Symphonic Prog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Symphonic Prog etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mayıs 2023 Perşembe

Refugee / Refugee (1974)

Berbat bir albüm kapağına sahip olsalar da Refugee fena halde iyi gruplardan biri. Kaydettikleri albümle, tek albümlü efsaneler listemize bir çok gruba fark atarak rahatlıkla girebiliyorlar. Çok kısa ömürlü olsalar da yeteri kadar iyi bir albüm (bir de konser kaydı var tabi, o da acayip iyi) bırakarak görevlerini tamamlamış olduklarını da belirtelim. Bu arada, dünkü Mainhorse yazısından sonra eklemeye karar verdiğimiz Refugee, dün de bahsettiğimiz üzere Patrick Moraz'ı bünyesinde barındırıyor.

Grup, Keith Emerson'ı çıkarılmış bir The Nice versiyonu gibi algılansa da değil aslında. The Nice'tan Lee Jackson ve Brian Davison, Emerson'ın ayrılışından sonra hem eski parçaların yeni versiyonları hem de yeni parçalarla kotardıkları son iki The Nice albümünün ardından Mainhorse'taki Moraz'ı fark ediyorlar. Mainhorse'un dağılmasıyla birlikte de Refugee'yi kuruyorlar. Moraz'ı gruba alırken her ikisinin de amacı The Nice'ı yeniden canlandırmakmış ama başka bir şeye evrildiklerini fark ettiklerinde bu istekten vazgeçmişler.

Zira, Emerson'ın agresif, kontrolsüz ve aşırılıklara sahip klavyelerine karşın Moraz'ınkiler daha ölçülü ve düzenli. Ha bu Emerson kötü demek değil elbette. Kişisel olarak Emerson'ı bu konuda geçebilecek çok az klavyeci olduğunu düşünüyorum. Lakin Refugee'nin kendine farklı bir kimlik kazanması da Moraz sayesinde olmuş. Diğer türlü Patrick Moraz, Emerson'ın izinden gitseymiş ucuz bir The Nice kopyasına dönüşebilirmiş albüm.

Moraz, Yes ile birlikte Relayer albümünü kaydetmesi için çağrılana kadar Refugee ayakta kalmayı başarmış. Ticari çok büyük başarı elde edemeseler de gelmiş geçmiş en sağlam Symphonic Prog albümlerinden birine imza atmışlar. 

Grubun The Nice ve Moraz karışımı olmasından dolayı, enstrümantasyonla ilgili bir sorun aramak saçma olur. Her iki koldan da gayet yetenekli ve kaliteli olduklarını daha önce kanıtladılar malum. 6 parçadan oluşan albümde yaklaşık 17 dakikalık süresiyle Grand Canyon Suite ve 18 dakikalık Credo fena halde öne çıkıyor. Aklıma gelmişken, albümün gidişatına bakıldığında rahatsızlık verebilecek tek şey Lee Jackson'ın vokali diyebiliriz. Olmasaydı da olurmuş izlenimi yaratıyor sıklıkla. Ha, kötü mü ? Değil elbette. Ama sanki biraz geride dursaymış, daha derinden ve sakin gelebilseymiş daha sıkı bir albüm olacakmış diye düşünmeden de duramıyor insan.

REFUGEE

Lee Jackson / Lead Vokal, Bass, Gitar, 12-Telli Akustik Gitar, Elektrikli Çello
Patrick Moraz / Piyano, Elektrikli Piyano, Pipe Org, AKS & Moog synthesizers, Mellotron, Klavinet, Marimbaphone, Alpine Horn, Vokal
Brian Davison / Davul, Gong, Afrika Davulları, Tibet Zilleri, Kabassa, Timpani

REFUGEE

01. Papillon (5:10)
02. Someday (5:03)
03. Grand Canyon Suite (16:54) :
        - a) The Source
        - b) Theme for the Canyon
        - c) The Journey
        - d) The Rapids
        - e) The Mighty Colorado
04. Gatecrasher (1:03)
05. Ritt Mickley (4:57)
06. Credo (18:08) :
        - a) Prelude
        - b) I Believe, Pt. 1
        - c) Credo Theme
        - d) Credo Toccata & Song "The Lost Cause"
        - e) Agitato
        - f) I Believe, Pt. 2
        - g) Variation
        - h) Main Theme & Finale

1 Mayıs 2023 Pazartesi

The Moody Blues / In Search of the Lost Chord (1968)

Blogda öyle bir yere geldik ki artık The Moody Blues bile üçüncü dördüncü kategoride filan değerlendirilebilecek bir hale geldi. 60'ların ortalarından başlayan kariyerleri boyunca oldukça popüler bir yaklaşım sergileyip bunun meyvelerini de yiyen grubu eklemeseydik de olmazdı. Gerçi çok daha önceleri Days Of Future Passed'ı eklemiştik diye hatırlıyorum. Ama diğer albümlerini eklemeye başlamaktan zarar gelmez. Malum buradaki asıl amacımız, bu konuda bir arşiv çalışması oluşturabilmek. Popüler ya da değiller, çok önemli olmadan, The Moody Blues burada olmayı hak ediyor.

Başarısız sayılabilecek ilk albümün ardından çıkardıkları ve Londra Festival Orkestrası ile birlikte kaydettikleri efsanevi Days Of Future Passed'ın ardından gelen popülarite ile birlikte yaptıkları ilk albüm In Search of the Lost Chord. Daha en başından The Beatles ile karışık bir Symphonic Prog havası sezinliyorsunuz. Özellikle ikinci parça Ride My See-Saw tam anlamıyla bir The Beatles parçası kıvamında. Gerçi albümün pek çok yerinde bu havayı yakalıyorsunuz ama bire bir benzerlik var demekte doğru değil. Zira kendilerine has bir yapı geliştirdikleri de ortada.

