5 Eylül 2022 Pazartesi

After Tea / After Tea (1970)

Hollanda
hem boyut hem de nüfus olarak fazla büyük olmasa da müzikal çeşitlilik konusunda gayet iyi durumda. Oradan çıkan pek çok grubu / müzisyeni severek, beğenerek dinliyoruz. After Tea'yi de bu çeşitliliğe dahil edebiliriz. Bir yandan Pop gibi görünseler de diğer yandan fena halde değişik tarz ve türleri içinde barından albümlere imza atmayı başarabilmişler.

1967 yılında, dönemin popüler gruplarından biri olan (ama bizim ilgimizi hiç çekmeyen) Tee-Set'ten ayrılan Ray FenwickHans van Eijck ve Polle Eduard tarafından kurulmuş. Aynı grupta çalmanın verdiği avantajla gruba dahil olan diğerlerini de etkileyerek iyi bir elektrik yakalamışlar. Gruptan ayrılanlar, dışarıdan gelenler filan da olmuş elbet. Ki bunlardan biri de adını daha sonra Focus ile duyacağımız Pierre Van Der Linden. Gerçi grupta çok fazla kalmamış Van Der Linden ama müzikal olarak az da olsa etkilemiş After Tea'yi.

Çıkardıkları ilk iki albüm hem kaliteli işler olurken hem de ortalamanın üzerinde bir başarı elde etmiş. Konumuz olan üçüncü albüm ile de Her iki albümün toplamından daha kaliteli bir işe imza atmışlar. Progressive Rock'ın kenarından geçerken Blues'dan ağır şekilde etkilenen bir müzikleri var. Oldukça sertler. Bazıları dinlediğinde hiç düşünmeden Hard Rock grubu olarak bile adlandırabilir. Müzikal çeşitlilikleri dolayısıyla sınıflandırmak oldukça güç After Tea'yi. Ama o sınıflandırma sınırlarını kaldıralı da çok oldu zaten. Yine de illa ki bir türe dahil etmek gerekirse Blues Rock, After Tea için en iyi tanımlama olacaktır.

İlk başlarda Beat Rock grubu olarak kurulduklarını düşünürsek kat ettikleri mesafe oldukça fazla. Albümün orijinal parça listesi You've Got To Move Me ile başlıyor. Parça klasik müzikten beslenen bir girişe sahip. Hemen ardından ise Hard Rock'a evriliyor.

I'm Here sıkıcılıktan uzak ama insanı çabucak ele geçiren bir yapıya sahip değil. Parçayı dinlerken beğeniyorsunuz ama bir türlü ısınamıyorsunuz. Someday ise vokalin öne çıktığı ilk andan itibaren ilginizi çekiyor. Gitarlar bu tarz bir parça için oldukça iyi. Let's Come All Together, pürüzsüz bir gitar ile başlıyor ve albümün en iyi Blues örneğine dönüşüyor. Bir anda kesilen ritimler sizi en başa götürüp sonra başka yerlere savuruyor.

Albümün son parçası Trial / Punishment / The End ise canlı kaydedilmiş enfes bir dinlencelik. After Tea bütün yeteneğini ve zenginliğini bu parçada ortaya koyuyor. 25 dakikalık parçanın bitmemesini ister duruma geliyorsunuz. Parçada pek çok türden etki bulmak olası. Her dinleyişinizde de yenilerini keşfediyorsunuz.

AFTER TEA

Polle Eduard / Bass
Ferry Lever / Gitar
Ulli Grün / Org
Ilja Gort / Davul

AFTER TEA

01 - You've Got to Move Me 5:19
02 - I'm Here 3:35
03 - Someday 4:08
04 - Let's Come All Together 5:52
05 - Trial / Punishment / The End 24:58

4 Eylül 2022 Pazar

Nekropsi / Mi Kubbesi (1996)

Necropsy
adıyla yayınlanan ilk demoları olan Speed Lessons Part I ile dönemin metal camiası tarafından yanlış anlaşılarak büyük tepki toplamış, (kime neyin dersini veriyorsunuz demiş, henüz 10 sene kadardır var olan bir camianın ağaları paşaları) ardına 4 sene sonra isimlerini Türkçe okunuşlu Nekropsi’ye, tarzlarını da büyük oranda bizim havalardan harmanlı bir senteze dönüştürerek kaydettikleri ilk albümleri Mi Kubbesi ile yine aynı güruhun büyük saygısını kazanmış nadide bir grup Nekropsi. (asıl dersi böyle vermiş babalar)

Albüm neredeyse tamamında denk geleceğiniz cleane yakın crunch tonlardaki gitar partisyonlarına sahip Crying Game ile açılışı yapıyor. Tüm enstrümanların atak halinde olduğu, harmonilerin birbirini kovaladığı, kategorize etmenin de pek zor olduğu - gitarların bağlama gibi tınıladığını da işin içine katarsak- bu tarz ile albüm boyunca bir kaç parçada daha karşılıyoruz. (Efsane ve Ateis bunların en belirginleri) Bu arada albümün miksajından da anlaşılabileceği üzere parçalar farklı zamanlarda kaydedilmesine rağmen, parça diziliminde bütünlük çok başarılı korunmuş ve ilk beş parçadaki enerji tüm albüme paylaştırılmış. Ve evet ilk beş parçaya gelirsek, (itiraf zamanı) albümü ilk dinlemeye başladığımda altıncı parçaya geçmeme engel olacak kadar yoğun ve etkileyici gelmişti de anca bir kaç hafta sonra albümü tamamlayacak kıvama gelebilmiştim. (biraz o dönemki mevcut müzikal anlayışım ve kavrama yetimle de alakalı olabilir tabi)

