18 Eylül 2022 Pazar

Änglagård / Buried Alive (1996)

Änglagård; Tord Lindman (gitar) ve Johan Högberg (bass) ikilisinin “King Crimson ve Yes tandanslı müzik yapacak elemanlar aranıyor” ilanlarını yanıtlayan, Thomas Johnson (tuşlular) ve Jonas Engdegård (gitar)’ın katılımıyla 1991 senesinde İsveç’te kuruluyor. Kısa süre sonra gruba Mattias Olsson (davul) ve Anna Holmgren’in eklenmesi ile bahar aylarında turlamaya başlayarak, stüdyo zamanlarında ilk albümleri Hybris’in bestelerini yapıyorlar.

1992 yılında kayıtlarını tamamlanıp, piyasaya sürdükleri Hybris; Fripp / Wetton / Bruford’lu King Crimson dönemini fevkalade simüle etse de bir o kadar orjinal ve akılda kalıcı melodilerle dolu, müzikal olarak da gayet doyurucu bir albüm. 70’ lere ait; synthler, yaylılar, nefesliler, kontrapuanlar, moog, hammond ve rickenbacker gibi anahtar kelimeler ve daha fazlasını barındırıyor. Tabi gruba sadece Crimsonesque diyip hakkını yemek de ayıp olur zira adamlar o dönemi andıran ama hiç kimseye benzemeyen bir sentez yapmayı becermişler.

Bu gazla da bir sonraki sene ilk albümün yerini aratmayan, çizgilerini hiç bozmadan aynı kadro ile kaydettikleri  Epilog’ un (bir önceki sene de çıktıkları gibi) A.B.D. turnesi sonrası dağılmaları ise -tamam albüm ismi ile sinyal çakmış olabilirler- böylesine iyi bir grup için düpedüz saçmalıktan ibaret. Hala sebebi neydi merak ederim. (Lindman?)

Buried Alive adıyla (diri diri gömmüşler grubu) 1996 senesinde piyasaya sürülen 1994 Progfest konser kayıtlarının setlisti ilk albüm Hybris parçaları ağırlıklı. Grubun son konseri olduğundan kaynaklı olsa gerek, performanslarının albüm kayıtları kadar enerjik olmasa da bestelerin kusursuzluğu (sadece Höstsejd’ in son bölümüne bakın derim), albümü hem tarihi hem de müzikal olarak önemli saymanıza yetiyor.

Bu müziği keşfetmeye başladığım dönemlerde üzerime yağmur gibi yağan senfonik gruplar sağ olsun (sebepsizce sindirilmesi en zor şeylerden başlamış olmanın bağışıklığı sanırım) dizginlenemez bir nostaljiğe dönüşerek (ya da her zaman öyleydim) her fırsatta o dönemin ruhunu arar oldum. Yine Hiçbaymaz sağ olsun, tavsiyelerinden biri olan Änglagård; tam da 70’ lerin ruhunu yansıtan bir grup olması ile, benim gibi nostaljiklerin pek ilgisini çekmiş olacak ki piyasaya çıktıkları anda büyük ilgi görmüş fakat iki albüm sonra maalesef dağılmış. (nostalji karın doyurmamış herhalde)

Neyse ki 2002 yılında Lindman (?) olmadan yeniden bir araya gelerek önce konserler vererek piyasayı yoklayıp, 10 senelik çalışmanın ardından 2012 yılında Viljans Öga adlı albümü piyasaya sürdüler. Ve grup aynı enstruman formasyonuna sahip olsa da öncekinden daha da orjinal bir müzikal yaklaşımları var. (Lindman?)

O albüme de bir göz atın derim.

ÄNGLAGÅRD

Thomas Johnson / Mellotron, Hammond Org, Grand Piyano, Klavye
Tord Lindman / Akustik Gitar, Elektrik Gitar, Mellotron, Vokal, Vurmalılar
Anna Holmgren / Flüt, Mellotron
Johan Högberg / Bass, Bass Pedad
Jonas Engdegård / Elektrik Gitar, Akustik Gitar
Mattias Olsson / Vurmalılar

BURIED ALIVE

01 - Prolog 2:20
02 - Jordrök 11:45
03 - Höstsejd 14:03
04 - Ifran Klarhet Till Klarhet 9:03
05 - Vandringar I Vilsenhet 13:07
06 - Sista Somrar 9:21
07 - Kung Bore 12:34

17 Eylül 2022 Cumartesi

Electric Sandwich / Electric Sandwich (1972)

Daha geçenlerde, blogun eski(meyen) yazarlarından Louis Cyphre (yeni adıyla Hiçbaymaz), hem de ta İsveç'ten bir şey yazdı; "Bana muazzam bir açılış şarkısı söyle 70'lerden" diye. Cevap hazırdı tabi; China. Elbette bu lafa verilebilecek onlarca farklı cevap da olabilir ama en iyilerden bir tanesi de gerçekten bu parça. Enteresan bir şekilde, daha önce Electric Sandwich yazmamışız blog'a. Eksikliği gidermek gerekir.

