8 Eylül 2022 Perşembe

Zen - Bakırköy Akıl Hastanesi'nde Live (1999)

Kırk kat yabancının girip çıktığı bir blog olarak Krautrock, Psychedelic vs derken zaman zaman tereciye tere satıyoruz gibi geliyor. Ama toplumsal basiretsizlikte dünyaca numune bir millet olarak müzikte (ve dahi sanatın pek çok dalında) zamanın ruhunu yakalamakta hep güçlük çekmiş olmamız, bizim havaların bahsini geçirmeyeceğimiz anlamına da gelmez. Kimi yanlış yerde yanlış zamanda bulunarak, kimi de zamanının ötesinde işlere imza atarak yitip gitmiş gruplarımız arasında Zen tıpkı isminin tüm anlamları gibi zamansız ve mekansızlığın temsili olup, her zaman müzik tarihimizin yüz aklarından biri olarak kalacak. Şimdilik trivia yapmaya hiç gerek yok.

1999 yılında (gerçekten) Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde çalmış olmaları kulağa anormal geliyor olsa da orada tedavi gören hastaların da insan oldukları gerçeğini gözler önüne serme misyonunu ziyadesiyle yerine getirmişler. Yaklaşık bir saat boyunca full doğaçlama giden performansları da yağ gibi akıyor.

Oktav gitarlar, pitch shift vokaller ve türlü ilginç sampleları ile kafadan psychedelinin içine girdiğimiz ilk parça, kreşendoyu ateşleyecek (ağırdan ağırdan aranan) gitar rifi bulununca önce sessizleşip ardından o riff ile beraber yükselerek bitiyor. Bu arada grubun doğaçlama formülü yok denecek gibi zira herkes enstrümanlarında büyük usta ve gerekli atmosferi oluşturmak için canla başla çalışıyor. Genelde konuşarak yapılan vokallere kimi zaman Blues tandanslı gitar yürüyüşler kimi zaman da orta doğu oryantali elektro bağlama riffleri eşlik ediyor.

Albüm "arkadaşlarımız oldu buraya girdiler, çıktılar, kaldılar filan....” açılışıyla, Neyzen Teyfik’in bu hastanenin tercihli sakinlerinden biri olduğunu anlattıkları parça ile devam ediyor. Ardına gelen parçada aralarda “Hasta alma, hasta dışlama” diyerek de yine malum felsefe üzerinden inceden inceye dönemin sağlık sistemini güzelliyorlar. Eh olacak o kadar.

Albümün en uzun ve en yoğun parçası Arkadaşım Ateş, muazzam elektro bağlaması ve ona eşlik eden sample ile vokallerin altında müthiş tınılıyor. Hesapsız bir şekilde atağa kalkan parça (davulun ölçü kaçırması) gerçekten ölüyü diriltecek tempoda. Bağlamanın ve bass gitarların yoğunlukta olduğu parçanın son bölümünde o ortamda bulunmayı ne kadar istediğimi tarif edemem.

Tamam Dut Ali, Mazhar Neyzen ve Köpeği ile benzerlik gösteren bir formül, kabul de… Bakırköy Havası’nın doğaçlama olma ihtimalini sorgulamamak mümkün değil. En azından girişteki soloyu önceden yazmışlardır herhalde, di mi?

Kapanış olarak tüm hastaları koğuşlarına uğurlarken, felsefe yapmaktan geri durmayarak dışarıda kaçırdığımız hayatı sorgulamamızı da sağladıkları için ayrıca teşekkürler, Zen.

“Perdeleri açın bakın, dışarıda güneş var güneş”

ZEN

Murat Ertel / Vokal, Elektro Gitar, Elektro Bağlama
Emre Önel / Darbuka, Kastanyet, Sampler, Vurmalılar
Fahri Aykut / Davul
Merih Öztaylan / Vokal, Sampler, Talking Drums, Vurmalılar
William Macbeth / Kontrbas, Bass, Echo, Sampler
Levent Akman / Def, Ziller, Vurmalılar, Sampler

BAKIRKÖY AKIL HASTANESİ'NDE

01 - Bu Dünya Benim Dünyam
02 - Mazhar, Neyzen ve Köpeği
03 - Burda Bizden Başkası Yok
04 - Arkadaşım Ateş
05 - Dut Ali
06 - Bakırköy Havası
07 - Birozdan


ICG

7 Eylül 2022 Çarşamba

Electric Food / Electric Food (1970)

Asterix
'de bahsettiğimiz "normal olmayan bir takım insanlar"'ın bir başka projesi de Electric Food. Aslında proje tamamen Goerge Monro'nun (George Mavros) sesi üzerine kurulu. Kısa ömürlü ama 2 albümlü bir stüdyo projesi. Mavros dışında grubun elemanları Lucifer's Friend'in çekirdek kadrosu. Aynı zamanda German Bonds, Bokaj Retsiem, Booker T. and Family, The Pink Mice ve Asterix'in de kadrosu tabi. Daha fazla grubun çekirdek kadrosu olma ihtimalleri de var ama bizim bildiklerimiz şimdilik bu kadar.