Bu arada Cevdet Erek’in albüm için yazdığı kısa hikayedeki metoforlardan hareket edersek albümün altıncı parçası Derinlik ile mevzunun derinleştiğini düşünmek de mantıksız değil. Zira parça kaotik açılışı sonrası tıpkı okyanusun derinliklerine indiğinizi hissedeceğiniz flanger ve delay kombinli gitarları ile soft jazz hissiyatıyla kapanış yapıyor. Dımlı Mi ve Lim, ağırlaşan tempo ve kararan atmosferlerine rağmen gubun yine rahat durmadığı anlar içeren, ağır toplardan saymasınız da bütünlüğü sağlayan parçalar.

Delicesine hızlı davulların üzerine yürüyen bağlamayı andıran gitar melodisiyle John Zorn işlerini andıran Hindu sonrasında iyice sertleşen ve karanlıklaşan albüm, Yollar ile Son’ a yaklaşıp 41 ile kapanışını yapıyor. (tabi bu benim gibi saplanıp kalmaz da altıncı parçaya geçerseniz şahit olacağınız bir durum) Bu arada daha önce isimlerini duymama rağmen (Kurban’dan Kerem Tüzün’ ün katılması ile ilgili haberlerini okuduğumu bile hatırlıyorum) grubun müziği hakkında hiç bir bilgim yoktu da Hiçbaymaz sağolsun “sen seversin bunu” diyerek dinletmişti. Hatta bir kaç hafta sonra da beraber Peyote’de canlı izlemiştik. (2007 ortası gibi olmalı)

NEKROPSİ

Cem Ömeroğlu / Gitar, Vokal
Cenk Turanlı / Bass, Perdesiz Bass, Vokal
Cevdet Erek / Davul, Vokal, Darbuka, Bendir
Tolga Yenilmez / Gitar, Vokal, Efektler, Sample, Bass, Perdesiz Bass, Kemençe, Yaylı Bass, Bağlama

Mİ KUBBESİ

01. Crying Game (2:43)
02. Fok (4:43)
03. Efsane (6:29)
04. Çarsı (1:15)
05. 94 Kor (2:58)
06. Derinlik (5:49)
07. Dımlı Mi (6:26)
08. Lim (2:07)
09. Hindu (2:19)
10. Çarklar (5:20)
11. Ateis (2:46)
12. Göç (5:20)
13. Kubbealtı (0:32)
14. Yollar (8:39)
15. Son (5:11)
16. 41 (9:35)


ICG

3 Eylül 2022 Cumartesi

Banchee / Banchee (1969)

Daha önce de bahsettiğimiz üzere New York'tan çıkan, adı sanı fena halde duyulmuş çok fazla grup yok. Ama döneminde gerçekten de kaliteli işlere imza atmış, başarılı bir çizgi tutturmuş grupların ya da müzisyenlerin sayısı da az değil. Banchee de bu grupların içinde yer alıyor.

Grubun tarihçesi hakkında çok fazla bilgi bulunmuyor. New York'ta kurulduklarını, daha sonra da Bosstown Sound ya da Boston Sound olarak bilinen akımın etkisiyle biraz yukarıya, Boston'a yerleştiklerini biliyoruz. 60'ların sonlarında müzik yapımcısı Alan Lorber tarafından, sırf pazarlama taktiği olarak ortaya çıkarılan Bosstown Sound aslında Frisco Sound ya da San Fransisco Sound olarak bilinen, içinde Quicksilver Messenger Service, Jefferson Airplane gibi grupları barındıran akıma karşıt olarak tasarlanmıştı. Bu pazarlama taktiği kendi içinde biraz fazla ilerlemiş olacak ki ortaya pek çok iyi Psychedelic Rock ve Psychedelic Pop grubu, albümü, müzisyeni çıkmıştı.

Banchee, Bosstown Sound'un ileri gelen gruplarından biri olarak öne çıkmayı başarınca, büyük çapta olmasa da ciddi bir ticari başarı yakalamıştı. Ama grubun ömrü fazla uzun sürmedi. Verdikleri konserler ve kaydettikleri 2 albümün ardından sahneden indiler.

Grubun ikinci albümü Thinkin' müzikal açıdan daha iyi olsa da tercihimi ilk albümden yana kullanıyorum. Zira hem albümün melodik yapısı hem de samimiyeti insanı daha fazla içine alıyor. Enfes sözlerle bezeli olması da ayrı bir güzellik tabi.

