2 Mayıs 2008 Cuma

Budgie - Budgie (1971)

Geçen derste parlatma işini doğru dürüst becerememiş olsam da, zamanın değeri hakkında altın bir öğüt niteliği taşıyordu Miyagi ustanın öğretisi. Bu defa daha hazırlıklı ve zamanı doğru kullanarak ve önceden bu fevkalade albümü dinlemiş olarak (!) karşınızdayım.

Bahar alerjimden dolayı sık sık kaşınan ve kanlanan gözlerim beni yavaş yavaş korkutmaya başladı zira “netleme” problemi yaşıyorum. Tabi sorun tamamen gözlerde değil, saatlerce monitöre bakmasını emreden beyin ve o beyni idaren eden aklımda…Dün dışarı çıktığımda resmen hava çarptı, oksijene hasret kalmış ciğerlerim. Bir de malum sandalyem var , dizüstü kullanıcılarına dönecim sayesinde…

Neredeyse dünyayı keşfettiklerine inanacağım İngilizlerin yine bir şey keşfetmiş gruplarından biriyle karşı karşıyayız..1967’de kurulan grup daha ilk albümleriyle başarıyı yakalamış nadir gruplardan, Black Sabbath, Rush, Uriah Heep gibi bir klasmanda incelememizin mümkün olduğu tarzları; heavy metalden progressive rock’a değişiklikler göstermektedir. Yer yer gayet hızlanarak speed metal olayına göz kırptıklarını da belirtmek lazım. Günümüz müziğine bakıldığında da; ağır davul tempoları ve kirli gitar tonları ile sludge metali etkileyen gruplardan biri olduklarını düşünüyorum.

Açılışı yapan Guts; hem sözler hem beste olarak damarlarınıza Budgie sempatisini güzelce aşılıyor. Aynı zamanda hem gitar hem vokal görevlerini üstlenmiş birine göre gayet kompleks partisyonlara sahip Burk Shelley’nin bass gitarı, ayrıca vokalleri en az Geddy Lee kadar ince ve etkileyici. Author hafif açılışına rağmen sonlara doğru gayet ağırlaşıyor velev ki davul duble cross kullanmaktan kaçınmıyor.Nude Disintegrating Parachutist Woman; ismiyle doğru orantılı süresiyle albümün en uzun parçası ve muhtemelen söz yazarının ufak çaplı fantezilerinden biri olan “parçalanan çıplak paraşütçü hatun”; bass ve gitarın aynı soloyu attıkları noktada tavan yapıyor ve ortalamanın bir hayli üstündeki davul ritmiyle , parçayı albümün en hızlılarından biri yapıyor.Bir dakikaya yakın jam introyla açılan Rape of Locks bahsettiğim speed etkisinin en çok görülebildiği parça. Davul temposunun yükseldiği iki noktada 1’er dakikalık sololaru bulunan Tony Bourge agrasyonu dizginlediğini gösteriyor. Parçanın ikinci kısmında da duble cross aksiyonu gözden kaçırılmamalıdır.Homicidal Suicidal kapanış parçası olarak albümü başladığı yerde bitiriyor ve bass ile elektroyu ayıramakta zorlanacağınız derecede ağır gitar tonlarıyla albüm en ağır parçalarından biri olduğu gösteriyor.

BUDGIE

Burke Shelley - Vocal, Bass
Tony Bourge - Gitar
Ray Phillips - Davul

BUDGIE


1 - Guts (04:21)
2 - Everything in My Heart (00:52)
3 - The Author (06:28)
4 - Nude Disintegrating Parachutist Woman (08:41)
5 - Rape of the Locks (06:13)
6 - All Night Petrol (05:57)
7 - You and I (01:41)
8 - Homicidal Suicidal (06:41)

Yes - Relayer (1974)

