Blues Rock etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Blues Rock etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Nisan 2023 Cumartesi

Writing On The Wall / The Power of the Picts (1969)

Edinburgh, İskoçya'da The Jury adıyla kurulan Writing On The Wall, yayınladıkları tek albümle Heavy Prog'un en iyi işlerinden birine imza atmışlar. Tek albümle kalmışlar gibi görünse de 1967'den dağıldıkları 1973 yılına kadar pek çok kayda imza atmışlar ve bu kayıtlar daha sonraları tek tek yayınlandı. Albüm olarak değil belki ama arşivlik malzemenin toplanmış hali olarak düşünüldüğünde, bu sonradan piyasaya sürülen albümler de en az ilk albüm kadar iyiler. Hatta albümleri diskografiye dahil etmekte hiç zorlanmazsınız.

1968 yılına geldiklerinde The Jury isminin tutar bir yanı olmadığını anlayıp Writing On The Wall'da karar kılmışlar. Lakin bu ismin de pek öyle ahım şahım bir tarafı olmadığını görememişler diye düşünmeden edemiyor insan. 67 - 68 yıllarında yaptıkları çalışmalar ile birlikte, Rock'ta yaşanan müzikal evrimin tam ortasında kendilerine yer bulmuşlar. Duruma uyum sağlama konusunda hiç yabancılık da çekmemişler anlaşıldığı üzere. Rekabetin büyük olduğu bir ortamda kendilerini geliştirme mecburiyeti ile hareket etmişler yani. İlk albümün ardından çok fazla konsere ve turneye çıkmışlar. Albüm büyük ticari bir başarı elde edemediği için yol kat etmekte zorlanmışlar ama yılmamışlar. 1972 yılında ardı ardına 2 albümlük materyal kaydetmişler. Lakin bunun için çok geç kaldıklarından ve 1973 yılında bütün ekipmanlarının çalınmasından kaynaklı da bir arada duramamışlar ve dağılmışlar.

Psychedelic Rock kökeninden gelen grup Blues Rock ile birleştirip sert ve ağır tonlara sahip bir müzikal yapı geliştirmişler. Şuna benziyor, bunu andırıyor diyemeyiz Writing On The Wall için ama illa bir gruplandırma yapacaksak da Cactus, Babe Ruth gibi isimlerle aynı kefede oldukların söylemek yanlış olmaz.

The Power Of The Picts albümünde sağlam gitarlar var. Yüksek tonda ve yırtıcı şekilde ortaya çıkıyorlar genellikle. Dönemin olmazsa olmazı klavyeler ise bambaşka bir hava veriyor albüme. Özelliksiz ama tam da grubun müziğine uyan vokal ile birleşince de ortaya nefis bir albüm çıkmış. Grubun ritim bölümü de oldukça iyi. Albümün tüm gidişatını bass ve davul ile belirlerken, diğer aletleri bu ikisinin üzerinde hareketli bir şekilde oynatmak üzerine kurgulayabilmişler.

WRITING ON THE WALL

Willy Finlayson / Gitar, Lead Vokal
Robert "Smiggy" Smith / Gitar
Bill Scott / Klavye
Jake Scott / Bass
Jimmy Hush / Davul, Vokal

THE POWER OF THE PICTS

01. It Came on a Sunday (4:18)
02. Mrs. Cooper's Pie (3:21)
03. Ladybird (3:47)
04. Aries (8:09)
05. Bogeyman (3:44)
06. Shadow of a Man (3:52)
07. Tasker's Successor (3:43)
08. Hill of Dreams (3:06)
09. Virginia Waters (5:57)

7 Nisan 2023 Cuma

The Battered Ornaments / Mantle-Piece (1969)

The Battered Ornaments
da tuhaf işler yapan, sağı solu belli olmayan gruplardan. Daha önce Pete Brown & Piblokto ile ilgili yazıda Pete Brown'dan ve His Battered Ornaments'tan biraz bahsetmiştik. Ama üstü kapalı, biraz daha az bilgi ile geçiştirmiştik. Oysa hikaye biraz tuhaf. Sanırım biraz da karmaşık. Kan, ter ve gözyaşı dolu da diyebiliriz. Hikayeye geçmeden işin başlangıcı yerine önce Piblokto macerasını sonra The Battered Ornaments'ı anlatmak da tarihsel sürece aykırılık oluyor aslında, fakat doğaçlamayı seviyoruz işte ne yapalım. Sıralama yerine kafamıza göre gelen kısımdan vuruyoruz.

Şimdi normalde bu işin en başı Pete Brown & His Battered Ornaments grubudur. Ardından The Battered Ornaments gelir ve Piblokto ile devam eder. Sıralamaya tersten başladık, tamamen keyfi sebeplerden. Başarılı bir albüm kaydı yapan Pete Brown & His Battered Ornaments epeyce popüler olup konserlere filan çıkmaya başlıyor bolca. Ardından da ikinci albümün sırası geliyor. Albüm kaydedip bitiriliyor. O sıralarda da Rolling Stones'un ön grubu olarak Hyde Park'ta yapılacak konsere çıkmak için anlaşıyorlar. Elbette, büyük bir adım bu. Rolling Stones gibi bir devden önce sahneyi ısıtacaksınız. Lakin grubun kurucusu, fikir babası ve genel anlamda her şeyi olan Pete Brown, konserden 1 gün önce grubun diğer elemanları tarafından gruptan atılıyor. Sanırız, Brown bu şoku uzunca bir süre travma olarak taşımıştır içinde.

Neyse, sahneye The Battered Ornaments olarak çıkıyorlar ve başarılı bir performans sergiliyorlar, Pete Brown olmadan hem de. Ardından bitmiş olan albümdeki Brown vokallerini kaldırıyorlar ve Chris Spedding vokali ile tekrar kaydediyorlar ve albüm bu şekilde yayınlanıyor.

Her ne kadar Spedding, Brown'dan çok da ha iyi bir müzisyen ve sesini kullanabilen bir yetenek olsa da Brown'ın insanlar üzerinde bıraktığı etkiyi yaratamamıştı. Albüm ilkine oranla daha iyi bir müzikal alt yapıya sahipti, vokal de oldukça iyiydi ama Pete Brown'ın karizması için içinde yoktu. Bu nedenle de albüm o dönem göz ardı edildi bile diyebiliriz. 

Mantle-Piece'in müzikal yapısı oldukça iyi. Blues Rock, Jazz Rock, Psychedelic Rock gibi etkileri içeriinde barındıran bir Progressive Rock anlayışına sahip. Parçalarda Pete Brown'ın parmağı olmasından dolayı sözler değişik ve ilgi çekici. Enstrüman kullanımları ise had safhada iyi. Kendi döneminde ticari başarı yakalayamamış ve grubun tamamen dağılmasına sebep olmuş olsa da Mantle-Piece gerçekten de iyi albümlerden biri.

THE BATTERED ORNAMENTS

Roger Potter / Bass, Vokal
Pete Bailey / Conga, Vurmalılar, Vokal
Rob Tait / Davul, Güira, Tambourine, Vokal
Nisar Ahmed Khan / Gitar, Reeds, Flüt, Vokal
Chris Spedding / Gitar, Steel Gitar, Portekiz Gitarı, Piyano, Org, Vokal

MANTLE-PIECE

01 - Sunshades 3:30
02 - Late Into the Night 5:16
03 - Then I Must Go 4:11
04 - The Crosswords and the Safety Pins 5:34
05 - Staggered 4:08
06 - Twisted Track 4:29
07 - Smoke Rings 5:12
08 - Take Me Now 3:03
09 - My Love's Gone Far Away 3:38

26 Mart 2023 Pazar

CCS / CCS (1970)

CCS ya da diğer adıyla C.C.S. aslında tam anlamıyla yaratıcı ve özgün bir grup değil gibi gelebilir başta. Bunun en temel sebebi de cover parçaların albümlerdeki yoğunluğudur. Lakin başkalarının parçalarının farklı tarzlarda yorumlamanın da büyük beceri işi olduğunu düşünürseniz ve grubun bunu yaparken gerçekten de kendilerine has bir şekilde yaptıklarını kabul ederseniz CCS ortalamanın çok üzerinde bir grup olarak çıkar karşınıza.

1970 yılında İngiltere'de Alexis Korner ve Damiarkalı vokalist Peter Thorup tarafından kuruluyor. Grupta ya da albümde / albümlerde çalan diğer elemanların hepsi stüdyo müzisyeni. Yani tam anlamıyla bir grup ruhu da yok diyebiliriz. Yine de müzisyenler hem enstrümanlarına hakimiyet hem de yaptıkları işin bilincine fazlasıyla vakıf olduklarından, gerçekten de 70'lerin kolektif bilinci üzerinde gidip geliyorlar. Bu arada sırası gelmişken CCS'in açılımını da yazalım. Collective Consciousness Society yani Kolektif Bilinç Topluluğu.

Grubun albümlerdeki genel tarzı hep aynı çevrede dolaşıyor. Jazz Rock, Blues Rock, Heavy Psychedelic Rock üzerine kurulu bir müzik anlayışları var. Tabi Alexis Korner'ın Blues geçmişi düşünüldüğünde bu çok da normal geliyor insana.

Konumuz olan ilk albümün ardından 1972 ve 1973 çıkardıkları diğer iki albümden sonra farklı yönlere dağılarak gruba son vermişler. Geride bıraktıkları 3 albümle belli bir miktar ticari başarı kazanmış olsalar da hiçbir zaman beklentilerini de karşılayamamışlar. 