Albümde Quicksilver Messenger Service ve C,S,N,&Y tarzı bir yumuşak sound ve tatlı diye tabir edebileceğimiz vokal tarzı bulunuyor. Açılış şarkısı The Night is Calling fazlasıyla Psychedelic Pop havası içermekle birlikte ardından gelen Train of Life müziğin sert tarafına kayarak Hard Rock'a gülümsüyor. Davulun Tren'i andıran atakları, yırtıcı gitarlar ve iç gıcıklayan vokal ile keyifle dinlenen bir parçaya dönüşüyor.
İki gitarın gerçekten iyi kullanıldığı parça As Me Thinks'de vokali duyduğunuzda QMS'in parçası olduğunu düşünebilirsiniz. Kendilerinden çok şey katmalarına rağmen parça Banchee'den çok Quicksilver'ın gibi duruyor.

Follow A Dream ise hakkının fazlasıyla yendiğini düşündüğüm bir parça. Hani grupların daha iyi parçaları olsa da bir parçası milletin ağzına yapışır ya. Eagles - Hotel California, King Crimson - Epitaph, Led Zeppelin - Stairway to Heaven gibi. Bu da o ayarda, insanın diline, kulağına yapışan bir parça ama sorsak kimse bilmez. :)

Aradaki parçaları es geçmek doğru değil ama hepsini dinleyerek keşfetmek daha doğru olur mantığıyla, son parça Tom's Island'a geçelim. Albümün süresi en uzun parçası olmasının yanında Psychedelic, Hard ve hatta Progressive yapısıyla göz dolduran bir parça. 


BANCHEE

Jose Miguel Dejesus / Gitar, Vokal
Victor Digilio / Davul, Vokal
Michael Marino / Bass, Vokal
Peter Alongi / Lead Gitar, Vokal

BANCHEE

01 - The Night Is Calling 3:30
02 - Train of Life 3:21
03 - As Me Thinks 3:11
04 - Follow a Dream 4:28
05 - Beautifully Day 5:10
06 - Evolmia 3:24
07 - I Just Don't Know 3:17
08 - Hands of a Clock 4:14
09 - Tom's Island 8:49

2 Eylül 2022 Cuma

Sebastian Hardie / Four Moments (1975)

Buffalo
ile yaptığımız Avustralya rock müziği girişine Sebastian Hardie ekini yapmazsak ayıp etmiş oluruz. Zira Sebastian Hardie bazı kesimlerce gelmiş geçmiş en iyi 2 Progressive Rock albümüne imza atmakla bilinirler. Bu fazlasıyla iddialı bir yaklaşım olmakla birlikte albümlerin kalitesi düşünüldüğünde hak verenler de olacaktır.

Grubun hikayesi 1967 yılında Peter Plavsic ve Graham Ford sayesinde başlar. İkili, Sebastian Hardie Blues Band adıyla yola çıkıyorlar. Başta yaptıkları müzik pek hoşlarına gitmiyor ama vazgeçmeye de meyilli değiller. 1968 yılında Peter'ın kardeşi Alex PlavsicAnatole Kononewsky ve Jon English'i de aralarına katarak grubun adını Sebastian Hardie olarak kısaltıyorlar. Rock coverları yaparak o dönem lokalde epeyce de ün kazanıyorlar. Öyle bir duruma geliyorlar ki Johnny O'Keefe'nin alt grubu olarak sahne almaya başlıyorlar. Ama sonrasında işler grup için pek iyi gitmiyor.

Önce Anatole ayrılıyor, eğitimine devam etmek için. Jon English de efsanevi müzikal Jesus Christ Superstar'da Judas rolünü oynamak için grubu bırakıyor. Alex ise başka bir grupla çalmaya başlıyor. Peter ise işin peşini bırakmıyor ve gösterdiği büyük çabayla birlikte grubu farklı bir formuyla yeniden oluşturuyor. Alex geri gelirken, Peter ve Graham de Tapestry'den Steve Dunne'yi Sebastian Hardie'ye davet ediyorlar. Bu dönemde grup cover grubu olmanın ötesine geçmeye çalışırken progressive denemelere girişiyorlar. 

Graham Ford ve Steve Dunne gruptan ayrılıp yerlerine Mario Millo ve Toivo Pilt geldiğinde ilk albümün çekirdek kadrosu oluşuyor. Uzun süre birlikte çaldıktan sonra ortaya çıkan parçalar grubu fazlasıyla memnun ediyor. Yaptıkları progressive denemeler sonuçlarını veriyor ve Sebastian Hardie, Avustralya'nın ilk Symphonic Rock ve Progressive Rock grubu olarak ortaya çıkıyor.

Albüme adını veren Four Moments 4 bölümden oluşuyor. Yes, Genesis ve Focus gibi grupların parçalarıyla yapısal benzerlikler içeren bu dörtlü gerçekten de oldukça başarılı. Four Moments'ın ardından gelen Rosanna da King Crimson'ın Epitaph'ı gibi. Daha iyi parçalar var tabi ama insanları kolayca etkileyebilen türde. Zaten etkilenme o kadar çok olmuş ki Rosanna gruba En İyi Enstrumental Single Ödülü'nü kazandırmış.