Grubun hakkında çok fazla bilgimiz olmamakla birlikte 1969 yılında, üniversite öğrencisi 4 genç tarafından Bonn, Almanya'da kurulduğu konusunda pek çok kaynak hemfikir. Ama 1969 ile albümün çıktığı 1972 yılları arasında ne yaptıkları, nasıl yaptıkları konusunda en ufak bir bilgiye sahip değiliz. Sanki arada bir yere ışınlanıp albüm ile ilgili çalışmışlar da işleri bittiğinde geri dönmüşler gibi bir durum yani. Asıl ilgimizi çeken de zaten grupla aynı adı taşıyan albüm.

Plak döneminde yayınlandığından mıdır nedir bilemiyorum ama, albümün A yüzü ile B yüzü arasında ciddi farklılıklar var. Hepi topu 3 parçaya sahip olan A yüzü, içerisinde pek çok müzikal anlayışı barındırsa da temelde Rock üzerine kurulu. B yüzünde ise iş biraz değişiyor ve daha Jazz ve Boogie'ye kayarak yumuşuyor. Ha bu kötü bir şey mi? Elbette değil. Albüm kendi içinde bu haliyle bile bir bütünlük oluştururken A ve B yüzünü birbirinden ayırmak da olanaksız. Her tarafında nefis partlara sahip olduğunu belirtelim.

Gelelim yukarıda da bahsettiğimiz açılış parçasına. China, belki de dinleyebileceğiniz en iyi açılış parçalarından biri. Standart sayılabilecek, kendini sürekli tekrarlayan bir davul ritmine, sisli, buğulu ya da bulanık diye tabir edebileceğimiz bir wah wah gitara sahip. Parça insana çok farklı şeyi aynı anda yaşatıyor. "Ben bu parçayı daha önce dinledim galiba" diye düşünürken bir anda "Yok artık, ilk defa duyuyorum böyle bir parçayı" dedirtiyor. Dinlemeden önce beklentilerinizi yüksek tutun, çok fazla yanılmayacaksınız.

Diğer parçalara geçtiğimizde vokalin çok gereksiz olduğunu görüyoruz. Daha önce pek çok albümde özelliksiz ama etkili kullanılan pek çok ses ve vokal gördük ama bunlar bu albüm için geçerli değil. Bir noktaya geldiğinizde "neyse ki albümün geneli enstrümantal" diye düşünmeden edemiyorsunuz. Bunun dışında elektronik olarak süslenmiş saksafon kullanımı albümün genelinde etkili. Gitarlar da aynı şekilde bütün albümü kaplıyor.

Genelde anlaşılabilir olması adına albümleri başka albüm ya da grupların tarzına benzetiyoruz ama Electric Sandwich için bu geçerli değil. Keşfettikçe daha fazlasını isteyeceğiniz bir ilk dinlemelik.

ELECTRIC SANDWICH

Klaus Lormann / Bass
Wolfgang Fabian / Davul
Jörg Ohlert / Gitar, Org, Mellotron
Jochen Carthaus / Vokal, Saksafon, Armonika

ELECTRIC SANDWICH

01 - China 8:03
02 - Devil's Dream 6:15
03 - Nervous Creek 5:00
04 - It's No Use to Run 4:00
05 - I Want You 5:24
06 - Archie's Blues 4:40
07 - Material Darkness 5:02

16 Eylül 2022 Cuma

Murphy Blend / First Loss (1971)

Tek albümle kalmalarına gerçekten üzüldüğümüz gruplardan biridir Murphy Blend. (Aynı kaderi paylaşan Electric Sandwich'i de ek olarak belirtelim). 70'lerin başında birbirinden değişik pek çok türün ortalıkta dolandığı dönemde Almanya'da Progressive Rock yapan bir gruptur. 4 kişilik kadrosuyla ellerinden gelenin çok daha fazlasını yaptıkları da ortadadır.

Berlin'de kurulan grup kısa bir süre sonra Münih'te, 1970 yılın Ekim - Aralık ayları arasında albüm kaydına başlıyor. Grubun adının ilk kısmı, Samuel Beckett'in romanı Murphy'den gelirken diğer kısmı da grubun mantığının "ortaya karışık" anlayışının bir ürünüydü. Grubun has adamı Wolf-Rüdiger Uhlig, Berlin'de 3 yıl boyunca Klasik Müzik eğitimi almıştı ve bu eğitim ile kazandığı klasik tema anlayışını, klavyelerin yoğunlukla kullanıldığı bir Heavy Progressive Rock karışımına çevirmek niyetindeydi. Parçaların çoğunu da kendisi yazmıştı. Sonuç çok da şaşırtıcı olmadı.

Gerçekten de albümün her yerinde Klasik Müzik anlayışının hakimiyetini açık şekilde görüyorsunuz. Ama bu parçaların içine o kadar iyi yedirilmiş ki ortaya bambaşka bir "karışım" çıkmış. Hammond orgun girdiği yerlerde Uriah Heep, Deep Purple ya da Vanilla Fudge gibi grupların tarzına yakınken, Präludium / Use Your Feet'de ise Steve Winwood vokali ile bezenmiş bir Traffic imgesi yaratılıyor. Past Has Gone'da ise bir yerlerde Ken Hensley'nin parmağı kesinlikle var hissi yakanızı bırakmıyor. Çeşitliliğin ve farklı yaklaşımların bir hayli olduğu albümü dinlerken hep bir şeyleri başka bir şeylere benzetirken, diğer yandan da bambaşka şeyler olduğunu görüyorsunuz.