Arada, Symphonic Prog dedik ama bu tam anlamıyla bir Symphonic Prog da değil. The Moody Blues'u tam tanımlayan janr, Crossover Prog aslında. Daha popüler kaygılarla oluşturulmuş, yine Progressive etkiler taşıyan ama tam oraya doğru kaymayan bir yapı. Daha kolay, daha yumuşak, daha hafif. Yine de içerisinde birçok değişik ses ve melodi barından bir tarz. Blogu takip eden pek çok dinleyiciye hafif gelecektir elbette The Moody Blues. Ama onlar olmadan da bir Rock Arşiv Çalışması yapmanın doğru olmayacağı ortada.

Diğer yandan bakıldığında The Beatles gibi "acayip popüler" bir gruba karşılık daha klasik müzikten beslenen bir müzikal anlayışa sahipler. Ki bunun en büyük, en farklı örneği bir önceki albüm Days Of Future Passed. Orada tam olarak The Beatles ile aralarındaki farkı ortaya koyuyorlar. Elbette Nights In White Satin gibi popülerlik kaygısı güden ve ekmeğini sonuna kadar yedikleri bir parça da bulunuyor albümde.

Neyse, neticede The Moody Blues önemli bir grup ve bu işin en bilinenlerinden biri.

THE MOODY BLUES

Justin Hayward / Elektrikli Gitar, Akustik Gitar (6- & 12-string), Sitar, Bass, Piyano, Mellotron, Harpsichord, tablas, bass, percussion, Lead Vokal (2,7,9,10)
Michael Pinder / Piyano, Mellotron, Harpsichord, Akustik Gitar, Bass, Autoharp, Çello, Lead Vokal (2,8,12), Konuşma Sesi (11)
Ray Thomas / Flüt, Soprano Saksafon, Lead Vokal (2,3,5,12)
John Lodge / Bass, Akustik Gitar, Çello, Tambourine, Snare Drum, Lead Vokal (2,4,6)
Graeme Edge / Davul, Timpani, Tambourine, Tabla, Piyano, Konuşma Sesi (1)

IN SEARCH OF THE LOST CHORD

01. Departure (0:44)
02. Ride My See-Saw (3:38)
03. Dr. Livingstone, I Presume? (2:58)
04. House of Four Doors (4:12)
05. Legend of a Mind (6:36)
06. House of Four Doors, Pt. 2 (1:47)
07. Voices in the Sky (3:25)
08. The Best Way to Travel (3:14)
09. Visions of Paradise (4:15)
10. The Actor (4:39)
11. The Word (0:48)
12. Om (5:44)

25 Nisan 2023 Salı

Focus / Focus Plays Focus (1970)

Hollandalı grup Focus, 70'li yılların Rock müziğini takip edenler için en bilinen gruplardan biri. Haklarında tarihsel, biyografik çok fazla bilgi bulunuyor. O nedenle de buraya eklemenin pek bir faydası olacağını düşünmüyorum. Symphonic Prog'un en iyi temsilcilerinden, Jethro Tull ile başa baş giden / kimi zaman karşılaştırılan efsanevi gruplardan biri.

Bunun böyle olmasının en önemli sebebi de hiç kuşkusuz Thijs Van Leer ve Jan Akkerman ikilisi. Her ikisi de müzikal anlamda fazlasıyla yetenekli, başarılı ve yaratıcılar. İlk albümden itibaren ikilinin varlığıyla şenlenen, her seferinde daha fazla genişleyen bir yapıları var.

Bu ilk albümle ilgili değişik durumlar mevcut. Albüm hem Focus Plays Focus hem de In And Out Of Focus adıyla yayınlanmış plak olarak. Yayınlandığı bölgeye göre değişiklik göstermiş bu isim meselesi. Parçaların yerleri de bir hayli değişmiş. Aynı isimli plağın içindeki parça sıralamaları bile farklı. 2 In and Out Of Focus plağının içindeki listenin farklı olduğunu gördüğümde durum çok saçma gelmişti ama Focus işte deyip geçiştirmiştim. Bir de albümün ilk baskısından sonra tüm LP'lere eklenen House of The King single'ı var. Albümde uzun versiyonu bulunurken bir de 45'lik olarak yayınlanan versiyonu eklemişler sonradan. İyi yapmışlar çünkü single versiyonu da en az albüm versiyonu kadar iyi ve ondan değişik.

Albümün ve Focus'un en iyi çıkışını sağlayan şey ise Anonymous bence. Temayı albümün içerisine yaymışlar. Ara ara dönüp tekrar uzaklaşıyorlar Anonymous'tan. Tabi albümdeki tek iyi şey de bu değil. Diğer parçaların hepsi de kendi içlerinde enfes yapılara sahipler. İlk albüm olarak düşünüldüğünde gerçekten de çok başarılı bir çıkış diyebiliriz Focus Plays Focus için.

Belirtmeden geçmeyelim, Anonymous'u üçüncü albümde tekrar ama Anonymous II adıyla ve yeni bir yaklaşımla tekrar kaydedip yayınladılar ki o versiyon da 26 küsur dakikalık süresiyle efsaneleşmiş parçalardan biridir.

Sonraki albümlerde kalitenin daha fazla yükseldiğini gördüğümüz Focus'un, başlangıcında yer alan bir albüm olarak Focus Plays Focus ya da diğer adıyla In and Out of Focus, en iyi ilk albümlerden de biridir.

