Symphonic Prog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Symphonic Prog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Eylül 2016 Pazar

The Moody Blues - On the Threshold of a Dream (1969)

Şimdi The Moody Blues denildiğinde illa ki Nights In White Satin bir açılır, dinlenir, en azından mutlaka adı anılır. Kabaca araştırdım ikinci en sevilen şarkısına göre yaklaşık 5 kat daha fazla dinlenmiş.

Neyse ki On the Threshold of a Dream bu yazının konusu.

Konsept albüm deniliyor, şu günlerde rezalet örneklerine denk geliyorum açıkçası. Hatta ne yazık ki ateşli dinleyicileri içeriğin yetersizliğini kavrayamadıkları için eleştirilere "Bi kere bu konsept albüm! Daha ne olduğunu bile bilmeyenler yorum yapmasın!!" gibi güdük yanıtlar diziyor. Bence bu albüm şahane bir örnektir neyin ne olduğuna. Elbette öncesi de var ama şahsi favorim On the Threshold of a Dream kıtlıkta bile doyurucudur.

The Moody Blues, konsept etiketiyle gerçekten çok güzel albümler çıkarmıştır. Aslında artık yeni nesil listeler halinde dinliyorsak da albümleri, burda ön-arka fikirleri ayrıktır. İlk 6 şarkı başlangıçtır, aşktır, hayaldir, rüyadır ama arka yüz yola koyulur.

Gerçekten bir kapı açılır ve hikaye In the Beginning ile başlatılır. Sanki birden radyo açılır fonda bir müzik duyulur. Nerden seslendiği anlaşılmayan Lovely To See You. Ara sıcak mı ana yemek mi henüz çözememişken Dear Diary o kadar sakin sabit ve içeriğe uygun bir müzikle geliyor ki gerçekten bir günlüğün sayfalarını çevirmek gibi bıraktığı his. Anlatılanı usluca dinlemek düşüyor sadece.

Hayır Nights In White Satin güzel değil demiyorum ama peki Never Comes The Day çiçek değil mi? Ben bayılıyorum ve gerçekten nefis.

You know it's true,
We all know that it's true.

denilmiş zaten, fazla söze gerek bırakmadan.
Tembel bir günün ortasından büyülerin içerisine gayet kesintisiz bir geçiş.
Yenilerin eline yüzüne bulaştırdığı kısımlardan biri de bu galiba. The Dream ne kadar güzel bir tamamlayıcı fikrin içerisinde.

Part 1-2-3,...,n gibi dizilen serilere hep özel bir sempatim olmuştur Duydun mu? Duydum, duyuyorum, duyabilirim derken sona ve bıraktığı tatlı hisse ulaşıyoruz.

Güzeller güzeli bir The Moody Blues albümü On the Threshold of a Dream, keyifle dinleyeceklere sevgilerle.

THE MOODY BLUES

Justin Hayward / Akustik & Elektrik Gitar, Çello, Lead Vokal
Michael Pinder / Hammond, Piyano, Mellotron, Çello, Lead Vokal
Ray Thomas / Armonika, Flüt, Piccolo, Obua, Tamburine
John Lodge / Bass, Double Bass, Çello, Lead Vokal
Graeme Edge / Davul, Vurmalılar, VCS3 synth

ON THE THRESHOLD OF A DREAM

01- In The Beginning (2:08)
02- Lovely To See You (2:35)
03- Dear Diary (3:56)
04- Send Me No Wine (2:20)
05- To Share Our Love (2:54)
06- So Deep Within You (3:07)
07- Never Comes The Day (4:43)
08- Lazy Day (2:43)
09- Are You Sitting Comfortably (3:29)
10- The Dream (0:57)
11- Have You Heard? (Part 1) (1:40)
12- The Voyage (3:58)
13- Have You Heard? (Part 2) (2:32)

26 Ağustos 2016 Cuma

Agamemnon- Agamemnon (1981)

Bazen bir yerlerden bir ezgi gelir kulağınıza: tanıdık, bildik bir tınısı vardır ama bir türlü çıkaramazsınız nereden bildiğinizi, nereden duyduğunuzu... Kimi gruplar için bu durum aslında çok da güzel değildir. Özgünlükten yoksun olma gibi bir algı uyandırabilir. Kimi nadir gruplar ise bu aşinalık hissi ile daha da bir yakınlaştırır sizi kendisine, Daha bir derine nüfus eder çünkü sizinle uzun zamandır varlarmış gibidirler. Sanki o melodi ile uyumuşsunuzdur gecelerce, sabah alarmı için o albümden bir parça seçmişsinizdir de bir sürü his sinmiştir ses hafızanıza.... İşte Agememnon'u ilk dinlediğimde bunu yaşadım ben. Yeni tanıştığınız birini yıllardır tanıyormuş hissi gibi...

Grubun orijini hakkında kesin bir bilgiye sahip değilim kimi sitelerde İsviçreli oldukları söyleniyor, kimilerinde ise Alman oldukları yazıyor. Bana sorarsanız adamlar İsviçreli (Alman aksanına benzetemedim ingilizcelerini), bilemedim.... Çok da önemli değil bence, aynı evrenin dünyada bilinç kazanmış tozlarıyız en nihayetinde. Hem ayrışmanın bu kadar çok olduğu bir dönemde böyle bir sınıflandırmayı yapmamış olmak bir şey de eksiltmez kimseden, Elmalığımız bakidir, baki kalacaktır. Elmalığı sizden öğrenecek değiliz!. Bırakalım bu işleri... Dinleyelim müziğimizi nefes almak için...

Albüm 1981 yılında yayınlanmış, grubun yayınlanmış tek albümü de bu zaten ( Keşke daha fazla olsaydı demeden edemiyorum). Hernekadar 80li yıllarda yayınlanmış olsa da albüm tamamen 70liyılların ruhuyla kanat çırpmakta. iki uzun parçadan oluşan albümün ilk yüzünde yer alan parçada - part 1- klavyeler özellikle çok lezzetli, kozmik semfonik devingen köşeleri ustalıkla şekillendirilmiş bir yapıya sahip. Akustik başlangıçtan sonra gelen, o iç yakan tonuyla klaveyi ne güzel de yerli yerinde işlemişler parçaya....ahhhh yazarken bir taraftan da dinliyorum. içim cızladı.....