Albümün son parçası Openings ise tam bir Progressive Symphonic Rock klasiği. Enstrümanların yaratıcı kullanımı, fark ettirmeden dinleyiciyi zorlayan, yapısal olarak karmakarışık ama her şeyin derli toplu olduğu bir hale getiriyor parçayı.

SEBASTIAN HARDIE

Mario Millo / Gitar, Mandolin, Vokal
Peter Plavsic / Bass
Alex Plavsic / Davul, Vurmalılar
Toivo Pilt / Moog, Mellotron, Piyano, Org

FOUR MOMENTS

01 - Four Moments, Part 1: Glories Shall Be Released 6:42
02 - Four Moments, Part 2: Dawn of Our Sun 5:05
03 - Four Moments, Part 3: Journey Through Our Dreams 6:43
04 - Four Moments, Part 4: Everything Is Real 2:10
05 - Rosanna 6:01
06 - Openings 13:01

1 Eylül 2022 Perşembe

Buffalo / Dead Forever (1972)

Dünyanın uzak ucundaki Avustralya'nın 70'lerdeki Rock müziğe etkisi çok fazla yokmuş gibi görünür. AC / DC'yi saymazsak, popüler olmuş, öne çıkmış çok fazla müzisyeni ve grubu da bilinmez aslında. Bir yanıyla etkisizlik fikri doğru olarak düşünülse de diğer yanıyla fazlasıyla kaliteli ve iyi müzik yapan müzisyene de sahiptir. Human Instinct, Sebastian Hardie, Windchase ilk aklıma gelenler. Yani aslında Avustralya'nın bu konudaki şanssızlığı az bilinirlikten kaynaklanıyor.

Buffalo da az bilinen, ama bilenler tarafından da iyi bilinen gruplardan biri. Heavy Metal'in öncü gruplarından olarak adı sık sık geçer. 1971 yılında Sydney'de Dave Tice öncülüğünde kuruluyor grup. Tice'ın eski grubu Head'den Paul Balbi, John Baxter ve Peter Wells de Buffalo'nun diğer üyeleri. Kendisi vokalist olan Tice yine de gruba lead vokal olarak Alan Milano'nun alınması yönünde oy kullanıyor. Milano iyi bir vokal olmakla birlikte grubun içinde çok fazla yer edinemiyor. İlk albümün kayıtlarından sonra Balbi ile birlikte gruptan ayrılıyor.

Dead Forever, pek çok açıdan eleştiri almasına ters orantılı olarak iyi bir satış çizgisi yakalıyor. Albüm kapağı fazlasıyla karamsar bulunmuştu ve gençleri kötü etkileyeceği düşünülüyordu. Şarkıların sözleri için de benzer düşünceler vardı. Sırf bu nedenle de radyolarda bile doğru düzgün çalınmamışlardı. Olumsuzluklara rağmen Buffalo yakaladığı başarılı çizgiyi devam ettirdi. Milano ve Balbi ayrılmış olsa da grup gücünü ve etkisini koruyordu. O kadar iyiydiler ki Black Sabbath'ın Sydney'de sahne aldığı 2 gecede de ön grup olarak sahneye çıktılar.

Psychedelic Rock ve Blues Rock'dan beslenen albüm, Hard Rock, Heavy Psychedelic etkiler taşıyor. Daha ilk parça Leader ile başlayan sert rock tüm parçalara yayılmış durumda. 45'lik olarak da yayınlanan Suzie Sunshine'da hem blues hem de Uriah Heep tarzı bir heavy rock görmek mümkün.

Pay My Dues'daki enfes gitar oyunları sizi bambaşka bir havaya sokuyor. 10dk'nın üzerindeki süresiyle I'm A Mover değeri dinlendikçe anlaşılan türde parçalardan. Ballad of Irving Fink pek sakil dursa da ardından gelen Bean Stew bütün açığı kapatıyor. 

Forest Rain ise atmosfer konusunda ileri derecede başarılı parçalardan. Gerçekten yağmur sırasında ormandaymışsınız gibi hissetmekten başka çareniz yok. Albüme adını veren Dead Forever'ı sadece dinleyin. :)

BUFFALO

Dave Tice / Vokal
Alan Milano / Vokal
Paul Balbi / Davul
Peter Wells / Bass
John Baxter / Gitar

DEAD FOREVER

01 - Leader 6:03
02 - Suzie Sunshine 2:53
03 - Pay My Dues 5:34
04 - I'm a Mover 10:46
05 - Ballad of Irving Fink 4:30
06 - Bean Stew 7:05
07 - Forest Rain 6:30
08 - Dead Forever 5:39

31 Ağustos 2022 Çarşamba

Strawbs / From The Witchwood (1971)

1964
yılında the Strawberry Hill Boys adıyla kurulan grup, ilk dönemlerini bluegrass grubu (Amerika'da yaşayan İrlanda kökenli göçmenlerin banjolu kemanlı müziği) olarak geçirdikten sonra 60’ların sonuna doğru Moody Blues’u andıran senfonik tınılarla besli, folk entrumanları ve bolca koro vokalleri ile kolay sindirilebilir görece progressive bir sounda doğru yaklaşmış.