Blues Rock'tan Klasik Müzik'e, Psychedelic Rock'tan Rock'n Roll semalarına sık sık yükseliyorsunuz First Loss'u dinlerken. Yeri gelmişken, First Loss, Alman Klasik Müzik bestesici Robert Schumann'ın ünlü Erster Verlust'unun İngilizcesi. Yani hem klasik anlayıştan, hem modern ya da çağcıl müzikten beslenip hem de hiç durmadan ileriye doğru yönelen bir grup ve albümle karşı karşıyayız. Baştaki tek albüm serzenişi gerçekten de öylesine söylenmiş bir laf değil. Dinledikçe daha fazlasına ihtiyaç duyuyorsunuz. Bitmemesi gerektiğine inanıp devamının gelmesini umutsuzca bekliyorsunuz. Albümün son parçası Happiness'deki muziplik ise "daha fazlasını beklemeyin, burada bitirip dükkanı kapatıyoruz" dercesine bir iz bırakıyor sizde.

MURPHY BLEND

Wolf-Rüdiger Uhlig / Org, Klavsen, Piyano, Vokal
Wolfgang Rumler / Gitar, Vokal
Andreas Scholz / Bass
Achim Schmidt / Davul, Vokal

FIRST LOSS

01 - At First 4:32
02 - Speed Is Coming Back 5:58
03 - Past Has Gone 7:30
04 - Präludium / Use Your Feet 5:32
05 - First Loss 7:44
06 - Funny Guys 3:38
07 - Happiness 0:03

15 Eylül 2022 Perşembe

Quatermass / Quatermass (1970)

3 kişilik kadrosuyla Progressive Rock alanında hem de tek albümle tutunmuş gruplardan biridir Quatermass. Minimal yapısı, armonik zenginliği, ortalığı darmadağın eden Hammond orgu ve insanı delip geçen özelliksiz ama etkili vokaliyle öne çıkar. İngiltere kökenli grubun temeli Episode Six grubuna dayanır.

Deep Purple'dan tanıdığımız Roger Glover ve Ian Gillan'ın 1965 yılında kurdukları Episode Six, döneminde kaydedilmiş ve yayınlanmış bir albüme sahip olmamakla birlikte grup elemanları adı bilinen pek çok grupta çalmış olmalarıyla bilinirler. Bir tür ekol bile denilebilir Episode Six için. Mick Underwood bu grubun elemanı olarak başlıyor. Kaydettikleri parçalar ve verdikleri konserler fazla olmakla birlikte grubun popülaritesini arttıramıyor. Büyük hedeflere sahip Gillan ve Glover Episode Six'ten ayrılınca yerlerine John Gustafson ve J. Peter Robinson dahil oluyor. Fakat grup macerası daha fazla sürmüyor. Episode Six'ten ayrılan Underwood, Gustafson ve Robinson yeni bir grup için kolları sıvıyorlar.

Grup adını BBC'nin 50'li yıllarda 3 seri halinde yayınladığı bilim kurgu seriallerinin baş karakteri Profesör Bernard Quatermass isimli bilim insanından alıyor. Kısa ömürlü olmasına rağmen kaliteli bir işe imza atan ve hala akıllarda yer eden Quatermass, karmaşık düzenlemeleri yanında güçlü vokalleri ve yaylılarla zenginleştirilmiş uzun ve ayrıntılı klavye pasajlarıyla biliniyor. Özellikle Laughin' Tackle bu konuda oldukça iyi. Parçada 16 keman, 6 viyola, 6 çello ve 3 kontrbass bulunuyor. Enfes davul solosu da Mick Underwood'a ait. Belirtmeden geçmeyelim, Quatermass'in bu kadar keyfili ve bir bakıma lezzetli olmasının sebebi Robinson'ın hem klavye kullanımı hem de parça düzenleme konusundaki yeteneklerinden ileri geliyor. 

Karmakarışık bir halden derli toplu bir düzene geçen ama vokalin desteğiyle tempoyu yükselterek klavye ile sürükleyici bir hikayenin ortasına atan yapıya sahip Quatermass müziği. Elbette etkilendikleri, dikkate aldıkları çok müzisyen vardır ama albümde dışarıdan herhangi bir etki görmeniz çok olası değil. Parçayı dinlerken bu Deep Purple'a benziyor diyemezsiniz yani. Onun yerine bir sürü yeni keşif yapmış gibi hissediyorsunuz kendinizi. O noktada da grubun kısa ömürlü olması ve tek albümle kalması insanın içini burkuyor biraz. Daha fazlası kesinlikle gelebilirmiş ama tadında bırakmışlar.