Minotaurus, Epidaurus, Eloy, Pink Floyd...Hepsine de benziyor grup ama kendilerine has bir kokuları da yok değil hani...dinleyin derim. hatta dinledikten sonra düşüncelerinizi de yazarsanız çok sevinirim acaba bende mi oldu bu ''tanıdık'' gelme hissiyatı sadece diye merak ediyorum. 

Agememnonun kahramanlıklarını anlatıyormuş sözler... çok da lülü diyip gözlerimi kapatıyorum...ilk parçanın ortalarında duyduğumuz kadın back vokalin ismini bulamadım -Annie Haslam'a da benziyor accık, o değildir kesin- ama grubun diğer elemanları aşağıda: 

PART I&II
1. Agamemnon's Youth - Agamemnon, King of Mykene 19:45
2. Agamemnon at Troja - Agamemnon's Death 19:39

AGAMEMNON
Urs Ritter - drums
Erich Kuster - vocals, guitars, organ
Walter Rothmund - bass, keyboards
Werner Kuster - piano, keyboards, guitars, flute

güzel dinlemeler efenim.....

6 Temmuz 2014 Pazar

Grobschnitt - Rockpommel's Land (1977)

Yolculuğa çıkacaklar, hazır mısınız?
Yanınıza bu albümden başkasını almayın. Neresinden başlasam övgüye bilemiyorum. Grobschnitt'in sıvazlanacak sırtı kalmamış yetmişten bu yana ya, neyse. Ben hem övgü adına hem de tanıtmak adına yarım saattir dinlediğim bu albümü görücüye çıkarayım, bilmeyen bilmez sonuçta. Ama ben iyi bir progressive rock dinleyicisiyim diyenin de bilmemesi ayıbolur bu albümü.

Adamlarımız çok güzel evrenlerde yaşıyor. Ben en çok ''pseudonyms''leri olan ''Eroc", "Mist", "Wildschwein", "Lupo" ve "Popo"  adlarıyla anıyorum grubun üyelerini. O evrenlerde bu adlarla anılmaları kaçınılmaz.

Rockpommel's Land, aha işte! Yarattıkları onca evrenden sadece birisi. Albüm tek düze ilerlemiyor. Bize anlattıkları Ernie'nin yolculuğu gibi. Konsept albümlerini çok seviyorum. Bir kitap gibi oluyor. Kurgulu. Kitaptan daha da etkili üstelik bir de melodisi var! Bu albüm için müzikli kitap diyebilirim. Ya size şimdi grobschnitt'i mi anlatacağım ben, garip geliyor. Genelde anlatmayıp bir ayin gibi oturup son ses bu albümleri dinlediğimiz için...

Sözlerini yazmak istiyorum ama. Ernie'nin yolculuğunda siz hangi mağaralara girdiniz paylaşın isterim. Albümde bonus track ile birlikte beş parça var. wildschwein'ın dilinden dökülenler şunlar oluyor bu albümde:

Ernie’s Reise
You live the story
of the innocent life’s defeat of solitude’s dice
captivated by a moonbeam, chained to dispisers of your love
captivated by dispisers, lost in the canyons of your mind
Take just another lad
call him Ernie and see him returning home from school
left alone at some old window, leaving paper dreams to fly
hear the wind whispering gently calling you to dream away
So fly away in a staggering paper plane
don’t be afraid when somebody takes your game
High above the town soars a little boy in his paper plane
astonished he peers down, the houses look like toys from his paper plane
the wind takes his hand
Sparkling rivers below, watch the green meadows flow
feel your face caressed by a golden rainbow
Ernie never felt so strong
as he was gliding along, forgetting all fences he sailed till dawn
Look the sun is sinking low, little boy where do you go
time leads you to darkness of the night, shocks you with fright
don’t fear the shadow over you, it’s a bird called Maraboo
he will light his light, Ernie, he will be your guide
Confidence is a strong assistance to you
Hey little Ernie, I’d like to take you home to my nest
The sun will keep you warm and cozy all nite long
and you’ll have a pleasent rest – skip on my chest
The tree with the nest of the bird where the sun goes to bed is so high
it touches the sky
Far away a Blackshirt cleans a chain
Hey little lads, get on dreaming
fear the warming far away from home
find your hope in some desert stone
smell some dope in an ice-cream cone
announcement:
This evening a huge bird was seen carrying a little boy on his back in a height of about 3.000 feet right above sector 0/16. The bird was carrying some beer-bottles, a bag with vegetables, was lit contrary to regulations and was smoking a pipe. We instruct all planes cruising this sector to observe this incident. Over.

Severity Town

Look at the morning’s golden sun
her warmth had melt away your fantasy dreams
of Mr. GLEE prisoned in ROCKPOMMEL’s LAND
because he’d laughed and danced holding children’s hand
Look Ernie where you are, forget about Mr. GLEE
you’re just awoken on Maraboo’s tree.
Look at the morning’s golden sun
boiling the water kettle right on her head
old Maraboo is warming morning due for you
ain’t it enough at least for this dream to be true
But Ernie said goodbye, to find Mr. GLEE
and Maraboo gave him a feather on his way downtree
on his way, his long long way downtree
You, have you got any aim you could hang on a name
when you’re chasing around, climbing trees up and down
See this sinister confusion around, little boy watch out
you’re in ROCKPOMMEL’s SEVERITY TOWN
this cursed place works so graceless and so loud
The Blackshirts have imprisoned Mr. GLEE ‘cos he wants to be the children’s friend
run little Ernie, you’re so young and so free
let your faith and your feather lead you to ROCKPOMMEL‘s LAND
Ernie chased around and found the town gate
where two Blackshirts were on guard
their stoney heads looked so amazing and he laughed
that’s why they tried to seize him
he skipped and struggled hard to get off
t’was a real mess around
and undisigned the Blackshirts touched his feather
wich froze in their frozen town
announcements:
Little Ernie didn’t believe his eyes when suddenly he was alone. Maraboo gave him a magic feather, wich turned each Blackshirt into a stone.
Totally exhausted Ernie went off this severe place and followed a way leading to the mountains. Half an hour later he rested in the shade of a HOWARD JOHNSON’s where he began to consider whether he should turn around the record or have another hot dog ...