Bahsi geçen vokal George Mavros'un ilginç bir ses rengi var. Adam da buradan yola çıkarak (muhtemelen paralanalım biraz mantığıyla) Peter Hesslein'le birlikte stüdyoya girip albüm kaydetme peşine düşüyor. Peter'ın da buna hayır demek gibi bir durumu yok elbet. Para her zaman etkili bir motivasyon aracı. Dediğimiz gibi ses rengi değişik olunca buradan yürünebilir mantığıyla ardı ardına 2 albüm kaydediliyor. Albümler Blues Rock, Hard Rock ve Progressive Rock açılarından düşünüldüğünde oldukça da başarılılar. Lakin bir iki pürüz var tabi.

Konumuz olan bu ilk albümdeki ilk ve en önemli pürüz Whola Lotta Love ile başlaması. Parçayı Led Zeppelin'den ve Robert Plant'in sesinen bilmesek muhtemelen bu versiyon acayip iyi gelirdi. Mavros'un sesi de bu tarz bir parça için yeterince iyi ama olmamış işte. Bazı parçaların cover'ı yapılmamalı çünkü üzerine çıkma şansınız çok yok. Whola Lotta Love da bunlardan biri.

Ardından gelen The Reason Why ile bir anda evren değiştiriyorsunuz ve kendine has bir yanı olan Electric Food müziğine giriş yapıyorsunuz. İlk parçayı iptal edip bununla başlasalarmış bence grup stüdyo projesi olmaktan çıkıp birkaç albüm daha kaydedebilirmiş.

Döneminde de oldukça popüler olan Hey Down, hem sözleri, hem vokali hem de müzikal alt yapısı ile öne çıkıyor. Blues'dan etkilendiğini belli ederek Hard Rock'ın tepesine doğru yol alan bir parça. Tempolu, klavyeleri ile sizi sürükleyen kendi çapında bir başyapıt olarak bile nitelendirilebilir.

Ardından gelen Tavern'ün adına aldanmayın sakın. Gitar riffleri sizi alıp götürüyor bir anda. Solo gitarla birlikte Mavros'un vokalini dinlemek de ayrı bir keyif yaratıyor. Going To See My Mother ise Rock'n Roll'a selam veriyor.

Albümün ikinci pürüzü de House Of The Rising Sun. Yine iyi yorumlanmış ve temposu hızlandırılmış bir versiyon olmakla birlikte bir türlü içimize sinmiyor. Hatta belirteyim The Animals'ın versiyonundan çok çok daha iyi ama alışmışız bir kere. :)

Albümün son pürüzü de sıradaki parça; Let's Work Together. Orijinalini Canned Heat'ten dinleyenler için dinlenmesi oldukça sıkıcı ve gereksiz bir parçaya dönüşmüş. Ne George Mavros'un sesi ne de Lucifer's Friend'in yetenekli müzisyenleri kurtaramamış.

Bu noktadan sonra Sule Skerry ile birlikte gerçekten de etkili parçaların olduğu bölüm başlıyor. Nosferatu, Twelve Months And A Day, Icerose ve I'll Try hepsi birbirinden değişik parçalar. Bu kısımda Uriah Heep, Led Zeppelin, Spooky Tooth izlerine rastlamanız mümkün.

ELECTRIC FOOD

George Monro (George Mavros) / Vokal
Dieter Horns / Bass
Joachim Rietenbach / Davul
Peter Hesslein Gitar, Geri Vokal
Peter Hecht / Klavyeler

ELECTRIC FOOD

01 - Whole Lotta Love 3:23
02 - The Reason Why 3:15
03 - Hey Down 4:27
04 - Tavern 4:02
05 - Going to See My Mother 2:00
06 - House of the Rising Sun 3:52
07 - Let's Work Together 2:40
08 - Sule Skerry 4:38
09 - Nosferatu 4:50
10 - Twelve Months and a Day 2:26
11 - Icerose 2:50
12 - I'll Try 3:10

6 Eylül 2022 Salı

The Savage Rose / The Savage Rose (1968)

Psychedelic Rock
'ın Avrupa'daki en önemli temsilcilerinden biri de The Savage Rose. Danimarkalı grup Flower Power'ın patladığı günlerde, özellikle Avrupa'nın gençlik açısından çalkantılı döneminde kuruluyor. Anders ve Thomas Koppel adındaki müzikal anlamda oldukça yaratıcı 2 kardeş gruba öncülük ediyor. Müzikal türleri Psychedelic Rock olsa da Jazz Rock'tan Progressive Rock'a uzanan geniş bir yelpazede, yaptıkları albümleri besliyorlar.

Ama grubun en önemli tarafı hiç kuşkusuz vokali. Annisette, gelmiş geçmiş en iyi kadın vokaller arasında gösteriliyor, hem de Janis Joplin, Inga Rumpf gibi isimlerle birlikte. Gerçekten de etkili ve insanı derinden etkileyen bir sese ve yorum tekniğine sahip. Çoğu zaman albümleri dinlerken müzikal alt yapıyı kaçırıp Annisette'in sesine odaklanmış bulabilirsiniz kendinizi.