Başta bahsettiğimiz cover meselesi de yüksek ihtimalle grubun hem ticari kaygılar gütmesi hem de farklı versiyonlar oluşturmak istemelerinden kaynaklanıyor. Albüm en bilinen Blues klasiklerinden Boom Boom ile açılıyor. eğişik bir bakış açısı kattıkları ikinci parça ise uzun zamandır Rolling Stones klasiği olarak kabul edilen (I Can Get No) Satisfaction. Aynı şekilde ama bambaşka bir versiyonla, Led Zeppelin'in Whola Lotta Love'ı da albümde bulunuyor. Onun ardından gelen parça ise Jethro Tull'dan Living in the Past ki onun da enfes ve orijinal versiyonuyla neredeyse alakasız bir coverı albümde yerini alıyor.

Cover parçaları sevmiyor olsanız bile bu albümle birlikte o konuda fikirleriniz tamamıyla değişiyor. Alexis Korner'ın ne değişik ve yaratıcı bir müzisyen olduğunu daha iyi anlıyorsunuz.

CCS

Spike Heatley / Bass
Herbie Flowers / Bass
John Cameron / Elektrikli Piyano
Barry Morgan / Davul
Tony Carr / Davul
Neill Sanders / French Horn
Alan Parker / Gitar
Bill Le Sage / Vurmalılar
Jim Lawless / Vurmalılar
Bob Efford / Saksafon, Woodwind
Danny Moss / Saksafon, Woodwind
Harold McNair / Saksafon, Woodwind
Peter King / Saksafon, Woodwind
Ronnie Ross / Saksafon, Woodwind
Tony Coe / Saksafon, Woodwind
Bill Geldard / Trombon
Brian Perrin / Trombon
Don Lusher / Trombon
John Marshall / Trombon
Greg Bowen / Trompet
Harry Beckett / Trompet
Henry Lowther / Trompet
Kenny Wheeler / Trompet
Les Condon / Trompet
Tony Fisher / Trompet
Alexis Korner / Gitar, Vokal
Peter Thorup / Vokal

CCS

01 - Boom Boom 3:32
02 - (I Can't Get No) Satisfaction 4:30
03 - Waiting Song 4:32
04 - Lookin' for Fun 3:59
05 - Whole Lotta Love 3:41
06 - Living in the Past 3:46
07 - Sunrise 5:14
08 - Dos Cantos 8:05
09 - Wade in the Water 2:54

2 Mart 2023 Perşembe

Steamhammer / Reflection (1969)

İngiltere'de 1968 yılı sonlarına doğru kurulan Steamhammer 5 kişilik bir kadroya sahip. Blues Rock ile başladıkları serüven fazlasıyla Progressive etkiler içeriyor. İkinci albümde tarzlarına biraz Jazz katsalar da sonraki albümlerde yine Blues'a dönüyorlar. Grubu Progressive Rock içerisine ya da daha doğru tabir ile Crossover Prog içine dahil etmek de yanlış olmaz. Veya daha ileri gidip Progressive Blues ya da Blues etkileşimli Progressive gibi tanımlamalar da yapılabilir.

Daha kuruldukları ilk andan itibaren başarılı bir performans sergiliyor Steamhammer. Dönemin ünlü ve önde gelen Amerikalı Blues gitaristlerinden Freddie King'in 68 - 69 arasında İngiltere'de verdiği konserlerde ön grup olarak sahne alıyorlar. Tarzlarını geliştirmek için buldukları her fırsatta barlarda, publarda konserlere çıkıyorlar. Edindikleri deneyim onlara Columbia Records ile albüm anlaşmasını getiriyor. Hızla girdikleri stüdyodan aynı hızla çıkıyorlar ve ortaya konumuz da olan Reflection albümü çıkıyor. Albüm ticari olarak bir başarı elde edemiyor. Fakat grubun popülerleşmesinde büyük etkisi oluyor. Özellikle dönemin Batı Almanya'sında -ki Rock için gerçekten de büyük imhanlar sağlayan bir sahne o yıllarda- radyo listelerinde kendilerine yer buluyorlar. Hatta radyoda canlı bir performans sergileme şansını da yakalıyorlar.

Popülaritenin artmasıyla ikinci ve Jazz etkileri fazla olan Mk II albümü piyasaya çıkıyor. Mk II kaliteli bir albüm olmasının yanında ticari başarıyı da berberinde getiriyor. Grup 1970 ve 1972'de kaydettikleri 2 albümle efsanevi gruplar listesine (henüz oluşturmadığımız, hazırlıkları süren bir liste bu) giriyorlar. Sonra da dağılıyorlar tabi. Lakin grubun gitaristi Martin Pugh ve son albüm Speech'e konuk müzisyen olarak katılan Louis Cennamo, yine aynı albümün kayıtları sırasında Steamhammer'a çok fazla desteği olan Keith Relf ile yeni bir grup kurma yoluna gidiyorlar. Ortaya çıkan grup da Armageddon oluyor.

Steamhammer, İngiliz Blues anlayışının ikinci dalgasına dahil ediliyor. Reflection albümü de bu ikinci dalganın en iyi albümlerinden biri. Saf bir şekilde ama İngiliz tipi Blues içeriyor. İçine kattıkları flüt gibi enstrümanlarla da müzikal anlayışı biraz daha ileriye taşıyorlar. Gitarlar bazı noktalarda Jimi Hendrix'i hatırlatırken, Focus vari flütlerle birlikte güzel bir bileşim oluşturuyor.

STEAMHAMMER

Kieran White / Vokal, Armonika, Akustik Gitar
Martin Pugh / Lead Gitar
Martin Quittenton / Gitar
Steve Davey / Bass
Michael Rushton / Davul

REFLECTION

01. Water, Pt. 1 (0:52)
02. Junior's Wailing(3:18)
03. Lost You Too (3:28)
04. She Is the Fire (3:10)
05. You'll Never Know (3:27)
06. Even the Clock (3:49)
07. Down the Highway (4:28)
08. On Your Road (2:43)
09. Twenty-Four Hours (7:28)
10. When All Your Friends Are Gone (3:49)
11. Water, Pt. 2 (1:44)

14 Aralık 2022 Çarşamba

Hannibal / Hannibal (1970)

Haklarında değişik hikayeler olan gruplardan biri de Hannibal. Birmingham, İngiltere'de 1969 yılında kurulduğu ve tek albüm çıkarıp dağıldığı dışında tarihsel bir bilgi yok. Lakin bazı kaynaklarda grubun Bakerloo isimli nefis İngiliz Blues Rock grubunun küllerinden doğduğu, ardılı olduğu yazılı. Albümde çalan elemanlara bakıldığında ise Bakerloo kadrosunda olan hiç kimsenin Hannibal'da olmadığı görünüyor. Belki albüm bilgileri içerisinde yer almayan, ama Bakerloo albümüne konuk müzisyen olarak katılmış birileri, yine konuk müzisyen olarak katılmış olabilir Hannibal albümüne. Fakat ona dair de bir iz yok. Sonuç olarak grubun ne tarihsel ne de müzikal anlamda Bakerloo ile en ufak bir bağı yok diyebiliriz rahatlıkla.

Jazz'dan yola çıkan bir müzikal anlayışa sahip Hannibal. Daha önce de bahsettiğimiz gibi Blood, Sweat & Tears ile Chicago'nun sayesinde kabul gören Jazz Rock'a kattıkları pek çok şey olduğu da albümün her yerinde görülüyor. Ara ara Blues esintileri hissedilse de genel olarak gittikleri yön belli. 

Albümde yer alan müzisyenlerin yetenekli oldukları da açıkça görülüyor. Son derece doyurucu ve hatasız çalıyorlar. Virtüöz mertebesine yükseltilecek denli olmasa da her birinin ayrı ayrı başarılı olduğunu söylemek en doğrusu. Psychedelic Rock temelli olduğu görülen vokal anlayışı ise albüme değişik bir hava veriyor. Bir anda yükselen, kendine geldiğinde sakin bir şekilde devam eden vokal özellikle davul bölümlerinden hemen önce ve sonrasında ortaya çıktığında yarattığı etki daha da fazlalaşıyor.

Adrian Ingram'ın Blues tabanlı gitarları neredeyse albümdeki bütün tempoyu belirliyor. Bunda Ingram'ın parçaları yazdığı kendine ayrıcalık tanımış olma ihtimali de yüksek tabi. Diğer yandan, daha sonraları yani Hannibal macerasının hemen ardından Electric Light Orchestra'da çalmaya başlayacak olan Bill Hunt'ın klavyeleri ise Psychedelic, Space ve Progressive arasında gidip geliyor. Cliff Williams'ın bol saksafonlu bölümleri ise gerçekten hayranlık uyandırıcı.

Albümün pek çek yerinde parçaların nereye gittiğini ya da gideceğini / gidebileceğini tahmin etmek oldukça güç. Türler ve tarzlar arasında inanılmaz seri ve güzel geçişler yapabiliyorlar. Jazz ile başladığınız parçanın ne zaman Blues içeren bir Psychedelic'e döndüğünü fark edemiyorsunuz bile. 

HANNIBAL

Jack Griffith / Bass
John Parkes / Davul
Adrian Ingram / Lead Gitar
Bill Hunt / Hammond Org, French Horn
Cliff Williams / Tenor Saksafon, Klarnet
Alex Boyce / Vokal

HANNIBAL

01 - Look Upon Me 6:36
02 - Winds of Change 7:29
03 - Bend for a Friend 10:29
04 - 1066 6:31
05 - Wet Legs 4:47
06 - Winter 8:06

22 Kasım 2022 Salı

Zoo / Zoo (1969)

1968 Öğrenci Hareketi'nin hemen ardından bir araya gelen grup elemanları isimlerini önce La Question olarak belirlemişler. Birlikte çalıştıkları 1 yılın ardından albüm kaydına girdikleri sırada da grubun adını Zoo yapmaya karar vermişler. Değişikliklerin hızlı ve beklenmedik olduğu gruplardan biri Zoo. Bir anda elemanlar ayrılıyor, yerlerine yenileri geliyor, albüm kayıtları sırasında tarz değişikliği yapıp yapmayacaklarını tartışıyorlar falan. Belki de bu gelişmelerden dolayı, albümleri de gerçekten iyi.