Miyagi ustanın yeni çırağı bendeniz, cilalama işini bile becerebileceğimi düşünemezken, gentleoctopus tarzı bir parlaklık istedi...bu pek kısıtlı zaman içinde direktman saldırdım yazmaya fekat opera (gözümün nuru) beni yarı yolda bırakarak bana hayatım dersini verdi; "operayla bloga post yazanın burnu boktan çıkmaz" (ya da öyle bir şey)

Bu pek kısıtlı zaman içinde (sanırım 20 dakikadan az kaldı), bu pek nadide grup hakkında bir iki söz söylemem lazım.Sitenin en önemli eksiği, İngiltere'nin gülü, progresif müziğin yılmaz neferleri...birazcık yaşlanmış olsalar da hala aramızdalar, 1-2 haftadır var olan tanışıklığıma rağmen sanki onları senelerdir tanıyormuşcasına hissediyorum. Halbuki diğerleri gibi (diğerlerinden kasıt hepsi oluyor burada...gibi gibi) 70'lerin sonunda onlar da bozulmuş ve popülerliklerini yitirmişlerdi.

Lakin grubun farkı...grubun ta kendisindedir; birbirinden virtüöz sanatçılar öbeği olan Yes, '69 da yayınladıkları "Yes" albümünden itibaren gösterdikleri akıl almaz yetenekleri, bir Beatles klasiği olan (ve ya olmayan) Every Little Thing coverından belli olmaktaydı. Sırasıyla Time and a Word, The Yes Album, Fragile devam eden diskografilerinde asıl darbeyi '72 senesinde yayınladıkları Close to the Edge albümüyle yapmıştır dinleyicelere...Darbe dediysem bir müzikalite atağı. Tüm müzik tarihini özetleyen yegane albüm Close to the Edge bu işi 37 dakika gibi kısa bir sürede halleder...albümün sonunda mutluluk, hüzün, eğlencenin verdiği yorgunluk ve bunun gibi bir sürü anlamlı anlamsız duyguya gark eder insanı...yaa yaa!

Ah dostlar altımdaki sandalyeyi bozulan formundan daolyı kısa süre evvel deri kaplattırdılar. Tutturmuştum ben de burosit isterim diye, al sana burosit...lakin havalar ısındı...deri bir güzel pişirdi tüm takım taklavatı, bundan gayrı yazıma burada son veriyorum, biraz dolaşıcam, ilk yazım olmasından ötürü mazur göreceğinizi umuyor, iyi günler diliyorum.

NOT : Albüm gayet Yes kıvamında , Sound Chaser dikkat edilmesi gereken bir parça, pek Yesvari bir açılışı olmasa da (sanki biraz fazla hızlı ve agresif olmak istemişler) Alan White saygıyı hak ediyor. Steve Howe bu parçada bana Erkin Koray 'ı hatırlattı, nasıl olur da bu adamı zamanında en vasat gitaristlerden biri seçerler aklım almıyor. Patrick Moraz da Rick Wakeman'ı aratmayacak aranjmanlar yapmış , The Gates of Delirium açılışında Close to the Edge tarzı su damlası efektleri ve vokalleri keyboardla harmoni etmesi gayet hoş. Steve Howe ve synth gitarları harikalar yaratıyor. Jon Anderson'ın efsane meleksi sesini yer yer (The Gates of Delirium kapanışına yakın) duyuyoruz çünkü ilk parça dışında genelde tamamen koro halinde vokal kısımları.To be over, Howe ve Moraz işbirliği bu parçada tavan yapıyor. Sitarımsı bir ses var Moraz'ın keyboardunda bu da az evvel Steve Howe'un Erkin Babaya olan benzerliğinin Moraz için de geçerli olduğunu dile getirmeme sebep oluyor.Chris Squire'e gelirsek...sadece döktürüyor... yine introlar ve parçaların yükselişe geçtiği noktalarda o kirli bass tonunu kullanıyor, yine punch tonu köklenmiş vaziyette davulla birlikte akan aksak ritmleri destekliyor ve özellikle Sound Chaser daki hızlı partisyona dikkat etmenizi öneririm...