QUATERMASS

John Gustafson / Bass, Vokal
J. Peter Robinson / Klavyeler
Mick Underwood / Davul

QUATERMASS

01 - Entropy 1:10
02 - Black Sheep of the Family 3:40
03 - Post War, Saturday Echo 9:42
04 - Good Lord Knows 2:54
05 - Up on the Ground 7:11
06 - Gemini 5:53
07 - Make Up Your Mind 8:43
08 - Laughin' Tackle 10:35
09 - Entropy (Reprise) 0:42

14 Eylül 2022 Çarşamba

Paul Kossoff

İnsanları öldükten sonra hatırlamak kadar kötü bir şey varsa o da öldüğü gün anmaktır diye düşünüyorum. Bunun yerine doğduğu günü temel almak daha doğru bir davranış olur sanırım. Paul Kossoff, bugün yani 14 Eylül'de doğanlardan biri. Black Cat Bones ile başlayıp Free ile devam eden, Back Street Crawler ile noktayı koyan İngiliz gitarist. Heyecanları, hayal kırıklıkları, yeteneği ve kaliteli işleri ile öne çıkan Kossoff kısa süren ömrüne pek çok başarılı albüm sığdırmış.

14 Eylül 1950'de Hampstead, İngiltere'de doğuyor. Kendini bulmaya çalıştığı yıllarda, 9 yaşındayken radyoda The Shadows dinliyor ve müziğe olan ilgisini keşfediyor. Ailesi de durumun farkına varınca ona Blanche Monroe'dan klasik gitar dersleri aldırıyor. 6 yıl süren bu eğitimin ardından gitardan uzaklaşıyor. Ama tam da o sıralarda başka bir şey oluyor; "Yeniden çalmaya başlamam için gerekli olan ilk gerçek ilhamı Eric Clapton ve John Mayall’ı küçük bir klüpte çalarken gördüğümde aldım. Clapton’ın kim olduğunu ya da neler dönüp bittiğini bilmiyordum. Ama kulüpteki insanlar ona “Tanrı, Tanrı” diye bağırıyorlardı. Gerçekten dikkatimi çekti ve gitar çalmaya devam etmek istedim. Klasik gitar eğitimimin el becerisi kazanmam dışında bu müzikle hiçbir ilgisi olmadığını gördüm. Clapton’dan sonra ilgim daha da arttı. Ondan Peter Green, B.B. King ve Freddie King’e  geçtim ve sonra işin özüne, ruhuna indim; Otis Redding, Ray Charles. Green ve Clapton hem çok yetenekli hem de güçlü çalıyordu. Clapton, olmak istediğim her şeydi.  Long John Baldry’i de severdim, Rod Stewart da o günlerde iyiydi. Jeff Back’in grubuyla görmüştüm Stewart’ı ve çok etkilenmiştim. O sıralarda Black Cat Bones adında bir Blues grubu kurdum. Ama grup dağıldı çünkü Simon Kirke ile başka bir grup kurmak istemiştim.."¹

Clapton'dan fazlasıyla etkilendikten sonra hayatı müzik oluyor Kossoff'un. Kendisinin de bahsettiği üzere Black Cat Bones grubunu kuruyor. Grupla çok fazla kayıt yapıyorlar ama bu kayıtlar uzunca bir süre yayınlanmıyor. Zaten Simon Kirke ile tanışmasından sonra müzikal anlayışı grubunkiyle farklılaşıyor. Kirke ile birlikte bir grup kurma fikri ona daha cazip geliyor. O sıralarda bir gitar dükkanında çalışırken başına gelen bir olay Kossoff'un hayatında büyük iz bırakıyor. Steven Rosen'ın 1976 yılında Guitar Player dergisi için yaptığı röportajda bu olayı şöyle anlatıyor; . "On beş ya da on altı yaşımdayken, Hendrix İngiltere'ye ilk kez Chas Chandler [Hendrix'in menajeri] ile geldi. Bir keresinde müzik dükkanlarını dolaşıyordu ve ben onlardan birinde çalışıyordum. O dükkanda, bir şey alan siyahi biri varsa, satış sayfasının üstüne “C” koyarlardı. Bir gün Chas ile Jimi geldi. Dürüst olmak gerekirse Hendrix acayip görünüyordu ve gerçekten kötü kokuyordu. İçeri ilk girdiğinde, herkes “Aman Tanrım!” demeye başlamıştı. Dükkanda Sola gerilmiş gitar yoktu, bu yüzden sağ el için kullanılan Strat'ı aldı ve çevirdi, böylece Mi teli en altta kaldı. "Little Wing"deki gibi bazı akorları çalmaya başladı ve hepimiz ona bakarak duyduğumuza inanamadık. Bu bir daha başımıza gelebilecek bir şey değildi bu nedenle herkes onun etrafında takılıyor, kokuya ve her şeye katlanıyordu. Hiçbir şey satın almadı ama onu görmek bile beni gerçekten heyecanlandırmıştı; Onu ölümüne sevdim. O benim kahramanımdı ve hala benim kahramanım olmaya devam ediyor."²


Ardı ardına yaşadığı bu heyecan verici durumlardan sonra daha da netleşiyor kafasındaki grup fikri. Simon Kirke'nin tanıdığı bir grubu dinlemeye gidiyorlar ve grubun vokali olan Paul Rodgers ile tanışıyorlar. Rodgers'ın sesine hayran kalıyor Kossoff. Enstrümanı ve çalma stilini ilkel buluyordu kendince ama Rodgers'ın sesiyle fena halde uyum sağlamış olmasına seviniyordu.³ Ekipte tek eksik kalmıştı, o da bass gitaristti. Ama aramalarına gerek bile kalmadan Andy Fraser gruba dahil oldu. Fraser, 15 yaşındaydı ve John Mayall'ın grubundan yeni ayrılmıştı. Her açıdan uyumu yakalamışlardı, bu ileride yapacakları albümlerde büyük avantaj sağlayacaktı. Londra'da 1968 yılıydı ve grubun adı da konulmuştu artık; Free.