Thomas Koppel'in grupta Klavsen çalan Ilse Marie ile evli olduğunu, sonra boşanıp Annisette ile evlendiğini de belirtelim ki blog'un magazinel yönü olduğu da ortaya çıksın. Yine küçük bir not olarak, yıllar önce ülkemizde Grup Yorum üyelerinin yargılanmaları (bilmem kaçıncı yargılanma tabi) sırasında dayanışma amacıyla gelip, bununla yetinmeyip Grup Yorum'un 1989 tarihli Cemo (ki nasıl bir sıkıntıysa artık, 2011 yılında bile Cemo 1 kez daha yargılanmıştı) albümüne 1 şarkı ile konuk oluyorlar. Stien I Bjerget isimli parça aslında Ali Baran'a ait ve Çiyayê Bilind Warê Meye ismiyle biliniyor. 

Son bir eklemek yapmazsak da olmaz. The Savage Rose bir albümünde de Nazım Hikmet'in İbrahim'in Rüyası isimli şiirini besteleyip Danca söylüyor. Direkt olmasa da dolaylı yoldan grupla bağlantımız epeyce varmış.

Dönemin verdiği coşkudan kaynaklı olacak ki bu ilk albüm The Savage Rose gerçekten de takdir edilesi 11 parça içeriyor. Başta da bahsettiğimiz gibi pek çok tür ve tarzdan esintiler hissettiren albümle ilgili sürprizi kaçırmamak adına yorum yapmıyoruz ama "Her Story'de Annisette'in vokaline dikkat edin!" demek de boynumuzun borcu.

THE SAVAGE ROSE

Alex Riel / Davul
Jens Rugsted / Elektrikli Bass
Flemming Ostermann / Gitar
Ilse Maria Koppel / Klavsen
Anisette Hansen / Vokal
Anders Koppel / Org
Thomas Koppel / Piyano

THE SAVAGE ROSE

01 - Your Sign/My Sign 3:10
02 - Open Air Shop 5:40
03 - You Be Free 1:25
04 - Oh Baby Where Have You Gone 2:10
05 - A Girl I Knew 4:40
06 - Everybody Must Know 3:56
07 - Savage Rose 2:40
08 - Her Story 4:37
09 - White Swans Marriage Clothes 2:25
10 - Sleep 1:57
11 - You'll Be Alright 3:18

5 Eylül 2022 Pazartesi

After Tea / After Tea (1970)

Hollanda
hem boyut hem de nüfus olarak fazla büyük olmasa da müzikal çeşitlilik konusunda gayet iyi durumda. Oradan çıkan pek çok grubu / müzisyeni severek, beğenerek dinliyoruz. After Tea'yi de bu çeşitliliğe dahil edebiliriz. Bir yandan Pop gibi görünseler de diğer yandan fena halde değişik tarz ve türleri içinde barından albümlere imza atmayı başarabilmişler.

1967 yılında, dönemin popüler gruplarından biri olan (ama bizim ilgimizi hiç çekmeyen) Tee-Set'ten ayrılan Ray FenwickHans van Eijck ve Polle Eduard tarafından kurulmuş. Aynı grupta çalmanın verdiği avantajla gruba dahil olan diğerlerini de etkileyerek iyi bir elektrik yakalamışlar. Gruptan ayrılanlar, dışarıdan gelenler filan da olmuş elbet. Ki bunlardan biri de adını daha sonra Focus ile duyacağımız Pierre Van Der Linden. Gerçi grupta çok fazla kalmamış Van Der Linden ama müzikal olarak az da olsa etkilemiş After Tea'yi.

Çıkardıkları ilk iki albüm hem kaliteli işler olurken hem de ortalamanın üzerinde bir başarı elde etmiş. Konumuz olan üçüncü albüm ile de Her iki albümün toplamından daha kaliteli bir işe imza atmışlar. Progressive Rock'ın kenarından geçerken Blues'dan ağır şekilde etkilenen bir müzikleri var. Oldukça sertler. Bazıları dinlediğinde hiç düşünmeden Hard Rock grubu olarak bile adlandırabilir. Müzikal çeşitlilikleri dolayısıyla sınıflandırmak oldukça güç After Tea'yi. Ama o sınıflandırma sınırlarını kaldıralı da çok oldu zaten. Yine de illa ki bir türe dahil etmek gerekirse Blues Rock, After Tea için en iyi tanımlama olacaktır.

İlk başlarda Beat Rock grubu olarak kurulduklarını düşünürsek kat ettikleri mesafe oldukça fazla. Albümün orijinal parça listesi You've Got To Move Me ile başlıyor. Parça klasik müzikten beslenen bir girişe sahip. Hemen ardından ise Hard Rock'a evriliyor.

I'm Here sıkıcılıktan uzak ama insanı çabucak ele geçiren bir yapıya sahip değil. Parçayı dinlerken beğeniyorsunuz ama bir türlü ısınamıyorsunuz. Someday ise vokalin öne çıktığı ilk andan itibaren ilginizi çekiyor. Gitarlar bu tarz bir parça için oldukça iyi. Let's Come All Together, pürüzsüz bir gitar ile başlıyor ve albümün en iyi Blues örneğine dönüşüyor. Bir anda kesilen ritimler sizi en başa götürüp sonra başka yerlere savuruyor.

