn Carlsson / Flüt, Saksafon
Kaj Soderstrom / Bass, Vokal
Lennart Lofgren / Trombon, Flugelhorn
Henrik Hilden / Davul
Ahmadu Jarr / Vurmalılar
Sven-Ake Erixon / Maracas
Leif Hallden / Trompet, Flugelhorn
Christer Holm / Saksafon, Klarnet, Fagot
Gunnar / Vokal
Jan-Erik Westin / Vokal

SPLASH

01. Karottorokokrockokrokorock (Elephant Nilson) (20:55)
02. Tiokronorspolkan (6:48)
03. Sambahmadu (13:45)

31 Aralık 2022 Cumartesi

Byzantium / Live & Studio (1974)

Gönül isterdi ki yılın paylaşacağımız son albümü Mariah Carey'den Christmas Songs filan olsun ama burası öyle bir blog değil işte. Olamadık bir türlü. Nerede bir enteresanlık, bir gariplik, bir yok artık daha nelerlik durum var, maalesef biz oradayız işte. Yıl biterken dikkat edin kendinize...

Yılın son grubu da İngiltere'den geliyor, Byzantium. 1970 yılında Jamie Rubenstein ve Nico Ramsden tarafından duo olarak kurulan grup zaman içerisindeki gelişmelerle birlikte kalabalıklaşıyor. Özellikle canlı performanslarda bir hayli iyiler. Verdikleri konserlerde fazlaca alkış alıyorlar. Lakin iş albüm yapma kısmına gelince beklentilerin altında kalmayı da başarıyorlar. Müzikal anlayış farklılıkları dolayısıyla sık olan kadro değişikliklerinin bu konuda etkisinin çok olduğu söyleniyor. 

Byzantium, grupla aynı adı taşıyan ilk albümü yayınlıyor ama ortalamanın altında bir albüm oluyor bu. 1973 yılında ise ikinci albüm Seasons Changing kaydediliyor ki bu hem ikincisine oranla daha iyi hem de normalde gerçekten iyi bir albüm olarak ortaya çıkıyor. Yine de grubun kaliteli albüm kaydı yapımcı firma tarafından ciddiye alınmıyor ve grupla olan anlaşmalarını albümün yayınlanmasından sonra bitiriyorlar. Byzantium yılmıyor ve kendi çabalarıyla konumuz olan üçüncü albüm Live & Studio'yu çıkarıyorlar. Her iki stüdyo albümünden de daha başarılı bir albüm oluyor bu kayıt.

Aslında yaptıkları stüdyo kayıtları ve canlı performansların bir toplaması bu albüm. Ama fena halde iyi. Plak'ın A yüzü 3 canlı kayıttan, B yüzü ise 5 stüdyo kaydından oluşuyor. Psychedelic Rock'tan başlayıp ufak Jazz dokunuşları ile ilerleyen, aralarda Country izlerine bile rastlanan, türler arası geçişleri ilgi çekici şekilde kullanabilen bir albüm temelde. Bazı eleştirmenler Progressive Rock içerisine sokmaya çalışsalar da Prog Related, Byzantium için daha doğru bir tür tanımı olur. Coşkulu çalış stilleri ile kayda değer albümlerden aynı zamanda. Progressive bağları olsa da daha popüler bi yapıda olmaları ve enstrümantasyonun daha basit kaçması gibi sebeplerden ötürü grubu Progressive Rock içerisine almak diğerlerine de fena halde haksızlık olur. Arşive yer alması gereken, eğlenceli albümlerden. Stüdyo tarafının Live'a oranla daha iyi olduğunu da kendi adıma söyleyebilirim.

BYZANTIUM

Robin Lamble /Vokal, Bass
Mick Barakan / Vokal, Gitar
Jamie Rubinstein / Vokal, 12 Telli Gitar
Steve Corduner / Davul

LIVE & STUDIO

Live Side:
01 - Flashing Silver Hope (9:39)
02 -  Cowboy Song (3:27)
03 - Feel It (4:30)

Studio Side:
04 - I'll Just Take My Time (3:57)
05 - Surely Peace Will Come to Those Who Try (6:23)
06 - If You Wanna Be My Girl (6:12)
07 - Oh Darling (8:26)
08 - Move With My Time (4:43)

22 Aralık 2022 Perşembe

Ariel / A Strange Fantastic Dream (1974)

70'lerin başında Avustralya'da epeyce ses getiren Spectrum'dan Mike Rudd ve Bill Putt ile Tamam Shud'dan Tim Gaze ve Nigel Macara, grupları dağıttıktan sonra yeni bir oluşma gitmek için birlikte yola çıkıyorlar. Ortaya çıkan sonuç da Ariel oluyor. 1973 yılı başlarında kurulan grup hızlı bir şekilde kayıtlara başlıyor ve yılın sonlarına doğru ilk albüm olan A Strange Fantastic Dream ortaya çıkıyor. Albümün içeriğinden önce kapağı büyük yankı uyandırıyor. Zira kapakta Psychedelic bir tarzda betimlenmiş ağır uyuşturucular görünüyor. O dönem için bu tip konularda fazlasıyla tutucu olan Avustralyalılar yine de grubun hakkını yemeyerek en çok satan LP (Long PLay) listesinde 12. sıraya kadar yükselmelerini sağlıyorlar.

Grup bu albümün hemen ardından Jellabad Mutant adında bir albüm daha kaydediyorlar. Albüm bilim kurgusal bir konsept ile Progressive Rock Operası olarak tasarlanıyor ama maalesef o yıllarda yayınlanma şansı bulamıyor. Zira albüm kayıtları sırasında masraflar arttıkça artıyor. Yapımcı firma masraf - çıkan sonuç ilişkisini de beğenmeyince albüm rafa kalkıyor. Merak etmeyin, 2002 yılında geç de olsa albüm yayınlanıyor.

Grubun 3. ama yayınlanan ikinci albümü Rock'n Roll Scars 1975 yılında piyasaya çıkıyor. Her açıdan yetersiz bulunan albüm çok fazla ticari başarı da kazanamıyor. 3. Albüm Goodnight Fiona'da ise grup ilk albüm tadında bir albüm ortaya çıkarmayı başarıyor. Ticari olarak da başarılı oluyorlar ama bir arada durmaları için yeterli olmuyor. 1977 yılı Ağustos ayında verdikleri son konserin ardından Ariel dağılıyor.

Konumuz olan A Strange Fantastic Dream grubun çıkış albümü olması yanında en iyi albümü olma özelliğini de taşıyor. Karmaşık yapıdaki parçaların yanında insanı yere serebilecek nitelikteki ağır parçalar ve hepsine birden kattıkları ince mizah duygusuyla öne çıkartıyorlar albümü. Tim Gaze ile Rudd'un gitar ve müziğe çok iyi oturan vokalleri, Putt'un ritimleri kontrol eden bass gitarı ve albüme kattıkları Blues Rock etkileriyle gerçekten de nefis bir iş çıkardıklarını söylemek yanlış olmaz. Ufak ufak pek çok türden kattıkları lezzetleri de unutmamak gerekir. Sadece Blues Rock ya da Psychedelic Rock yok yani albümde. Keşfedilmeyi bekleyen bir hazine gibi.