FOCUS

Thijs van Leer / Vokal, Org, Flüt, Piyano, Elektrikli Piyano, Mellotron, Harpsichord, Vibes, Trompet
Jan Akkerman / Elektrikli Gitar, Akustik Gitar
Martijn Dresden / Bass, Vokal
Hans Cleuver / Davul, Vokal

FOCUS PLAYS FOCUS

01. Focus (instrumental) (9:45)
02. Why Dream? (3:57)
03. Happy Nightmare (Mescaline) (3:56)
04. Anonymus (7:00)
05. Black Beauty (3:05)
06. Sugar Island (3:03)
07. Focus (vocal) (2:44)

3 Nisan 2023 Pazartesi

Klockwerk Orange / Abrakadabra (1975)

Avusturya'dan çıkma Symphonic Prog gruplarının en bilinenlerinden biri Klockwerk Orange. Grubun adının nereden geldiğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Kısa ömürlü bir grup olmalarına rağmen ortalamanın üzerinde kaydettikleri ve bolca yerel özelliklere sahip albümleriyle arşivde yerini alması gereken gruplardan biri oluyorlar.

1974 yılında Innsbruck Müzik Akademi'si öğrencileri tarafından kurulmuş Klockwerk Orange. Hem arkadaş grubunun hem de grubun lideri konumunda duran multienstumantalist Herman Delago'nun çabaları sayesinde kurulmuş olan grup yine Delago sayesinde albümü yapıp yayınlayabilmiş. Ama çok fazla süre de aktif kalamamışlar ve 1976 yılı ortalarına doğru da dağılmışlar.

Genel yapı itibariyle ELP, Triumvirat gibi grupların tarzına yakın bir müzikal anlayışları var. Vokal, parçalar arasında ufak gezintiler yapma dışında çok fazla ortalarda görünmüyor, ön plana çıkan hep enstrümanlar oluyor. Çok muhteşem bir albüm olmamakla birlikte Symphonic Prog severlerin fena halde ilgisini çekecek türde bir albüm. Yalnız bu, berbat bir albüm manasına da gelmez hatırlatalım. Grubun, Avusturya çıkışlı olduğunu ve dönemin zorlayıcı etkileri altında var oldukları düşünüldüğünde gerçekten de başarılı olduklarını kabul etmekten başka bir şey yapamazsınız.

Albümün pek çok yerine yayılmış şekilde Avusturya folklorundan örnekler görebilirsiniz. Polka'ya yaklaşan bazı yerleri yakalamak da mümkün. Belirtmek gerekir ki albümde farklı türlerden etkiler bulunuyor ama minimal seviyede tutulmuş. Bu nedenle de Eclectic Prog'a yaklaşıyor denemez. Fakat bazı noktalarda ciddi kafa karışıklıklarına da yol açıyor denilebilir. Psychedelic Rock etkileriyle şekillenen ama sonra bir anda melodik bir Symphonic Prog'a dönüşen, ardından da bir anda bıçak gibi kesilen ve nereye gittiği ya da oraya neden gittiği anlaşılamayan bölümler de var albümde. Bilerek mi yapıldığına yoksa bir miktar beceriksizlik mi içerdiğine emin olmakta zorlanıyorsunuz.

Enstrümanların yetenekli müzisyenler tarafından çalındığı ortada ama Collegium Musicum gibi muhteşem bestelere sahip olmadıklarını da dinledikçe anlıyorsunuz.

Yukarıda saydığımız nedenlerle Klockwerk Orange ve Abrakadabra albümü için muhteşem, enfes, nefis gibi tanımlamalar yapamasak da hem grup hem de albüm ortalamanın üzerinde bir yeri hak ediyor.

KLOCKWERK ORANGE

Hermann Delago / Gitar, Org, Synthesizer, Trompet, Vokal
Markus Weiler / Org, Elektrikli Piyano, Synthesizer, Klavsen
Guntram Burtscher / Bass, Vokal
Wolfgang Böck / Davul, Tubuler Bells, Timpani

ABRAKADABRA

01. Dounyunohedeprinces (11:38)
02. The Key (11:52)
03. Abrakadabra (21:21)
    - Abrakadrabra
    - Temple Sh. Thirty Five
    - Mercedes Benz T 146.028

1 Nisan 2023 Cumartesi

Goma / 14 De Abril (1975)

İspanya, Endülüs'ten tek albümlü efsaneler listemize sağlam giriş yapabilen gruplardan biri Goma. Oldukça yetenekli ve müzikal anlayışları oturmuş müzisyenlerden oluşuyor. Zaten grup, Chilcle, Caramelos Y Pipas ve Gong (İngiltere çıkışlı olan Gong değil) isimli grupların elemanlarından oluşuyor. Yani öncesinde oldukça iyi birikimleri var ve doğal olarak da bu albüme yansımış.

Albümün adı grubun kurulduğu gün olan 14 Nisan 1974'ten geliyor. Yetmemiş üstüne bir de kaydettikleri albümü 14 Nisan 1975 tarihinde yayınlamışlar. Bütün olay 14 Nisan üzerine dönüyor diyebiliriz yani. Lakin o 14 Nisan da artık nasıl bir günse, enfes bir albümün varlığına yol açmış. 

Albüm pek çok türe göndermeler içeren ve pek çok tarzdan beslenen bir yapıya sahip. Bu nedenle de Eclectic Prog olarak nitelendirebiliriz. Symphonic Rock / Symphonic Prog ile de içli dışlı bağlantılar bulunduğu için bu türe dahil edilmesi de kabul edilebilir bir anlayış olabilir. Ama hepsini bir kenara bırakın, albüm gerçekten de enfes. Dinledikçe daha fazla dinleyesiniz geliyor. Diğer yandan bazı gruplar için özellikle belirttiğimiz, keşke başka albümler de kaydetselermiş cümlesi bu grup için de fena halde geçerli. Fakat yapılabilecek çok fazla şey yok, eldeki ile idare etmek durumundayız.