Albümün son parçası Trial / Punishment / The End ise canlı kaydedilmiş enfes bir dinlencelik. After Tea bütün yeteneğini ve zenginliğini bu parçada ortaya koyuyor. 25 dakikalık parçanın bitmemesini ister duruma geliyorsunuz. Parçada pek çok türden etki bulmak olası. Her dinleyişinizde de yenilerini keşfediyorsunuz.

AFTER TEA

Polle Eduard / Bass
Ferry Lever / Gitar
Ulli Grün / Org
Ilja Gort / Davul

AFTER TEA

01 - You've Got to Move Me 5:19
02 - I'm Here 3:35
03 - Someday 4:08
04 - Let's Come All Together 5:52
05 - Trial / Punishment / The End 24:58

4 Eylül 2022 Pazar

Nekropsi / Mi Kubbesi (1996)

Necropsy
adıyla yayınlanan ilk demoları olan Speed Lessons Part I ile dönemin metal camiası tarafından yanlış anlaşılarak büyük tepki toplamış, (kime neyin dersini veriyorsunuz demiş, henüz 10 sene kadardır var olan bir camianın ağaları paşaları) ardına 4 sene sonra isimlerini Türkçe okunuşlu Nekropsi’ye, tarzlarını da büyük oranda bizim havalardan harmanlı bir senteze dönüştürerek kaydettikleri ilk albümleri Mi Kubbesi ile yine aynı güruhun büyük saygısını kazanmış nadide bir grup Nekropsi. (asıl dersi böyle vermiş babalar)

Albüm neredeyse tamamında denk geleceğiniz cleane yakın crunch tonlardaki gitar partisyonlarına sahip Crying Game ile açılışı yapıyor. Tüm enstrümanların atak halinde olduğu, harmonilerin birbirini kovaladığı, kategorize etmenin de pek zor olduğu - gitarların bağlama gibi tınıladığını da işin içine katarsak- bu tarz ile albüm boyunca bir kaç parçada daha karşılıyoruz. (Efsane ve Ateis bunların en belirginleri) Bu arada albümün miksajından da anlaşılabileceği üzere parçalar farklı zamanlarda kaydedilmesine rağmen, parça diziliminde bütünlük çok başarılı korunmuş ve ilk beş parçadaki enerji tüm albüme paylaştırılmış. Ve evet ilk beş parçaya gelirsek, (itiraf zamanı) albümü ilk dinlemeye başladığımda altıncı parçaya geçmeme engel olacak kadar yoğun ve etkileyici gelmişti de anca bir kaç hafta sonra albümü tamamlayacak kıvama gelebilmiştim. (biraz o dönemki mevcut müzikal anlayışım ve kavrama yetimle de alakalı olabilir tabi)

Bu arada Cevdet Erek’in albüm için yazdığı kısa hikayedeki metoforlardan hareket edersek albümün altıncı parçası Derinlik ile mevzunun derinleştiğini düşünmek de mantıksız değil. Zira parça kaotik açılışı sonrası tıpkı okyanusun derinliklerine indiğinizi hissedeceğiniz flanger ve delay kombinli gitarları ile soft jazz hissiyatıyla kapanış yapıyor. Dımlı Mi ve Lim, ağırlaşan tempo ve kararan atmosferlerine rağmen gubun yine rahat durmadığı anlar içeren, ağır toplardan saymasınız da bütünlüğü sağlayan parçalar.

Delicesine hızlı davulların üzerine yürüyen bağlamayı andıran gitar melodisiyle John Zorn işlerini andıran Hindu sonrasında iyice sertleşen ve karanlıklaşan albüm, Yollar ile Son’ a yaklaşıp 41 ile kapanışını yapıyor. (tabi bu benim gibi saplanıp kalmaz da altıncı parçaya geçerseniz şahit olacağınız bir durum) Bu arada daha önce isimlerini duymama rağmen (Kurban’dan Kerem Tüzün’ ün katılması ile ilgili haberlerini okuduğumu bile hatırlıyorum) grubun müziği hakkında hiç bir bilgim yoktu da Hiçbaymaz sağolsun “sen seversin bunu” diyerek dinletmişti. Hatta bir kaç hafta sonra da beraber Peyote’de canlı izlemiştik. (2007 ortası gibi olmalı)

NEKROPSİ

Cem Ömeroğlu / Gitar, Vokal
Cenk Turanlı / Bass, Perdesiz Bass, Vokal
Cevdet Erek / Davul, Vokal, Darbuka, Bendir
Tolga Yenilmez / Gitar, Vokal, Efektler, Sample, Bass, Perdesiz Bass, Kemençe, Yaylı Bass, Bağlama

Mİ KUBBESİ

01. Crying Game (2:43)
02. Fok (4:43)
03. Efsane (6:29)
04. Çarsı (1:15)
05. 94 Kor (2:58)
06. Derinlik (5:49)
07. Dımlı Mi (6:26)
08. Lim (2:07)
09. Hindu (2:19)
10. Çarklar (5:20)
11. Ateis (2:46)
12. Göç (5:20)
13. Kubbealtı (0:32)
14. Yollar (8:39)
15. Son (5:11)
16. 41 (9:35)


ICG

3 Eylül 2022 Cumartesi

Banchee / Banchee (1969)

Daha önce de bahsettiğimiz üzere New York'tan çıkan, adı sanı fena halde duyulmuş çok fazla grup yok. Ama döneminde gerçekten de kaliteli işlere imza atmış, başarılı bir çizgi tutturmuş grupların ya da müzisyenlerin sayısı da az değil. Banchee de bu grupların içinde yer alıyor.