Yes'i tanımak için eşsiz bir albüm, evet Wakemansız, Brufordsuz olsa da gayet Yes ve gayet (hatta "en" diyelirim) sert bir albüm. İyi eğlenceler

NOT ÜSTÜNE NOT : Maalesef başaramadım ne yaptıysam olmadı a dostlar, saçımı başımı yolacak raddeye geldi, ben benden gittim fakat bu yazılar hizalanmadı , affedin beni!

YES

Jon Anderson / Vokal
Chris Squire / Bass, Vokal
Patrick Moraz / Klavye
Alan White / Davul
Steve Howe / Gitar, Vokal

RELAYER

1. Gates Of Delirium (22:55)
2. Sound Chaser (9:25)
3. To Be Over (9:08)

24 Nisan 2008 Perşembe

Paice, Ashton & Lord - Malice in Wonderland (1977)

Deep Purple'ın 1977 yılındaki dağılmasının ardından grubun iki elemanı Jon Lord ve Ian Paice'in Tony Ashton'la birlik olup kaydettikleri albüm anlaşıldığı üzere Alice in Wonderland'e fena halde gönderme yapmakta. Lord'la Ashton'ın tanışıklığı 1971 yılına dayanıyor. Lord'un solo albümü Gemini Suite'de birlikte çalmışlar. Sonra da 1974'te "The First Of The Big Bands" adında bi albüm de kaydetmişler. Ama asıl vuruş bu albümde oluyor. Rhythm & Blues, Jazz, Funk, Soul karışımı bişey yapıyolar. Zaten Lord'un klasik müziğe dayanan alt yapısı ortada. Paice ve Ashton da ondan aşağı kalmamışlar. Ortaya da bu çıkmış. Saku beğenmez muhtemelen. Cyphre hakkını verir. Tuff Tuff The Puff anlamaz. Alışkanlık oldu ya şimdi bizde. Bu albümü de projemize destek veren, benim yeni tanıdığım, Cyphre'ınsa daha yakından bildiği emptytrashcan'e armağan ediyoruz.

PAICE, ASHTON & LORD

Ian Paice / Davul
Tony Ashton / Klavye, Vokal
Jon Lord / Klavye
Bernie Marsden / Gitar
Paul Martinez / Bass

MALICE IN WONDERLAND

1. Ghost Story (5:46)
2. Remember The Good Times (5:46)
3. Arabella (4:07)
4. Silas & Jerome (3:25)
5. Dance With Me Baby (3:21)
6. On The Road Again, Again (3:59)
7. Sneaky Private Lee (6:08)
8. I'm Gonna Stop Drinking Again (5:10)
9. Malice In Wonderland (6:06)
10. Ghost Story (Additional Track) (7:02)
11. Steamroller Blues (Additional Track) (6:25)
12. Ballad Of Mr.Giver (Additional Track) (9:50)

Taste - Taste (1969)

İrlanda'ya saygılarımızla... O memleketten çıkmış en iyi gruplardan biri. Blues Rock nasıl yapılır açıkça gösteriyorlar. Efsaneleşmiş Rory Gallagher'ın başı çektiği grup 3 kişiyle müzik nasıl yapılır, onu anlatıyor. Doğal olarak gitarın ön planda olduğu parçaların hepsi birbirinden kaliteli. Ayrım yapmakta, bunu bundan daha çok severim demede zorlanıyor insan. Gallagher'ın yağmurda ıslanmış kedivari vokaline de diyecek söz bulamıyorum.