From the Witchwood grubun progressive sounda bir adım daha yaklaştığı üç numaralı albümü. Bu değişimde; önce 1970 yapımı ikinci albümleri Dragonfly’da sonra da aynı yıl Royal Elizabeth Hall’da canlı kaydettikleri albüm Just a Collection of Antiques and Curios’da gruba eşlik ettikten sonra gruba tam zamanlı eleman olarak katılan Rick Wakeman’ın parmağı olduğunu düşünmemek naifçe olacak. Zira albümün hemen her noktasında kendinden bir parça bulabilirsiniz, genel atmosfere muazzam katkıda bulunmuş.

Hammond ağırlıklı A Glimpse of Heaven ile açılış yapan albüm, folk enstrumanların (dulcimer, sitar ve banjo gibi) yarattığı fevkalade harmonilerle eargazm tadındaki parça Witchwoood ile devam ediyor. İçinde bolca duyacağımız sitar melodileri ile Beatles ayarındaki Thirty Days ve köklerine döndükleri Flight ardından “progressive” etiketini hakettikleri The Hangman and the Papist ile albümün ilk yarısını kapatıyoruz. Grubun multi enstrumantalist kemik kadrosu, kendi çaplarında eklektik bir tarza sahip olsalar da The Hangman… ve albümün ikinci yarısında tuşlu çalgıları ile (bilirsiniz işte Wakeman ve çevresindeki tüm tuşlular) özgürce takılması grubu progressive sulara doğru çekmiş. Yoksa pek çok beste doğudan batıya değişen folk tınılarıyla bezeli ilerliyor.

Albümün ikinci yarısını açan Sheep ile Genesis (Collins öncesi) gibi yardıran grup, favorilerimden biri Cannondale ile ipleri Wakeman’ın eline bırakıyor. Hammond gürültüsü ile açılan parça sonlara doğru flanger destekli vokalleri ile kulak tırmalasa da, orta bölümdeki sitar solosuna eşlik eden Moog ritimleri ve Hammond’ın kendine has distortion'ı ile kapanıyor.

Son üç parçasıyla pek dişe dokunan bir iş çıkarmayıp, hafif bir kapanış yaptığını düşündüğüm albümün benim için gerçek sonu, grubun resmen rest çekmişcesine, tüm tuşlara basarak kombolardan kombolara koştuğu The Shepherd Song oluyor. Wakeman’ın kişisel şovunu yaptığı, bu albüm sonrası da David Bowie’den gelen teklifi reddederek Chris Squire’ın araması üzerine Yes’e katıldığını da belirtmiş olayım. (oha)

STRAWBS

Dave Cousins / Akustik & Elektrik Gitar, Banjo (1,2), Dulcimer (2), Tenor Recorder (7), Vokal
Tony Hooper / Akustik Gitar, Autoharp (1), Tambourine (7,10), Vokal
Rick Wakeman / Org, Piyano, Elektrik Piyano (4), Harpsichord (7,9), Mellotron (8), Moog (6,8), Celesta (1), Klarnet (2)
John Ford / Bass, Vokal
Richard Hudson / Davul, Snare Drum (5), Sitar (3,7,8), Vokal

FROM THE WITCHWOOD

01. Glimpse Of Heaven (3:53)
02. Witchwood (3:26)
03. Thirty Days (2:55)
04. Flight (4:27)
05. The Hangman And The Papist (4:14)
06. Sheep (4:16)
07. Canon Dale (3:49)
08. The Shepherd's Song (4:35)
09. In Amongst The Roses (3:50)
10. I'll Carry On Beside You (3:11)

30 Ağustos 2022 Salı

Cactus / One Way... Or Another (1971)

Vanilla Fudge
'da bahsettiğimiz ikili Tim Bogert ve Carmine Appice'in bir sonraki projesi olan Cactus, New York'tan çıkan ender gruplardan. Bütün o ihtişamına, kültürel karmaşasına rağmen NY'den çok az grup çıkması da ayrıca tuhaf ama Cactus gibi başarılı bir grupla da bunu kapatabildiklerini söylesek fazla ileri gitmiş sayılmayız. 

1969 yılında Vanilla Fudge'ın dağılma dönemlerinde Bogert ve Appice, İngiliz gitarist Jeff Beck ile bir araya gelip yeni bir grup kurma projesine girişiyorlar. Hatta grubun adını da buluyorlar; Beck, Bogert & Appice. Fakat şartların olgunlaşmamış olduğunu evren onlara değişik bir şekilde anlatıyor ve Jeff Beck bir araba kazası geçirip yaralanıyor. Bir süre gitar çalamayacağı anlaşılınca Bogert ve Appice durup beklemek yerine aralarına Mitch Ryder's Detroit Wheels'in gitaristi Jim McCarthy ve The Amboy Dukes'un vokali Rusty Day'i alarak yola çıkıyorlar. Dönemin ilk "supergroup"larından biri olduğunu da belirtelim. Şimdilerde adları pek hatırlanmasa da Vanilla Fudge, Mitch Ryder's Detroit Wheels ve The Amboy Dukes o dönemin en önde gelen, popüler gruplarından.