Daha ilk albümün kayıtları sırasında Jazz ve Blues köklerinden kopmadan mı devam etsek yoksa Progressive Rock yapmaya mı başlasak tartışmaları yaşanırken en büyük darbeyi plak şirketi vuruyor Zoo'ya. Baştan sona Jazz Rock olan bir albümü yayınlamaya cesaret edemiyorlar yani. Ama hemen hemen aynı zamanlarda önce Chicago ardından da Blood, Sweat & Tears örneği, Zoo'yu ipin ucundan döndürüyor. Firma, albümü apar topar yayınlıyor ve Zoo kısa sürede büyük başarı sağlıyor. Hatta o kadar ileri gidiyorlar ki Amougies Festivali'nde sahneyi Pink Floyd, Frank Zappa, Colosseum, East of Eden ve The Nice ile paylaşıyorlar.

Ama bu tip başarılar grup elemanlarının ayrılmasını engellemiyor. İlk albümden sonra Jazz Rock - Progressive Rock tartışmasına kapılan elemanlardan Progressive'ciler gruptan ayrılıyor. Kalanlar 2 nefis albüm daha kaydediyorlar ama oradan öteye de gidemiyorlar.

Albüm Progressive etkiler içermekle birlikte tamamıyla bir Jazz Rock albümü. İnişleri çıkışları, tuhaf yöne giden, koptu kopacak gibi hissettiren melodileriyle kendine has bir yapının ürünü. Albümdeki nefesliler fazlasıyla hareketli ve yırtıcı özellikler taşıyor. Genellikle de aynı tavrı benimseyen vokalin, kimi zaman yanı başında kimi zaman arkasında kimi zaman da umursamaz bir şekilde önünde yer alıyor.

Kemanlar ise parçalarda çok değişik etkiler yaratarak öne çıkıyorlar. Bir anda İngiliz tarzı Progressive Rock bir şeyler çıkacakmış gibi beklentiye girerken diğer anda derinden bir Jazz'a doğru süzülüyorsunuz. Grubun bu ilk albümünün bazı anlarında kendinizi Lousiana'ya gidiyormuşsunuz gibi hissettiren ve Blues'a çok yakın duran bölümler bulunuyor ama o kadar iyi bir şekilde yedirilmiş ki hava bir anda dağılıp Jazz'a dönüş yapıyorsunuz.

ZOO

Pierre Fanen / Lead Gitar
Joël Daydé / Vokal
Daniel Carlet / Keman, Tenor Saksafon
Michel Ripoche / Keman, Tenor Saksafon
Tony Canal / Trompet
André Hervé / Hammond Org
Michel Bonnecarrère / Rhythm Gitar
Michel Hervé / Bass
Christian Devaux / Davul

ZOO

01 - If You Loose Your Woman 4:15
02 - Ramses 4:41
03 - Bluezoo 5:47
04 - Rhythm and Boss 4:46
05 - Memphis Train 3:26
06 - Samedi soir à Carnouet 5:59
07 - You Sure Drive a Hard Bargain 4:50
08 - Mammouth 7:35

20 Kasım 2022 Pazar

Warpig / Warpig (1970)

60'ların ortalarında Kanada'da rock müzik ortamı epeyce ilerlemiş, kendine yeni bir yol çizmeye çalışıyordu. Bu dönemde, gitar çalıp şarkı söyleyen Rick Donmoyer, The Turbines, The Kingbees, The Wot, Mass Destruction gibi gruplarla çalıştıktan sonra kendine yeni bir yol, yeni bir tarz belirleme çabasına girip Mass Destruction'dan eski arkadaşlarıyla birlikte takılmaya başladılar. Bu arada grup elemanlarının hepsi doğma büyüme Woodstock'lıydı. Davulcu Terry Hook'un evinin bodrumunda aylar süren çalışmaların ardından 1966 yılı sonlarına doğru Warpig ortaya çıktı.

Hard Rock'un biraz ilerisinde bir tarza evrilmişlerdi ve bu popüler olmalarını sağlamıştı, hem de çok kısa sürede. Toronto'da pek çok konserde ve kulüpte sahne aldılar. Konserler sırasında kendi parçalarını da yazmaya başlamışlardı. Albüm kayıtları çok uzun sürdü ama nihayetinde, 1970 yılında piyasa çıktı. Parçalar Black Sabbath'tan Rock'n Roll'a, The Beatles'dan The Beach Boys'a kadar pek çok tarzı birleştiren bir yapıya sahipti. O kıtada dönemin en popüleri olan Psychedelic Rock'dan uzaklaşmışlar, Hard Rock'ı daha eklektik bir sosla kaplamışlardı. Albüm iyi satınca çıktıkları konserlerin de sayısı arttı. O kadar ilerlemişlerdi ki albüm 1 yıl sonra İngiltere'de ilk defa ve farklı düzenlemelerle yeniden piyasaya sürüldü. Ama bu grubun dağılmasını sadece biraz daha geciktirebilmişti. 1973 yılında konserler sırasında büyük sorunlar yaşayıp dağıldılar. Donmoyer birkaç yıl daha başka elemanlarla grubu devam ettirmeye çalışsa da başarısız bir döneme imza atmak dışında bir şeye yapamamıştı.

Kanada'nın en iyilerinden biri olan Warpig, Deep Purple, Black Sabbath, Atomic Rooster gibi Hard Rock gruplarının tarzlarına benzeyen ama farklılaşarak daha sert bir hale gelen Heavy Progressive Rock albümüyle tek albümlü efsaneler listemize kısa yoldan girebilme hakkını kazanıyor. Albümde belirgin bir vokalin olmadığını en başından belirtelim. Bu da gruba daha değişik bir hava katıyor. Pek çok grubun, vokalin arkasında kalma talihsizliğini yaşamamışlar yani. Sert ve tempolu Blues melodileri albümün her yerinde hissediliyor. Tarzlar ve türler arasında gidiş gelişler bir hayli fazla. Bazen Wishbone Ash ile karşılaşacakmışsınız gibi hissederken, bir anda Uriah Heep mi bu diyebiliyorsunuz ya da bir anda başka bir yerlerden East Of Eden'ın fırlayıp geldiğini düşünüyorsunuz.

Kendilerine has bir yapı geliştirdikleri ve bu yapıyı da bir hayli fazla gruptan etkilenerek yaptıkları ortada. Dinledikçe daha fazla dinleyesiniz geliyor Warpig'i.

WARPIG

Rick Donmoyer / Vokal, Gitar
Terry Hook / Vurmalılar
Dana Snith / Klavye, Vokal
Terry Brett / Bass

WARPIG

01. Flaggit (3:09)
02. Tough Nuts (2:18)
03. Melody with Balls (6:02)
04. Advance Am (7:30)
05. Rock Star (4:11)
06. Sunflight (4:30)
07. U.X.I.B. (7:39)
08. The Moth (5:08)

7 Kasım 2022 Pazartesi

Geronimo Black / Geronimo Black (1972)

Supergroup
olmasa da en az o kadar iyi anılabilecek gruplardan biri de Geronimo Black'tir. Mothers Of Invention'dan Jimmy Carl Black ve Bunk Gardner, Love'dan Tjay Cantrelli, Dr. John'dan Andy Cahan ile The Detours'dan Denny Walley ve Tom Leavey tarafından kurulan grup Blues Rock ile bildiğimiz Oda Müziği'ni düzensiz, özensiz ve uyumsuz bir şekilde karıştırarak baştan sona farklı bir albüm yapmayı başarmış.

Temelde Jimmy Carl Black'in grubu diyebiliriz Geronimo Black için. Çünkü kadroyu o toparlıyor ve gruba da en küçük oğlunun adını veriyor. Mothers of Invention'dan gelen deneyimlerini de ekleyince tuhaf olarak addedilebilecek bir albümün ve grubun ortaya çıkmasını sağlıyor. Ama albümün kaliteli olması grubun dağılmasını engellemeye yetmiyor. Belirtmeden geçmeyelim, tek albümlü gruplar listesine alınması konusunda ciddi endişelerimiz var. Zira ilk albümün ardından yeni albüm için kayıtlara başlıyorlar ama albümü bitirmek ve yayınlamak konusunda çok geride kalıyorlar. Kayıtlar 1980 yılına bir araya getirilip Welcome Back adıyla, albüm olarak yayınlanıyor ama ikinci albüm olarak tanımlamak da biraz zor. Zira outtake versiyonlardan oluşuyor. Diğer taraftan başka kayıtlarla birlikte 2019 yılında yayınlanan Freak Out Phantasia'yı da albüm olarak sayabilir miyiz bilmiyorum ama arşiv niteliği taşıyan bir albüm olduğu da ortada.

Blog'da incelediğimiz pek çok grupta olduğu gibi Geronimo Black'te de kendine özgü bir müzikal anlayış var. Bazıları Mothers of Invention ile bağlar kurmaya çalışsa da bu zorlama bir çaba olmaktan öteye geçemiyor. Progressive Rock içerisinde rahatlıkla inceleyebileceğimiz bir etkiye sahip Geronimo Black. Sert bir tonda başlayan Blues Rock bir anda Oda Müziği'ne dönüğünde bunu çok net olarak anlıyorsunuz. Sanki sonsuza değin devam edecekmiş gibi gelen oda müziği kesilip, Hard Rock'a yakın bir havaya büründüğünde de kafanız iyice karışıyor. Adlandırmak, sınıflandırmak oldukça zor. 