ARIEL

Mike Rudd / Lead Vokal, Gitar, Back Vokal, Armonika
Bill Putt / Bass
Tim Gaze / Lead Gitar, Vokal
John Mills / Klavye
Nigel Macara / Davul

A STRANGE FANTASTIC DREAM

01. Jamaican Farewell (2:50)
02. No Encores (3:47)
03. Confessions of a Psychotic Cowpoke (4:43)
04. And I'm Blue (2:52)
05. Garden of the Frenzied Cortinas (7:46)
06. Miracle Man (5:29)
07. Chicken Shit (4:23)
08. Worm Turning Blues (2:56)
09. Wheezer Grunter Module Threadaboy/Harry v. Dirchy (God the Man) (4:20)
10. Hard Way to Go (3:49)
11. And if it Wasn't for You (2:32)

13 Aralık 2022 Salı

Secret Oyster - Sea Son (1974)

Daha önce adından söz ettiğimiz Burnin Red Ivanhoe’nun dağılması ardına 1972 senesinde kurulan Secret Oyster adını yine Burnin Red Ivanhoe’nun kendi adlarını taşıyan 1970 tarihli albümünün kapanış parçası “Secret Oysters Service” ten alıyor.

Burnin Red Ivanhoe’nun aksine ilk albümleri ile Psychedelic Rock'tan arınmış bir tür ağırlıklı Jazz Fusion harmanında takılmışlar. (ki bu albüm de taş gibi) Bahsedeceğim ikinci albümleri Sea Son ile daha çok Gong ve Colosseum’un 1970’lerin ortalarından sonra yöneldiği tarzda Jazz Fusion akımına kapılmış, neredeyse birebir örnek aldığı Mahavishnu Orchestra ve Miles Davis gibi babaların da gerisinde kalmamışlar.

Genel anlamda kulaklara Mahavishnu’nun Billy Cobham’sız hali (ilk albümden sonra grubu terk eden Bo Thrige Andersen olmadığından) gibi gelse de en az onlar kadar yaratıcı komposizyonlara ve icra yeteneğine sahipler. Claus Bøhling gitarda McLaughlin gibi yardırırken, Jan Hammer’ın izdüşümü Kenneth Knudsen synth ve piano ile atmosferi dengelemekte büyük iş başarıyor. Atmosfer bazen birbirine giren bir dolu ses yığınına dönüşen, her enstrümanın ayrı sololar attığı kakafoni şovuna da dönüşebilse de Karsten Vogel’ın atmosfere olan Miles etkisi derinden ve armonilerde büyük fark yaratıyor. Jess Staehr ve Thrige Andersen’in yerini alan Ole Streenberg’in altyapıdaki sadelikleri bahsettiğim kakafonik durumların da bir nebze önüne geçiyor.

İlk albümdeki çiğ ama orijinal sound'un yerini alan ayakları yere basan ama pek çok döneminin babalarından da ağır etkilenmiş müzikaliteleri pekala deneyimlemeye değer.

SECRET OYSTER

Claus Bøhling / Gitat
Kenneth Knudsen / Piyano, Moog
Karsten Vogel / Alto & Soprano Saksafon, Org
Jess Staehr / Bass
Ole Streenberg / Davul, Vurmalılar

Konuk Müzisyenler:
Finn Ziegler / Keman (1,5)
Hans Nielsen / Keman (1,5)
Bjarne Boie Rasmussen / Viola (1,5)
Erling Christensen / Çello (1,5)
Palle Mikkelborg / Strings Score & Düzenlemeler (1,5), Trompet (3,6)
Kasper Winding / Konga, Vurmalılar (3)

SEA SON

01. Oysterjungle (2:57)
02. Mind Movie (9:14)
03. Pijamamafia (6:07)
04. Black Mist (3:40)
05. Painforest (5:40)
06. Paella (8:23)

4 Aralık 2022 Pazar

Metropolis / Metropolis (1974)

Agitation Free
'nin albüm öncesi kadrosunda yer alıp, Timothy Leary & Ash Ra Tempel'in Seven Up albümünde hem flüt çalıp hem de yapımcı statüsünde olan Michael Duwe, Ash Ra Tempel'den Michael Westphal ve Mythos'tan Thomas Hildebrand bir araya gelince ortaya Metropolis çıkar. 1973 yılında kurulup albüm kaydedip 1974 yılında eksilen, 1976 yılında da dağılan bu Progressive Rock, Krautrock grubu gerçekten de etkileyici bir tarza sahiptir. Aralarda vokale destek olan Os Mundi'den Tanja Berg'ün (Ute Kannenberg) sesinin de etkileyiciliğe kattıkları ortadadır.

Grubun müzikal anlayışı, içerisinde pek çok farklı öğe barındırıyor. Jazz, Symphonic Rock, Blues, Folk ve nadiren de olsa Psychedelic'ten beslenen yapısına eklenen Duwe ve Berg vokali ile de enfes bir dinlencelik çıkıyor ortaya. 

Albüme hakim olan ikili gitarlar ve klavyeler fazlasıyla cüretkar davranmaktan geri durmuyor. Agresif girişler, melodik yapıyı bozmadan farklı tarz ve türlere doğru evrilen parçalar, dağınık gibi görünen ama bittiğinde bir bütünü oluşturduğunu anladığınız muhteşem kompozisyonlar ile fazlasıyla yaratıcı ve değişik bir albüm Metropolis. Aynı parçanın içinde bambaşka türlere ait sesler duymaya başladığınızda başka parçaya geçtiğinizi bile düşünebiliyorsunuz. O kadar iyi yedirilmiş ki tarzlar ve türler, albümde sarkan, doğru olmayan, size yanlış gelen herhangi bir şey bulmakta zorlanıyorsunuz.

Jefferson Airplane'den alışkın olanların kıymetini çok iyi anlayacağı kadın - erkek vokal birleşimi, albüme farklı bir hava katıyor. Jefferson Airplane'deki Psychedelic yapıdan daha farklı bir şekilde gelişen Metropolis müziğinde ikili vokal etkiyi daha fazla arttırıyor. Gerçi Tanja Berg'ün tonu Duwe'ninkine yakın ama aradaki farkı bariz şekilde görebileceğiniz kadar da ayrıksı.

Blog'da paylaştığımız bazı gruplarda özellikle belirttiğimiz "başka albümleri olsaydı nasıl olurdu" fikri Metropolis için de geçerli. Albümü dinledikçe bu grupta daha fazlası var ama bize az bir şey gösteriyorlar gibi bir fikre kapılmanız olası. Gerçekten de hem melodik bölümlerde hem de doğaçlama bölümlerinde daha fazlası için çok fazla yer var. Grubun potansiyeli, grup elemanlarının çaldığı diğer gruplar da dikkate alındığında bir hayli fazla. Ama ne yazık ki tek albümle idare etmek zorunda kalıyoruz.

METROPOLIS

Ute Kannenberg / Vokal, Vurmalılar
Thomas Hildebrand / Davul, Vurmalılar
Helmut Binzer / Gitar
Manfred Opitz / Klavye, Vokal, Akustik Gitar
Michael Westphal / Bass
Michael Duwe / Vokal, Gitar

Konuk Müzisyenler:
Heinz Loch / Flüt
Guiseppe Solera / Obua

METROPOLIS

01. Birth (5:30)
02. Superplastikclub (4:24)
03. Metropolis (9:56)
04. Dreamweaver (6:30)
05. Glass Roofed Courts (4:52)
06. Ecliptic (9:41)

3 Aralık 2022 Cumartesi

Hero / Hero (1974)

Progressive Rock
'ın kayıp gruplarından biri Hero. Değişik bir hikayeleri var. 70'lerin başında İtalya'da kuruluyor grup. 2 yıllık uğraşının ardından da albüm kayıtlarını tamamlıyorlar ama albüm 2 yıl daha yayınlanma şansı yakalayamıyor. Grup İtalya'dan Münih, Almanya'ya taşınıyor, daha iyi işler yapabilmek için. Fakat Heavy Progressive Rock'un bu acayip üçlüsünün gitaristi Massimo Pravato geçirdiği bir trafik kazasında hayatını kaybediyor. Albüm 1 yıl sonra yani 1974'te, sınırlı sayıda ve sadece Almanya'da plak olarak piyasaya çıkıyor. Hero'yu o dönemde fark edebilenlerin sayısı da oldukça az tabi. Ve grup 2006 yılında albümü CD formatında yayınlanana kadar unutuluyor. Tek albümlü efsaneler listemize hızlı şekilde girip kendine sağlam yer edinecek albümlerden biri olarak tanımlayabileceğimiz enfes albümle tarihin tozlu rafları arasında saklanıyorlar.