Grubun 2 stüdyo albümü ve bi tane de tavana vurmuş konser kaydı bulunmakta, tabi bunlar official diye tabir edilen resmi kayıtlar. 1970 sonlarına doğru dağılmalarının ardından çıkan "Live At The Isle of Wight-1972", "In The Beginning-1974" ve "Take It Easy Baby (demo sessions)-1974"'ü de official kategorisine dahil edebiliriz. Fakat adamların Grateful Dead gibi (onlar kadar olmasa da) bi durumları var. Etrafta bi dolu bootleg (resmi olmayan kayıt) kayıtları da dolaşmakta. Ben artık takip etmiyorum. Canı sıkılan gittiği Taste konserini kaydetmiş. Hatta bazı kayıtlar aynı konseri farklı yerlerden kaydedilmiş halleri filan olmaya başlamış artık. Bu yazıyı ve albümü bizi Taste ile tanıştıran Oblomov'a armağan ediyoruz.

TASTE

Rory Gallagher / Gitar, Vokal, Saksofon, Armonika
Richard "Charlie" McCracken / Bass
John Wilson / Davul

TASTE

1. Blister on the Moon (3:26)
2. Leaving Blues (4:16)
3. Sugar Mama (7:14)
4. Hail (2:37)
5. Born on the Wrong Side of Time (4:00)
6. Dual Carriageway Pain (3:13)
7. Same Old Story (3:32)
8. Catfish (8:04)
9. I'm Moving On (2:28)

The Moody Blues - Days Of Future Passed (1967)

İşin aslı tüm albümlerine sahip olmakla beraber bu adamların tarzı bana hiç uygun değil. Anca yılda 1-2 defa aklıma gelirler ve oturur dinlerim. Tam olarak bu blog'un konusu olan tarzın öncülleridir Moody Blues. Hani Beatles ile başlayan British Invasion'la 70'lerde tam kıvamına gelen rock müziği arasında geçiş ayaklarından biridir diye düşünüyorum. Ama bu demek değildir ki adamlar kötüler. Aksine yaptıkları tarzın en iyileridir bunlar. Rock'n roll'dan izler taşıyan progresife doğru kayan arada kendin kaybeden bi tür. Değişikler yani. Bu albüm de üzerinde en çok çalıştıkları albümdür. Peter Knight (Michael Knight'la bi alakası yok, belirteyim) yönetimindeki London Festival Orchestra ile birlikte kaydedilmiştir. Klasik müzikle bütünleşmiş ama rock müzikten de çok uzaklaşmamıştır. Ray Thomas'ın flüt çeşitlemelerine yaslanan ama onu öne çıkarmayıp albümü bütüncül bir yapıya kavuşturan atmosfer başarıyla yaratılmıştır. Demek ki neymiş? Yaratmak tek kişinin tekelinde değilmiş. Gündoğumu ile başlayıp gece yatakta sonuçlanan zaman aralığına takılan albümde iyi kötü hemen herkesin bildiği Nights in White Satin her daim öne çıkan parçadır. Ama diğer parçalara da haksızlık etmemek lazım. Tuesday Afternoon'daki yumuşak ama hareketli tarz, The Day Begins ve Dawn: Dawn is Feeling'deki atmosfer hiç de yabana atılır gibi değil. Biz habire unutuyoruz ya yorum kısmına yazan arkadaşlar olmasa uzunca bi süre koyamazdık bu albümü. Arada yazın yani bize. Bilgiyi, duyguyu, düşünceyi, tarihi paylaşmak hoş oluyor. Bu arada kırdığımız arkadaşlar da oluyor sanırım ama bu gerçekten istediğimiz birşey değil. Eğer sözlerimiz başka anlamlara geliyor ise bu kesinlikle yüzyüze olamamadan kaynaklı bir sorundur. Buradan hiç kimseyi kırmak, kızdırmak ya da aşağılamak amaçlı bişey yapmadık, yapmıycaz. Takip edenler bilir; Saku, Cyphre, Tuff Tuff The Puff (her ne kadar bu kazma bişeyler yazmayı beceremeyen bi öküz de olsa) ve ben birbirimze bi dolu laf sokar, üçkağıt yapar, ukalalık ederiz. Bu soyu tükenenler arasındaki iletişim biçimlerinden biri işte. (lan bu kadar yazdım ama acaba kuruntu mu yapıyorum kendi kendime diye de düşünmeye başladım, abi yaz artık bişeyler de durumu anlayalım. bi hata ettiysek onu bilelim, durumu gözden geçirelim. )