Blues Rock, Hard Rock ve Boogie gibi türleri başarıyla yorumlayan grubun yapımcılığını elbette Atco Records yapıyor. Zira Atco, dönemin bu türlerini fazlasıyla içinde barındıran bir yapım şirketi. Iron Butterfly, Cream, Vanilla Fudge, Buffalo Springfield, Blues Images gibi gruplar Atco'nun yayın listesinden bazıları.

Grup ilk albüm Cactus'ü yayınladıktan sonra hemen herkes tarafından başarılı bulunuyor. O motivasyonla yaptıkları ikinci albüm One Way... Or Another ise grubun açık ara en iyi albümü oluyor. Blues temelleri üzerine oturmuş ama daha da sertleşerek Hard Rock'a evrilmiş bir sound yakalıyorlar. Teorik olarak Iron Butterfly ile benzerlikler gösterseler de Blues'a daha yakın durmalarından kaynaklı olarak farklılıklarını ortaya koyuyorlar.

Oldukça klasik yapıdaki açılış parçası Long Tall Sally, Rusty Day vokali ile bambaşka bir hale geliyor. Parça, Lynyrd Skynyrd, The Allman Brothers Band gibi grupların parçalarıyla benzerlikler gösterse de gitar ve davullarıyla bambaşka bir yerde duruyor.

Rock'n Roll'a selam veren Rockout, Whatever You Feel Like oldukça basitleştirilmiş yapısına rağmen öne çıkmayı başaran parçalardan. Hemen ardından gelen Rock'n Roll Children'a da zemin hazırlıyor. Bahsi geçen parça da gitarlarla bezenmiş bir Blues Rock klasiği olmaya aday.

2 part halinde tasarlanmış olan Big Mama Boogie sizi 30'lu yılların Amerikan taşrasına götürüp orada bırakıyor. Kendinizi bir tren yolunun yanında yürürken hayal etmenizi sağlayabilir. Genelde geri planda kalsa da armonika bu parça için gerçekten de önemli. Bu kadar iyi kullanılması gerçekten de nadir görülür.

Feel So Bad'de Rusty Day'in sesi sizi alıp götürürken, Song For Aries'deki durağan hava gitarın öne çıkmasıyla değişik yerlere gidiyor. Fazlasıyla progressive bir yapıya sahip olduğunu da belirtelim.

Hometown Bust, Blues ve Boogie'nin pek çok kesiminden tatlar içeriyor. O kadar iyi kurgulanmış ki geçişlerin nerede ve nasıl olduğunu bile fark edemiyorsunuz.

Albüme adını veren son parça ise Iron Butterfly'dan alışık olduğumuz bir sertliğe sahip. Appice ve Bogert bu parçada kendilerini fazlaca gösteriyorlar.

CACTUS

Tim Bogert / Bass, Vokal
Carmine Appice / Davul, Vurmalılar, Vokal
Jim McCarty / Gitar
Rusty Day / Vokal, Armonika

ONE WAY... OR ANOTHER

01 - Long Tall Sally 6:27
02 - Rockout, Whatever You Feel Like 3:56
03 - Rock 'n' Roll Children 5:40
04 - Big Mama Boogie, Pts. 1-2 4:59
05 - Feel So Bad 5:30
06 - Song for Aries 3:05
07 - Hometown Bust 6:38
08 - One Way...Or Another 5:05

29 Ağustos 2022 Pazartesi

Earth & Fire / Song Of The Marching Children (1971)

Yeşilçam
’da müzik departmanı, sesçilerin masada uygun müzikleri kesip biçmelerinden ibaretken, aynı dönemin dünya sinemasına bakıldığında sadece görüntü değil müzik konusunda da ne kadar ileri oldukları aşikar. (Westworld’ün müziklerine göz atın derim) Bizim sesçiler de o dönem meşhur parça ne ise yapıştırıp geçiyor olacak ki, 1973 yapıımı Öksüzler filminde defalarca karşımıza çıkan o yüksek gerilimli parçanın (Memories) sahibi Earth & Fire’ın ta kendisi oluyor. (özellikle Erol Taş sahnelerinde)

Daha çok psych/heavy tarza yakın kendi adlarını taşıyan ilk albümleriyle yerel olarak büyük başarı yakalayan grup ikinci albümleri ile beraber senfonik rocka yönelerek daha geniş kitlelere ulaşmayı hedeflemiş. Konsept bir albüm olan Song of The Marching Children, dönemin vazgeçilmezi “iki-üç kısa parça ardına uzunlamasına epik bir parça ile kapanış” tracklistine sahip.

Düşük temposu ile açılışı yapan Carnaval of Animals, albümün ortalaması gibi. Hammond ağırlıklı ilerleyen parçanın, Moog ve falsetto vokaller ile bambaşka bir atmosfer yarattığı bölümleri haricinde ilgi çekici pek bir yanı olmadığını itiraf edeyim. Zaten albümün en önemli özelliği de Jerney Kaagman’ın büyüleyici vokallerinden öte gitmediği de aşikar. (baştan bunu itiraf etmekte fayda var) Ardına gelen Ebbtide ile iyice ağırlığını koyan Jerney ablamızı, altyapıda yan flütleri ile Gerard Koerts takip ediyor. Vokal melodisi ile yaratılan flüt harmonisi çok akılda kalıcı ki albümün alamet-i farikası, herkes tarafından sindirilmesi kolay pasajlar üzerinde parlayan kadın vokalleri oluyor.