Grubun tarihçesi hakkında çok fazla bilgi bulunmuyor. New York'ta kurulduklarını, daha sonra da Bosstown Sound ya da Boston Sound olarak bilinen akımın etkisiyle biraz yukarıya, Boston'a yerleştiklerini biliyoruz. 60'ların sonlarında müzik yapımcısı Alan Lorber tarafından, sırf pazarlama taktiği olarak ortaya çıkarılan Bosstown Sound aslında Frisco Sound ya da San Fransisco Sound olarak bilinen, içinde Quicksilver Messenger Service, Jefferson Airplane gibi grupları barındıran akıma karşıt olarak tasarlanmıştı. Bu pazarlama taktiği kendi içinde biraz fazla ilerlemiş olacak ki ortaya pek çok iyi Psychedelic Rock ve Psychedelic Pop grubu, albümü, müzisyeni çıkmıştı.

Banchee, Bosstown Sound'un ileri gelen gruplarından biri olarak öne çıkmayı başarınca, büyük çapta olmasa da ciddi bir ticari başarı yakalamıştı. Ama grubun ömrü fazla uzun sürmedi. Verdikleri konserler ve kaydettikleri 2 albümün ardından sahneden indiler.

Grubun ikinci albümü Thinkin' müzikal açıdan daha iyi olsa da tercihimi ilk albümden yana kullanıyorum. Zira hem albümün melodik yapısı hem de samimiyeti insanı daha fazla içine alıyor. Enfes sözlerle bezeli olması da ayrı bir güzellik tabi.

Albümde Quicksilver Messenger Service ve C,S,N,&Y tarzı bir yumuşak sound ve tatlı diye tabir edebileceğimiz vokal tarzı bulunuyor. Açılış şarkısı The Night is Calling fazlasıyla Psychedelic Pop havası içermekle birlikte ardından gelen Train of Life müziğin sert tarafına kayarak Hard Rock'a gülümsüyor. Davulun Tren'i andıran atakları, yırtıcı gitarlar ve iç gıcıklayan vokal ile keyifle dinlenen bir parçaya dönüşüyor.
İki gitarın gerçekten iyi kullanıldığı parça As Me Thinks'de vokali duyduğunuzda QMS'in parçası olduğunu düşünebilirsiniz. Kendilerinden çok şey katmalarına rağmen parça Banchee'den çok Quicksilver'ın gibi duruyor.

Follow A Dream ise hakkının fazlasıyla yendiğini düşündüğüm bir parça. Hani grupların daha iyi parçaları olsa da bir parçası milletin ağzına yapışır ya. Eagles - Hotel California, King Crimson - Epitaph, Led Zeppelin - Stairway to Heaven gibi. Bu da o ayarda, insanın diline, kulağına yapışan bir parça ama sorsak kimse bilmez. :)

Aradaki parçaları es geçmek doğru değil ama hepsini dinleyerek keşfetmek daha doğru olur mantığıyla, son parça Tom's Island'a geçelim. Albümün süresi en uzun parçası olmasının yanında Psychedelic, Hard ve hatta Progressive yapısıyla göz dolduran bir parça. 


BANCHEE

Jose Miguel Dejesus / Gitar, Vokal
Victor Digilio / Davul, Vokal
Michael Marino / Bass, Vokal
Peter Alongi / Lead Gitar, Vokal

BANCHEE

01 - The Night Is Calling 3:30
02 - Train of Life 3:21
03 - As Me Thinks 3:11
04 - Follow a Dream 4:28
05 - Beautifully Day 5:10
06 - Evolmia 3:24
07 - I Just Don't Know 3:17
08 - Hands of a Clock 4:14
09 - Tom's Island 8:49

2 Eylül 2022 Cuma

Sebastian Hardie / Four Moments (1975)

Buffalo
ile yaptığımız Avustralya rock müziği girişine Sebastian Hardie ekini yapmazsak ayıp etmiş oluruz. Zira Sebastian Hardie bazı kesimlerce gelmiş geçmiş en iyi 2 Progressive Rock albümüne imza atmakla bilinirler. Bu fazlasıyla iddialı bir yaklaşım olmakla birlikte albümlerin kalitesi düşünüldüğünde hak verenler de olacaktır.

Grubun hikayesi 1967 yılında Peter Plavsic ve Graham Ford sayesinde başlar. İkili, Sebastian Hardie Blues Band adıyla yola çıkıyorlar. Başta yaptıkları müzik pek hoşlarına gitmiyor ama vazgeçmeye de meyilli değiller. 1968 yılında Peter'ın kardeşi Alex PlavsicAnatole Kononewsky ve Jon English'i de aralarına katarak grubun adını Sebastian Hardie olarak kısaltıyorlar. Rock coverları yaparak o dönem lokalde epeyce de ün kazanıyorlar. Öyle bir duruma geliyorlar ki Johnny O'Keefe'nin alt grubu olarak sahne almaya başlıyorlar. Ama sonrasında işler grup için pek iyi gitmiyor.