THE MOODY BLUES

Graeme Edge / Davul
Justin Hayward / Gitar, Vokal
John Lodge / Bass, Akustik Gitar, Vokal
Michael Pinder / Klavye, Vokal, Mellotron
Ray Thomas / Flüt, Vokal
Peter Knight yönetiminde London Festival Orchestra

DAYS OF FUTURE PASSED

1. The Day Begins (5:49)
2. Dawn: Dawn is a Feeling (3:49)
3. Morning: Another Morning (3:40)
4. Lunch Break: Peak Hour (5:16)
5. Tuesday Afternoon (Forever Afternoon) (8:48)
6. Evening: The Sun Set: Twilight Time (6:14)
7. Night: Nights in White Satin (7:38)
8. Late Lament (1:35)

20 Nisan 2008 Pazar

Uriah Heep - Look At Yourself (1971)


Saku'ya inat tarihin en iyi albümlerinden biri daha. Yalnız hem plak hem de CD kapağı bir o kadar da berbat olan tek albüm herhalde. Look at Yourself diye de ortaya bi ayna, üstüne de 2 tane göz konmaz ki. Hani rock tarihinde uzun ince parçalar vardır; Child in Time, Stairway to Heaven vb. gibi. Bu albümde onlardan biri var. Bi temmuz sabahı aşkı aramak için yola çıkan birini anlatır. Saku salaanı saymazsak dinleyip de beğenmeyecek pek kimse çıkmaz. Parça bi sertlerşir bi yumuşar, bi yavaşlar bi hızlanır, arada vokal dayanamaz "yeah" gibi ünlemleri araya sokar. Çok canımızı yakmıştır bu şarkı. Aşkı arayan salaklar olduğumuz dönemde dilimizden düşmemiştir. Ama sonraları farkettim ki arayışın sonunda bulduğun hep bela oluyor. O bapta arayış mevzusunu bıraktık. Fakat şarkıdan kopamadık. Dinleyin ve David Byron aşkına bi iki kelime bişey yazın şu yorum kısmına. Gelelim albüme adını veren ilk parçaya. O da hiç gereği yokken kendi içimizde yolculuğa çıkmamızı sağladı bugüne dek. Neden korkuyorum, kimden kaçıyorum, kendimden kaçamam ki gibi cümlelerin aklımıza takılıp da hiç çıkmamasına sebep olur sürekli. Ritim ve David Byron vokali ile alakalı olsa gerek. Albümün 2. uzun şarkısı Shadows of Grief ise başta hiç beğenilmeyip sonra da "haadi be, bu kadar da olmaz" dedirten türden. Hemen ardından gelen What Should Be Done da dip düşürenlerden. Plakta yok ama albüm sonradan CD haline getirildiğinde 2 tane de bonus eklemişler. Biri Look At Yourself'in edited version'u, diğeri de What's Within My Heart. Bu şaane parçaları kısaltıp, editleyip içine etme olayını sevememişimdir ben, o nedenle Look at Yourself'in edited'ı berbat olmuş. Ama ikinci bonus'u keşke albüme de ekleselermiş zira albüm bütünlüğüne uyan bi parça. Saku lan sana kızdım diye gaza gelmişim, durduramıyorum kendimi. Ama bi yerde kesmek lazım. Unutmadan üstteki CD'nin kapağı alttaki de LP'in. İkisi de berbat, görün diye koydum. Ama albüme hakkını vereceğinize eminim. Bu albümü Kazakistan dolaylarından biraderimiz olan Skoer'e armağan ediyoruz; tam da biçok şeyi bırakmaya niyetlendiğimiz dönemde uzaktan da olsa gelen sesiyle bize umut verdiği için...