Grubun tarzı ve albümün içeriği akustik gitar ile sağlanan İspanyol dokunuşlarını içerirken asıl ilhamını ise İngiliz Rock kültüründen alıyor diyebiliriz. Albümü dinlerken aklınıza Van Der Graaf Generator, King Crimson gibi gruplar geliyor ki bu tam da Goma'nın beslendiği tarzları işaret ediyor. Tabi bu beslenme biçimi aynen alıp kullanma gibi bir sonuç doğurmamış neyse ki. Grup kendine has bir müzikal anlayış yaratmayı başarabilmiş. Bazı noktalarda İngiliz bazı noktalarda İspanyol gibi görünse de onlar tam anlamıyla Goma diyebiliriz rahatlıkla.

Albüm 4 parçadan oluşuyor bu arada. En kısa parçanın 8 dakika olduğu düşünüldüğünde ne beklemeniz gerektiğini az çok çıkartabiliyorsunuz. Üstüne bir de beklentilerinizi daha fazla yükseltmeniz gerektiğini de belirtelim. Daha ne olsun?

Son olarak Goma'nın ve 14 De Abril'in, çölün ortasında sıcaktan kavrulurken karşınıza çıkan 1 kasa bira gibi geldiğini belirtmeden geçmeyelim.

GOMA

Alberto Toribio / Klavye, Sesler
Antonio Rodriguez / Davul, Sesler
Manuel Rodriguez / Gitar, Sesler
Pepe Lagares / Bass, Sesler
Pepe Sanchez / Saksafon

14 DE ABRIL

01. Aqui y Ahora (11:43)
02. Madre Tierra (8:11)
    a) Madre Tierra
    b) Pellicozo
03. Un Nuevo Abril Sin Sal (8:15)
04. Shooting Up (11:37)

27 Mart 2023 Pazartesi

Mémoriance / Et après... (1976)

70'lerin ikinci yarısının başlangıcında kurulan Fransız Symphonic Prog grubu Mémoriance, 2 albüm kaydedip dağılsa da bu janr içerisinde kendine sağlam bir yer edinmiş gruplardandır. Farklı türleri karıştırarak kendilerine has bir anlayış geliştirmişlerdir. 2 albümle kalmış olmaları bir miktar üzücü olsa da bununla da idare ederiz diye düşünüyorum.

Fransa'nın ilk dalga Symphonic Prog döneminin ardından ortaya çıkan Mémoriance'ın Atoll, Ange, Carpe Diem gibi grupların tarzlarından etkilenmiş olduğu aşikar. Fakat tam anlamıyla onların kopyaları da sayılamazlar. Hatta bahsi geçen gruplara oranla Rock öğesi biraz daha alttan ve sert vuruyor Mémoriance'da. Psychedelic etkilerinin göründüğü anlarda da fazlasıyla kopuyorlar o gruplardan.

Bazı kaynaklarda Steve Hackett tarzı gitar kullanımı ve Pink Floyd'un Wish You Were Here dönemini hatırlattığı söylense de pek aldırış etmeyin. Doğruluk payı olmakla birlikte üzerinde çok fazla durulacak bir durum da değil bu. 

Et Aprés'te Jazz Rock'un varlığından da söz edebiliyoruz. Psychedelic Rock ile birleşen ve az önceki fikirdeki Pink Floyd'a benzeme durumunu ortaya çıkaran bir şekilde ilerliyor Jazz Rock Mémoriance'da. Tabi belirsizliklerle örülü bir yaklaşım bu çoğunlukla. Tam olarak Jazz Rock olmadığı gibi Psychedelic Rock'ın da öne çıktığını pek fazla söyleyemiyoruz.

Albümde biraz rahatsız eden tek şey vokal dilinin Fransızca olması. Bu ili Rock içerisinde sevenler vardır tabi ama kişisel olarak benim kulağımı tırmalıyor çoğunlukla. Vokale takılıp albümü dinleyememe durumuna kadar giebiliyorum. Gerçi Et Aprés... 'de bu durum çok fazla ortaya çıkmıyor. Zira vokalin parçalara katkısı minimal düzeyde tutulmuş. İyi bir tercih yapılmış diyebiliriz.

Enstrüman kullanımları da oldukça iyi albümde. 70'lerin başındaki ezici üstünlükteki enstrümanlardan ve müzisyenlerden sonra böyle olması da çok normal diye düşünüyorum. Gerçi buradan sonra iş Punk'a ve 80'lerde ne idüğü belirsiz bir duruma kadar da gitti, o da ayrı konu. 

Havaların güzelleşmeye başladığı bu günlerde dinledikçe dinleyeceğiniz, kendinizi kaptırdıkça içinden çıkamayacağınız nitelikte albümlerden biri Et Aprés... Dinledikçe de Mémoriance'ın ne kadar iyi bir grup olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Hakkını telim etmemiz, arkalarından saygılı davranmamız gereken gruplardan yani.

MÉMORIANCE

Jean-Pierre Boulais / Lead Gitar, Ritim Gitar, Vokal
Claude Letaillenter / (?)
Jean-François Périer / Klavye, Vokal
Didier Guillaumat / Vokal, Lead Gitar
Didier Busson / Davul, Vurmalılar
Michel Aze / Bass, Vokal

ET APRÉS...

01. Je Ne Sais Plus (8:47)
02. La Grange Mémoriance (10:59)
03. Et Après (10:23)
04. Tracsir (4:48)

24 Mart 2023 Cuma

The Peddlers / Suite London (1972)

The Peddlers
, 1964 yılında Manchester, İngiltere'de kurulan bir Jazz Rock grubudur. Grup, Roy Phillips (Piyano, Vokal), Tab Martin (Bass) ve Trevor Morais (Davul) tarafından kuruldu. İlk başta, Manchester'da çeşitli kulüplerde çalmaya başladılar ve kısa sürede popülerlik kazandılar. Blues, Jazz ve Pop müziği tarzlarını harmanlayan bir müzikal anlayışa sahipti. İlk albümleri olan Freewheelers 1967 yılında yayınlandı ve kısa sürede popüler oldu. Aynı yıl içerisinde Live At The Pickwick! Adında bir konser kaydı yayınladılar. İkinci stüdyo albümler Three in A Call ise 1968 yılında piyasaya sürüldü. Bu albümdeki "Comin' Home Baby" şarkısı, grubun en tanınmış şarkılarından biri haline geldi ve Three In A Cell de grubun en popüler albümlerinden biri olarak kabul edilir.