Anywhere

Anywhere on a desert stone, anywhere so far from home
where’s no friend to hold your hand
to dry your tears changed into sand
Anywhere there’s a lonely friend waiting for tears formed to sand
call him bird or tree or flower
he never won’t prevent you
from living all your dreams
from giving all your streams
from changing your ways of dealing into human feeling
Anywhere behind a desert stone, anywhere so far from home
you’ll find a grown blind flower
she never is alone, far from home
she feels wind around her
she feels a warming sun
she feels some raindrops wet her leaves
since that time she lost her griefs
Anywhere, my friend, you’ll find a human land
behind all mountain’s sand
be born or died – it’s not your end
announcement:
Here we come, here we are all around
taking forth our stoney sound
stoney arms, stoney legs, stoney brain
one – two – three and again

Rockpommel’s Land

Ernie found a hiding place, the only way to stay
a gang of stoney men was scuffing down the way
stoney noses, stoney heads armed with poisonious eyes
orches in their bushlike hands, smoking their stoney size
run away from this dangerous smoke wich wraps those cursed guys
it turns the air to dusty slime an little boys into flies
Ernie, the stoney men have left this place
that is your chance to win the race
Ernie walked for hours with the midday sun
was it the right or something-gone-wrong-way, that carried him on
right thru stoney desert and sand, all around no one was near
was it the way to ROCKPOMMEL’s LAND – little Ernie began to fear
Ernie thought of old Maraboo
he just was so fair
sadly he touched his magic feather
suddenly a rush moved the air
Don’t fear the shadow over you
it’s your old friend Maraboo
when you touched your feather he preceived your pain
and came to help you again
Full moon was shining at their journey’s end
Maraboo and Ernie reached ROCKPOMMEL’s LAND
The Valley Of The Caves, The Peak Of Liberty
The Great Gritty Grotto
wherein they saw Mr. GLEE
Suddenly little Ernie heard a thousand children singing
and whe he looked up, he saw their shadows filing
towards the Gritty Grotto shade, where a lattice bared the gate to Mr. GLEE
the good man touched the children’s hands
thru a space in the iron fence, and felt so free
The lattice burst down like the ice on the water
Ernie had touched it with his feather
and from drawers at the walls of the cave
hundreds of goblins tumbled down and danced and sang
Now we’re free in ROCKPOMMEL’s LAND, one – two – three
We love thee and ROCKPOMMEL’s LAND, Mr. GLEE
Now we’re free in ROCKPOMMEL’s LAND, one – two – three
We love thee and ROCKPOMMEL’s LAND, Mr. GLEE
The mornig awoke, blurning sun warmed the children
they walked hand in hand with each other
together with Ernie they escorted Mr. GLEE
home to their town wich now was free
Free from hate is ROCKPOMMEL’s LAND, it ain’t too late
to open your gate to ROCKPOMMEL’s LAND, don’t be afraid

ROCKPOMMEL'S LAND

1. Ernie's Reise (10:56)
2. Severity town (10:05)
3. Anywhere (4:13)
4. Rockpommel's Land (20:55)
Bonus track on cd release:
5. Tontillon (6:15)


Anywhere bir başka. Melodik kısmı fazlaca ruhumu okşuyor. Sizin yolculuğunuzun sonunda da dolunay yeterince parlak olacak mı?

30 Kasım 2012 Cuma

Genesis – Trespass (1970)

Bir müzik türünü tanımlarken bize hissettirdiği atmosferi anlatmak hiç bilmeyen birine anlatırken bize yardımcı olmayabilir. Özellikle Progressive Rock dinleyicileri için bu durum biraz belirgin. Bunu yapmak yerine örnek vermeyi seçeriz. Genesis, verdiğimiz örneklerin başındaki gruplardan biridir çoğunlukla. Bu albümle beraber Genesis, şu an taklit edilmesini eleştirdiğimiz klişeleri yaratmaya başlıyor.

Bir grup için kısa sürede bu kadar hızlı bir evrimleşme, çok sık görülen bir durum değildir ama Genesis bunu devrim yaratacak bir şekilde gerçekleştirmeyi başarmış. Progressive Rock’ın en önemli teknik özelliklerinden biri olan uzun ve karmaşık enstrümantal partisyonları bu albüme heyecan verici bir şekilde yerleştirilmiş. Albüm aslında baştan sona, grubun on yıllardır bu işi yaptığı ve bir albümlüğüne dinlendikten sonra aynı hızla devam ettiği hissini yaratıyor. Albüm çıktıktan 42 yıl sonra koltuğumda oturup bu albümü dinlemek her ne kadar aşırı hislere yol açıyor olsa da, o yıllarda bu müzik hareketi yeni yeni yeşermeye başladığında bu albümle karşılaşsaydım yaşayabileceğim heyecanı tahmin bile edemiyorum.