Grup elemanlarının deneyimleri, albümün enstrümantal alt yapısının gerçekten de üst düzeyde olmasını sağlıyor. Az önce yukarıda adını saydığımızda gruplardan gelen elemanlardan da başka bir şey beklenmemeli zaten. Gitarlar albümde çok fazla öne çıkarken, grubun ritim bölümü bütün gidişatı belirliyor. Öyle bir noktaya geliyorsunuz ki ritimlerin ardından gitar ancak bunu çalabilirdi gibi bir hisse kapılıyorsunuz.

GERONIMO BLACK

Jimmy Carl Black Davul, Vokal
Andy Cahan / Klavye, Gitar, Davul, Vokal
Tjay Cantrelli / Nefesli Çalgılar, Vokal
Bunk Gardner / Nefesli Çalgılar, Piyano, Trompet
Tom Leavey / Bass, Armonika, Vokal
Denny Walley / Gitar, Vokal

GERONIMO BLACK

01 - Low Ridin' Man 4:16
02 - Siesta 4:13
03 - Other Man 3:01
04 - L.A. County Jail '59 C/S 4:16
05 - Let Us Live 4:33
06 - Bullwhip 4:01
07 - Quaker's Earthquake 2:55
08 - Gone 3:06
09 - An American National Anthem 7:07

3 Kasım 2022 Perşembe

Strawberry Path / When the Raven Has Come to the Earth (1971)

Uzun süredir üzerine yazmadığımız Japon Rock müziğine hızlı bir giriş yaparak Strawberry Path ile devam ediyoruz. Shigeru Narumo ve Hiro Tsunoda'dan oluşan grup aslında bir dizi Progressive Rock albümü projesinin ilk ayağı. Bunun hemen ardından, ertesi yıl isim değiştirip yeni elemanlarla Flied Egg adını alarak 2 farklı albüm daha kaydediyorlar. Bahsi geçen 3 albüm de birbirinden iyi albümler olarak özetlenebilir.

Narumo, 60'ların sonunda Japon underground kültüründe epeyce bilinen, etkili ve karizmatik bir tip. Gitar, klavye çalıp vokal yapmasının buna büyük katkısı olduğu ortada. Woodstock Konseri'nden ve etkilerinden haberdar olunca Narumo, benzer bir şeyin Japonya'da da yapılabileceğini düşünüp Hibiya Açık Hava Tiyatrosu'nda konserler düzenliyor. Dönemin ünlü grupları katılıyor konserlere. Uygun fiyatlı olmasından kaynaklı konserlerin adı "10 Yen'e Konser" olarak belirleniyor ve Japon Rock müziği için etkili bir mihenk taşı oluyor. Buradan feyz alarak Narumo, Tsunoda ile birlikte albüm kaydetmeye karar veriyor.

Strawberry Path adını verdikleri grup tek albümlük olsa da büyük etkiler bırakıyor. Özellikle Narumo'nun sağ elinde gitar, sol elinde klavye ve ayaklarında Bass pedalları ile çıktığı sahnelerde Tsunoda'nın Jazz'dan etkilenmiş tuhaf davullarıyla Psychedelic ve Progressive işler ortaya koyuyorlar. Zaten albümün genelinde de bu yapıyı takip edebiliyorsunuz. Ama temelde albümün Hard Rock ve Blues etkisi altında olduğunu söylemek gerekir. Hatta o kadar fazla ve etkili bir Blues ki dinlerken sizde Jimi Hendrix vari bir etki bırakıyor. Zaten Narumo, Hendrix, Deep Purple, Procol Harum, The Moody Blues gibi gruplardan etkilendiğini de saklamıyor. 

Albümde vokal dili olarak İngilizce seçilmesi de doğru bir tercih gibi gelmiştir bana hep. Bu tip parçalarda Japoncayı duymak pek etkili olmayacaktır yüksek ihtimalle. Genel olarak albümdeki tüm parçalar gayet iyi. Uzun ve enfes bir davul solosuna sahip olan Spherical Illusion ise bunun dışında kalıyor. Solonun güzelliği yanında parça gerçekten de "kötü" olarak bile nitelendirilebilir. Japon Rock müziğine giriş için en doğru albümlerden biri olmasa bile girişin hemen ardından dinlenmesi, özümsenmesi, içe çekilmesi gerekenlerden biri olduğu kesin.

STRAWBERRY PATH

Shigeru Narumo / Gitar, Akustik Gitar, Hammond Org, Piyano, Bass, Geri Vokal
Hiro Tsunoda / Davul, Vurmalılar, Lead Vokal, Geri Vokal

WHEN THE RAVEN HAS COME TO THE EARTH

01. I Gotta See My Gypsy Woman (4:57)
02. Woman Called Yellow 'Z' (5:32)
03. The Second Fate (4:29)
04. Five More Pennies (6:26)
05. Maximum Speed Of Muji Bird (45 Seconds Of Schizophrenic Sabbath) (0:48)
06. Leave Me Woman (4:22)
07. Mary Jane On My Mind (4:51)
08. Spherical Illusion (5:34)
09. When The Raven Has Come To The Earth (6:19)

29 Ekim 2022 Cumartesi

Space Farm / Space Farm (1972)

Yeni Zelanda
Rock müziğinde 1965 yılında kurulan The Underdogs'un etkileri bir hayli fazla. Blues Rock yapan gruptan çıkan elemanlar ülkedeki rock müziğin gelişimine katkı sağlayan grupları ya kurmuşlar ya da içlerine yer almışlar. Konumuz olan Space Farm da The Underdogs'tan çıkma gruplardan biri. The Underdogs'un kurucu elemanlarından Harvey Mann gruptan ayrıldıktan sonra birkaç yıl solo çalışmalar yapıyor, farklı gruplara eşlik ediyor. Ama grupla da bağını koparmamış. 1971 yılında The Underdogs dağıldığında Glen Absolum ve Billy Williams'la birlikte Space Farm'ı kuruyorlar.

Space Farm da sık bahsettiğimiz tek albümlü gruplardan. Ama aynı zamanda işi hakkıyla yapıp enfes bir albüm bırakanlardan. Grup kurulduktan hemen sonra kayıtlara başlamışlar ve albüm kaydı bittikten kısa süre sonra d dağılmışlar. Oysa ki daha çok iyi işler çıkabilirmiş gruptan. Bu o kadar bariz ki haklarında okuma yapabileceğiniz pek çok kaynakta isimleri Jimi Hendrix ile anılıyor. Yani tek albümle kalmış olmaları bizim için gerçekten üzücü.

Diğer yandan grubun tek albümle kalmasının olası en büyük sebebi -ki bu sebep albümün yapımcısı tarafından da daha o dönemde dile getirilmiş- vokalin yetersiz kalmasından kaynaklı Harvey Mann'in sesi ve vokal tekniği ile olacak bir iş değilmiş bu. O kadar net bir durummuş ki albümün yapımcısı aslında 1971 yılı sonlarında yayınlanan albümün ticari başarısızlığını Mann'ın vokaline bağlayıp, albümü The Underdogs'tan Murray Grindlay'in vokal desteğiyle tekrar kaydedip yayınlıyorlar. Ama ortaya çıkan sonuç Mann vokalinden daha kötü bir sonuç olduğu için Space Farm tarihin tozlu raflarındaki yerini alıyor.

Grubun müzikal anlayışı ilgili söylenebilecek çok fazla kötü söz yok gibi. Blues kökenli oldukları, Psychedelic Rock'tan beselenerek Progressive Rock yaptıkları ortada. 3 kişilik bir gruptan çıkabilecek en iyi sesler bu albümde toplanmış neredeyse. Bu noktada az önce fena halde yerin dibine batırdığımız Harvey Mann vokalinin de albümün içinde kaybolduğu, yetersizliklerinin ticari başarısızlık etkisi yaratsa da albüme dezavantaj sağlamadığı da açık bir şekilde görülüyor. Mann'ın vokalden kaybettiklerini geri kazanmak istercesine çaldığı gitarlar zaten sizi alıp götürüyor. Çoğunlukla vokali duymuyorsunuz bile. Tabi bazı noktalarda keşke başka bir vokal olsaymış dediğiniz de oluyor. 

SPACE FARM

Glen Absolum / Davul
Harvey Mann / Gitar
Billy Williams / Bass
Bob Gillette / Saksafon (Konuk Müzisyen)

SPACE FARM

01 - Space Farm 3:14
02 - Homeward Bound 3:56
03 - Infinity Way 3:24
04 - Waking Dream 3:40
05 - On the Loose 3:14
06 - Flying 4:23
07 - Gypsy Dream 6:23
08 - Wheel 4:14
09 - Lover Not a Dancer 3:36

15 Ekim 2022 Cumartesi

Ray Owen's Moon / Moon (1971)

1969
yılında kısa bir süreliğine The Misunderstood'da ritim gitar çalan ve ardından Juicy Lucy'ye geçen Ray Owen, bu enfes Blues grubunda da pek fazla kalmaz. 1970 yılında kendi grubunu kurmak için ayrılır ve ortaya Ray Owen's Moon çıkar. Sid Gardner, Les Nicol ve Andromeda'dan ayrılan Ian McLane ile birlikte kadro tamamlanır. Juicy Lucy'den ayrılıp albüm yapmak fazlasıyla yürek isteyen bir şey. En azından ona yakın bir şey yapmak gerekir ki dişe dokunur bir şeyler ortaya çıksın.