The Peddlers'ın müziği, Jazz, Soul ve Rock gibi farklı türlerden etkilendi. Özellikle, Roy Phillips'in özel bir vokal tarzı vardı ve gruba karakteristik bir ses kazandırdı. Şarkı söylemenin yanı sıra, Phillips aynı zamanda org çalıyordu ve bu da grubun caz etkilerinin öne çıkmasını sağlıyordu. Ayrıca, Tab Martin'in bass gitarı da gruba özgün bir sound katıyordu.

The Peddlers'ın hem en ünlü albümlerinden biri hem de konumuz olan Suite London, 1972'de yayınlandı. Albüm, grubun enerjik canlı performansını yakalayan bir kayıt olarak övgü aldı ve İngiltere'deki en iyi canlı kayıtlardan biri olarak kabul edildi. Suite London, Londra'nın tarihi yerlerine adanmış 3 bölümden oluşuyordu: "West End", "East End" ve "City". Albüm, öncelikle orkestra müziği ve vokallerin ağırlıkta olduğu bir albümdü ve Peddlers'ın önceki çalışmalarından farklı bir tarzda kaydedilmişti. Bu albümde gruba The London Philharmonic Orchestra da eşlik etmişti. Jazz, Soul ve Rock'tan etkilenen müzikal anlayış bu albümde kendini Symphonic Prog ve Progressive Rock olarak gösteriyordu.

The Peddlers, 1970'lerin başına kadar müzik yapmaya devam etti ve birçok başarılı albüm yayınladı. Ancak, 1976'da grup dağıldı ve üyeler solo kariyerlerine odaklandılar. Roy Phillips, 1980'lerin ortalarında kendi adını taşıyan bir albüm çıkardı ve solo kariyerine devam etti. Tab Martin, aynı zamanda solo müzik yaparken, film müzikleri ve televizyon şovları için müzikler besteledi. Trevor Morais ise, diğer müzisyenlerle çalışmaya devam etti ve dünya turuna çıkan birçok ünlü sanatçıya eşlik etti.

Sonuç olarak, The Peddlers, İngiltere'nin Jazz - Rock müzik sahnesinde etkili bir grup olarak yer aldı. Grubun enerjik canlı performansları ve Roy Phillips'in karakteristik sesi, onların öne çıkan özelliklerinden biriydi. The Suite London gibi albümleri, grubun en iyi çalışmalarından biri olarak kabul edildi ve İngiliz müzik tarihinde önemli bir yere sahip oldu.

THE PEDDLERS

Roy Phillips / Piyano, Vokal
Tab Martin / Bass
Trevor Morais / Davul

Konuk Müzisyenler:
The London Philharmonic Orchestra

SUITE LONDON

01 - This Strange Affair
02 - Raining In London
03 - Sequence Of Thought
04 - Did She
05 - In Juxtaposition
06 - Under London Lights
07 - River Lives
08 - I Have Seen
09 - Impressions (Movements 1, 2 & 3)
10 - A Year And A Day
11 - This Strange Affair (Reprise)
12 - This Is It
13 - A Year And A Day (Metamorphosis)

23 Mart 2023 Perşembe

Shylock / Gialorgues (1977)

Fransa'nın önde gelen Symphonic Prog gruplarından biri de Shylock. Hatta o dönemden bu yana, sürekli yapılan King Crimson karşılaştırmalarını, benzerlik bulma çabalarını, bambaşka olduğunu kanıtlama hareketlerini düşünürsek de Shylock için Fransa'nın King Crimson'ı demek yanlış olmaz. 

Grup, 1974 yılında Nice'de kuruluyor ve adını da William Shakespeare'ın Venedik Taciri isimli yapıtındaki kahramandan alıyor. Kahramanla çok büyük özdeşlik içerisinde olmasını beklemeyin tabi. 3 kişilik kadro ile uzun süreli bir çalışma temposunun ardından ilk albümleri Gialorgues'i kaydediyorlar. Albümün bütün masraflarını kendileri karşılıyor. Doğal olarak da albüme dışarıdan müdahale çok fazla olmuyor. Bu avantajı kullanarak kaydettikleri albüm CBS Records etiketiyle ve ilk etapta 1000 kopya ile piyasaya sürülüyor. Albümün çıktığı ilk günden itibaren de yukarıda da belirttiğimiz King Crimson karşılaştırmaları başlıyor.

İkinci albümün kayıtlarına başlamaya niyetlendiklerindeyse gruptaki tüm elemanların askerlik dönemi gelip çatıyor. 3'ü de askerlik yapmak için grubu bir süreliğine askıya almış oluyorlar. Döndüklerinde ise hızlı bir şekilde ikinci albüm Île de Fièvre'i kaydederler. Albüm ilkine oranla biraz farklıdır. Gruba yeni dahil olan bass gitarist Serge Summa ile birlikte ritim bölümü biraz daha Jazz Rock'a doğru kaymaya başlıyor ama albüm kaydı sırasında bunu minimal seviyede tutuyorlar.

Başarılı 2 albümün ardından grup bir arada kalamıyor ve dağılıyorlar. Bu işler normalde başarısız olunduğunda ortaya çıkar ama konumuz olan bu Fransızlar biraz değişikler işte. Gerçi müzikal anlaşmazlıklar ile açıklıyorlar bu durumu ki Shylock için de bu durum geçerli. 