İlk albümü kaydettiklerinde Fraser 15, Kossoff 17, Rodgers ve Kirke ise 18 yaşındaydılar. Free bir anda başarılı bir ivme yakalamıştı. Birbiri ardına kaydedilen albümler ve çıkılan konserler, grubun pek çok insan tarafından tanınmasını da sağlamıştı. İlk iki albüm ticari başarı elde edemese de üçüncü albüm Fire And Water ile birlikte işler değişmişti Free için. Çünkü albümün ve belki de Free'nin en iyi hiti All Right Now ortaya çıkmıştı. Sadece bu şarkı yüzünden 1970 yılı Isle of Wight Festivali'nde 600.000 kişinin önünde konser vermişlerdi. Ama tek başarısı da bu değildi All Right Now'ın. Radyolarda 2.000.000'dan fazla kez çalınmış, 45'liği 1.000.000 satan 45'likler listesine girmişti.

Ama dördüncü albüm Highway ile Free'de sarsıntılar çıkmaya başlamıştı. Fraser ve Rodgers arasındaki sorunlar ön plana çıkmış, Kossoff ve Kirke bundan fazlasıyla etkilenmişti. Kaydedilen konser albümünün ardından Free dağıldı. Kossoff ve Kirk, Tetsu Yamauchi ve John "Rabbit" Bundrick ile birlikte Kossoff, Kirke, Tetsu & Rabbit albümünü kaydettiler. Sonra son bir hareket yaptılar ve aynı ekip Free'nin son albümü Heartbreaker'ı kaydetti. Ama bu grup için yeterli olmadı ve dağıldılar.

Kossoff yerinde durmadı ve Back Street Crawler adında bir solo albüm yaptı. Albüm başarılıydı. Bundan destek alarak Back Street Crawler grubunu kurdu ve iki albüm kaydetti. Tüm bunlar olurken Paul Kossoff uyuşturucu ile fazlasıyla haşır neşirdi ve sağlık sorunları baş göstermişti. 15 yaşından beri kullandığı uyuşturucular bedenini etkiliyordu artık. Zaten Free'nin dağılmasından beri bir türlü mutlu olamıyordu. Sahneye çıkmış, albümler kaydetmiş, yeni bir grup bile kurmuştu. Ama Free onun için başka anlamlar ifade ediyordu.

Kossoff bunlara çok fazla dayanamadı ve 19 Mart 1976 yılında damar tıkanıklığına bağlı kalp krizi sonucunda öldü. Ölümü bile normal bir yerde olmamıştı, Los Angeles'tan New York'a giden uçakta hayata gözlerini kapadı. Bedeni İngiltere'ye getirilip krematoryumda yakıldı. Mezarında adının, doğum ve ölüm yıllarının yanında sadece şu yazıyor: All Right Now.


¹ Steven Rosen, Guitar Player, Temmuz 1976
² Steven Rosen, Guitar Player, Temmuz 1976
³ Steven Rosen, Guitar Player, Temmuz 1976

The Norman Haines Band / Den Of Iniquity (1971)

1965
yılında Birmingham'da kurulan Kansas City Seven adından da anlaşılacağı üzere 7 kişilik bir kadroya sahip. Grupta bilinen tek isim ise Chris Wood. Tabi o aralar hepsi müzik heveslisi gençler ve Wood da henüz tanınmıyor. Yaptıkları müziği biraz daha ileri götürebilmek adına grubun adını The Locomotive olarak değiştirip enfes güzellikte canlı performanslar sergiliyorlar. Ama Chris Wood, Traffic'e katılmak için ayrıldığında grubun diğer elemanları da teker teker kendi yollarını çiziyorlar. Orijinal gruptan sadece Jim Simpson kalıyor ve o da The Locomotive'i devam ettirmek için gruba Norman Haines, Jo Ellis gibi isimleri dahil ediyor.

The Locomotive oldukça başarılı bir albüm kaydediyor ama ayakta kalamıyor. Dağılan grubun hemen ardından Norman Haines, The Norman Haines Band'i kuruyor. The Locomotive'de klavyesiyle bir hayli ön plana çıkan Haines, kendi adını taşıyan grubuyla kaydettiği albümde de aynı şekilde konumlandırıyor kendini. Aslında hiç de yanlış bir seçim olmuyor bu. Çünkü Haines klavye konusunda gerçekten çok iyi ve yaratıcı.

Kaydettikleri albüm Den of Iniquity, önceki grubun izlerini taşısa da daha iyi bir sound içeriyor. Hatta The Locomotive'in hitlerinden biri olan Mr. Armageddon'un nefis ve gelişmiş versiyonu da bulunuyor bu albümde. Her iki albümü dinlediğinizde "aynı günlerde kaydedilmiş" izlenimi yaratsa da konumuz olan albüm biraz daha öne çıkan bir albüm oluyor.