Önce Anatole ayrılıyor, eğitimine devam etmek için. Jon English de efsanevi müzikal Jesus Christ Superstar'da Judas rolünü oynamak için grubu bırakıyor. Alex ise başka bir grupla çalmaya başlıyor. Peter ise işin peşini bırakmıyor ve gösterdiği büyük çabayla birlikte grubu farklı bir formuyla yeniden oluşturuyor. Alex geri gelirken, Peter ve Graham de Tapestry'den Steve Dunne'yi Sebastian Hardie'ye davet ediyorlar. Bu dönemde grup cover grubu olmanın ötesine geçmeye çalışırken progressive denemelere girişiyorlar. 

Graham Ford ve Steve Dunne gruptan ayrılıp yerlerine Mario Millo ve Toivo Pilt geldiğinde ilk albümün çekirdek kadrosu oluşuyor. Uzun süre birlikte çaldıktan sonra ortaya çıkan parçalar grubu fazlasıyla memnun ediyor. Yaptıkları progressive denemeler sonuçlarını veriyor ve Sebastian Hardie, Avustralya'nın ilk Symphonic Rock ve Progressive Rock grubu olarak ortaya çıkıyor.

Albüme adını veren Four Moments 4 bölümden oluşuyor. Yes, Genesis ve Focus gibi grupların parçalarıyla yapısal benzerlikler içeren bu dörtlü gerçekten de oldukça başarılı. Four Moments'ın ardından gelen Rosanna da King Crimson'ın Epitaph'ı gibi. Daha iyi parçalar var tabi ama insanları kolayca etkileyebilen türde. Zaten etkilenme o kadar çok olmuş ki Rosanna gruba En İyi Enstrumental Single Ödülü'nü kazandırmış.

Albümün son parçası Openings ise tam bir Progressive Symphonic Rock klasiği. Enstrümanların yaratıcı kullanımı, fark ettirmeden dinleyiciyi zorlayan, yapısal olarak karmakarışık ama her şeyin derli toplu olduğu bir hale getiriyor parçayı.

SEBASTIAN HARDIE

Mario Millo / Gitar, Mandolin, Vokal
Peter Plavsic / Bass
Alex Plavsic / Davul, Vurmalılar
Toivo Pilt / Moog, Mellotron, Piyano, Org

FOUR MOMENTS

01 - Four Moments, Part 1: Glories Shall Be Released 6:42
02 - Four Moments, Part 2: Dawn of Our Sun 5:05
03 - Four Moments, Part 3: Journey Through Our Dreams 6:43
04 - Four Moments, Part 4: Everything Is Real 2:10
05 - Rosanna 6:01
06 - Openings 13:01

1 Eylül 2022 Perşembe

Buffalo / Dead Forever (1972)

Dünyanın uzak ucundaki Avustralya'nın 70'lerdeki Rock müziğe etkisi çok fazla yokmuş gibi görünür. AC / DC'yi saymazsak, popüler olmuş, öne çıkmış çok fazla müzisyeni ve grubu da bilinmez aslında. Bir yanıyla etkisizlik fikri doğru olarak düşünülse de diğer yanıyla fazlasıyla kaliteli ve iyi müzik yapan müzisyene de sahiptir. Human Instinct, Sebastian Hardie, Windchase ilk aklıma gelenler. Yani aslında Avustralya'nın bu konudaki şanssızlığı az bilinirlikten kaynaklanıyor.

Buffalo da az bilinen, ama bilenler tarafından da iyi bilinen gruplardan biri. Heavy Metal'in öncü gruplarından olarak adı sık sık geçer. 1971 yılında Sydney'de Dave Tice öncülüğünde kuruluyor grup. Tice'ın eski grubu Head'den Paul Balbi, John Baxter ve Peter Wells de Buffalo'nun diğer üyeleri. Kendisi vokalist olan Tice yine de gruba lead vokal olarak Alan Milano'nun alınması yönünde oy kullanıyor. Milano iyi bir vokal olmakla birlikte grubun içinde çok fazla yer edinemiyor. İlk albümün kayıtlarından sonra Balbi ile birlikte gruptan ayrılıyor.

Dead Forever, pek çok açıdan eleştiri almasına ters orantılı olarak iyi bir satış çizgisi yakalıyor. Albüm kapağı fazlasıyla karamsar bulunmuştu ve gençleri kötü etkileyeceği düşünülüyordu. Şarkıların sözleri için de benzer düşünceler vardı. Sırf bu nedenle de radyolarda bile doğru düzgün çalınmamışlardı. Olumsuzluklara rağmen Buffalo yakaladığı başarılı çizgiyi devam ettirdi. Milano ve Balbi ayrılmış olsa da grup gücünü ve etkisini koruyordu. O kadar iyiydiler ki Black Sabbath'ın Sydney'de sahne aldığı 2 gecede de ön grup olarak sahneye çıktılar.