Ray Owen'ın solo albümü gibi algılansa da aslında albüm tam anlamıyla bir grup işi. Fazlasıyla sert ritimlerle bezeli, fena halde iyi gitar çalışmaları görülüyor albümde. Ray Owen ve Les Nicol'ün kendilerinden çok şey katarak çaldıkları gitarlara bir destek de konuk müzisyen olarak katılan Dick Stubbs'tan gelmiş. Bazı parçalarda değişik hallerde bulunan 3 gitarla gerçekten de alkışlanacak bir iş çıkarmışlar. Blues'dan yola çıkan albümde Psychedelic Rock etkileri bir hayli fazla. Ama orada bırakmayıp biraz daha ileri taşımışlar ve iş iyice Heavy Psychedelic Rock'a dönüşmüş.

Owen'ın parçalara çok iyi şekilde uyum sağlayan vokali zaman zaman Free'den Paul Rodgers'ı andırsa da büyük farklılıklar da ortaya koyuyor. Özellikle tempolu parçalarda Rodgers'ın hüzünlü tonundan daha sert ve eğlenceli bir hal alıyor. 

Bir çok dinleyici ya da eleştirmen tarafından Blue Cheer ve Captain Beyond gibi gruplarla benzeştiği söylense de benzeşmeye en yakın grup olarak Toad'un adını vermek daha doğru olur gibi geliyor. Zira Ray Owen's Moon'da da Toad'a benzer bir enerjiyi bulmak mümkün. Tarzları elbette farklı ama Heavy Metal'e doğru yönelen sağlam bir Hard Rock dinlemek istiyorsanız bu iki grubu da gönül rahatlığıyla tercih edebilirsiniz. 

Üzücü kısmı sona sakladık bu kez. Grup, tek albümlü gruplar listesinin nadide parçalarındandır. Diğer pek çoğunda olduğu gibi bunda da birkaç sıkımlık iş daha çıkarmış izlenimi ediniyorsunuz. Maalesef o kadar uzun ömürlü olamamışlar. Grup dağıldıktan sonra Owen Killing Floor'a, Nicol ve Gardner da Kala'ya katılarak iyi işlerin devamını getirmişler. Unutmadan belirtelim, Jimi Hendrix'in Voodoo Chile'ının farklı bir yorumu bulunuyor albümde.

RAY OWEN'S MOON

Ian McLean / Davul, Vurmalılar
Sid Gardner / Elektrik Bass, 12 Telli Gitar, Piyano, Moog
Les Nicol / Gitar
Dick Stubbs / Gitar
Ray Owen / Vokal, Lead Gitar, Piyano

MOON

01 - Talk to Me 5:03
02 - Try My Love 4:56
03 - Hey Sweety 2:33
04 - Free Man 3:05
05 - Don't Matter 6:12
06 - Voodoo Chile 4:45
07 - Ouiji 4:53
08 - Mississippi Woman 4:23
09 - 50 Years Older 5:08

30 Eylül 2022 Cuma

Room / Pre-Flight (1970)

1968
yılında İngiltere'de kurulan Room'a daha ince Darkness, Lightness & Twilight toplamasında yer vermiştik. Ama o günden bugüne de blog'a eklemek aklımıza gelmemiş. Eksikliği giderirken grubun sık sık bahsettiğimiz tek albümlü efsaneler listesine dahil olduğunu belirtmeden geçmeyelim.

Kurulduktan 1 yıl sonra Melody Maker'ın düzenlediği yetenek yarışmasında ikinci olan Room, Decca ile albüm anlaşmasını kapıyor. Canla başla çalışıp albümü tamamlamak için uğraşıyorlar ve Pre-Flight 1970 yılında yayınlanıyor ama bu durum grup için çok da iyi bir sonuç doğurmuyor. Albümün tüm başarısına rağmen grup içindeki anlaşmazlıklardan ötürü Room dağılıyor.

Blues'u en başa alıp, Jazz Rock ve Folk Rock'ın izlerini takip ederek kaydettikleri albümde, kendilerinden kattıkları pek çok şey  ile birlikte Heavy Progressive Rock parçalara ağırlık veriyorlar. Atmosfer yaratma konusunda oldukça başarılılar. Tempolu parçalarda bir düşüp bir kalkıyorsunuz izlenimi yaratabiliyorlar. Benzetme alışkanlığımız çok olmamakla birlikte daha anlaşılır olabilmesi açısından grubun Affinity ile benzeşen bir müziği ve Babe Ruth ile benzeşen bir vokali var. Şüphesiz Juanita Hahn'ın (Babe Ruth) vokali fazlasıyla etkileyici ve kendine has bir yapıya sahip. Ama Jane Kevern'ün de ondan aşağı kalır hiçbir yanı yok. Alto sesiyle o kadar iyi yerlerde geziniyor ki inanmakta zorlanıyorsunuz.

Affinity ile benzeşiyorlar dedik ama bu aynı onlar gibiler anlamına da gelmiyor. Temel ayrımlardan biri Room'da klavye yok hiç. Bunun yanında Flugelhorn, Keman, Trombon, Trompet, Viyola, Çello gibi klasik müzik aletleri bir hayli fazla. Üstüne bir de twin gitar ekleyin, enfese yakın bir albümün ortaya çıkmış olması çok da şaşırtıcı değil. Gitarların fena halde iyi olduğunu da söylemek lazım. Özellikle Where Did I Go Wrong'dakiler dikkat çekici.

Bu albümü Progressive Rock janrı içine koyma konusunda iki farklı görüş olduğunu da belirtelim. Bir kısım albümü tamamen Progressive olarak nitelerken diğer taraf Progressive öğeler içerdiğini ama temelde Blues tabanlı bir Rock albümü olduğu konusunda ısrarcı. Albümün ikinci yüzündeki 3 destansı Progressive Rock parçası bence ikinci fikri boşa çıkarıyor. Karar sizin.

ROOM

Jane Kevern / Vokal, Tamburin
Steve Edge / Lead & Ritim Gitar
Chris Williams / Lead Gitar
Roy Putt / Bass
Bob Jenkins / Davul, Konga, Vurmalılar

Orkestra:
Moe Miller / Flugelhorn
John McLevy / Trompet
Nigel Carter / Trompet
Ray Hudson / Trompet
Peter Hodge / Trombon
Brian Smith / Keman
Denis East / Keman
Eric Eden / Keman
Raymond Moseley / Keman
Max Burwood / Viyola
Tom Lister / Viyola
Dennis Nesbitt / Çello
Norman Jones / Çello
Michael J. Hart / Bass

PRE-FLIGHT

01 - Preflight (8:56)
02 - Where Did I Go Wrong (5:27)
03 - No Warmth In My Life (4:34)
04 - Big John Blues (2:33)
05 - Andromeda (5:07)
06 - War (4:33)
07 - Cemetery Junction (8:32)

27 Eylül 2022 Salı

Burnin Red Ivanhoe / Burnin Red Ivanhoe (1970)

Kvartetten
'in dünkü enfes Nya Ljudbolaget dönüşünden sonra İskandinav müziğine bir ek daha yapalım istedim. Diğerlerine oranla daha popüler olabilmiş, daha çok albüme sahip ve ticari başarıyı yakalamış gruplardan olan Burnin Red Ivanhoe, 1967 yılı ortalarında Danimarka'da kuruluyor. Doğal olarak da İskandivya'dan çıkan ilk Progressive Rock gruplarından biri olarak anmak yanlış olmaz. Hatta biraz kurcalarsak ilki bile diyebiliriz.

2 yıllık uzun çalışmaların ve sahnede edindikleri deneyimin ardından 1969 yılında ilk albüm olan M144'ü yayınlıyorlar. Double olarak nitelendirilen albüm 2 plaktan oluşuyor. Henüz ilk albümünü kaydeden bir grup için ciddi bir yaklaşım bu. Yapımcı firmanın da büyük bir risk aldığını söylemek gerek. Neyse ki albüm o kadar başarılı oluyor ki durumdan herkes memnun. İlk albümün kazandığı ciddi başarı sayesinde 2. albümün kayıtlarına başlayan grup tarzlarında çok fazla değişikliğe gitmeden devam ediyor.

Zaten en başa dönersek, Burnin Red Ivanhoe'nun tamamen kendine has bir müzikal anlayışı bulunuyor. Onların müziğini herhangi bir grubun müziği ile benzeştiremiyorsunuz. Eğer bir parça ya da albüm Burnin Red Ivanhoe tarzına benziyorsa muhtemelen onlardan sonra kaydedilmiştir diye düşünebilirsiniz. Pek çoklarınca Caravan ile fazla benzerliğe sahip oldukları söylense de aradaki belirgin farklılıklar bu tezi çürütüyor. Blues, Jazz, R&B, Psychedelic, Folk gibi pek çok tarz ve türden etkilenerek yaptıkları müzikte İskandinav dokunuşları kaçınılmaz şekilde yerini alıyor.

Albümün Londra'da kaydedilen ve yayınlanan ilk Danimarka çıkışlı albüm olduğunu da belirtelim. Progressive Rock'ın anavatanında böylesine görkemli bir albüm kaydetmeyi başarıp, üstüne bir de başarı sağlamak herkesin harcı olmasa gerek. Blues ve Jazz Rock'ın enfes şekilde birleştiği albümde nefeslilerin ön planda olduğu parçalarda hava bir anda değişiyor. Canterbury Scene'deki aşırı rahatlığa yakın bir yapıyla girdikleri parçalardan başarılı şekilde çıkmayı becerebiliyorlar. Herhangi bir aksaklık ya da kulağınızı tırmalayan tuhaf bir şeye rastlamıyorsunuz hiç. Bunu Jazz ile yapmak kolayken bir de yanına Blues'u ekleyin. Ne kadar zor olduğu ortada. Ama albüm de en az o kadar iyi durumda.