Progressive Hard Rock ya da daha iyi bir tanımla Heavy Progressive Rock olarak adlandırabiliriz albümü. Ama Den of Iniquity'de pek çok türün açık izlerine rastlamanız da mümkün. Çeşitlilik o kadar fazla ki albümü fazlasıyla dağılmış gibi düşünebilirsiniz en başında. Dinledikçe bunun doğru olmadığını, Hard Rock, Folk, Psychedelic, Blues ve diğerlerinin, birbirleri içinde eriyip konsept bir albüm kıvamına geldiğini bile fark edebilirsiniz. Albümün son iki parçası Rabbits ve Life is so Unkind sizi oldukça şaşırtıyor. Özellikle bu iki parçada başta Norman Haines olmak üzere grubun diğer üyelerinin de enstrümanlarına ne kadar hakim olduklarını ve onları ne kadar yaratıcı şekillerde kullanabildiklerine tanık oluyorsunuz.

THE NORMAN HAINES BAND

Neil Clark / Gitar
Andy Hughes / Bass, Vokal
Jimm Skidmore / Davul
Norman Haines / Org, Piyano, Vokal

DEN OF INIQUITY

01 - Den of Iniquity
02 - Finding My Way Home
03 - Everything You See (Mr Armageddon)
04 - When I Came Down
05 - Bourgeois
06 - Rabbits
        a) Sonata (For Singing Pig)
        b) Joint Effort
        c) Skidpatch
        d) Miracle
07 - Life Is so Unkind
        a) Moonlight Mazurka
        b) Echoes of the Future

13 Eylül 2022 Salı

21. Peron / 21. Peron (1977)

Milliyet
gazetesinin 1967 yılında düzenlemeye başladığı liselerarası müzik yarışmalarında boy gösteren genç gruplar sayesinde müziğimizin batı müziği ve özellikle rock ile etkileşimi artmış, dolaylı da olsa Unkapanı’nın müziğimizin gelişimine vurduğu ket de bir nebze yıkılmış. İşte 21. Peron da 1970 yılından itibaren katıldıkları bu yarışmalardan birbirlerini tanıyan Andreas Wildermann (klavye) ve Haluk Öztekin (gitar)’in yanlarına kattıkları Seyhan Eriş (gitar), Aron Serez (bass), Halil Yıldırım (davul) ve Alp Gültekin (keman) ile 1973 yılında kurularak, İzmir - Bornova’da çalışmalarına başlamış.

Yine Unkapanı sağ olsun (!) Anadolu Rock / Pop tıpkı günümüzde olduğu gibi saf rock dinleyicileri tarafından 70’lerde de hakir görülür oluşundan kaynaklı, müziklerinde bizden ezgileri bestelerini domine edecek şekilde değil bütünlüğü sağlayan motifler olarak kullanmayı tercih eden grup, Yes, Genesis, Gentle Giant etkileşimlerini cesurca sergilemekten geri durmamış. Hem enstrüman hakimiyeti hem de beste kabiliyetleri ile psychedelic’ten senfoniye uzanan tarzlarını; dönemin gruplarının yoğunluklu gitar, bass, davul ile sınırlı kalan unison  bestelerindeki kolaycılığa kaçmadan üzerine ciddi zaman harcadıkları, senkopların ve kontrapuanların havada uçuştuğu klasik batı esintileri ile harmanlamışlar.

Grup 1975’de isimlerini duyurmalarına ön ayak olacak dönemin müzik program yapımcıları Ümit Tunçağ ve İzzet Öz’ün desteklerini alarak aynı sene bu albümün ilk bölümü oluşturan parçaları canlı olarak 2 kanallı teybe kaydettiler. Ne miksleme, ne de hata yapma imkanları olmamalarına rağmen ortaya çıkan sonuçlar muazzam. (remaster işlemlerini kaset kayıtlarından yapmış olmaları da cabası) Tüm enstrümanların ve partisyonlarının bütünde yarattığı hissiyatın tarifinin zorluğunu geçtim, üzerinden geçen bunca yıla rağmen aynı havayı yakalayan grup sayısının bir elin parmaklarını geçmediği gerçeği hala baki.

İkinci bölüm, 1977 yılında ŞAT yapım stüdyolarında kayda aldıkları hem prodüksiyon kalitesi hem de ilk bölümü aratmayacak besteler ile bütünlüğünü hiç bozmadan devam ediyor. Tüm ekibi (neredeyse) net olarak duyabileceğiniz bestelerde solo enstrüman olarak sıra dışı biçimde Keman / Viola seçimi (ilk bölümde de böyle bu arada), bizden esintileri neden bu kadar iyi yansıtabilmiş olduklarının sonucu sanırım. Bu arada tamamı enstrümental olan yapıyı tek bozan parçanın da bu bölümde bulunması ve bunun nedenini hala “anlayamıyor” oluşum benim kaz kafalılığımdandır herhalde.

Memleketimizin müzik sohbetlerindeki kaçınılmaz “Ah başka ülkede olsalar, dünyaca ünlü olurlardı” eşiğine mutlaka meze edilmiş bir grup 21. Peron fakat saf Progressive Rock anlamında maalesef bu albümleri dışında adından bahsedebileceğimiz bir albümleri yok. Yaşadıkları türlü talihsizlikler (Eurovision ve darbe gibi) ve dönemin müzikseverleri tarafından anlaşılmamalarının sonucunda da “daha dinlenebilir şeyler lazım” diyerek uzaklaştıkları köklerine (tam anlamıyla) dönememelerini yadırgıyor olsam da yeniden toparlanıp yaptıkları besteleri ile günümüz gruplarına göre (hala) epeyce orijinal duruyorlar.