Albümün 1972 yılında kaydedildiğinden yola çıkarak Hero'nun, Italian Progressive Rock janrına dahil olduğunu söylemeden geçmeyelim. Lakin albümün tam olarak bu janrın içerisindeki durmadığını da ekleyelim. RPI'ın (Rock Progressive Italiano, nam-ı diğer Italian Progressive Rock) bazı özelliklerini bünyesinde barındırmakla birlikte tam anlamıyla da kökten bir Itailan olduğunu söylemek doğru değil. İngiliz müziğinden de Avrupa folklorundan da Amerikan Psychedelic'inden de izler görebilmek mümkün Hero'da. Eklektik bir yaklaşım sergilemedikleri ama etkilendikleri tarzlardan da vazgeçmedikleri açıkça belli oluyor.

Melodik yapısı çok fazla varyasyona açık şekilde ilerliyor. Aralardaki geçişler, albümü daha da tempolu hale getiriyor. Hammond org üzerine kurulu bir müzikal anlayışı olmakla birlikte diğer enstrümanların öne çıkışları da fena halde iyi. Grup elemanlarının virtüöz oldukları söylenemez ama gerçekten de hakkını vererek çaldıkları ortada. Grubun 3 kişiden müteşekkil bir trio olduğu düşünülürse albümde çıkardıkları sesler ve orkestrasyon 20 kişilik bir etki yaratıyor. Buna ek olarak grubun atmosfer yaratma konusunda da çok başarılı olduklarını söylemek lazım. Albümü dinlerken kendinizi farklı yönlere doğru koşuşturup dururken buluyorsunuz. 

Ne yazık ki tek albümle kalmışlar. Hatta az önce de bahsettiğimiz gibi daha albümü piyasaya çıkaramadan grup elemanlarından biri hayatını kaybetmiş. Devam edebilselerdi gerçekten de etkili 1- 2 albüm daha çıkarabileceklerine dair inancımız tam. 

HERO

Robert Deller / Klavye, Vokal
Massimo Pravato / Gitar, Bass
Umberto Maschio / Davul

HERO

01. Merry Go Round (4:21)
02. Crumbs of a Day (4:41)
03. Sunday Best (5:57)
04. Seminar (3:17)
05. Childrens Game (5:02)
06. Knock (4:52)
07. Clapping and Smiing (9:05)
08. Dew-Drops (7:03)
09. Buzzard (1:48)

28 Ekim 2022 Cuma

Percewood's Onagram / Ameurope (1974)

1968
Mayıs'ında Avrupa çalkantılı bir dönem geçirirken Almanya'da genç bir müzisyen One Plus None takma adıyla ve kendi imkanlarını kullanarak bir parça kaydetti. Parçanın adı Desert Walker'dı ve kısa sürede BBC'nin listesinde 2 numaraya kadar yükseldi. Şarkının nefasetini ve müzisyenin yeteneğini fark eden Alexis Korner, Wolfgang Michels'i Londra'ya davet edip onunla çalışmalara başladı. Bu dönemin sonunda ortada dişe dokunur bir şeyler yoktu ama Michels deneyim kazanmış ve kendi ayakları üstünde durabilecek hale gelmişti.

1969 yılında Michels Almanya'ya dönüp Bremen'de Percewood's Onagram'ı kurdu. Hızlı bir şekilde kaydedilen albüm çok iyi değildi ama devam etmeleri için yeterli sebebi de vermişti. 1971 ve 1972 yıllarında kaydettikleri albümler ilkinin aksine müzikal açıdan fazlasıyla doyurucu ve başarılıydı. Ama en büyük başarıyı da 1974 yılında kaydedip yayınladıkları Ameurope ile yakaladılar. Ne yazık ki bu, grubun devam etmesini sağlayamamıştı ve 1975 yılında Percewood's Onagram dağıldı.

Almanya'nın ilk bağımsız gruplarından biri olan Percewood's Onagram albümlerinde Folk kökeninden beslenen Psychedelic Rock, Progressive Rock ve nihayetinde Krautrock olarak anılacakları bir tarzı icra ettiler. Michels'in yaratıcılığı ve yetenekleri albümlerin her yerinde hissediliyor. 1973 yılında gruba dahil olan 2 Amerikalı Peter Conant-Schaffer ve Geary Priest'ın da etkileri bir hayli fazla. Muhtemelen albümün adı da Amerika - Avrupa birleşiminden geliyor.

Sakin tonlarda ama etkili şekilde oluşturulan parçalar birbirini takip eden bir yapıya da sahip. Konsept albüm değil elbette ama yakınlığı da şaşırtıcı. Albümde özellikle gitarların sık sık öne çıkarak kendini göstermesi keyif verici bir hal alıyor. Geri vokallerin koro mantığıyla ara ara yaptığı girişler de gitarların naif gösterisine eşlik ediyor.

Ameurope'da Jazz Rock'a da rastlayabiliyorsunuz bazı bölümlerde. Derin ve inceliklerine girmeden üstünden geçip gidiyorlar. Bu da albüme farklı bir hava katıyor. Özellikle melodik parçalarda etkilerin biraz daha fazla gözlemlenebildiğini söyleyelim.

Bu arada belirtmeden geçmememiz gereken bir konu daha var. Ameurope, birçok müzik eleştirmeninin en iyi Rock albümleri listesinde kendine yer edinmiş durumda. Her ne kadar bu tip listelerin tutarsızlığı ve popüler olana yönelmesi açık bir şekilde görülse de en azından Percewood's Onagram ve Ameurope'un bu listede yer alması sevindirici bir durum.

PERCEWOOD'S ONAGRAM

Wolfgang Michels / Vokal, Gitar
Klaus Kaufmann / Piyano, Org
Jojo Ludwig / Davul, Vurmalılar, Gitar, Bass, Vokal, Flüt
Eddy Muschketat Armonika, Vokal, Vurmalılar
Peter Conant-Schaffer / Lead Gitar
Geary Priest / Davul
Gerald Heinemann / Vokal, Vurmalılar
Uwe "Bass" Meyer / Bass

AMEUROPE

01 - Cause Me Pain 4:53
02 - Lonely Places 3:01
03 - Since I Met You My Darling 2:22
04 - I've Got My Woman 4:36
05 - You Don't Know What It Means 3:27
06 - Mind Is Political Pollution 3:16
07 - Jew Blues 2:01
08 - Leaders 5:42
09 - Lonely 4:23
10 - The Wilderness 4:36
11 - The Tamer and His Beasts 1:34
12 - Give Me All I Deserve 3:52
13 - Ameurope 2:48
14 - If You Did 0:46

20 Eylül 2022 Salı

Steely Dan / Pretzel Logic (1974)

Bazı albümler muhteşem, inanılmaz, enfes gibi tanımlamaların hiçbirine uymaz ama diğer taraftan bakıldığında vazgeçemediklerinizden biri olmayı da başarmışlardır. Pretzel Logic o tarz albümlerden biri. Albüm kötü değil elbette ama pek çok yönden zayıf kalıyor. Yine de dinlemesi o kadar keyif veriyor ki insana tekrar tekrar dinlemekten kendinizi alamıyorsunuz. İşin ilginci Steely Dan'in en iyi sayılabilecek albümü de değil. Ama albümün sıcaklığı, samimi görünümü, dinleyiciyi 70'lerin başına götüren tarzı sizi hemen yakalıyor.