Dikkatimi çeken bir diğer nokta ise Anthony Phillips’in performansıydı. Neredeyse tüm şarkılarda Phillips’in baskın melodik müsrifliğini görebiliyoruz.  Belki de sahneyle yaşadığı duygusal problemler onu yedek kulübesine taşımasaydı bir albüm sonra tanışacağımız Steve Hackett’ı şu an tanımıyor olabilirdik. Hackett için ‘iyi ki’ mi diyeyim yoksa Phillips için ‘keşke’ mi diyeyim tam bilmiyorum. Sadece bu albümde toplulukla beraber davul başı yapmış olan John Mayhew ismini anmadan da geçemeyeceğim. Kendisi her ne kadar bu albümde iyi bir iş çıkarmış olsa da isabetli bir şekilde bu albümden sonra yerini –o zamanlar sadece cici bir müzikal deha olan- Phil Collins’e bırakmak zorunda kaldı. Bunun dışında Genesis müziğine Gabe’in şifalı üfürüğüyle can verdiği ve o dönemde de The Moody Blues ve Jethro Tull gibi pek çok grup tarafından kullanılan flüt sololarının efektif bir şekilde dahil olduğunu, tüylerimiz diken diken olduğunda açıkça fark edebiliyoruz.

Trespass denildiğinde akla gelen ilk şey tabii ki çoğu müziksever için The Knife olacaktır. Bu eklektik ve yapımında bolca kaotik ruh serpintisi kullanılan şarkı, ilerleyen yıllarda da pek çok toplama albümde ve ıslaklarımızda yer aldı. Ayrıca Peter Gabriel’ın tüyler ürperten sesiyle bizlere albümü açan Looking For Someone da ayrı bir mesele. Her şarkının ayrı bir değeri var o yüzden bir anlam ifade etmeyecek tek tek belirtmem, asla kaçırmayın demekle yetiniyorum.

GENESIS

Peter Gabriel / Lead Vokal, Flüt, Akordeon, Tambourine, Bass Drum
Anthony Phillips / Akustik 12 Telli Gitar, Lead Elektrikli Gitar, Dulcimer, Vokal
Anthony Banks / Org, Piyano, Mellotron, Gitar, Vokal
Michael Rutherford / Bass, Nylon & Akustik 12 Telli Gitar, Çello, Vokaş
John Mayhew / Davul, Vurmalılar, Vokal

TRESPASS

01. Looking for Someone (7:06)
02. White Mountain (6:42)
03. Visions of Angels (6:50)
04. Stagnation (8:48)
05. Dusk (4:13)
06. The Knife (8:56)



27 Kasım 2012 Salı

Genesis - From Genesis To Revelation (1969)



       Yıl 1969... Hepsi 18-19 yaşlarında ve grup çalışmalarına başlayalı iki yıl olmuş. Grubun üzerinde, o dönemde İngiltere’deki en önemli pop müzik prodüktörlerinden biri olan ve aynı zamanda Genesis’i ‘keşfeden’ Jonathan King’in etkisi çok fazla. Biraz da bu yüzden çoğu progressive rock dinleyicisi bu albümü Genesis’in ilk albümü olarak değerlendirmez, çünkü albümün genel yapısı The Moody Blues’u ve bir parça da Bee Gees’i anımsatacak nitelikte. Hatta albümdeki parçaların çoğu, pek çok Genesis hayranı tarafından ‘’yan sanayi pop ballad’ları’’ olarak nitelendirilse de henüz daha çok genç olan bu müzisyenlerin iyi bir iş çıkardıkları da aşikâr.

Albümün kadrosuna baktığımızda klasik Genesis kadrosundan Peter Gabriel, Mike Rutherford ve Tony Banks’i görüyoruz ve şarkılarda da bireysel yetenekler açısından Gabe’in ve Mike’ın geleceğe dönük olarak fazlasıyla ümit verdiklerini görebilmek mümkün. Tony Banks’in performansı ise her ne kadar albümdeki şarkıların belkemiğini oluştursa da birkaç albüm sonra dinleyeceğimiz Tony Banks’e göre oldukça yaratıcılıktan uzak. Bu albümden bir progressive rock ‘magnum-opus’ı olan Foxtrot’a kadar olan süreci, bir gelişim süreci olarak görürsek From Genesis To Revelation sadece –grubun ikinci albümü olan- Trespass’a yönelik ufak belirtiler gösterebiliyor.

Her ne kadar olumsuz eleştirilerin hedefi olup yok sayılsa da bu albüm, Genesis hayranları tarafından en az bir kere dinlenmeli. Şarkılar ise aralarında tek tek incelenecek farklılıklar göstermiyor fakat That’s Me, hem Peter Gabriel’ın vokal yeteneklerini hem de Genesis’in şarkı yazma yeteneklerini göstermesi açısından yeterince güzel bir tercih olabilir.


1. Where The Sour Turns To Sweet (3:13)
2. In The Beginning (3:46)
3. Fireside Song (4:18)
4. The Serpent (4:38)
5. Am I Very Wrong? (3:31)
6. In The Wilderness (3:29)
7. The Conqueror (3:40)
8. In Hiding (2:37)
9. One Day (3:21)
10. Window (3:33)
11. In Limbo (3:30)
12. Silent Sun (2:13)
13. A Place To Call My Own (1:58) 
14. The Silent Sun (2:11)
15. That's Me (2:36)
16. A Winter's Tale (3:27)
17. One-Eyed Hound (2:33)

28 Aralık 2009 Pazartesi

Atlas - Blå Vardag (1979)

Merhabalar herkese.

Uzun zamandır yoktum ortalıklarda; bahane falan bulmayacağım tamamen tembellik benimkisi. Annem senden bıktım demeye başladı artık, ben de şöyle bi silkineyim dedim bitim pirem de silkinsin... İşte böylece bir uyanış denemesi yapma kararından sonra ayaklarımı sürüye sürüye dolaşırken bu albümü gördüm. Aslına bakarsanız ilk önce Atlas ismi çekti beni, mitolojik bir şeyler falan bulurum umuduyla atladım fakat kapağı görünce hayallerim suya düştü.

Yine de ''İyi ki de içimdeki balıkların hepsini yememiş kedilerim:)'' dedim kendi kendime. Çünkü gayet güzel, müzikal olarak çok hoş bir albümmüş bu. Kapak da hiç fena sayılmaz doğrusu. ''Stopp music huss'' mu ne bir şey yazıyor evin duvarında ama ne demek istenildiğini tam anlayabilmiş değilim. Uzakta kalmak yaramıyor bana sanırım çenem de düştü iyice, balık kedi medi derken asıl amacımı unutuyorum. Abilerimiz bu albümde iki klavye kullanmışlar.