21. PERON

Andreas Wildermann / Org, Piyano
Haluk Öztekin / Gitar
Seyhan Eriş / Gitar
Aron Şerez / Bass
Halil Yıldırım / Davul
Alp Gültekin / Keman
Erden Erdem / Davul
Gökhan Akçay Bass, Vokal

21. PERON

01 - Anne 7:27
02 - 18400 TL 6:59
03 - F.M.O. ( Film Müziği Olabilir ) 2:49
04 - Petruşka 5:20
05 - Çocukluk Anılarım 4:13
06 - İnilti 2:44
07 - Beş 3:27
08 - Şarap Mahzeninde Gece2:39
09 - F.M.O. ( Film Müziği Olamadı ) 3:21
10 - Arap Bebeğin Dansı 5:04
11 - Anlatamıyorum 3:17
12 - Köy Düğünü 2:57


12 Eylül 2022 Pazartesi

Black Widow / Sacrifice (1970)

Kişisel olarak en sevdiğim gruplar ve albümler listesinde her daim ilk onda kendine yer bulan Black Widow ve Sacrifice, hak ettiği yeri bir türlü bulamamışlar listesinde de ilk sıralarda yer alır. Müzikal anlayışlarının kalitesi ortadayken bir türlü olması gereken başarıyı yakalayamamaları sıklıkla saçma gelse de onca yılın ardından söylenmek dışında pek bir şey yapamıyoruz maalesef.

1966 yılında Leicester, İngiltere'de Pesky Gee adıyla kuruluyor grup. 1969 yılına kadar pek çok yerde sahne alıp deneyim kazanıyorlar. Bu arada grubun 3 yıllık gitaristi Chris Dredge ayrılıyor ve yerine Jim Gannon geliyor. Hemen ardından Pesky Gee'nin ilk ve tek albümü Exclamation Mark kaydediliyor ve bu kez de vokal Kay Garrett grubu bırakıyor. Kalanlar biz bu işin daha iyisini de yaparız mantığıyla yola devam kararı alıyorlar. Ama isim değişikliğine gidiyorlar ve Black Widow ortaya çıkıyor.

Zaten başarılı bir albüm kaydettikleri için kendilerine yapımcı bulmakta zorluk çekmiyorlar. Yeni albümün kayıtları başlıyor. Satanik ve okült sözler içeren enteresan liriklere sahip parçalar yapıyorlar. Albüm yayınlandığında hiç de haklı olmayan bir şekilde Black Sabbath ile karşılaştırılıyorlar. Hatta hem grubun ismi hem de parçalardaki sözlerden dolayı Black Widow'un Black Sabbath taklidi olduğu eleştirileri bile yapılıyor. Ama dinleyen herkesin rahatlıkla çözümleyebileceği üzere aralarında benzerlikle olsa da bahsi geçen iki grubun da, bu gruplara ait sözlerin de birbirinden çok farkları var. 

Ama o dönem için bu yeterli gelmiyor ve yapımcılar Black Widow'un sonraki albümlerinde tarz değişikliğine gidilmesini mecbur kılıyor. İlk albümle satanist damgası yedikleri için bunun ticari açıdan sorun doğuracağını düşünüp grubun müziğini daha Progressive Rock ve Hard Rock birleşimine çevirtiyorlar. Bu karar diğer albümlerden de anlaşılacağı üzere çok yanlış bir seçim olmamakla birlikte, ilk albümünde devamında gelebilecek okült yaklaşımı daha farklı ve değişik bir Black Widow'la da karşı karşıya bırakabilirdi bizi.

Psychedelic Rock ve Folk'tan beslenen ama nihayetinde Heavy Progressive Rock olarak adlandırılan türe dahil edebileceğimiz Sacrifice'ta her bir parça kendi çapında bir başyapıta dönüşüyor. Melodik olarak popülerleşen ve akılda kalan gibi düşünüldüğünde albümün baş yapıtlıkla tabi ki alakası kalmıyor ama aradığımız şey de Steve Miller Band'in Serenade'ı gibi parçalar değil sonuçta. Kendi yapısını oluşturan, çeşitlemeleri fazlalaştıran, oradan oraya sürüklenen parçalardan bahsediyoruz.

Albümdeki müzik aleti çeşitliliğinin verdiği avantajla çok güçlü ve sıradan olmaktan uzak parçalarla oluşturulan atmosfer oldukça etkileyici. Müziği vücudunuzun her yerinde hissediyorsunuz.