URIAH HEEP

Ken Hensley / Organ, Piyano, Gitar, Akustik Gitar & Vokal
Mick Box / Lead Gitar & Akustik Gitar
David Byron / Lead Vokal
Paul Newton / Bass Gitar
Ian Clarke / Davul

Konuk Müzisyenler:
Teddy Osei, Mack Tontoh & Loughty Amao from "Osibisa" - Vurmalılar "Look At Yourself"
Manfred Mann / Moog "July Morning"

LOOK AT YOURSELF

1. Look At Yourself (5:07)
2. I Wanna Be Free (3:59)
3. July Morning (10:36)
4. Tears In My Eyes (5:02)
5. Shadows Of Grief (8:40)
6. What Should Be Done (4:13)
7. Love Machine (3:37)

BONUS :
1. Look At Yourself (3:07) Edited Version
2. What's Within My Heart (5:23)

19 Nisan 2008 Cumartesi

Kansas - Point Of Know Return (1977)

Madem bilinmesi gerekenler deyip buraya koymayı unuttuk bi dolu grubu, ahan da onların en büyüklerinden biri. Amerika'dan çıkan 3-5 şaane şeyden biri. Gelmiş geçmiş en iyi albümlerden biri. Kişisel tarihte yeri doldurulamaz iz bırakmış yaratılardan biri. Tuff Tuff The Puff'un ağladığı tek parça (ki bu onun öküzlüğü) Dust in the Wind’in olduğu bu albümü anlatmak çok zor. Uzak kıtadaki progressive rock yapanların en iyisi olan Kansas adından da anlaşılacağı üzere Kansas'dan çıkma. Bi dolu alet kullanmışlar albümde. Adamların yetenekli olduğu her hallerinden belliyken, bir de klasik müziğe eğilimli olup bunu alt yapıya yerleştirmişler. Dinle dinle bitmez. Bi de ben yazmayayım artık…

Lost'tan abimiz Josh Holloway gelmiş memlekete, bi de yetmemiş Beyaz'a çıkmış. Birader Cyphre söylemese haberimiz olmayacaktı. İzledik tabi. (bu arada Beyaz'dan reklam ücreti talep ediyoruz, Lost ve Josh reklamlarını bedelsiz sayıyoruz) Siz de boş durmayın dinleyin. Ha bi de bu benle yaşıt bi albüm. Zati o dönemden bi bu var iyi, bi ben, bi de Lynyrd Skynyrd'ın Street Survivors'ı. Fakat onlar da bu albüm çıktıktan bi hafta sonra uçak kazasında darmadağın oldular. Konuyu dağıttım iyice. Cyphre, uygun olunca bi el at da bişeyler ekle sen de Kansas'a. Ayıp olmasın abilerimize...

KANSAS

Phil Ehart / Davul, Chimes, Tympani, Chain-Driven Gong, Vurmalılar
Dave Hope / Bass, Autogyro
Kerry Livgren / Gitar, Klavye, Vurmalılar, Whistling Machine
Robbie Steinhardt / Vokal, Çello, Violin, Viola
Steve Walsh / Vokal, Klavye, Vibes, Vurmalılar
Rich Williams / Akustik & Elektrik Gitar, Bow Pedal

POINT OF KNOW RETURN

1 - Point of Know Return (3:11)
2 - Paradox (3:49)
3 - The Spider (2:08)
4 - Portrait (He knew) (4:32)
5 - Closet Chronicles (6:30)
6 - Lightning Hand (4:21)
7 - Dust in the Wind (3:26)
8 - Sparks of the Tempest (4:15)
9 - Nobody's Home (4:37)
10 - Hopelessly Human (7:10)