Genele baktığınızda klavye ağırlıklı zaten ama davullar gitarlar da etkin değil dersek taş oluruz :P Sanki klavye bizi bi yere taşıyor oradan gitar alıyor kucağına bizi, ondan sonra bi ''Nerdeyim ben?'' oluyorsun ondan sonra da oynamaya başlıyorsun. Oynama işin abartısı tabii ki. Beni mutlu etti bu albüm çok. Kasmadı hiç, kolay dinledim, dibe inmeden yüzdüm... En sevdiğim parça şu diyemeyeceğim bütün itibariyle sevdim. Grup İsveçli, tek albüm yapmışlar.

Grup hakkında yapılan yorumları okuduğumda bi sürü benzetme yapılmış grup için. Kimisi Genesis'in melodik olanı demiş, kimi Camel'in daha bi jazz hali demiş. ben bişey demeyeceğim beğendim, dinledim, dinliyorum... Umarım siz de beğenirsiniz...

ATLAS

Björn Ekbom / Org, Piyano, Synths, Clavinet, Mellotron, Rhodes
Erik Björn Nielsen / Synthesizers, Mellotron, Rhodes, Org, Piyano
Micke Pinotti / Davullar
Uffe Hedlund / Bass, Bass Pedallar, Gitar
Janne Persson / Gitar, Perküsyon

BLÅ VARDAG

01 - Elisabiten (7:12)
02 - På Gata (14:10)
03 - Blå Vardag (6:56)
04 - Gånglåt (2:52)
05 - Den Vita Tranans Väg (7:18)
06 - Björnstorp (6:17)
07 - Hemifrån (7:50)
08 - Sebastian (4:31)

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Il Balletto di Bronzo - Ys (1972)

İtalyanların progressive tarihi o kadar şöhretli olmasına karşın, progressive dinleyen kitleler her zaman bir sınırla yaklaşmışlardır. Çünkü İtalyanlar yaptığı işlerden, delilik sınırlarını zorlayarak dehaya ulaşmaya çalışırlar. İtalyanlar progressive tarihine çok önemli gruplar bırakmıştır. Le Orme, Premiata Forneria Marconi, Area , Banco del Mutuo Soccorso en ünlenmiş gruplarıdır.Bu grupların albümleri sanki kendinizi bir müzikal şölende hissettirir.Girişinden itibaren kendinizi bambaşka bir havaya sokarlar. Bu grupların albümlerinden seçmeler de verilecektir. Biraz daha bekleyin hepsi olacak.

İşte hem müzikal bir şölende hem de konsept bir albüm arayanlar için ise Il Balletto Di Bronzo’nun Ys albümü önerilir. Bu albüm Leone tarafından yazılmıştır. Ys adlı güzide albüm dört bölümden oluşur. Introduzione(Giriş), Primo Incontro (Birinci Karşılama), Secondo Incontro (İkinci Karşılama), Terzo Incontro (Üçüncü Karşılama) ve Epilogo (Sonuç). Atmosferik bir klavye ve vokalin girişiyle albüme başlayacaktır; bunu takip eden 38 dakika boyunca ritimler aşırı dozda yüksek, sanki bu aletleri bize verdiniz ama biz bunları parçalarız İtalyanız lan biz havasındadır.

Ys adı neden bu kadar garip demeyin. Yazarımız Leone bu isimde bir şehir tasarlayıp kafasında efsanevi bir öyküsel anlatımla sizlere bunu gösterecektir. Aslında albüm arkasında epey bir türü barındırmaktadır. Progressive rock, psychedelic rock ve avant-garde/free jazz gibi türlerden beslenmişlerdir. Bu albümün her şeyi grubun vokali ve klavyecisi Gianni Leone’nin dehasından çıkmıştır. Ama diğer grup elemanları da epey yüksek bir efor harcamış olmalılardır. Aslında albümde tam bir ahenk ve senkroniye örnek gösteremeyiz. Grup elemanları kanımca bu uyumsuzluğun yarattığı havadan ortaya çıkanları, işte yarattığımız efsanevi şehir böyle bir yer gibi göstermek istemişlerdir. Size söyleyebileceğim dipnot ise lütfen albümün sonuna dikkat edin.

IL BALLETTO DI BRONZO

Gianni Leone / Vokal, Klavye
Lino Ajello / Gitar
Vito Manzari / Bass
Giancarlo Stinga / Davul

YS

01 - Introduzione (15:11)
02 - Primo Incontro (3:27)
03 - Secondo Incontro (3:06)
04 - Terzo Incontro (4:33)
05 - Epilogo (11:30)

7 Temmuz 2009 Salı

Ramses - La Leyla (1976)

Öncelikle bu muhteşem blog'a ilk defa albüm eklemenin heyecanını yaşarken, "hangi albümü koymalıyım?" sorusu ile uzun süre bocaladığımı itiraf etmek istiyorum. Sonuç olarak Hannover'in güllerinden Ramses'in ilk albümü olan La Leyla’da karar kıldım.

Efendim Hannover'in ücra köşesinde doğan Langhorst biraderler bu leziz grubun beyni olup, çocuklukları boyunca mahallenin büyük abileri Eloy ve Jane dinleyerek büyüdüklerini tahmin ediyorum. Bu dinlemeler boyunca çağrışan beyinleri ilk albümün omuriliğini oluşturmuş ve evlerinin bir odasında şarkıların tamamına yakınını bestelemişler sonra diğer elemanları bulup progressive rock tarihinin en verimli yıllarından olan sevgili 1976 yılında La Leyla isimli albümü piyasaya çıkarmışlar.

Albüme kabaca bir bakacak olursak biraderlerin dümenindeki keyboard ve gitar tamamen domine ediyor albümü; davulun müziği idare edecek kadar çalması kabul edilebilir belki ancak vokal'in yetersizliği malesef bas bas bağırıyor.