BURNIN RED IVANHOE

Kim Menzer / Armonika, Trombon, Tenor Saksafon, Flüt, Vurmalılar
Ole Fick / Vokal, Gitar, 12-Telli Gitar
Karsten Vogel / Soprano Saksafon, Alto Saksafon, Org, Piyano
Jess Stæhr / Bass, Akustik Gitar
Bo Thrige Andersen / Davul, Vurmalılar

BURNIN RED IVANHOE

01 - Across the Windowsill 7:45
02 - Canaltrip 5:20
03 - Rotating Irons 8:25
04 - Gong-Gong, the Elephant Song 5:50
05 - Near the Sea 3:55
06 - Secret Oyster Service 9:45

17 Eylül 2022 Cumartesi

Electric Sandwich / Electric Sandwich (1972)

Daha geçenlerde, blogun eski(meyen) yazarlarından Louis Cyphre (yeni adıyla Hiçbaymaz), hem de ta İsveç'ten bir şey yazdı; "Bana muazzam bir açılış şarkısı söyle 70'lerden" diye. Cevap hazırdı tabi; China. Elbette bu lafa verilebilecek onlarca farklı cevap da olabilir ama en iyilerden bir tanesi de gerçekten bu parça. Enteresan bir şekilde, daha önce Electric Sandwich yazmamışız blog'a. Eksikliği gidermek gerekir.

Grubun hakkında çok fazla bilgimiz olmamakla birlikte 1969 yılında, üniversite öğrencisi 4 genç tarafından Bonn, Almanya'da kurulduğu konusunda pek çok kaynak hemfikir. Ama 1969 ile albümün çıktığı 1972 yılları arasında ne yaptıkları, nasıl yaptıkları konusunda en ufak bir bilgiye sahip değiliz. Sanki arada bir yere ışınlanıp albüm ile ilgili çalışmışlar da işleri bittiğinde geri dönmüşler gibi bir durum yani. Asıl ilgimizi çeken de zaten grupla aynı adı taşıyan albüm.

Plak döneminde yayınlandığından mıdır nedir bilemiyorum ama, albümün A yüzü ile B yüzü arasında ciddi farklılıklar var. Hepi topu 3 parçaya sahip olan A yüzü, içerisinde pek çok müzikal anlayışı barındırsa da temelde Rock üzerine kurulu. B yüzünde ise iş biraz değişiyor ve daha Jazz ve Boogie'ye kayarak yumuşuyor. Ha bu kötü bir şey mi? Elbette değil. Albüm kendi içinde bu haliyle bile bir bütünlük oluştururken A ve B yüzünü birbirinden ayırmak da olanaksız. Her tarafında nefis partlara sahip olduğunu belirtelim.

Gelelim yukarıda da bahsettiğimiz açılış parçasına. China, belki de dinleyebileceğiniz en iyi açılış parçalarından biri. Standart sayılabilecek, kendini sürekli tekrarlayan bir davul ritmine, sisli, buğulu ya da bulanık diye tabir edebileceğimiz bir wah wah gitara sahip. Parça insana çok farklı şeyi aynı anda yaşatıyor. "Ben bu parçayı daha önce dinledim galiba" diye düşünürken bir anda "Yok artık, ilk defa duyuyorum böyle bir parçayı" dedirtiyor. Dinlemeden önce beklentilerinizi yüksek tutun, çok fazla yanılmayacaksınız.

Diğer parçalara geçtiğimizde vokalin çok gereksiz olduğunu görüyoruz. Daha önce pek çok albümde özelliksiz ama etkili kullanılan pek çok ses ve vokal gördük ama bunlar bu albüm için geçerli değil. Bir noktaya geldiğinizde "neyse ki albümün geneli enstrümantal" diye düşünmeden edemiyorsunuz. Bunun dışında elektronik olarak süslenmiş saksafon kullanımı albümün genelinde etkili. Gitarlar da aynı şekilde bütün albümü kaplıyor.

Genelde anlaşılabilir olması adına albümleri başka albüm ya da grupların tarzına benzetiyoruz ama Electric Sandwich için bu geçerli değil. Keşfettikçe daha fazlasını isteyeceğiniz bir ilk dinlemelik.

ELECTRIC SANDWICH

Klaus Lormann / Bass
Wolfgang Fabian / Davul
Jörg Ohlert / Gitar, Org, Mellotron
Jochen Carthaus / Vokal, Saksafon, Armonika

ELECTRIC SANDWICH

01 - China 8:03
02 - Devil's Dream 6:15
03 - Nervous Creek 5:00
04 - It's No Use to Run 4:00
05 - I Want You 5:24
06 - Archie's Blues 4:40
07 - Material Darkness 5:02

7 Eylül 2022 Çarşamba

Electric Food / Electric Food (1970)

Asterix
'de bahsettiğimiz "normal olmayan bir takım insanlar"'ın bir başka projesi de Electric Food. Aslında proje tamamen Goerge Monro'nun (George Mavros) sesi üzerine kurulu. Kısa ömürlü ama 2 albümlü bir stüdyo projesi. Mavros dışında grubun elemanları Lucifer's Friend'in çekirdek kadrosu. Aynı zamanda German Bonds, Bokaj Retsiem, Booker T. and Family, The Pink Mice ve Asterix'in de kadrosu tabi. Daha fazla grubun çekirdek kadrosu olma ihtimalleri de var ama bizim bildiklerimiz şimdilik bu kadar.

Bahsi geçen vokal George Mavros'un ilginç bir ses rengi var. Adam da buradan yola çıkarak (muhtemelen paralanalım biraz mantığıyla) Peter Hesslein'le birlikte stüdyoya girip albüm kaydetme peşine düşüyor. Peter'ın da buna hayır demek gibi bir durumu yok elbet. Para her zaman etkili bir motivasyon aracı. Dediğimiz gibi ses rengi değişik olunca buradan yürünebilir mantığıyla ardı ardına 2 albüm kaydediliyor. Albümler Blues Rock, Hard Rock ve Progressive Rock açılarından düşünüldüğünde oldukça da başarılılar. Lakin bir iki pürüz var tabi.

Konumuz olan bu ilk albümdeki ilk ve en önemli pürüz Whola Lotta Love ile başlaması. Parçayı Led Zeppelin'den ve Robert Plant'in sesinen bilmesek muhtemelen bu versiyon acayip iyi gelirdi. Mavros'un sesi de bu tarz bir parça için yeterince iyi ama olmamış işte. Bazı parçaların cover'ı yapılmamalı çünkü üzerine çıkma şansınız çok yok. Whola Lotta Love da bunlardan biri.

Ardından gelen The Reason Why ile bir anda evren değiştiriyorsunuz ve kendine has bir yanı olan Electric Food müziğine giriş yapıyorsunuz. İlk parçayı iptal edip bununla başlasalarmış bence grup stüdyo projesi olmaktan çıkıp birkaç albüm daha kaydedebilirmiş.

Döneminde de oldukça popüler olan Hey Down, hem sözleri, hem vokali hem de müzikal alt yapısı ile öne çıkıyor. Blues'dan etkilendiğini belli ederek Hard Rock'ın tepesine doğru yol alan bir parça. Tempolu, klavyeleri ile sizi sürükleyen kendi çapında bir başyapıt olarak bile nitelendirilebilir.

Ardından gelen Tavern'ün adına aldanmayın sakın. Gitar riffleri sizi alıp götürüyor bir anda. Solo gitarla birlikte Mavros'un vokalini dinlemek de ayrı bir keyif yaratıyor. Going To See My Mother ise Rock'n Roll'a selam veriyor.

Albümün ikinci pürüzü de House Of The Rising Sun. Yine iyi yorumlanmış ve temposu hızlandırılmış bir versiyon olmakla birlikte bir türlü içimize sinmiyor. Hatta belirteyim The Animals'ın versiyonundan çok çok daha iyi ama alışmışız bir kere. :)

Albümün son pürüzü de sıradaki parça; Let's Work Together. Orijinalini Canned Heat'ten dinleyenler için dinlenmesi oldukça sıkıcı ve gereksiz bir parçaya dönüşmüş. Ne George Mavros'un sesi ne de Lucifer's Friend'in yetenekli müzisyenleri kurtaramamış.

Bu noktadan sonra Sule Skerry ile birlikte gerçekten de etkili parçaların olduğu bölüm başlıyor. Nosferatu, Twelve Months And A Day, Icerose ve I'll Try hepsi birbirinden değişik parçalar. Bu kısımda Uriah Heep, Led Zeppelin, Spooky Tooth izlerine rastlamanız mümkün.

ELECTRIC FOOD

George Monro (George Mavros) / Vokal
Dieter Horns / Bass
Joachim Rietenbach / Davul
Peter Hesslein Gitar, Geri Vokal
Peter Hecht / Klavyeler

ELECTRIC FOOD

01 - Whole Lotta Love 3:23
02 - The Reason Why 3:15
03 - Hey Down 4:27
04 - Tavern 4:02
05 - Going to See My Mother 2:00
06 - House of the Rising Sun 3:52
07 - Let's Work Together 2:40
08 - Sule Skerry 4:38
09 - Nosferatu 4:50
10 - Twelve Months and a Day 2:26
11 - Icerose 2:50
12 - I'll Try 3:10

1 Eylül 2022 Perşembe

Buffalo / Dead Forever (1972)

Dünyanın uzak ucundaki Avustralya'nın 70'lerdeki Rock müziğe etkisi çok fazla yokmuş gibi görünür. AC / DC'yi saymazsak, popüler olmuş, öne çıkmış çok fazla müzisyeni ve grubu da bilinmez aslında. Bir yanıyla etkisizlik fikri doğru olarak düşünülse de diğer yanıyla fazlasıyla kaliteli ve iyi müzik yapan müzisyene de sahiptir. Human Instinct, Sebastian Hardie, Windchase ilk aklıma gelenler. Yani aslında Avustralya'nın bu konudaki şanssızlığı az bilinirlikten kaynaklanıyor.