New York'ta tanışıp ardı ardına birkaç grup kuran Donald Fagen ve Walter Becker, Steely Dan'in çekirdek kadrosunu oluşturuyor. Daha en başından beri ikisinin de amacı modernleşmiş ama özünü kaybetmemiş ve kendine has bir müzikal anlayış üzerine kurulu. Tanıştıkları andan itibaren de bunun üzerine yoğunlaşarak ilerliyorlar. Jazz'ı temel alan tarzlarıyla pek çok isimden sonra Leather Canary'e dönüşen grup (ki davulda sonraları komedi filmleri yıldızı olarak tanınan Chevy Chase var) ile cover parçalar çalıyorlardı. Sonraları çok başarılı bulunan ama bir türlü yayınlamayan kayıtlara imza attılar. Bu kayıtlardan biri Linda Hoover'ın I Mean To Shine albümüydü ve 5 adet Becker & Fagen şarkısı içeriyordu ama söz yazarlığı lisansı sorunu yüzünden albüm kaydedilişinden 52 yıl sonra, bu yıl yayınlanabildi.

İkili, film müzikleri de dahil olmak üzere pek çok "iş" için parçalar üretmişlerdi. Bu dönemde aralarına Jeff "Skunk" Baxter da katılmıştı. Bağlı bulundukları yapım şirketi, ürettikleri şarkıları diğer şarkıcıları için fazla karmaşık bulunca ikiliye kendi gruplarını kurma teklifinde bulundu ve 1971 yılı sonlarına doğru Steely Dan kuruldu.

Grubun adı, bu isim bulma işinin kutsal kitabı sayılabilecek olan William S. Burroughs'un Naked Lunch kitabından geliyordu. Kitapta geçen ve buharlı sistemle çalışan bir dildonun adıydı Steely Dan. 1972 yılında Can't Buy A Thrill, 1973 yılında ise Countdown to Ecstasy albümleri yayınlandı. Her ikisi de çok iyi albümlerdi. Konumuz olan üçüncü albüme gelindiğinde grup içerisinde çatlaklar oluşmaya başlamıştı. Zira Becker & Fagen ikilisi konserlere çıkmayı istemiyordu. Onun yerine stüdyoda kalıp daha iyi kayıtlar yapmak niyetindeydiler. Rock'ın revaçta olduğu bir dönemde pek doğru bir karar değildi elbette. Gitarist Baxter bu durumdan hiç hoşlanmıyordu ve sonunda gruptan ayrıldı.

İkili buradan sonra gerçekten de çok az sayıda konsere çıktılar, hatta neredeyse hiç konsere çıkmadılar bile denilebilir. Yine de başta aldıkları kararın arkasında durup gerçekten de iyi albümler ürettiler. 1975'ten sonra stüdyo müzisyenleri ile çalışarak kendi müziklerini kaydettiler.

Pretzel Logic grup mantığıyla yapılmış son Steely Dan albümüdür ama içinde bir çok stüdyo müzisyeni de bulundurduğu için de tam bir geçiş albümüdür. Bununla birlikte albüm, Rikki Don't Loose Thar Number gibi başarılı bir single (listelerde 4 numaraya kadar yükselmiş) yanında Night by Night, With A Gun gibi dinlemesi keyif veren parçalar içermekte.

STEELY DAN

Donald Fagen / Vokal, Klavye
Walter Becker / Bass, Gitar
Jeff "Skunk" Baxter / Gitar
Denny Dias / Gitar
Ben Benay / Gitar
Dean Parks / Gitar
Victor Feldman / Klavye, Marimba, Vurmalılar
Michael Omartian / Klavye
David Paich / Klavye
Timothy B. Schmit / Bass, Marimba, Vokal
Wilton Felder / Bass
Chuck Rainey / Bass
Ernie Watts / Bass
Jim Hodder / Davul
Jim Gordon / Davul
Jeff Porcaro / Davul
Lew McCreary / Trombon
Ollie Mitchell / Trompet
Plas Johnson / Saksofon
Jerome Richardson / Saksofon

PRETZEL LOGIC

01 - Rikki Don't Lose That Number 4:30
02 - Night by Night 3:36
03 - Any Major Dude Will Tell You 3:05
04 - Barrytown 3:17
05 - East St. Louis Toodle-Oo 2:45
06 - Parker's Band 2:36
07 - Through With Buzz 1:30
08 - Pretzel Logic 4:28
09 - With a Gun 2:15
10 - Charlie Freak 2:41
11 - Monkey in Your Soul 2:31


24 Ekim 2020 Cumartesi

Crystals - Crystals (1974)

Şimdi bir grup hayal edin ama “supergroup” olsun. Üstüne bir de bu grup İtalyan olsun. Yetmesin bir de elemanları Alphataurus, Banco Del Mutuo Soccorso, Premiata Forneria Marconi (PFM) ve Raccomandata Ricevuta Ritorno’nun elemanlarından oluşsun. Başka…?

Ha ama bu grup kurulduğu 1973 yılında da bir sürü kayıt yapıp albüm çıkaramasın! Büyük hayal kırıklığı olurdu. Gerçi doğru, o dönem gerçekten çıkaramamışlar. 1974 yılı için albüm hazırlanmış ama grup dağıldığı için piyasaya verilememiş, ancak 1992 yılında CD olarak yayınlanabilmiş.

Bu arada yukarıda saydığımız progressive, symphonic ve yer yer folk etkileri içeren grupların yaptıklarının dışında tam anlamıyla bir Hard Rock albümüdür Crystals. Tabi doğal olarak progressive etkiler de barındırıyor ama temeli çok sağlam bir şekilde hard. 

Zaten albümün açılış parçası Wrought Iron’ın girişini duyduğunuz an ne ile karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz. Hiç durmadan, koşar adım bir tempoyla devam eden parçada vokal yok, tamamıyla enstrümental. Ardından gelen Time Out ise introsundaki bass’lar ve Carlo Degani vokaliyle öne çıkıyor. Ara ara parçayı dinlerken insanın aklı Budgie’ye kayıyor. Time Out’un ortasındaki gitar soloya ve vokal girişine dikkat, gerçekten etkileyici.

Feeling, albümün ağır tondaki parçası. Klasik bir gitar melodisi üzerine iç yakan bir vokal ve üzerene bol slide gitar. Peşi sıra gelen If She’s Still Mine da benzer şekilde yavaş bir tempoya shipmiş gibi girip bir süre sonra tam anlamıyla cıvıtıp “gitarın türküsü” şeklinde bir duruma dönüyor. Sonlara doğru ise kontrol iyice kaybediliyor ani bir dönüşle başladıkları gibi bitiriyorlar parçayı.

Sad Story adından da anlaşılacağı üzere acı bir hikayeyi anlatırken girişinde insanın canını acıtırcasına bir yapıyla başlayıp vokalin ardından daha sert bir yapıya bürünüyor. 6.parça Persian Carpet düz bir vokal tekniği ama ritmik bir melodiyle gelişirken, karmakarışık yapıdaki ve kişisel olarak playlist’e pek almadığım Policeman ve albümün bitişini bir anda başlangıca çeviren enstrümental parça Woman Under Water ile keyif verici maddemiz Crystals albümü son buluyor.