Açılış parçası "Devil Inside" grubun karakterini en güzel anlatan parça sanırım; gitar ve keyboard şarkıyı alıp götürüyor hatta sonlara doğru synthesizer sazı tamamen eline alıp gitara yeter kes diyor.

La Leyla'ya gelince şarkıya olan saygımdan yeni bir paragraf açmalı dedim. Hammond var, bass var, davul var ama öyle bir gitar var ki tekme tokat giriyor şarkıya bir anda darma duman ediyor dinleyenleri. Tek gitarlı grupların yaşadığı sahne problemlerinden biri stüdyo kayıtlarında çift gitar kullanmalarıdır, bu şarkının girişinde çift gitar ile solo atılmış çok da iyi olmuş ancak bir konser versiyonlarını dinledim tam bir hayal kırıklığı...

Yumuşak bir soundu olan bu güzide grubun dinlenimi kolay bu albümünün diğer parçaları da oldukça melodik ve dinleyiciyi kasmayan yapıya sahip. "Someone Like You" isimli parçanın ortalarındaki bir melodinin buram buram Moody Blues tattığını tüm dinleyenlerin fark edeceğini düşünüyorum.

Özellikle Alman Prog. Rock'ını sevenlere bu albümü tavsiye ediyorum. Sadece La Leyla'nın yüzü gözü sebebiyle dinlenilmesi gerekir. Keyifli dinlemeler.

RAMSES

Norbert Langhorst / Gitar
Winfried Langhorst / Klavye, Vokal
Hans D. Klinkhammer / Bass
Herbert Natho / Vokal
Reinhard Schröter / Davul

LA LEYLA

01 - Devil Inside (4:45)
02 - La Leyla (7:25)
03 - Garden (5:03)
04 - War (6:25)
05 - Someone Like You (8:13)
06 - American Dream (5:00)

5 Temmuz 2009 Pazar

Asia Minor - Crossing The Line (1979)

Evet. Gentleoctopus haklı bence de. Albüm ekleme zamanımız çoktan geldi de geçiyor. Bu kadar yaymak olmaz dedim, Asia Minor’u eklemeye niyetlendim. Grubumuz Asia Minor 2 Türk 2 Fransız üyeden oluşuyor. 70lerin sonlarında 2 albüm yayınlamışlar. Grubun Türk üyelerinden Setrak Bakırel daha sonra Yılmaz Güney’in “Duvar” filminin müziklerini yapmış.

Sözünü ettiğimiz “Crossing the Line” ise grubun ilk albümü. 1979 tarihli albüm 1993 yılında tekrar yayınlanmış. Albümün oldukça atmosferik bir havada seyrettiği söylenebilir. İnsanı melankolik bir havaya sokuyor, az vokal çok enstrüman mantığı güdülmüş… Ki bence iyi de olmuş. Yalnız düşüncem o ki vokal pek güçlü değil. Sanki “normalde şarkı söylemem ama iş başa düştü n’aapalım” havası hissediliyor. Buna rağmen sıkılmadan dinlenebilecek sağlam bir albüm olduğunu söyleyebilirim.

Bu grubu tanımak benim için ilginç bir deneyim oldu. Daha önce duymadıysanız bir göz atın derim. Neyse ben sıramı savdım galiba şimdilik. Yüklenecek albümleri bekliyorum, tamam. 

ASIA MINOR

Eril Tekeli / Flüt, Gitar, Bass
Setrak Bakirel / Vokal, Gitar, Bass
Lionel Beltrami / Davul, Perküsyon
Nick Vicente / Klavye

CROSSING THE LINE

1 - Preface (4:18)
2 - Mahzun Gözler (8:13)
3 - Mystic Dance (1:45)
4 - Misfortune (4:30)
5 - Landscape (3:50)
6 - Vision (5:35)
7 - Without Stir (1:50)
8 - Hayal Dolu Günler İçin (4:38)
9 - Postface (2:00)

3 Temmuz 2009 Cuma

Grobschnitt / Solar Music - Live (1978)

Bu blog’da bir şeyin eksikliğini hep duymama rağmen bu eksikliğin ne olduğu kafama anca bu gün dank etti. Solar Music-Live lan işte bu. Eminim blog'a yolu düşen düşmeyen herkesin zulasında bu Live’ın bir veya birden çok versiyonu (The History of Solar Music) mevcuttur. “Eee mevcutsa neden ekliyosun be adam?” diyen olursa, cevabım; “Bilmiyorum”.

Kim bilir belki de bu Live'ı ıskalayan bir kaç progsever varsa düşüncesidir ha. Evet evet öyle olsun, bu muhteşem Live kazara es geçen progseverlere gelsin.

Müzik eleştirmenlerine göre (ve eminim biz dinleyiciler olarak da) tüm zamanların en iyi perfonmanslarından biri olarak gösterilen “Solar Music-Live” Grobschnitt'in 1974 çıkışlı Ballermann albümünün ikinci yarısında bulunan stüdyo kaydının canlı performans hali.

1978 çıkışlı bu konser kaydı toplamda 53 dakikayı buluyor. Üzerinde önceden çalışılmış olsa da sahne içinde yaratılan müthiş doğaçlamalar ve melodisel yapı dinleyiciye kafayı sıyırtacak cinsten. Bu Live ile yaratıcılığın doruk noktasında duran Grobschnitt, “Solar Music-Live” ile o kadar anıldı ki, isimlerinin dünya çapında anılması bu albüme borçlu belki de.

Konser boyunca solo atmaya programlı bir gitarcı düşünün, dinleyiciyi transa sokmaya kararlı, vuruşları-zamanlaması mükemmel bir de baterist (üstelik grubun kurucusu ve lideri) sık sık birbirleriyle şahane düetlere giren gitarlar, arka planda kalsa da konser genelinde synth-klavye dokunuşları, çığlıklar, nefis ses efektleri, ruhunuzu sarsacak ani patlamalar daha ne diyeyim. Güneş müziği, mükemmeli yakalamış yıllarca dinlenebilinecek ender bir örnek.