Buffalo da az bilinen, ama bilenler tarafından da iyi bilinen gruplardan biri. Heavy Metal'in öncü gruplarından olarak adı sık sık geçer. 1971 yılında Sydney'de Dave Tice öncülüğünde kuruluyor grup. Tice'ın eski grubu Head'den Paul Balbi, John Baxter ve Peter Wells de Buffalo'nun diğer üyeleri. Kendisi vokalist olan Tice yine de gruba lead vokal olarak Alan Milano'nun alınması yönünde oy kullanıyor. Milano iyi bir vokal olmakla birlikte grubun içinde çok fazla yer edinemiyor. İlk albümün kayıtlarından sonra Balbi ile birlikte gruptan ayrılıyor.

Dead Forever, pek çok açıdan eleştiri almasına ters orantılı olarak iyi bir satış çizgisi yakalıyor. Albüm kapağı fazlasıyla karamsar bulunmuştu ve gençleri kötü etkileyeceği düşünülüyordu. Şarkıların sözleri için de benzer düşünceler vardı. Sırf bu nedenle de radyolarda bile doğru düzgün çalınmamışlardı. Olumsuzluklara rağmen Buffalo yakaladığı başarılı çizgiyi devam ettirdi. Milano ve Balbi ayrılmış olsa da grup gücünü ve etkisini koruyordu. O kadar iyiydiler ki Black Sabbath'ın Sydney'de sahne aldığı 2 gecede de ön grup olarak sahneye çıktılar.

Psychedelic Rock ve Blues Rock'dan beslenen albüm, Hard Rock, Heavy Psychedelic etkiler taşıyor. Daha ilk parça Leader ile başlayan sert rock tüm parçalara yayılmış durumda. 45'lik olarak da yayınlanan Suzie Sunshine'da hem blues hem de Uriah Heep tarzı bir heavy rock görmek mümkün.

Pay My Dues'daki enfes gitar oyunları sizi bambaşka bir havaya sokuyor. 10dk'nın üzerindeki süresiyle I'm A Mover değeri dinlendikçe anlaşılan türde parçalardan. Ballad of Irving Fink pek sakil dursa da ardından gelen Bean Stew bütün açığı kapatıyor. 

Forest Rain ise atmosfer konusunda ileri derecede başarılı parçalardan. Gerçekten yağmur sırasında ormandaymışsınız gibi hissetmekten başka çareniz yok. Albüme adını veren Dead Forever'ı sadece dinleyin. :)

BUFFALO

Dave Tice / Vokal
Alan Milano / Vokal
Paul Balbi / Davul
Peter Wells / Bass
John Baxter / Gitar

DEAD FOREVER

01 - Leader 6:03
02 - Suzie Sunshine 2:53
03 - Pay My Dues 5:34
04 - I'm a Mover 10:46
05 - Ballad of Irving Fink 4:30
06 - Bean Stew 7:05
07 - Forest Rain 6:30
08 - Dead Forever 5:39

30 Ağustos 2022 Salı

Cactus / One Way... Or Another (1971)

Vanilla Fudge
'da bahsettiğimiz ikili Tim Bogert ve Carmine Appice'in bir sonraki projesi olan Cactus, New York'tan çıkan ender gruplardan. Bütün o ihtişamına, kültürel karmaşasına rağmen NY'den çok az grup çıkması da ayrıca tuhaf ama Cactus gibi başarılı bir grupla da bunu kapatabildiklerini söylesek fazla ileri gitmiş sayılmayız. 

1969 yılında Vanilla Fudge'ın dağılma dönemlerinde Bogert ve Appice, İngiliz gitarist Jeff Beck ile bir araya gelip yeni bir grup kurma projesine girişiyorlar. Hatta grubun adını da buluyorlar; Beck, Bogert & Appice. Fakat şartların olgunlaşmamış olduğunu evren onlara değişik bir şekilde anlatıyor ve Jeff Beck bir araba kazası geçirip yaralanıyor. Bir süre gitar çalamayacağı anlaşılınca Bogert ve Appice durup beklemek yerine aralarına Mitch Ryder's Detroit Wheels'in gitaristi Jim McCarthy ve The Amboy Dukes'un vokali Rusty Day'i alarak yola çıkıyorlar. Dönemin ilk "supergroup"larından biri olduğunu da belirtelim. Şimdilerde adları pek hatırlanmasa da Vanilla Fudge, Mitch Ryder's Detroit Wheels ve The Amboy Dukes o dönemin en önde gelen, popüler gruplarından.

Blues Rock, Hard Rock ve Boogie gibi türleri başarıyla yorumlayan grubun yapımcılığını elbette Atco Records yapıyor. Zira Atco, dönemin bu türlerini fazlasıyla içinde barındıran bir yapım şirketi. Iron Butterfly, Cream, Vanilla Fudge, Buffalo Springfield, Blues Images gibi gruplar Atco'nun yayın listesinden bazıları.

Grup ilk albüm Cactus'ü yayınladıktan sonra hemen herkes tarafından başarılı bulunuyor. O motivasyonla yaptıkları ikinci albüm One Way... Or Another ise grubun açık ara en iyi albümü oluyor. Blues temelleri üzerine oturmuş ama daha da sertleşerek Hard Rock'a evrilmiş bir sound yakalıyorlar. Teorik olarak Iron Butterfly ile benzerlikler gösterseler de Blues'a daha yakın durmalarından kaynaklı olarak farklılıklarını ortaya koyuyorlar.

Oldukça klasik yapıdaki açılış parçası Long Tall Sally, Rusty Day vokali ile bambaşka bir hale geliyor. Parça, Lynyrd Skynyrd, The Allman Brothers Band gibi grupların parçalarıyla benzerlikler gösterse de gitar ve davullarıyla bambaşka bir yerde duruyor.

Rock'n Roll'a selam veren Rockout, Whatever You Feel Like oldukça basitleştirilmiş yapısına rağmen öne çıkmayı başaran parçalardan. Hemen ardından gelen Rock'n Roll Children'a da zemin hazırlıyor. Bahsi geçen parça da gitarlarla bezenmiş bir Blues Rock klasiği olmaya aday.

2 part halinde tasarlanmış olan Big Mama Boogie sizi 30'lu yılların Amerikan taşrasına götürüp orada bırakıyor. Kendinizi bir tren yolunun yanında yürürken hayal etmenizi sağlayabilir. Genelde geri planda kalsa da armonika bu parça için gerçekten de önemli. Bu kadar iyi kullanılması gerçekten de nadir görülür.

Feel So Bad'de Rusty Day'in sesi sizi alıp götürürken, Song For Aries'deki durağan hava gitarın öne çıkmasıyla değişik yerlere gidiyor. Fazlasıyla progressive bir yapıya sahip olduğunu da belirtelim.

Hometown Bust, Blues ve Boogie'nin pek çok kesiminden tatlar içeriyor. O kadar iyi kurgulanmış ki geçişlerin nerede ve nasıl olduğunu bile fark edemiyorsunuz.

Albüme adını veren son parça ise Iron Butterfly'dan alışık olduğumuz bir sertliğe sahip. Appice ve Bogert bu parçada kendilerini fazlaca gösteriyorlar.

CACTUS

Tim Bogert / Bass, Vokal
Carmine Appice / Davul, Vurmalılar, Vokal
Jim McCarty / Gitar
Rusty Day / Vokal, Armonika

ONE WAY... OR ANOTHER

01 - Long Tall Sally 6:27
02 - Rockout, Whatever You Feel Like 3:56
03 - Rock 'n' Roll Children 5:40
04 - Big Mama Boogie, Pts. 1-2 4:59
05 - Feel So Bad 5:30
06 - Song for Aries 3:05
07 - Hometown Bust 6:38
08 - One Way...Or Another 5:05

21 Ağustos 2022 Pazar

Colosseum / Valentyne Suite (1969)

Fatboy Slim - Ya Mama sample olarak The Kettle’ın giriş riffini kullanmamış olsa bu albümle ne ilgim olurdu, Jon Hiseman insan mıydı ve en önemlisi böylesine muazzam müzisyenlerden oluşan bu grup hak ettiği ilgiyi göremedi mi, dilim döndüğünce cevaplayayım. 

Zamanında elde ettiği başarısına rağmen bugünden bakıldığında pek de numarası olmayan (yine de döneminin çok üstünde) blues ağırlıklı ilk albümleri Those Who Are About to Die Salute You ardına aynı yıl kaydedilen Valentyne Suite, malum parça The Kettle ile açılışı yapıyor. Her zamanki müzik piyasası pazarlama stratejisi olsa gerek, sözlerini pek takmazsanız gümbür gümbür bir riff ve hayvan gibi davulları (Hiseman’ a da sıra gelecek) ile kulak pasını alıyor almasına da ardına gelen parçalarla albümün en tırt parçası olduğunu farketmeniz kısa sürmüyor. Pek orjinal ve etkileyici bir ses rengi olmasa da James Litherland’ın The Kettle'da boğulan güçlü vokalleri Elegy’de beste ile mükemmel bir uyum içersinde ve sözleri ciğerinize işliyor. Devamındaki Butty’s blues’un yoğun jazz prodüksiyonu nedeniyle ezilmek üzere olan Litherland’ ın vokalleri kapanışa doğru daha seçilebilir hale geliyor. (kendi çabası gibi de duruyor) Ve bugün albümün hala konuşuluyor olmasının en büyük sebebi kapanış parçası olan 17 dakikalık enstrumantal Valentyne Suite, jazz ile progressive harmanın kuşkusuz en baba örneklerinden biri. Üç tematik bölüme ayrılan parçayı bir bütün olarak dinlerseniz her enstrümanın ne kadar incelikle bestelendiğine şahit olacaksınız. Özellikle de davulda Hiseman albümdeki tüm parçaların devamlılığına ve sürükleyiciliğine olan etkisini bu parça ile iyice göze sokuyor.