11 Nisan 2008 Cuma

Hookfoot - Hookfoot (1970)

Same shit, different day! günlerinden biri daha. Hookfoot.. Contry Rock yapıyolar. Albümde Stephen Stills ve Neil Young'dan da 2 parça bulunmakta. Bi ara da Elton John salaanın alt grubu olarak çıkmışlar sahneye. Hatta bu herifleri o ünlü yapmış da diyebilirmişiz. Lan böyle ünlü olmaktansa... 1860 Band gibi sakin ve kendi hallerindeler. Albüm kapağındaki tiplere bakınca anlaşılıyor zaten. Berbat günlerin geçmesine yardımcı olamayan bi albüm. Gerçi berbat günleri geçirecek bi albüm var mıdır sorusunun yanıtını verebilecek biri var mı aramızda? Geçmiyor işte. Uğraş, didin ondan sonra da ne bok yidim? Daraldım, daraldım. Oooff offf. Biri bişey yapsın da durdursun. Durdurulacak bişey de kalmayacak yakında.

HOOKFOOT

Caleb Quaye / Gitar, Klavye, Vokal
Dave Glover / Bass
Ian Duck / Gitar, Moutharp, Vokal
Roger Pope / Davul, Vurmalılar

HOOKFOOT

1. Bluebird (4:00)
2. Mystic Lady (5:08)
3. Movies (4:52)
4. Nature Changes (5:32)
5. Wim-Wom (3:20)
6. Don't Let It Bring You Down (4:05)
7. Coombe Gallows (3:07)
8. Crazy Fool (4:50)
9. Golden Eagle (5:32)

We Need Volunteers / Gönüllülere İhtiyacımız Var

Hi, people. We need volunteers for special project. Please contact us: gentleoctopus@gmail.com

Selam millet. Özel bi proje için gönüllülere ihtiyacımız var. Lütfen iletişim kurun bizle: gentleoctopus@gmail.com

7 Nisan 2008 Pazartesi

1860 Band - 1860 Band (1978)

Adam coşmuş, durduran yok. Şimdiki konumuz progressive funk jazz yapan 1860 Band. Adamlar dünyanın dibinden çıkıp gelmişler buraya; Wellington/Yeni Zelanda (bunun eskisi var mıydı? vardıysa yeniyi kurunca eskiyi ne yaptılar?) Çok sakinler. Kendilerinden emin. Öylece kendi aralarında takılmışlar. Artık Zelanda'nın havasından mıdır suyundan mıdır bilemeyeceğim ama çok estetik olmuş albüm. Üflemeliler ağırlıkta ve adamlar hakikaten de iyi kullanıyorlar aletleri. Bazı tipler (bkz. Saku the Demon) bunu da niye koydun ki buraya endişesi taşıyacaktır. Hatta birader Cyphre bile "olm 1978 tarihli lan bu albüm, bi arıza çıkmasın" diyecektir kendi kendine. Ama punk'ın piyasayı ele geçirmeye başladığı dönemde çıkmış olmasına rağmen albüm, arşivde yer alması gereken albümlerden. De hadi... gidip popstar alaturka izleyin! (reklamın iyisi kötüsü olmaz mantığıyla bu cümle için Osmantan Erkır'dan para talep ediyorum arkadaş.)

1860 BAND

- Rodger Fox / Trombon
- Geoff Culverwell / Trompet, Flugelhorn, Flüt, Vokal
- Peter Blake / Klavye
- Bill Brown / Davul, Vurmalılar
- Rob Winch / Bass
- Martin Winch / Gitar

1860 BAND

1. Us (3:19)
2. Keep That Same Old Feeling (5:06)
3. Von Tempsky (3:46)
4. Fire & Rain (7:49)
5. That's The Kind Of Love I Got For You (4:13)
6. California Dreaming (5:48)
7. Porky (9:01)
8. Adopted (1:20)