Psychedelic Rock ve Blues Rock'dan beslenen albüm, Hard Rock, Heavy Psychedelic etkiler taşıyor. Daha ilk parça Leader ile başlayan sert rock tüm parçalara yayılmış durumda. 45'lik olarak da yayınlanan Suzie Sunshine'da hem blues hem de Uriah Heep tarzı bir heavy rock görmek mümkün.

Pay My Dues'daki enfes gitar oyunları sizi bambaşka bir havaya sokuyor. 10dk'nın üzerindeki süresiyle I'm A Mover değeri dinlendikçe anlaşılan türde parçalardan. Ballad of Irving Fink pek sakil dursa da ardından gelen Bean Stew bütün açığı kapatıyor. 

Forest Rain ise atmosfer konusunda ileri derecede başarılı parçalardan. Gerçekten yağmur sırasında ormandaymışsınız gibi hissetmekten başka çareniz yok. Albüme adını veren Dead Forever'ı sadece dinleyin. :)

BUFFALO

Dave Tice / Vokal
Alan Milano / Vokal
Paul Balbi / Davul
Peter Wells / Bass
John Baxter / Gitar

DEAD FOREVER

01 - Leader 6:03
02 - Suzie Sunshine 2:53
03 - Pay My Dues 5:34
04 - I'm a Mover 10:46
05 - Ballad of Irving Fink 4:30
06 - Bean Stew 7:05
07 - Forest Rain 6:30
08 - Dead Forever 5:39

31 Ağustos 2022 Çarşamba

Strawbs / From The Witchwood (1971)

1964
yılında the Strawberry Hill Boys adıyla kurulan grup, ilk dönemlerini bluegrass grubu (Amerika'da yaşayan İrlanda kökenli göçmenlerin banjolu kemanlı müziği) olarak geçirdikten sonra 60’ların sonuna doğru Moody Blues’u andıran senfonik tınılarla besli, folk entrumanları ve bolca koro vokalleri ile kolay sindirilebilir görece progressive bir sounda doğru yaklaşmış.

From the Witchwood grubun progressive sounda bir adım daha yaklaştığı üç numaralı albümü. Bu değişimde; önce 1970 yapımı ikinci albümleri Dragonfly’da sonra da aynı yıl Royal Elizabeth Hall’da canlı kaydettikleri albüm Just a Collection of Antiques and Curios’da gruba eşlik ettikten sonra gruba tam zamanlı eleman olarak katılan Rick Wakeman’ın parmağı olduğunu düşünmemek naifçe olacak. Zira albümün hemen her noktasında kendinden bir parça bulabilirsiniz, genel atmosfere muazzam katkıda bulunmuş.

Hammond ağırlıklı A Glimpse of Heaven ile açılış yapan albüm, folk enstrumanların (dulcimer, sitar ve banjo gibi) yarattığı fevkalade harmonilerle eargazm tadındaki parça Witchwoood ile devam ediyor. İçinde bolca duyacağımız sitar melodileri ile Beatles ayarındaki Thirty Days ve köklerine döndükleri Flight ardından “progressive” etiketini hakettikleri The Hangman and the Papist ile albümün ilk yarısını kapatıyoruz. Grubun multi enstrumantalist kemik kadrosu, kendi çaplarında eklektik bir tarza sahip olsalar da The Hangman… ve albümün ikinci yarısında tuşlu çalgıları ile (bilirsiniz işte Wakeman ve çevresindeki tüm tuşlular) özgürce takılması grubu progressive sulara doğru çekmiş. Yoksa pek çok beste doğudan batıya değişen folk tınılarıyla bezeli ilerliyor.

Albümün ikinci yarısını açan Sheep ile Genesis (Collins öncesi) gibi yardıran grup, favorilerimden biri Cannondale ile ipleri Wakeman’ın eline bırakıyor. Hammond gürültüsü ile açılan parça sonlara doğru flanger destekli vokalleri ile kulak tırmalasa da, orta bölümdeki sitar solosuna eşlik eden Moog ritimleri ve Hammond’ın kendine has distortion'ı ile kapanıyor.

Son üç parçasıyla pek dişe dokunan bir iş çıkarmayıp, hafif bir kapanış yaptığını düşündüğüm albümün benim için gerçek sonu, grubun resmen rest çekmişcesine, tüm tuşlara basarak kombolardan kombolara koştuğu The Shepherd Song oluyor. Wakeman’ın kişisel şovunu yaptığı, bu albüm sonrası da David Bowie’den gelen teklifi reddederek Chris Squire’ın araması üzerine Yes’e katıldığını da belirtmiş olayım. (oha)

STRAWBS

Dave Cousins / Akustik & Elektrik Gitar, Banjo (1,2), Dulcimer (2), Tenor Recorder (7), Vokal
Tony Hooper / Akustik Gitar, Autoharp (1), Tambourine (7,10), Vokal
Rick Wakeman / Org, Piyano, Elektrik Piyano (4), Harpsichord (7,9), Mellotron (8), Moog (6,8), Celesta (1), Klarnet (2)
John Ford / Bass, Vokal
Richard Hudson / Davul, Snare Drum (5), Sitar (3,7,8), Vokal