Yıllar sonra ise gelen ısrarlara dayanamayıp ilk iki albümden seçtikleri en iyi parçaları yeniden kaydederek farklı bir Best Of çıkarıyorlar 2012 yılında. Bu albümü modernleştirilmiş yeni bir albüm olarak bile düşünebiliriz aslında. O kadar da iyi yani.

Çok uzun süredir King Crimson ile karşılaştırılıyor olmalarına rağmen, Shylock aslında kendi tarzına sahip bir grup. Benzer bir tarzda Symphonic Prog yapıyorlar elbette. Hatta ileri gidip King Crimson ekolünden bile olduklarını söyleyebiliriz. Ama King Crimson kopyası gibi bir yaklaşım da Shylock için kabul edilemez bir hakaret sayılır.

SHYLOCK

André Fisichella / Davul, Vurmalılar
Frédéric l'Épée / Gitar, Bass
Didier Lustig / Klavye

GIALORGUES

01. Le quatrième (13:05)
02. Le sixième (3:50)
03. Le cinquième (18:54)

25 Şubat 2023 Cumartesi

The Pink Mice / In Action (1971)

Daha önce bloga konuk ettiğimiz Asterix, Lucifer's Friend ve Electric Food'da bahsettiğimiz The Pink Mice, tuhaf kafalara sahip Almanların bir hareketi. Anlaşılan o ki farklı müzikleri farklı grup isimleri altında yapmayı seviyorlar. Az önce saydığımız 3 grup birbirine yakın özellikler göstermesine rağmen aslında birbirlerinden çok farklılar. The Pink Mice ise hepsinden daha farklı. Zira Symphonic Prog yapıyorlar. İlginç olan kısmı da aynı dönemde zaten Lucifer's Friend (Lucifer's Friend kadrosundan vokal John Lawton eksik sadece) adıyla gerçekten de popülerliği bile yakalamış bir grupları varken The Pink Mice'ta da birlikte çalıyorlar. Bu da yukarıdaki farklı tarzları deneme fikrini destekliyor. Anlaşılan o ki Lawton'ın da içinde yer aldığı ve agresif yapıdaki Hard Progressive'den farklı bir şeylere de imza atmak istemişler.

Bu noktada sıklıkla Emerson, Lake & Palmer kopyası olduklarının söylendiğini de belirtelim. Aslında işin ucu daha da karmaşık. Tarihsel sürece bakıldığında ELP, Triumvirat, The Pink Mice birbirinden farklı zamanlara kuruluyor. The Pink Mice ilk albümü Triumvirat'ın ilk albümünden önce yayınlasa da onların bu tarzla sahnede yer aldıkları süre The Pink Mice'ınkinden fazla. Benzer bir kopya lafının Triumvirat için de söylendiğini düşünürsek, The Pink Mice, ELP'nin kopyası olan Triumvirat'ın bir kopyası. Çok saçma! :) ELP'nin senfonik yaklaşımının izleri her iki grupta bulunuyor olsa da aslında üçünün de müzikal bakış açıları farklı. Neticede aynı türün içindeler ama farklı yönlere dağılıyorlar.

The Pink Mice'ın Blues, Hard Rock ve Psychedelic Rock gibi köklerden beslenen grup elemanlarınca kurulmuş bir grup olduğunu anladığınızda, albümde yapacakları / yaptıkları şeyleri gerçekten merak ediyorsunuz. Çünkü albümdeki parçalar klasik müzik parçaları. Grup bu parçaları Hard Rock ile birleştirip (belki biraz yumuşatıp) enfes 2 albüm kaydediyorlar. Konumuz olan In Action grubun ilk albümü. Bir de 1973 yılında kaydedip yayınladıkları In Synthesizer Sound albümü var ki ilkine oranla biraz aşağıda olmakla birlikte o da hiç fena değil.

Lucifer's Friend, Asterix ve Electric Food'u dinlediyseniz, The Pink Mice size aynı grup elemanlarınca yapılmış gibi gelmiyor. Belki bazı noktalarda gösterdikleri sert yaklaşımlardan bağlantı kurabilirsiniz ama hepsi o.

THE PINK MICE

Peter Hecht / Klavye
Peter Hesslein / Gitar, Vokal
Dieter Horns / Bass, Vokal
Joachim Rietenbach / Davul

IN ACTION

01. Italienisches Konzert in F (4:34)
        a. Italienisches Konzert In F-Dur, 1. Satz
        b. Air Aus Der Suite Nr. 3 In D-Dur
        c. Italienisches Konzert In F-Dur, 3. Satz
02. "Für Elise", Bagatelle A-Moll / Sonate Für Klavier Nr. 14 Cis-Moll (Mondschein) (9:32)
03. Konzert Für Trompete Und Orchester Es-Dur (4:17)
04. Anitras Tanz (from Peer Gynt) (5:23)
05. Sonate Für Klavier Nr. 8 C-Moll (Pathètique), Satz 1-4 (6:45)
06. Brandenburgisches Konzert, 1. Und 3. Satz (5:57)

2 Şubat 2023 Perşembe

Fireballet / Night on Bald Mountain (1975)

Amerikan Progressive Rock müziğinin en iyi albümlerinden biri hatta kişisel bakış açısına göre en iyisi. 1971 yılında New Jersey, Amerika'da kurulan Fireballet tarafından kaydedilen albüm Symphonic Progressive'e de selam duruşu niteliğinde. Geçen onca yılın ardından da ne lezzetinden ne de kalitesinden en ufak bir şey kaybetmiş değil.

Kurulduktan hemen sonra çalışmalara başlayan grup uzunca bir süre sadece kayıtlarla ve konserlerle uğraşmış. Çok fazla bilinir de değiller tabi o dönemde. Ama o kadar iyiler ki yaptıkları işte albüm aşamasına geldiklerinde yapımcılığı Progressive Rock kurucularından diye rahatlıkla bahsedebileceğimiz, King Crimson'dan Ian McDonald üstlenmiş.