CRYSTALS

Carlo Degani – Vokal, Vurmalılar
Nanni Civitenga – Gitar
Marcello Todaro – Gitar
Giorgio Piazza – Bass
Giorgio Santandrea - Davul

CRYSTALS

1. Wrought Iron (4:00)
2. Time Out (3:14)
3. Feeling (5:00)
4. If She's Still Mine (3:56)
5. Sad Story (5:42)
6. Persian Carpet (3:53)
7. Policeman (4:31)
8. Women Under Water (4:13)

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Robert Wyatt - Rock Bottom (1974)

Bu yazıya başlamak üzere pek çok farklı cümle denedim, kimi ökyüleyici kimi betimleyici tavırlar almak derdinde olan bu cümlelerin hiç biri veremek derdinde olduğun hissi vermeyi beceremediler (veya en azından bana öyle geldi) bunun iki nedeni olabilirdi: Ya gerçekten çok ama çok kötü bir yazardım ya da anlatmak derdinde olduğum şeyin bende yarattığı duygu öylesine yoğun öylesine kendine has bir şeydi ki bunu üçüncü bir kişiye aktarmak imkansız bir çabaydı.

Sanıyorum kendini beğenmiş doğam bu nedenlerden ikincisine yönelmemi sağlıyor. Ama bunun bir önemi yok çünkü Rock Bottom kişiye yukarıdaki her iki duyguyu da hissettiren bir albüm. Yani dinleyenine hem gerçek anlamda biricik bir anlatı öznesi olarak kendini tanıtıyor hem de onunla oldukça kişisel, özlü bir bağ kuruyor ve ördüğü bu kozanın içerisine hiç bir şekilde üçüncü bir kişiyi almıyor.Eğer durum böyleyse, neden bu yazıyı burada bitirmiyorum? Bitirmiyorum çünkü tüm bunlara rağmen kendisinden bahsetmek mümkün, nesnel değil ama tamamen şahsi bir şekilde....

1973 senesinde Robert Wyatt'ın geçirdiği trajik kaza nedeniyle felçli kalmasından sonra kaydedilen Rock Bottom'un "neyi anlattığı" yayınlandığı yıldan beri rock müzik çevrelerinde eğlenceli bir tartışma konusudur. Zira hem dönemin müzik algısının yarattığı "konsept albüm" fetişi hem de albümdeki eserlerinin birbirine nazire eden yapısı bu konsept albüm tartışmasını ateşlemektedir. Ve genelde işaret edilen nokta da Wyatt'ın kazasından sonra kaydedilmiş olması dolayısıyla, albümün, Wyatt'ın durumuyla yüzleşmesini anlattığıdır.
Bu fikre karşı çıkanlar ise argümanlarını Wyatt'ın albümdeki şarkıların sözlerinin kazadan önce yazıldığıyla ilgili açıklamasına bağlarlar. Albümün sözleri pekala kazan önce yazıldıysa bile açık olarak biliyoruz ki şarkıların besteleri ve düzenlemeleri kaza sonrası yapılmış, hatta Wyatt'ın kaza sonrası tuşlu müzik aletlerine yönelmesinde o dönem sevgilisi olan Alfreda Benge'nin büyük etkisi olmuştur. Albümün kayıtlarına başlanmadan önce Wyatt yalnızca üç şarkının ( Last Straw, Sea Song, Alfib) sözlerini ve temel müziğni yazmıştı, yani aslında albümün neredeyse tamamının Wyatt'ın kazasından sonra derlenip toparlandığını söylersek gerçeğin çok da dışına çıkmış olmayız.

Albümün müzikal örgüsüne baktığımızda kafa karışıklığı, tekrar, belirsizlik gibi temaların öne çıktığını görüyoruz (bu yazının özünde öznellik olduğunu lütfen unutmayalım) özünde bir aşk şarkısı olan yoğun synth duvarlarıyla örülü Sea Song'un sonunda Wyatt'ın bir anda düpedüz inleme başlaması, biri içten bir aşk şarkısı olan ve içten bir melodi aracılığıyla ilerleyen( fondaki sürekli sayıklamaya da ayrıca dikkatinizi çekerim) ancak devamında adeta bu aşk şarkısının tepetaklak edilmesi ile aynı ritm düzeni üzerine tekrar eden organ ve synth sesleri ve saksofonlar ile kurulan alfib ve alfie'in (Alfreda Benge'nin adının kısaltılmasıyla oluşturulmasıdır) tonlarındaki karşıtlık yine benzer bir şekilde Little Red Riding Hood Hit the Road ile Little Red Robin Hood Hit the Road arasında da görülebiliyor; ilk şarkı Mongezi Feza'nın trompet izi ve Wyatt'ın inlediği bir vokal izi tersten çalınırken piyano izinin ise Wyatt'ın tersten çalınan vokal izine eşlik eder biçimde normal çalındığı ve hepsinin üzerine Wyatt'ın yine tersten vokalini dinliyoruz, ancak şarkının sonunda vokal izi tekrar anlaşılabilir hale geliyor ve özür dileyen bir Wyatt ile karşılaşıyoruz:

" Sana neden zarar verdim, sana zarar vermek istemezdim" cümleleri daha sonra albümün son şarkısı Little Red Robin Hood Hit the Road'da da duyacağımız bir dörtlüğe yol veriyor ancak Little Red Robin Hood Hit the Road'da adı geçen dörtlüğe gelene kadar yaptığımız yolculuk çok daha farklı, bu sefer tersten çalınmış izler yok, bu sefer Wyatt'ın vokali ve Mike Oldfield'ın agresif elektrik gitarıyla karşı karşıyayız ve sözler özür diler bir tondan çok daha uzaklar "başımdan yaralandım, işleyen kemiklerimden yaralandım, parçalanmış telefondan kalanlarla televizyonu parçalıyorum, küçük ekmek somununun kırıntıları için mücadele ediyorum, istiyorum, istiyorum ver onu bana" kulaklarımızda yankılanan cümlelerden bazıları bu kuşkusuz ne sea song veya alifib gibi bir aşk şarkısı ne de little red riding hood gibi iyi niyetli bir adamın ağzından çıkan sözleri içeren bir şarkı...

Albümü kapayan Little Red Robin Hood ile birlikte albüm de kafa karıştıran bir şekilde son buluyor. Peki ne dinledik? Bir adamın yaşadığı bir travmaya dair otobiyografik nitelikler barındıran bir eser mi, bütünüyle aşık olduğu kadına adadığı bir albüm mü, alakasız sırf sanatsal dursun diye denenmiş bir yığın anlamsız deney mi? Cevabı bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey, dinlediğimiz şeyin içtenliği. Rock Bottom'u ilk dinlemeye başladığımda albümden nefret edeceğimi düşünmüştüm ancak Sea Song'un kapanışı ve Wyatt'ın inlemeleri kulaklarımda yankılandığında ne kadar yanıldığımı anladım ve aynı süreci bu albümdeki tüm şarkılar için teker teker yaşadım (belki The Last Straw hariç) bu artık gözümde ne bir art rock albümü ne bir prog. rock albümüydü, bu albüm gerçek anlamda dibine kadar keşfettiğim ve her seferinde sanki ilk defa keşfediyormuş hissiyle tekrar geri döndüğüm ve ne zaman kendimi dipte hissettsem geri dönme ihtiyacı hissettiğim güçlü bir ilaç oluvermişti. Rock Bottom sadece Rock müzik ile ilgilenenlerin değil, insan olma şansına erişmiş herkesin en azından bir kere dinlemesi gereken bir albüm.