FROM THE WITCHWOOD

01. Glimpse Of Heaven (3:53)
02. Witchwood (3:26)
03. Thirty Days (2:55)
04. Flight (4:27)
05. The Hangman And The Papist (4:14)
06. Sheep (4:16)
07. Canon Dale (3:49)
08. The Shepherd's Song (4:35)
09. In Amongst The Roses (3:50)
10. I'll Carry On Beside You (3:11)

30 Ağustos 2022 Salı

Cactus / One Way... Or Another (1971)

Vanilla Fudge
'da bahsettiğimiz ikili Tim Bogert ve Carmine Appice'in bir sonraki projesi olan Cactus, New York'tan çıkan ender gruplardan. Bütün o ihtişamına, kültürel karmaşasına rağmen NY'den çok az grup çıkması da ayrıca tuhaf ama Cactus gibi başarılı bir grupla da bunu kapatabildiklerini söylesek fazla ileri gitmiş sayılmayız. 

1969 yılında Vanilla Fudge'ın dağılma dönemlerinde Bogert ve Appice, İngiliz gitarist Jeff Beck ile bir araya gelip yeni bir grup kurma projesine girişiyorlar. Hatta grubun adını da buluyorlar; Beck, Bogert & Appice. Fakat şartların olgunlaşmamış olduğunu evren onlara değişik bir şekilde anlatıyor ve Jeff Beck bir araba kazası geçirip yaralanıyor. Bir süre gitar çalamayacağı anlaşılınca Bogert ve Appice durup beklemek yerine aralarına Mitch Ryder's Detroit Wheels'in gitaristi Jim McCarthy ve The Amboy Dukes'un vokali Rusty Day'i alarak yola çıkıyorlar. Dönemin ilk "supergroup"larından biri olduğunu da belirtelim. Şimdilerde adları pek hatırlanmasa da Vanilla Fudge, Mitch Ryder's Detroit Wheels ve The Amboy Dukes o dönemin en önde gelen, popüler gruplarından.

Blues Rock, Hard Rock ve Boogie gibi türleri başarıyla yorumlayan grubun yapımcılığını elbette Atco Records yapıyor. Zira Atco, dönemin bu türlerini fazlasıyla içinde barındıran bir yapım şirketi. Iron Butterfly, Cream, Vanilla Fudge, Buffalo Springfield, Blues Images gibi gruplar Atco'nun yayın listesinden bazıları.

Grup ilk albüm Cactus'ü yayınladıktan sonra hemen herkes tarafından başarılı bulunuyor. O motivasyonla yaptıkları ikinci albüm One Way... Or Another ise grubun açık ara en iyi albümü oluyor. Blues temelleri üzerine oturmuş ama daha da sertleşerek Hard Rock'a evrilmiş bir sound yakalıyorlar. Teorik olarak Iron Butterfly ile benzerlikler gösterseler de Blues'a daha yakın durmalarından kaynaklı olarak farklılıklarını ortaya koyuyorlar.

Oldukça klasik yapıdaki açılış parçası Long Tall Sally, Rusty Day vokali ile bambaşka bir hale geliyor. Parça, Lynyrd Skynyrd, The Allman Brothers Band gibi grupların parçalarıyla benzerlikler gösterse de gitar ve davullarıyla bambaşka bir yerde duruyor.

Rock'n Roll'a selam veren Rockout, Whatever You Feel Like oldukça basitleştirilmiş yapısına rağmen öne çıkmayı başaran parçalardan. Hemen ardından gelen Rock'n Roll Children'a da zemin hazırlıyor. Bahsi geçen parça da gitarlarla bezenmiş bir Blues Rock klasiği olmaya aday.

2 part halinde tasarlanmış olan Big Mama Boogie sizi 30'lu yılların Amerikan taşrasına götürüp orada bırakıyor. Kendinizi bir tren yolunun yanında yürürken hayal etmenizi sağlayabilir. Genelde geri planda kalsa da armonika bu parça için gerçekten de önemli. Bu kadar iyi kullanılması gerçekten de nadir görülür.

Feel So Bad'de Rusty Day'in sesi sizi alıp götürürken, Song For Aries'deki durağan hava gitarın öne çıkmasıyla değişik yerlere gidiyor. Fazlasıyla progressive bir yapıya sahip olduğunu da belirtelim.

Hometown Bust, Blues ve Boogie'nin pek çok kesiminden tatlar içeriyor. O kadar iyi kurgulanmış ki geçişlerin nerede ve nasıl olduğunu bile fark edemiyorsunuz.

Albüme adını veren son parça ise Iron Butterfly'dan alışık olduğumuz bir sertliğe sahip. Appice ve Bogert bu parçada kendilerini fazlaca gösteriyorlar.

CACTUS

Tim Bogert / Bass, Vokal
Carmine Appice / Davul, Vurmalılar, Vokal
Jim McCarty / Gitar
Rusty Day / Vokal, Armonika

ONE WAY... OR ANOTHER

01 - Long Tall Sally 6:27
02 - Rockout, Whatever You Feel Like 3:56
03 - Rock 'n' Roll Children 5:40
04 - Big Mama Boogie, Pts. 1-2 4:59
05 - Feel So Bad 5:30
06 - Song for Aries 3:05
07 - Hometown Bust 6:38
08 - One Way...Or Another 5:05