Night on Bald Mountain, beklenmeyecek kadar kaliteli ve hassas bir yapıda. İçerisinde Yes, Genesis, Gentle Giant gibi efsanevi gruplardan etkileşimler de bulunuyor. Enstrüman kalitesi ise üst düzeyde. Gerçekten de beklentilerinizin çok üzerinde bir deneyim yaşatıyor albüm size. Özellikle albüme adını veren 19 dakikalık parça mükemmel bir orkestrasyon, yaratıcı melodiler ve üst seviyede bir yapısal bütünlük ile çıkıyor karşımıza.

Albümün Symphonic yanı bir hayli ağır basıyor. Zaten albümün adı da Mussorsgy'e ait Night on Bald Mountain suitine dayanıyor. Debussy'e de açık bir saygı duruşu albümde yerini alıyor. Vokal tekniğinin bazen geride kaldığı düşünülse de tam olarak bu albüme uygun bir ses ve teknik kullanıldığını belirtmek gerekiyor. Muhteşem özelliklere sahip bir ses değil elbette Jim Cuomo'nun vokali. Fakat bu albüm için, bu tarz parçalar için yapılması gereken her şeyi fazlasıyla da yapıyor.

Genel yapıya hakim olan mellotron ve moog'un yerinde durmayan, nerede duracağını bilmeyen bir hali var. Seslerini duyduğunuz anda işlerin karışacağına, başladığınız noktadan çok uzaklara sürükleneceğinize hazırlıklı olmalısınız. Aynı şekilde gitarların da albümdeki yeri bir başka. Bazı yerlerde gitar yok mu hissiyatı uyandırırken, aslında çalan enstrümanın gitar olduğunu anladığınızda ayakta alkışlayasınız geliyor Fireballet'i ve özellikle de gitarist Ryche Chlanda'yı.

Sık sık bahsettiğimiz arşivde olmazsa olmaz albümlerden biri bu da. Yalnız Night on Bald Mountain'in diğerlerinden farkı dinledikçe vazgeçilmez albümlerden biri olacak olmasından geliyor. Bir kez dinlemeniz yeterli, bir daha bırakamıyorsunuz zaten.

FIREBALLET

Jim Cuomo / Lead Vokal, Davul, Timpani, Xylophone, Vibes, Glockenspiel, Bell Tree, Gong, Tubular Bells, Parmak Zilleri, Üçgen Zil
Ryche Chlanda / Akustik Gitar, Elektrikli Gitar, Elektronik Aletler, Vokal
Brian Hough / Hammond, Pipe Org, Celesta, Vokal
Frank Petto / Akustik Piyano, Elektrikli Piyano, ARP 2600 Synthesizer, Oberheim Sequencer, Elektronik Telli Çalgılar, Mellotron, Vokal
Martin Biglin / Bass, Bass Pedal, 12 Telli Gitar, Vokal

Konuk Müzisyen:
Ian McDonald / Flüt (4,5), Alto Saksafon (1,5)

NIGHT ON BALD MOUNTAIN

01. Les cathédrales (10:16)
02. Centurion (Tales of the Fireball Kids) (4:46)
03. The Fireballet (5:15)
04. Atmospheres (3:40)
05. Night on Bald Mountain: (18:55)
        - a) Night on Bald Mountain
        - b) Night-Tale
        - c) The Engulfed Cathedrale
        - d) Night-Tale (reprise)
        - e) Night on Bald Mountain (finale)

18 Kasım 2022 Cuma

Collegium Musicum / Collegium Musicum (1971)

Sanırım daha önce Slovakya'dan herhangi bir grubu misafir etmemiştik blog'da. 70'lerin havasında ne varsa artık (1968 Fransa Öğrenci Hareketi ile başlayan dönemin sonucu olduğunu biliyoruz elbette) dünyanın her yerindeki Rock müziği acayip şekilde etkilemiş. O zamanlar adı Çekoslovakya olan ülkeden bile bir hayli fazla grup çıkmış. Collegium Musicum da bu grupların içinde hem en iyisi hem de en başarılısı. Kişisel bir görüş bu tabi, onu da belirtelim.

1969 yılında Bratislava'da kurulmuş Collegium Musicum. Adından da az çok anlaşılacağı üzere Kolej Müziği manasına geliyor. Kolej müziği size ne çağrıştırıyor bilemem ama ben ilk duyduğumda basit, dandirik bir Yatch Rock bekliyordum. Değilmiş. Uzaktan yakından en ufak bir alakası da yok. İnanılmaz derecede yaratıcı bölümlerle birlikte enfes bir Progressive Rock grubu kendileri. 1971 - 1981 yılları arasında 6 albüm ve 1 konser kaydı yayınlamışlar. Hepsi de etkileyici albümler ama dağılmaktan kurtulamamışlar. Daha sonraları bir kez 90'larda ve bir kez de 2008'de bir araya gelseler de eski tadı verememişler.

Bu arada tam emin olmamakla birlikte 1969 yılında sadece Çekoslovakya'da (o dönem olduğu için eski adıyla anıyoruz) yayınladıkları Prúdy: Zvoňte, Zvonky adlı Slovakça bir albüm olduğuna dair ciddi bilgiler de var. Ben rastlamadım, dinlemedim. Okuduğum bir metinde albümün, bizim şimdi konumuz olan albümün Slovakçası olduğu da söyleniyordu. Varsa buluruz elbet bir gün.

Grupla aynı adı taşıyan ve İngilizce olarak yayınlanan albüm Symphonic Prog'un iyi örneklerinden birisi. Grup elemanlarının klasik müzik eğitimli olduğunu albümün her yerinden rahatlıkla anlayabilirsiniz. Muhtemelen de aynı kolejde okuyan tipler tarafından kurulmuş ve bu adı almıştır diye düşünüyorum. Haklarındaki az bilgi kırıntılarının hemen hepsinde ELP, Rick Wakeman gibilerle benzeştikleri söyleniyor. Temelde doğru bir tanı ama bir hayli de eksik. Zira Collegium Musicum'da Jazz Rock ve Folk Rock izlerine de bir hayli rastlanıyor. Daha eklektik bir tutum sergiledikleri ortada. 