Ekip:

Ivor Cutler - vokal
Alfreda Benge - vokal
Mike Oldfield - elektrik gitar
Mongezi Feza -trompet
Gary Windo - klarnet
Fred Frith - viyola
Richard Sinclair - bas gitar
Hugh Hopper - bas gitar
Laurie Allan - davul
Nick Mason - prodüktör
Robert Wyatt - gitar, vokal, perküsyon

ROCK BOTTOM

1. Sea Song (6:31)
2. A Last Straw (5:46)
3. Little Red Riding Hood Hit the Road (7:38)
4. Alifib (6:55)
5. Alife (6:31)
6. Little Red Robin Hood Hit the Road (6:08)

21 Ağustos 2016 Pazar

The Residents - Meet The Residents (1974)

1960’lı ve 70’li yıllarda yapılan rock müziği, aslında anglo-amerikan kökenlere sahipse de, bu blogda örneklerini bolca bulabileceğiniz, birçok kültüre adapte edilebilir, çok etkileşimli bir müziktir. 60’lardan gelen psikedelik kültür 1970’li yıllara varıldığında evrilerek farklı ulusların elinde farklı müzikal kimliklerin ortaya çıkmasına öncülük etmiştir.

Şahsi fikrim, 70’li yıllarda genel olarak Avrupa’da daha deneysel ve farklı etkileşimlere sahip bir müzikal anlayış hakimken, Amerika müzikal anlamda daha muhafazakar bir çizgiye oturmuştur. Ancak yazımız tamamen bu durumun dışında bir grup hakkında.

The Residents, 60’lı yılların sonunda kurulmuş, ilk albümünü 1974 yılında yayınlamış Amerikalı avangart bir gruptur (kendilerini bu şekilde tanımlarlar mı bilmiyorum). Grup üyeleri Louisiana’da aynı lisede okurlar, kayıt aletleri ile bir takın deneysel işler yapmakta ve beğendikleri müzikleri kaydetmektedirler. Yaşadıkları yer onlara dar geldiğinde, San Francisco’ya gitmek için yola çıkarlar ve San Mateo, California’da kalmaya karar verirler. Philip “Snakefinger” Lithman ve N. Senada ile tanışırlar ve bu iki isim grubun artistik, felsefi ve müzikal anlayışına büyük katkıda bulunur. Senada’nın “bilinmezlik teorisi” (theory of obscurity) aslında The Residents’in müziği hakkında en büyük ipucunu bize vermektedir; “bir sanatçı saf sanatı ancak dış dünyanın etkilerini ve beklentilerini değerlendirmeye almadığında üretebilir.” (N. Senada’nın gerçek bir insan olup olmadığı hala tartışmalıdır. Bazıları onun Captain Beefhart olduğunu iddia eder)

Tabii The Resident için sadece bir müzik grubu yakıştırması yapmak bir eksik bir tanım olarak kalır. Kariyerlerinde birçok multimedya çalışması ve performans sanatı örneği bulunmaktadır. Grup üyeleri kimliklerini hala gizli tutmayı başarabilmişlerdir. İkonik bir hal alan dev göz maskeleriyle sahneye çıkarlar, maskeler ilerleyen dönemde çeşitlense de hala herkes onları bu şekilde hatırlamaktadır. Yaptıkları müzik bu anonimlikten nasibini almıştır; kaotik, atonal, uzlaşmacı olmayan, hatta yer yer rahatsız edici bir havaya sahiptir. İlk dönemden bu yana elektronik müziğe yakındırlar. Gerek imajları, gerekse ürünleriyle dönemin karşı kültürüne karşı bir kültür geliştirmeyi amaçladıklarını söylemek yanlış olmaz. Albümlerinde kült sanatçıları yapıbozumcu bir şekilde coverladıkları da olur. (James Brown’ın This is a Man’s World’ünü tavsiye ediyorum)

Diskografilerine göz attığımızda 50 stüdyo albümü sayısız compilation, konser albümü multimedya yayını görürüz. Bu müzikal kariyer içinde belli bir The Residents tarzından söz edebiliriz ancak onların müziğini sınıflandırmak ya da muadilini bulmak nafile bir çabadır. Yine de Frank Zappa ve Captain Beefheart’a aşina olanların daha kolay kabul edebileceği bir müzik olduğu söylenebilir.

Tanıtacağım albüme gelecek olursak, “Meet The Residents” grubun debut albümü. Hem isim olarak hem de albüm kapağı olarak Beatles’ın “Meet The Beatles” albümüne alaycı bir göndermede bulunmakta. 1977 yılında EMI’ın şikayetleri yüzünden farklı bir cover ile piyasaya sürülmüş. Piyasaya sürüldüğünde 50 kopyadan az satmış ve döneminde hiç dikkate değer bulunmamış bir albüm. İlk şarkı “Boots” ise “These Boots are Made for Walkin’” coverı olarak düşünülebilir mi bilmiyorum. Albüm genelinde piyano ve üflemeliler bolca kullanılmış, çocuksu ve tekrar eden melodiler albüme kaotik ve bir hava katmakta. Bazı melodilerin, her ne kadar alışılmış armoni düzeni dışında yer alsa da, akılda kalıcı bir yanları da var. Değişken ve yer yer düzensiz ritimsel çeşitlilik albümün özgün taraflarından.  Benim kişisel favorilerim ise bir deli dansı olarak adlandırılabilecek “Infant Tango” ve bir Noel şarkısı olarak yazılmış “Seasoned Greetings”.

Herkesin dinleyebileceği bir müzik yapmasa da dönem müziği içerisinde özgün bir yer tutan bu avangart grup kendinden söz edilmesini gerçekten hak ediyor. Grubu tanımayanlar için 50’den fazla albüm, performans sanatı, multimedya materyali tam bir hazine niteliğinde. Son olarak 2015 tarihli "Theory of Obscurity" belgeseli The Residents'e ilgi duyanlar faydalı bir yapım diye düşünüyorum. 


"Nasıl toplumdaki yozlaşmış ve tutucu, ahlaki değerlere karşı mücadele ediyorsak, yerleşmiş müzik kurallarına karşı da mücadele etmeli ve bu kuralları yıkmalıyız. Müzikte çözülen sınırlar, insan ve doğa, ruh ve dünya, ahlak ve toplum kurallarının simgeleridir."

Arnold Schönberg

THE RESIDENTS

James Aaron / Bass, Gitar
James Whitaker / Piano
Wool / Vokal
The Residents / Diğer her şey

MEET THE RESIDENTS

01. Boots (0:54)
02. Numb Erone (1:07)
03. Guylum Bardot (1:19)
04. Breath And Length (1:44)
05. Consuelo's Departure (0:59)
06. Smelly Tongues (1:44)
07. Rest Aria (5:09)
08. Skratz (1:43)
09. Spotted Pinto Bean (5:27)
10. Infant Tango (5:28)
11. Seasoned Greetings (5:13)
12. N-Er-Gee (Crisis Blues) (7:16)

31 Aralık 2013 Salı

Placebo - Placebo (1974)

E madem "yeni yıla nasıl girersen öyle devam eder".. buyrun Placebo'ya... Gerçek anlamda farmakolojik açıdan hiçbir etkisi olmasa da Belçika çıkışlı bu grup yeni yıla daha sakin, daha rahat ve umutla girmenizi sağlayacaktır. Bu da iyi bişey tabi. Di mi?

Genel olarak Jazz Rock / Fusion olarak tanımlayabileceğimiz Placebo müziği 1974 tarihli bu albümde en yalın, en sade hali ile karşımıza çıkar. Standart tempo ile giden ve birbirine basit geçişlerle bağlanan sağlam melodiler enstrümentalistlerin başarılı yorumlarıyla kulaklarımıza enfes bir ziyafet sunar. Özellikle nefesli çalgıların ön plana çıkarak zarif dokunuşlarla parçaları işlemesi ve bununla birleşen grup lideri Marc Moulin'in klavyesi ile tabi ki Philip Catherine'in gitarı basitlik ve durağanlığı karşı konulmaz bir haz/keyif durumuna dönüştürür.