Ayrıca şu, bu favori parçadır diye de birşey söz konusu değildir bu albümde. Bütününü atarsınız Winamp'a, varsa bi kaç bira birlikteliğinde koltuğunuza oturur, sesi kökler, uçuşa geçersiniz. Her ne kadar Symphonic Prog olarak geçse de Grobschnitt, bu Live Space Rock’tır çünkü.

DVD’sine değinmiyorum bile. Pink Floyd'un Pompeii’sine Almanlardan bir cevap olarak gösterildiği düşünülürse (kıyas olmasa da) sahne performanslarını, tiyatral şovlarını bi düşünün artık.

Ha bir de grubun lideri Eroc vardır ki, 75-79 çalışmaları kesinlikle es geçilmemelidir. Zaten 80'lerde Eroc gruptan ayrıldıktan sonra bikaç farklı çalışmaları daha olmuş ama eski başarılarını yakalayamamışlardır.(Zaten 80'lerde kim yakalamış ki, o da ayrı bi konu)

1998’de tekrardan basılan Live’da iki tane de bonus parça bulunmakta. Eksik albüm eklemişsin deyip kafamı ütülemeyin. :)) Son söz olarak da ne yapın edin bu canlı performansın DVD’sini bir yerlerden ele geçirin derim. Kendinize iyi bakın.

GROBSCHNITT

Stefan Danielak / Gitar, Vokal
Joachim H. Ehrig (Eroc) / Synthesizer, Davul, Vokal
Wolfgang Jäger / Bass
Volker Kahrs / Klavye, Vokal
Gerd Kühn / Gitar, Vokal

SOLAR MUSIC - LIVE

01 - Solar Music I (4:38)
02 - Food Sicore (3:52)
03 - Solar Music II (6:03)
04 - Mühlheim Special (10:43)
05 - Otto Pankrock (6:26)
06 - Golden Mist (10:56)
07 - Solar Music III (12:26)

29 Mayıs 2009 Cuma

Granada - España, año 75 (1976)

Şu konuya girme işi ne zor birşey ya, bir girilebilse arkası gelecek muhtemelen ama... Makedonların medar-ı iftahar'ı Leb i Sol'u görünce, ben de uzun süredir eklemek isteyip de ekleyemediğim (hatta unuttuğum) İspanyolların medar-ı iftahar'ı Granada'yı ekleyeyim bari dedim. Hem blog hareketlenmiş olsun biraz.

“España, año75” Granada’nın 1976 tarihli ikinci albümü. Toplam üç albüm, bir single olmasına rağmen ikinci albümde karar kılmamın sebebi sanırım, dört bölümden oluşan "El Color que Pasamos este Verano" adlı parçanın giriş kısmındaki melodinin bana çok tanıdık gelip ama bir türlü çıkartamayıp kendime sinir olmam. Bir filmden mi duydum yoksa bizden bir türk grubun bir çalışması mı? Hatırlayan olursa yorum kısmına yazsın lütfen. :))

Albümün tamamı enstrümantal. Synth, mellotron'ın ve diğer klavyelileri yoğun olarak kullanan gurup(Carlos Carcamo) bu albümde konuk müzisyen Jorge Pardo'nun soprano saksafonuyla ayrı bir fusion tat katmış albüme. Parça arası geçişler deyim yerindeyse su gibi akıyor diyebiliriz. Civa gibi bir yerde durmayan sürekli devinim hissi veren neşeli, tahrik edici ilerlerken bir anda karanlık bir atmosfer hemen ardından duygusal notaların akıvermesi enstrümanlardan... Tarif etmesi zor. Ne kadar sıradışı bir grup olduğunu ancak dinleyince anlayacaksınız Granada’nın. Ülkelerine has flamenko ezgilerini de unutmamak gerekir ayrıca. Zaman zaman başka sanatçılardan etkilenme hissi yaratsa da, kesinlikle bir tarzları olan kompozisyon ve entrüman hâkimiyetleriyle bünyenizi tarumar edecek bir grup Granada. Diğer iki albümü de es geçmemeli ayrıca. Konsept olarak az farklılık gösterse de año 75’den aşağı kalır yanları yoktur.

Sabahı da yaptık gene iyi mi?.. Gidip sıcak bi kıymalı börek almalı. :))

GRANADA

Juan Bona / Davul
Carlos Carcamo / Klavye, Synth, Mellotron, Keman, Mandolin
Antonio Garcia / Bass
Javier Monforte / Gitar
Jorge Pardo / Soprano saksafon

ESPAÑA, AÑO 75

01 - Elcalor que Pasamos este Verano
        a)Pordonde Andamos
        b)Todo Hubiera sido tan Bueno
        c)La Autentica Cancion del Verano
        d)No me Digas Bueno, vale
02 - Setiembre
03 - Noviembre Florido
04 - Ahora Vamos a ver que pasa

1 Mayıs 2009 Cuma

Camel - Mirage (1974)

Blogda eksik olan şey bence bir Camel albümüdür deyip hemen işe koyulayım dedim. Camel, Canterbury ekolünden bir grup ancak aynı ekoldeki diğer gruplara kıyasla daha çok tanınan, biraz daha esnek ve kolay dinlenebilir bir müzik yapmakta.

Mirage grubun 1974 yılında çıkardığı ikinci albümü. Albüm kapakları sigara paketi gibi dursa da progseverleri her açıdan tatmin edecek bir albüm bence Mirage. Melodik açıdan oldukça zengin, yer yer depresif, yer yer enerjik yapıya sahip şarkılar içermekte. Şarkılarda uzun enstrümantal kısımlar bulunmakta fakat bunlar dinleyeni kesinlikle sıkmıyor. 12 küsür dakikalık Lady Fantasy, albümün en öne çıkan şarkısı, üzüyor, yıkıyor, güç veriyor, neşelendiriyor kısacası insan olduğunuzu hissediyorsunuz o 12 küsür dakika içinde. Supertwister da en az Lady Fantasy kadar etkileyici bir parça. Ayrıca neden bilmiyorum ama ben şarkılarda çok türkvari melodiler yakalayabiliyorum.