BLACK WIDOW

Bob Bond / Bass
Clive Box / Davul, Vurmalılar
Jim Gannon / Lead Gitar, İspanyol Gitar, Vibraphone
Clive Jones / Flüt, Saksofon, Klarinet
Jess "Zoot" Taylor / Org, Piyano
Kip Trevor / Vokal

SACRIFICE

01 - In Ancient Days 7:40
02 - Way to Power 3:58
03 - Come to the Sabbat 4:56
04 - Conjuration 5:45
05 - Seduction 5:38
06 - Attack of the Demon 5:37
07 - Sacrifice 11:10

11 Eylül 2022 Pazar

Nihat Örerel Röportajı

Araya YouTube'da tesadüfen rastladığımız bir röportajı da alalım istedik. Röportaj, Gökhan Aya tarafından 14 Mayıs 1998 tarihinde Açık Radyo'da yapılmış. Aslında röportaj demek de çok doğru olmayabilir. Sohbet havasında geçen, Deep Purple'ların, Vanilla Fudge'ların, Bunalım ve Silüetler'in havada uçuştuğu bir radyo programı. Konuk ise 70'lerin efsane davulcularından Nihat Örerel. Belgesel tadında olmasa da hem Örerel hem de dönemin Rock müziği açısından ilgi çekici ve iştah kabartıcı bir muhabbet.

Gringo / Gringo (1971)

Sık sık bahsi geçtiği üzere, 70'lerde özellikle Progressive Rock gruplarının bir kısmı tek albümlük gruplar olarak kalıyor. Bu başarısız ya da kalitesiz olmalarından çok ya kişisel sorunlar ya da tarz uyuşmazlıkları gibi sebeplerden kaynaklı. Gringo da bu gruplardan biri. Dağılmaları, grup elemanlarının farklı yönlere gitmek istemeleriyle alakalıydı.

1968 yılında Somerset, İngiltere'de kurulan grubun ilk hali The Toast adını taşıyordu. Pek ilgi çekici ve iyi bir isim olmamakla birlikte o zaman için de oldukça yeterliymiş. 3 kişi olarak kurulan grubun ilk başarısı BBC 2'de yayınlanan Colour Me Pop programı için 8 parça kaydetmek oldu. Kaydın yayınlanmasından sonra kendilerinin de beklemedikleri bir ilginin odağı oluyorlar ve yoğun konser programına başlıyorlar. 1969 yılına geldiklerinde başarının farkına varan CBS, The Toast ile 45'lik anlaşması imzalıyor. Çıkan 45'lik de başarı getiriyor. Ticari olmasa da en azından kaliteli bir grupla karşı karşıya kalındığını gösteriyor.

Grup, yola devam etmek için bir kadın vokale ihtiyaç duyduklarını düşünüyor ve seçme düzenliyorlar. Seçmelerin sonunda İrlanda doğumlu Annette Casey'i gruba dahil ediyorlar. Herkes benim gibi düşünür mü bilmem ama bu İrlandalı kadın vokaller gerçekten de etkili ses ve yorumlara sahipler. Annette de bunu boşa çıkarmıyor ve gerçekten kaliteli yorumlara imza atıyor.

Bir süre sonra The Toast ismiyle devam etmenin doğru olmayacağına karar veriyorlar. Çünkü ortamda grup sayısı da albüm sayısı da fazlalaşmış. Ortalıkta Progressive Rock albümlerinden geçilmez duruma gelmiş. Bu noktada grup elemanları The Toast'un yorgun ya da bıkkın bir rutine saplanıp kaldığını fark ediyorlar. İsimlerini de "ilerici müziğin sunduğu yeni özgürlükleri keşfetmeye hevesli Gringo" olarak değiştiriyorlar.

Bir yandan devam eden konserlerin yanında kendi parçalarının son hallerini oluşturmaya başladıklarında yıl 1971'di. MCA ile albüm anlaşması imzalamışlar ve daha da ileriye gitmenin peşine düşmüşlerdi. Albüm, 1971 yılının yaz başında, Hollanda turnesini bitirdiklerinde piyasaya sürüldü. Verdikleri konserlerle İngiltere ve Avrupa'da zaten bilinen grubun artık bir albümü de vardı. Kazandıkları bu avantajla Caravan ve Barclay James Harvest ile turneye çıktılar. Turne bitiminde bass gitarist John G. Perry başka bir gruba katılmak için Gringo'dan ayrıldı. Hemen ardından da Casey evlendi. Grup 1972 yazına kadar ayakta kalmaya çalışsa da bunu başaramadı.

İşin ilginç yanı, yapımcılığını John Hiseman'ın üstelenceği, ikinci bir albüm fikri ortada dolaşmaya başlamıştı. Ama o albüm hiç kaydedilmedi.

Albümü belli bir türe ait olarak görmek yanlış olacaktır. İçinde Folk'tan Beat müziğine, Rhtyhm & Blues'dan Jazz'a pek çok etkiyi gözlemleyebiliyorsunuz. Kim bilir, belki de albümü Art Rock olarak adlandırmak daha doğru olacaktır.

GRINGO

Annette Casey (Casey Synge) / Vokal
Henry Marsh / Vokal, Gitar, Klavye
Simon Byrne / Vokal, Davul, Klavye
John G. Perry / Vokal, Bass

GRINGO

01 - Cry the Beloved Country 5:50
02 - I'm Another Man 4:15
03 - More and More 4:40
04 - Our Time Is Our Time 5:00
05 - Gently Step Through the Stream 3:55
06 - Emma and Harry 3:55
07 - Moonstone 4:30
08 - Land of Who Knows Where 4:05
09 - Patriotic Song 5:10