Geniş kitlelerce pek bilinmese de Belçika müziğinin önemli isimlerinden olan Moulin'in kişisel projeleri olarak bile sayabileceğimiz Placebo albümleri toplamda 4 tanedir ve her arşivde mutlaka bulunmalıdır. Moulin'in Placebo'dan hemen sonra yine Belçikalı grup Aksak Maboul'un kuruluş kadrosunda yer aldığını de belirtmeden geçmeyelim. 

Sayısal olarak bakıldığında blog 7.yılına giriyor bu yeni yıl ile birlikte. Bu süre zarfında aramıza katılanlara, bizimle birlikte eldeki bilgilerini paylaşanlara, eleştirileriyle bilgi eklemeleriyle bize destek olanlara ve en çok da "iyi bişeyler yapalım" mottosuyla çıktığımız yolda yapabildiklerimizin gerçekten iyi etki bırakabileceğine bizi inandıran takipçilere teşekkür ederiz. 

İyi bir yıla iyi bir başlangıç yapmanız dileğiyle...

PLACEBO

- Marc Moulin / Klavye, Synthesizer
- Nick Fissette / Trompet
- Richard Rousselet / Trompet
- Alex Scorier / Saksofon, Flüt, Akordeon
- Frans Van Dijk / Trombon
- Johnny Dover / Bass Klarnet, Saksofon, Flüt 
- Francis Weyer / Gitar, Bass
- Nick Kletchkovski / Bass
- Freddy Rottier / Davul, Vurmalılar
- Garcia Morales / Davul
- Yvan de Souter / Bass
- Philip Catherine / Gitar

PLACEBO

1. N. W. (8:38)
2. Plotselling (7:37)
3. Bosso (3:20)
4. Dag Madam Merci (3:10)
5. Hop Hop (4:32)
6. Tanga (3:33)
7. Stomp (7:35)
8. S. U. S. (4:22)


9 Ocak 2013 Çarşamba

King Crimson - Red (1974)

Sanat eserinizi nasıl alırsınız? Bol içerikli olsun, eklektik olsun, farklı şeyler söylesin; fazla fazla melodi kullansın, herkes enstrümanında virtüöz olsun, hepimizin bildiği ya da hiçbirimizin bilmediği duyguları açığa çıkarsın... Sizi bilemeyeceğim canım ama ben kaotik alayım biraz da. Tamam bu müzikte hepsi var bazı grupların toplayıp albüm çıkardığı kadar melodiyle Rick Wakeman bir şarkının sadece on saniyesini dolduruyor, David Gilmour'ın Comfortably Numb'da attığı sololarda ağladığınız kadar hiçbir sevgilinize ağlamamışsınızdır (yazar burada... neyse) bu böyle gider. Ama saf, tatlı ve melodik müzik yapan gruplar da hiçbir şey anlatmıyor bana. Belki de İtalyan gruplarını bu yüzden sevmiyorumdur, daha çok Almanlar çeker beni - Krautrock'tan bahsettiğimi anlamışsınızdır-.VdGG ve King Crimson sevgim de tam burada başlar işte (Evet ikisi de İngiliz, ne var?).

Öncü grupları biliriz; The Beatles veya Black Sabbath gibi öncülerden bahsediyorum elbette. Üyelerini bilmeseniz de röportajlarını okumasanız da albümlerini kronolojik sırayla dinleyip 'hmm...' yapmasanız da böyle grupların sırtındaki ağırlığın ve o 'sorumlu müzik'lerini anlarsınız. Malum, çıkardıkları her albüm, yazdıkları her şarkı, onların yolunda işe başlayan her gruba örnek olacaktır. İster istemez bir kontrolleri vardır soundları üzerinde. King Crimson ise Progressive Rock'ın öncüsü olma sıfatını oldukça hak ediyor, tam da yarattığı müzik anlayışı gibi sapkın, kontrolsüz ve kaotik. Bir albüm diğerini tutmuyor tamam anladık, sonuçta grup üyeleri her zaman stabil değil, ama bir albüm içinde hiçbir şarkı birbirine yaklaşmaz mı? Al işte, o albüm Red

Şu yıllar süren senfonilerden bir tane yazacak olsam, herhalde -albümün ilk şarkısı- Red'i introsu yapardım. Süresine aldanmayın Red'i herhangi bir şarkıya giriş, herhangi bir kitaba giriş ya da ne bileyim bir mevsime giriş olarak falan dinleyin ne demek istediğimi anlayacaksınız. İlk şarkıdan başlayan bilinmez ve karmaşık hava albüm sonuna kadar, arada vokalin durgunlaşması hariç, hakim ve bu da dinleyiciye tam da 'ne düşünürsen düşün dinlerken, biz koyduk buraya bir şeyler' mesajını vermiş. 

Burada oturup Robert Fripp'in yıllar sonra ortaya çıkacak grunge akımını etkileyen rifflerini -ki doğrudur, isterlerse bu albümü dinlememiş olsunlar bütün grunge grupları etkilenmiştir bu rifflerin harmonisi ve tonundan, aynen her müzisyenin Schoenberg'den etkilenmiş olduğu gerçeği gibi (dikkat Adorno göndermesi)- ya da Bill Bruford'un King Crimson'a katıldıktan sonra yaptığı müziğin karakterini nasıl değiştirdiğini ya da John Wetton'ın sesinin King Crimson'dan neler götürüp ona neler getirdiğini falan uzun uzun anlatırdım ama bu albümün karakterine yaraşır bir inceleme, bence albümün kendisi gibi kaotik olmalıydı. Kaçırmayınız, sevgilerle.

Not: Schoenberg demişken, Schoenberg ve atonal müziğinin progressive rocka etkileri üzerine ciddi düşünüyorum. Bu konuda fikri olan; bir yazı, bir not, bir şey görmüş olan varsa en kısa zamanda -ailesiyle de görüşüp elbette- ciddi bir ilişkiye yelken açmak isterim.

KING CRIMSON

Robert Fripp / Gitar, Mellotron
John Wetton / Bass, Vokal
Bill Bruford / Davul, Vurmalılar

Konuk Müzisyenler:
David Cross / Keman (4)
Mark Charig / Cornet (2), Double Bass (1)
Mel Collins / Soprano Saksafon (5)
Ian McDonald / Alto Saksafon (3,5)
Robin Miller / Obua (2)

RED

01. Red (6:17)
02. Fallen Angel (6:03)
03. One More Red Nightmare (7:10)
04. Providence (8:10) *
05. Starless (12:17)

27 Eylül 2010 Pazartesi

Snafu - Situation Normal (1974)

Eh, başladık bari devam edelim Snafu'ya. İlk albümdeki Blues etkileri bu ikinci albümde de görülmekle birlikte grubun kontrolü Moody'den Pete Solley'e kaymış ve doğal olarak, Solley'in hayran olduğu Country Rock tarzına yönelmişlerdir. Adam en sevdiği işi yapınca da klavye gerçekten öne çıkan, kendini farkettiren ve akıllara kazınan bir hale dönüşüyor. Moody'nin de duruma ayak uydurarak sıklıkla slide gitar'a dönmesi, Harrison'ın vokal tekniğini Country'e çevirmesi ile en iyi örnekleri Amerika'dan bile zar zor çıkan bir tarzda gerçekten başarılı bir çalışmaya imza atmış oluyorlar. Bu başarı ile birlikte Amerika turuna çıktıklarını da belirtmekte fayda var. Her ne kadar sonuç grup elamanlarının beklediği derecede başarılı olamasa da Snafu'nun günümüzde Situation Normal adıyla bilinmesine sebep olacak bir albüm kaydı yapmış olmaları bizim için de müzik tarihi için de yeterlidir. (acayip kaptırdım kendimi, müzik tarihini baştan yazıcam neredeyse :))

No More, No Bitter Taste ve Playboy Blues albümde öne çıkanlar. Özellikle Playboy Blues'da Solley, Moody ve Harrison'ın yeteneklerini konuşturduklarını belirtmeliyim. Ah, Ragtime Roll'u da unutmamak gerekir.