Jon Hiseman, açılışı yapan The Kettle’da nefes aldırmamasından tutun da en duygusal anlarda bile bir yolunu bulup düşük tuşelerine rağmen kendini farkettiren, inanılmaz bir davulcu. (Vakti zamanında The Graham Bond Organization’da Ginger Baker’ın da yerini doldurduğunu ekleyelim) Colosseum dağıldıktan sonra da devam ettiği Colosseum II ile müziğe olan tutkusuna ve bitmeyen enerjisine hayran olmamak ne mümkün.

Her ne kadar bir bir bahsetmesem de her biri kendi enstrumanında virtüöz ayarındaki (mesela Dick Heckstall-Smith aynı anda iki saksafon çalıyordu) orjinal kadrosu ile Colosseum’u doğal bir süper grup olarak anmak en doğrusu. Daha sonra yayınlandıkları Grass is Greener (daha çok Amerika için toplama gibi) ve Daughter of Time (ayrıca üzerine yazı yazmalı) albümlerinin ardından dağılsalar da Jon Hiseman, Alan Holdsworth ile Tempest, David Greenslade, Tony Reeves ile - Greenslade ve James Litherland, John Wetton ile - Mogul Thrash gibi gruplar kurarak müzik hayatlarına devam etti. Elbette aktif olduğu dönem İngiliz müzik listelerinde ilk 25 arasında her zaman yer etmiş bir grubun tamamı virtüöz ayarındaki elemanlarını ömürleri boyunca tek bir grup ile takılacak sanmak da büyük saflık olurdu.

COLOSSEUM

Dave Greenslade / Hammond Org, Vibraphone, Piyano, Vokal
Dick Heckstall-Smith / Saksofon, Flüt
Jon Hiseman / Davul
James Litherland / Gitar, Lead Vokal
Tony Reeves / Bass

VALENTYNE SUITE

01 - The Kettle
02 - Elegy
03 - Butty's Blues
04 - The Machine Demands a Sacrifice
05 - The Valentyne Suite
    i. January's Search
    ii. February's Valentyne
    iii. The Grass Is Always Greener...


ICG

16 Ağustos 2022 Salı

Black Cat Bones / Barbed Wire Sandwich (1970)

İngiltere'nin ilk dönem Blues Rock gruplarından biri olan Black Cat Bones 1966 yılında kuruluyor. Orijinal kadroda Derek ve Stuart Brooks kardeşler ile birlikte vokal ve armonikada Paul Tiller, davulda Terry Sims ve lead gitarda da efsanevi Paul Kossoff bulunuyor. Grup bu kadroyla bir süre devam ediyor ve Londra'daki pek çok Pub'da sahne alıyor. Ama kadro değişikliğine gitmek zorunda kalıyorlar. Tiller'ın yerine Brian Short gelirken, Terry Sims'in yeri önce Frank Perry ile hemen ardından da Simon Kirke ile değiştiriliyor. Muhtemeldir ki Kirke'ün gruba katılması ile birlikte Free için ilk hareketlenmeler başlıyor.

Grubun kadrosu tam oturdu derken yapımcı Mike Vernon, İngiliz blues müziğinin emektarı Jack Dupree'nin 1968 yılı albümünde çalmaları için Kossoff, Kirke ve Stuart Brooks'u ikna ediyor. Albüm kaydının ardından çıkılan İngiltere turnesinde de yer alıyorlar. Ama o noktadan sonra Brooks Black Cat Bones'a dönerken Kossoff ve Kirke ise gruptan ayrılıyorlar. Kossoff'un yerine Rod Price gelirken, Kirke ise Phil Lenoir ile yer değiştiriyor.

Grubun kadrosu albüm öncesi bu hali alıyor ve tarihinin tek albümü olan (bazı farklı kayıtlar sonradan çıkmakla birlikte) Barbed Wire Sandwich'i kaydediyorlar. Yayınlandığı dönemde çok büyük başarılar elde edemese de gerçekten de oldukça iyi bir albüm çıkıyor ortaya. Sadece blues olmaktan öte psychedelic öğeler de barındıran ve Hard Rock'a kadar uzanan etkili bir albüm.

Parçaların genelinde blues yapısı aynen korunuyor. Herhangi başka bir denemeye girmeden, saf haliyle blues üzerinden giderek keyif veren bir albüm ortaya çıkarmışlar. İlk parça Chauffeur içerdiği tempolu klasik blues anlayışı ile daha albümün başında sizi ele geçiriyor. Bundaki en büyük etkinin Brian Short'un vokalinde olduğunu söylemek de yanlış olmaz.

İkinci parça Death Valley Blues ise pek çok açıdan öne çıkan bir parça. Belki de albümün en iyi parçası. İngilizlerin Amerikalılara "blues böyle yapılır" isimli dersi olarak bile düşünülebilir.

Albümdeki diğer favoriler Feelin' Good, Save My Love ve Good Lookin' Woman. Ama bu demek değil ki diğer parçalar işe yaramaz! Aksine blues'u hangi yönden sevdiğinize göre değişiyor Barbed Wire Sandwich içindeki favori parçalarınız.

BLACK CAT BONES

Rod Price / Lead Gitar, Vokal
Stuart Brooks / Bass
Phil Lenoir / Davul
Derek Brooks / Ritim Gitar
Brian Short / Vokal

BARBED WIRE SANDWICH

01 - Chauffeur 5:19
02 - Death Valley Blues 3:56
03 - Feelin' Good 4:51
04 - Please Tell Me Baby 3:15
05 - Coming Back 2:34
06 - Save My Love 4:54
07 - Four Women 5:07
08 - Sylvester's Blues 3:44
09 - Good Lookin' Woman 7:18


27 Temmuz 2022 Çarşamba

Wishbone Ash / Wishbone Ash (1970)

Blues Rock, Hard Rock, Progressive Rock, Heavy Progressive Rock gibi türleri içinde barından müziğiyle Wishbone Ash, 70’li yılların popüler ve iyi gruplarından biridir. 1966 yılında Steve Upton, Martin Turner ve Glenn Turner tarafından kurulan The Empty Vessels grubun ilk hali. Çeşitli barlarda çaldıktan sonra, 1969 yılında grubun adını Tanglewood olarak değiştiriyorlar. Bir kulüpte çaldıkları sırada menajer Miles Copeland (kendisi daha sonraları The Police ve Sting’in menajeri olarak ün yapar) tarafından fark ediliyorlar. Daha sonra grubun adını Wishbone Ash yaparak yola devam etme kararı aldıklarında Glenn gruptan ayrılıyor. Yapılan gitarist seçmelerinde Andy Powell ve Ted Turner arasında karasız kalıp, trio olarak düşündükleri grubu quartet’e çeviriyorlar.

Daha ilk andan itibaren işler Wishbone Ash için iyi gitmeye başlıyor. Deep Purple’ın ön grubu olarak çıkacakları bir konserin soundcheck’i sırasında Ritchie Blackmore grubu dinleme şansına sahip oluyor ve Deep Pruple’ın yapımcısı Derek Lawrence’a grubu tavsiye ediyor. Wishbone Ash’i dinleyen Lawrence beğenerek ilk albüme imza atıyor.

Albümün ilk yüzünde 3’ü yüksek tempolu 4 şarkı bulunuyor. İlk parça Blind Eye’ı kişisel olarak pek tercih etmesem de rock’n roll’a göz kırpan, blues etkilerini içinde barından yapısıyla oldukça iyi bir parça. Hemen ardından gelen Lady Whiskey melodik yapısı ve öne çıkan gitarlarıyla estetik bir yapıya büründürüyor albümü. 

Üçüncü parça Errors of My Way ise bambaşka bir şey! Kişisel olarak en sevdiğim Wishbone Ash parçalarından biri olmasının yanında 12/8’lik ritmiyle, alışkın olmadığımız bir rock baladı. Grubun kalitesinin en önemli sinyalleri bu parça ile veriliyor sanki.

A yüzünün son parçası Queen of Torture yüksek temposu ve gitarlarıyla enfes bir dinlemelik.

Albümün B yüzünde ise sadece 2 parça bulunuyor. Bazı rock dinleyicileri tarafından gereksiz uzunlukta ve hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden şarkılar olarak tanımlanmakla birlikte ilk albümünü yayınlayan bir grubun bu kadar iyi parçalar ortaya çıkarmasına şaşırmadan edemiyorum yıllardır. İlk parça Handy adının aksine konserlerde pek kullanışlı olmasa da albümde muhteşem bir yer ediniyor kendine. Başlangıçta balad havasıyla giriş yapılan parça bir üre sonra darmadağınık bir hale geliyor ve neredeyse bütün rock türlerini içinde barındırıyor. Parçanın girişine ve bass solosuna dikkat!

Son parça Phoenix ise grubun uzun yıllar konserlerde hem de 17-18 dakikalara kadar çıkarak çaldıkları bir parça. Özellikle Wishbone Ash dinleyenler için enfes. Handy’de olduğu gibi sakin başlayan Phoenix ilerledikçe Hard Rock ve Heavy Progressive Rock’ın tavanına vuracak şekilde evriliyor. Oldukça başarılı bir ilk albüm. Bolca dinlemek ve arşivlemek şart.

WISHBONE ASH

Andy Powell - Gitar, Vokal
Steve Upton – Davul
Martin Turner - Bass, Vokal
Ted Turner Gitar, Vokal

WISHBONE ASH

01 - Blind Eye 3:40
02 - Lady Whiskey 6:08
03 - Errors of My Way 6:08
04 - Queen of Torture 3:20
05 - Handy 11:30
06 - Phoenix 10:23