Kısacası kaliteli bir albüm diyebilirim gönül rahatlığıyla. Camel’ı sevmeniz için Camel içmeniz gerekmiyor.

CAMEL

Andrew Latimer / Gitar, Flüt, Vokal
Peter Bardens / Klavye
Doug Ferguson / Bass, Vokal
Andy Ward / Davul

MIRAGE

1 - Freefall (5:53)
2 - Supertwister (3:22)
3 - Nimrodel/The Procession/The White Rider (9:17)
4 - Earthrise (6:40)
5 - Lady Fantasy (12:45)

13 Ocak 2009 Salı

José Cid - 10000 Anos Depois Entre Vénus e Marte (1978)

70’ler Portekiz müziğini ele aldığımızda Quarteto 1111 Tantra, Banda Do Cascao, Petrus Castrus gibi gruplar arasında belki de en göze çarpanıdır Jose Cid. Cid, "10000 Anos Depois Entre Venus E Marte" albüm performansıyla kendisini kanıtlamış, saygıdeğer bir müzik insanıdır. Yanında çalan müzisyen arkadaşların da hakkını vermek lazım tabii ki de. Fakat aynı cümleyi tekrarlamaktan ne kadar sıkıntılı olsam da belirtmek istiyorum ki albüm hak ettiği ilgiyi bulamamış, tarihin tozlu raflarında ilgili kimseler tarafından keşfedilmeyi beklemiştir.

Albüm, Cid ve klavyesi hegemonyasındaki sekiz parçadan oluşmaktadır. Enstrümanların uyumu inanılmazdır. Bazı yorumcular tarafından 70’lerin en önemli mellotron dinletisi olarak gösterilmektedir.

Kısaca konsepti de özetlemek gerekirse, efenim dünya yıkıma uğramıştır. Bu olaydan bir adam ve bir kadın uzay gemisine binip uzaklaşarak paçayı kurtarmışlardır. Aradan 10000 yıl geçer. Elemanlar dünyanın eski dengesini ve güzelliğini tekrardan var etmek amacıyla ellerindeki teknolojiyle harap olmuş gezegenlerine geri dönerler.

Görüldüğü gibi Sci-Fi odaklı bir hikaye ve buna paralel düşüncelerle kurgulanmış sesler bütününden ibaret, leziz bir albümdür. Şarkı sözlerinin Portekizce olması salt müziğe yoğunlaşmayı olanaklı kılacaktır. Eh, hala konsepte takılıp da derin düşüncelere dalacak olanlara ise hiçbir sözüm yok.

JOSE CID

José Cid / Piyano, Synthesizer, Mellotron, Vokal
Josi Carrapa / Gitar (8)
Ramon Gallarza / Davul, Perküsyon (1-7)
Zé Nabo / Bas Gitar, Gitar (1-7)
Guilherme Scarpa Inãs / Davul, Perküsyon (8)
Mike Sergeant / Gitar (2)

10000 ANOS DEPOIS ENTRE VENUS E MARTE

01 - O Ultimo Dia Terra (4:24)
02 - O Caos (5:50)
03 - Fuga Para O Espaco (8:09)
04 - Mellotron O Planeta Fantastico (6:43)
05 - 10,000 Anos Depois Entre Venu E Marte (6:03)
06 - A Partir Do Zero (4:44)
07 - Memos (2:22)
08 - Vida (Sons Do Quotidiano) (12:41)

8 Ocak 2009 Perşembe

Eik - Hrislan Og Straumurinn (1977)

Biraz İzlanda havası alalım...

%83’ü hali hazırda internet kullanıcısı olan İzlanda'nın biraz boşladığını düşündüğüm bir grup Eik. Zira hakkında İzlandaca'yı geçtim İngilizce olarak bile doğru dürüst yazılmış bir şey bulamadım.

Her neyse… Bahsi geçen memleketten çıkmış en iyi gruplardandır. 1971 yılında müzik kariyerine başlamış olan grup ikinci albümleri "Hrislan Og Straumurinn" ardından 1978 yılında dağılmışlardır.

Eik, senfonik tabanlı jazz, blues ve biraz da funk öğelerle oluşturmuştur parçalarını. Albümün sürprizleri boldur. Yine de rahat dinlenebilir olmasıyla dikkat çeker. Yes’ten fazlasıyla etkilenmiş olmalarına karşın daha fazla türlerde dolanmaları ilk başta tutarsızlık abidesi olarak insanın bilinç altına işlese bile oturaklı bir grup olduğu dinlenince anlaşılıyor. Sanki önceden hazırlanılmamış da direkt stüdyoya dalıp içlerinden geleni çalmış herifler. O derece rahatlar benim gözümde.

Şüphesiz albümün en ağır topu yaklaşık 15 dakikalık albüme de adını veren "Hrislan og Straumurinn"dir. Fakat parçalar iyi-kötü, ağır-hafif demeden kesintisiz dinlenilirse bütünlük bozulmayacak ve dinleyici daha büyük bir keyif alacaktır.

İskandinav bağımlıları bir adım öne...

EIK

Magnus Finnur Johannsson / Vokal, Yan Flüt
Thorsteinn Magnusson / Gitar, Mini Moog, Vokal
Petur Hjaltested / Klavye
Asgeir Oskarsson / Davul
Haraldur Thorsteinsson / Bass, Perküsyon, Vokal
Tryggvi Julius Hubner / Gitar, Perküsyon, Vokal

HRISLAN OG STAUMURINN

01 - Hrislan og Straumurinn (14:23)
02 - Eitthvad Almennilegt (4:05)
03 - Diskosnudurinn (2:01)
04 - Í Dvala (2:23)
05 - Átthagar (3:17)
06 - Fúnk (4:16)
07 - Fjöll (4:27)
08 - Í Stuttu Máli (0:48)