SNAFU

Micky Moody - Gitar
Bobby Harrison - Vokal, Conga
Peter Solley - Klavye, Arp Synth., Fiddle
Colin Gibson - Bass, Cowbell
Terry Popple - Davul

SITUATION NORMAL

01. No More 6:33
02. No Bitter Taste 3:30
03. Brown Eyed Beauty and the Blue Assed Fly 3:26
04 Lock and Key 2:52
05. Big Dog Lusty 3:41
06. Playboy Blues 8:20
07. Jessie Lee 4:42
08. Ragtime Roll 5:14


24 Eylül 2010 Cuma

Window - Window (1974)

Hakkında neredeyse hiç bilgimizin olmadığı bi grupla karşı karşıyayız. İngiliz kökenli oldukları ve folk rock içerisinde tek albüm ile yer aldıkları dışında grup elemanlarından bile haberdar değiliz. Pürüzsüz bir bayan vokal ile yumuşak gitarlar ve melodik yapısıyla arşivde yer etmesi gereken, sık sık olmasa da arada sırada mutlaka dinlenilmesi gereken akustik albümlerdendir. Affinity, Linda Hoyle, Joni Mitchell gibi isimleri akla getiren bayan vokal kimi zaman ses oyunlarına girişse de belki de folk'un doğal getirisi olan sakinlikten uzaklaşmıyor. Standart bass ve davul bi folk grubundan bekleyebileceğinizden fazlasını vermiyor. Tadında, kararında ve bildik bir tarz özetle. 

Albümün esasında arkadaşlarının düğünde okumak için yazılmış şiirler ile başladığını sonra bu şiirlere müzik eklenmesiyle "hadi artık albüm olsun bu bari" mantığıyla hazırlandığını belirtmekte fayda var. Özellikle sakin akşamüstlerinde güneş artık kendinden bile sıkılmışken gerçekten keyif alarak dinleniyor.

Silver, Noah, Begenning, Shine ve Jenny's Song öne çıkanlar.

WINDOW

Alan Stevens - Gitar
Ed Helbing - Gitar
Judy Kelly - Piyano
Liz Volk - Piyano
Beth - Vokal
Guy Moore - Vurmalılar

WINDOW

01. Silver (2:58)
02. Noah  (3:24)
03. Lullaby You (3:26)
04. Day Star (2:29)
05. Comfort Me (2:42)
06. Happy to See You (2:15)
07. Jamie (2:33)
08. Beginning (3:29)
09. The Magician (1:55)
10. You Can Pray (2:09)
11. Window (2:07)
12. Shine (3:59)
13. Jenny's Song (2:47)
14. The Garden (3:13)

14 Ekim 2009 Çarşamba

Montes - Cuando Brille El Tiempo (1974)

Arjantin'den başka bi grubu konuk olarak aldık mı hatırlamıyorum ama şimdi konuğumuz olan Montes, Buenos Aires'ten çıkmış en iyi gruplardan biridir. İsmini gitarist ve kurucu Jorge Montes'ten alır. O dönem içerisinde Mahatma Montes adıyla da bilinirlermiş. Müzikleri Hard Rock ile Heavy Progressive Rock arasında gezinir. Bu tür kuşak içerisinde yer alan diğer gruplarda olduğu gibi bazı parçalarda Uriah Heep benzeşmeleri de mevcuttur.

Bir 45'lik ve bir 33'lük çıkarmış olmaları aslında büyük bir eksiklik olmakla birlikte "tek albümlük gruplardan iyi şeyler çıkma ihtimali yüksektir" tezini bir kez daha doğruladığı için göz ardı edilebilir bir durum da ortaya çıkmaktadır. Konumuz olan albümde single olarak yayınlanan Pajaro Nocturno ve Un Viaje Al Mar'ın da olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.

1973 yılında kurulan grup Psychedelic Rock ile Hard Rock arasında gezinir. Jorge Montes'in ilgi çekici gitarı ile bütünleşen Policastro'nun vokali parçaların kopmadan ilerlemesini kolaylaştırır. Dinlerken bazen ulen adamlar jam session mu yapıyolar acaba diye düşünür insan. Zira Policastro'nun aralarda enteresan girişleri var, gözden kaçırılmaması gereken. Albüme şaane bi giriş yapan El Camino de Dios... ile sanki hiç bitmeyecekmiş gibi bi imge oluşturan Hoy ve peşi sıra gelen Arco Iris ile Epilogo de Crossville benim favorilerim. Hoy, uzun ve karışık melodili Budgie parçalarını andırıyor. Hadi bakalım... İyi dinlemeler...

MONTES

Jorge Montes / Gitar
Juan Carlos Policastro / Vokal
Alberto Oneto / Bass
Carlos Salazar / Davul

CUANDO BRILLE EL TIEMPO

01 - En el Camino de Dios Hacia el Sol
02 - Arde Roma
03 - El Ascensor (Por la luz de Dios)
04 - Hoy (Cuando Brille el Tiempo)
05 - Arco Iris
06 - Fuera el Sol
07 - Epilogo de Crossville
08 - Dias Despues
09 - Pajaro Nocturno
10 - Un Viaje Al Mar

1 Mayıs 2009 Cuma

Camel - Mirage (1974)

Blogda eksik olan şey bence bir Camel albümüdür deyip hemen işe koyulayım dedim. Camel, Canterbury ekolünden bir grup ancak aynı ekoldeki diğer gruplara kıyasla daha çok tanınan, biraz daha esnek ve kolay dinlenebilir bir müzik yapmakta.

Mirage grubun 1974 yılında çıkardığı ikinci albümü. Albüm kapakları sigara paketi gibi dursa da progseverleri her açıdan tatmin edecek bir albüm bence Mirage. Melodik açıdan oldukça zengin, yer yer depresif, yer yer enerjik yapıya sahip şarkılar içermekte. Şarkılarda uzun enstrümantal kısımlar bulunmakta fakat bunlar dinleyeni kesinlikle sıkmıyor. 12 küsür dakikalık Lady Fantasy, albümün en öne çıkan şarkısı, üzüyor, yıkıyor, güç veriyor, neşelendiriyor kısacası insan olduğunuzu hissediyorsunuz o 12 küsür dakika içinde. Supertwister da en az Lady Fantasy kadar etkileyici bir parça. Ayrıca neden bilmiyorum ama ben şarkılarda çok türkvari melodiler yakalayabiliyorum.

Kısacası kaliteli bir albüm diyebilirim gönül rahatlığıyla. Camel’ı sevmeniz için Camel içmeniz gerekmiyor.

CAMEL

Andrew Latimer / Gitar, Flüt, Vokal
Peter Bardens / Klavye
Doug Ferguson / Bass, Vokal
Andy Ward / Davul

MIRAGE

1 - Freefall (5:53)
2 - Supertwister (3:22)
3 - Nimrodel/The Procession/The White Rider (9:17)
4 - Earthrise (6:40)
5 - Lady Fantasy (12:45)