Jerney ablamızın vokallerinin zirve yaptığı Storm and Thunder, aynı matematiği takip etse de, vokallerin önde oluşu ile sizi büyük oranda ele geçiyor. Kötü miks kurbanı kreşendo/nakarat bölümünün ansızın girmesi ile grubun muazzam ses duvarı yaratma becerisini gözler önüne seriliyor. (keşke biraz daha üzerine eğilselermiş) Vokale eşlik eden gitar solosunun kulak tırmalaması ise, parçanın ayrı bir sıkıntısı. In the Mountains da Focus / Jan Akkerman (anmadan geçemezdim) tarzı bir enstrumantel ve son parça öncesinde sanki biraz beklentiyi düşürmemizi ister gibi.

Ve o dönemin albümlerinin olmazsa olmazı 15-20 dakika bandında seyreden epik parçası Songs of a Marching Children. Evet teknik olarak seleflerinin çok gerisinde kalsalar da senfonik rock yaklaşımları tam da klasik dönemlerdeki düzenlemeleri andırması açısından gayet başarılılar. Parça introsu ile güzelce hazırladığı dinleyiciyi
yine ses duvarı numarası ile (burada inceden Moody Blues - Question soslu olmuş) ayağa kaldırıp Jerney’ nin (geri vokaller ile destekli) vokalleri ile tokatladıktan sonra yine yavaşlatıp en sevdiğim ve beraber yazımı sonlandıracağım bölüme getiriyor. Zira parçanın devamında vokal melodilerinin yok olduğu (düpedüz bağırdığı desek daha doğru) ve yine marşladığımız bölümler var.

Affliction adıyla ayrılan bölümün benzersizliği Jerney’nin yalnızca ikinci satırlarda sözlere yaptığı (kasıtlı) yükselişler ki albümün bu dakikasına kadar kendine aşık edemediyse bunu duyduktan sonra kaçarınız yok.

EARTH & FIRE

Jerney Kaagman / Vokal
Chris Koerts / Lead & Akustik Gitar, Electronikler, Vokal
Gerard Koerts / Hammond, Piyano, Mellotron, Vibraphone, Virginal, Synth, Flüt, Vokal
Hans Ziech / Bass
Ton van der Kleij / Davul, Vurmalılar, Vokal

SONG OF THE MARCHING CHILDREN

01 - Carnival of the Animals (2:42)
02 - Ebbtide (3:06)
03 - Storm and Thunder (6:25)
04 - In the Mountains (3:00)
05 - Song of the Marching Children (18:20) :
        a) Theme of the Marching Children (2:20)
        b) Opening the Seal (1:10)
        c) Childhood (3:10)
        d) Affliction (1:30)
        e) Damnation (2:53)
        f) Purification (4:17)
        g) The March (3:02)


ICG

28 Ağustos 2022 Pazar

Alas / Alas (1976)

Etkileşimin bol olduğu 70'lerde şimdilerde kulağa tuhaf gelse de değişik bir çok yeni tür ortaya çıkmış. Tuhaf diyorum çünkü Arjantin'de o dönemlerde Tango Rock akımı başlamış. Bildiğimiz Tango'nun Rock ile birleşimi. Bu konuda gerçekten de çok iyi işler ortaya çıkarmışlar. Alas da bu iyi işlere ek yapabilmiş gruplardan biri.

70'lerin başında epeyce ünlü olan Alma y Vida grubundan ayrılan Gustavo Moretto değişik işler yapma peşindeymiş. Kafasındakini ortaya çıkarabilmek için eski Materia Gris elemanı Carlos Riganti ve gitarist Alex Zuker ile bir grup kurdu. Alas adıyla sahne aldıkları Teatro IFT'de (Buenos Aires'deki Opera binası) fazlasıyla iyi bir performans gerçekleştirmişler. Performanstaki başarı bir anda pek çok insan tarafından bilinir hale gelmiş ve albüm kaydetmeye karar vermişler. Grubun ilk stüdyo albümü olan Alas da böyle ortaya çıkmış. Belirtmeden geçmeyelim, albüm için gruba davulcu lazım olunca Daniel Binelli'yi de aralarına almışlar.

Tango'nun Progressive arenadaki fena yükselişi olarak tanımlayabileceğimiz albümde 2 parça bulunuyor sadece. Buenos Aires Solo Es Piedra, Emerson, Lake & Palmer tarzı bir girişle başlayıp farklı bir düzleme oturuyor. Klavye üzerine kurulu giriş, en iyi 10 şarkı açılışı listesine (böyle bir liste yapılırsa tabi) mutlaka girer. Tango adıyla anılan bu bölümün ardından Suéno ile ortam bir anda sakinliğe bürünüyor. Vokallerin sahneye çıktığı anda tempo oldukça düşüyor çünkü bu bölüm uyumak üzerine. Ardından Psychedelic Rock ile bezenen bölüm bir anda baştaki havasına geri dönüyor. Anlatılabilirliği pek mümkün olmayan bir parça aslında. Dinlerken anlayabiliyorsunuz kalitesini.

İkinci parça La Muerte Conto El Dinero ise müzikal açıdan çok yönlü bir parça. Gerçi ilki de öyle ama buradaki geçişler ve tür farklılıkları dikkate değer bir özellik kazandırıyor parçaya. 

Grubun albümle birlikte gelen başarısı 1977 yılında 2. albümü kaydetmelerini sağlasa da albüm 1983 yılına kadar yayınlanamamış. O arada da grup 1978 yılında dağılmış. Bir arada durabilselermiş daha fazla kaliteli işe imza atabilecekleri her hallerinden belli olan Alas bugün hala Tango Rock kökeninin temel taşlarından biri olarak görülüyor.

ALAS

Alex Zuker / Gitar, Bass
Gustavo Moretto/ Piyano, Elektrikli Piyano, Synthesizer, Moog, Hammond Org, Recorder, Trompet, Keman, Vokal
Carlos Riganti / Davul, Gong, Leguero Bass Davul, Çanlar, Marakas, Kastanyet, Triangle, Düdük, Vurmalılar
Daniel Binelli / Davul

ALAS

01 - Buenos Aires solo es piedra 15:48
        a) Tango
        b) Sueño
        c) Recuerdo
        d) Trompetango
        e) Tanguito
        d) Soldó
02 - La muerte contó el dinero 17:36
        a) Vidala
        b) Smog
        c) Galope
        d) Mal-ambo
        e) Vidala Again
        f) Amanecer / Tormenta
        g) Final

27 Ağustos 2022 Cumartesi

Chil - Rhubarby Feeling (1970)

Rhubarby Feeling, İsviçreli bir grup olan Chil’in bilinen tek albümü. Aslında “bilinen” lafı pek de doğru değil bu grup için. “Super Rare” kategorisindeler. Albüm, denene göre bir kilisede kaydedilmiş. İsmini de Yönetmen Felix Strassler’in 1970'de çektiği “Rhubarby Feeling” adlı filmden almış. Yönetmen Arkadaş, “Omelette Surprise” adlı grubun klavyecisi Walter Keller’la sountdrack yapması için anlaşır. O da bu albüm için stüdyoya pardon kiliseye girer.. :) Amatör gibi görünseler de aslında müzikal olarak fena değiller.

Bu gençlerin bazı gruplardan ve akımlardan etkilendiklerini söylemek gerekir. Bu etkilenmenin başında Pink Floyd’un ilk enkarnasyonunun geldiğini söylemem gerekir. Albümü tek bir alt kültür ile tanımlamak doğru olmayacaktır. Ama yinede arkadaşların Hippie olduğu kesin. Müzik, psychedelic öğeleri fazlası ile barındırıyor içinde.

Bazı yerlerde folk kelimesi geçse de ben buna şahsen pek katılmıyorum. Albümün önemli şarkları belli ki “You Gave Me Bread“Living It Unlimited” ve “Rhubary Feeling”… Tabi bana göre… You Gave Me Bread, depresif hali ve insanın içine işleyen kemanı ile öne çıkıyor. Living It Unlimited klavye liderliğinde ve onun efektleri ile bezenmiş, vokalin olduğu bir şarkı. Albüm içerisinde vokal çok derinden, uzaktan geliyormuş gibi… Galiba kilise etkisi… Tam bir “underground” müzik…

Chil, yine kendi gibi İsviçreli bir grup olan “After Shave” ile sanki beraber takılmışlar izlenimi uyandırıyor. Bu grup ile ilgili pek fazla bilgim yok. Araştırayım dedim pek bişeye ulaşamadım. Bu da “obscure” hatta allahı bi albüm… Grup elemanları hakkında hiçbir bilgim yok. Sadece yukarıda yazdığım klavyeci o kadar. Dinleyin işte en güzeli dinlemek değil mi?...

CHIL

Walter Keller / Akustik Gitar, Balalayka, Bongo, Davul, Elektrik Gitar, Flüt, Org, Piyano, Triangle, Vokal, Xylophone
Heini Zwahlen / Elektrik Gitar (3, 9, 11, 12)
Stefan Genner / Keman (3)
Max Schneider / Hihat (7)
Thomas Meyer / Keman (7)
Vreni Keller / Vokal (8)

RHUBARBY FEELING

01 - Some Rhubarby Feeling (1:16)
02 - My Illusions (5:11)
03 - You Gave Me Bread (5:04)
04 - You Gave Me Water Too (0:55)
05 - Out Blues (2:21)
06 - Evening Song (0:45)
07 - Living It Unlimited (8:29)
08 - Where's Our Home (4:22)
09 - Waves/Everything Too (1:57)
10 - Too Many Faces (3:53)
11 - Avignon (2:07)
12 - Rhubarby Feeling


* Chil / Rhubarby Feeling ile ilgili bu yazı 2009 yılında Kvartetten tarafından yazılmış, yayınlanmamış yazı birkaç gün önce Gentleoctopus tarafından bulunmuş, gerekli izinler alınarak yayına hazır hale getirilmiştir.