Albüm 4 parçadan oluşuyor ve hepsi birbirinden değişik parçalar bunlar. Dinlerken bazen kendinizi Italian Symphonic Prog gruplarından birini dinliyormuşsunuz hissi de uyandırıyor. Neye benzediklerini, ne yaptıklarını, nasıl yaptıklarını bir kenara bırakırsak karşımızda gerçekten de yaptıkları işin hakkını sonuna kadar veren ama popülerleşmeyi başaramamış nefis gruplardan biri kalıyor. Arşivde bulunması ve tekrar tekrar dinlenilmesi gereken albümlerden biri Collegium Musicum.

COLLEGIUM MUSICUM

Rastislav Vacho / Gitar
Marián Varga / Org
Fedor Freso / Bass, Vokal
Dusan Hájek / Davul

COLLEGIUM MUSICUM

01. If You Want to Fall (13:35)
02. Strange Theme (I.) (4:45)
03. Strange Theme (II.) (8:50)
04. Concerto in D (12:40)

15 Kasım 2022 Salı

Amos Key / First Key (1973)

1970
yılında Almanya'da kurulan Symphonic Progressive Rock grubu Amos Key, 1976 yılına kadar süren müzik hayatı boyunca sadece tek albüm yayınlayabildi. Ama bu tek albüm, Rock müzik tarihine geçebilecek denli iyiydi. Gerçi 1975 yılında ikinci albüm için stüdyoya girip kayıtlara başlamışlar ama birkaç demo parça dışında bir şey kaydetmeye fırsat kalmadan da ayrılmışlar. Adı sık sık geçen tek albümlü efsaneler listesine ek yapabileceğimiz gruplardan biri daha yani.

Kurulmalarından sonraki 3 yıl boyunca kat ettikleri yol albüme nefis bir şekilde yansımış. Klasik Müzik etkilerinin bir hayli fazla olduğu albümde grup elemanlarının enstrümanlara olan hakimiyeti hemen göze çarpıyor. Klasik demişken belirtmeden de geçmeyelim, Amos Key albümü Bach, Beethoven, Schumann gibi ustalara ithaf etmiş. Her ne kadar modern öğeler içerse de geneline bakıldığında adı geçen klasik müzik bestecileri gibi pek çoğundan etkilendikleri ortada.

Bulabileceğiniz pek çok kaynakta grup Ekseption ve ELP ile karşılaştırılıyor ya da aynı kefeye konmaya çalışıyor. Bu tarz yaklaşımları zaten doğru bulmuyoruz ama Amos Key için bu tip bir yaklaşım son derece yanlış. Bahsi geçen iki gruptan daha iyi olduklarını kast etmiyoruz elbette. Ama arlarında çok büyük farklılıklar olduğu gün gibi aşikar. Ekseption klasik müziğe derinden bağlıyken, Emerson, Lake & Palmer klasik müziği temel alarak daha eklektik bir yaklaşım sergiliyor. Amos Key ise her ikisinden de farklı olarak, farklı türlerin bazı yönlerini daha melodik bir yapı içinde kullanıp klasik müzik alt yapısı üzerine oturtuyor. Özetle üçü de birbirinden tamamen farklı anlayışlara sahip gruplar.

Ayrıca Amos Key diğer Progressive Rock ya da Symphonic Prog gruplarına oranla daha kısa süreli parçalara sahipler. First Key'de en uzunu 6 dakikaya yaklaşan 9 parça bulunuyor. Ama bu müzikal kalitelerini kötü yönde etkileyen bir durum olmaktan çok nasıl rafine çalıştıklarının bir göstergesi. Klavyelerin çok fazla ön planda olduğu albümde parçalar bazı noktalarda karmaşık düzenlemelere sahip. Şaşırtıcı şekilde etkileyici hale bürünen bass ve davul bölümleri albümdeki melodik yapının öne çıkmasını sağlıyor. 

AMOS KEY

Andreas Gross / Gitar, Bass, Vokal
Thomas Molin / Klavye, Vokal
Lutz Ludwig / Davul

FIRST KEY

01. Shoebread (4:05)
02. Ensterknickstimmstamm (3:28)
03. Knecht Ruprecht (4:50)
04. Sometimes... (1:55)
05. Got The Feelin (3:10)
06. Escape (4:00)
07. Important Matter (5:55)
08. Dragon's Walk (5:25)
09. First Key (2:56)

18 Eylül 2022 Pazar

Änglagård / Buried Alive (1996)

Änglagård; Tord Lindman (gitar) ve Johan Högberg (bass) ikilisinin “King Crimson ve Yes tandanslı müzik yapacak elemanlar aranıyor” ilanlarını yanıtlayan, Thomas Johnson (tuşlular) ve Jonas Engdegård (gitar)’ın katılımıyla 1991 senesinde İsveç’te kuruluyor. Kısa süre sonra gruba Mattias Olsson (davul) ve Anna Holmgren’in eklenmesi ile bahar aylarında turlamaya başlayarak, stüdyo zamanlarında ilk albümleri Hybris’in bestelerini yapıyorlar.

1992 yılında kayıtlarını tamamlanıp, piyasaya sürdükleri Hybris; Fripp / Wetton / Bruford’lu King Crimson dönemini fevkalade simüle etse de bir o kadar orjinal ve akılda kalıcı melodilerle dolu, müzikal olarak da gayet doyurucu bir albüm. 70’ lere ait; synthler, yaylılar, nefesliler, kontrapuanlar, moog, hammond ve rickenbacker gibi anahtar kelimeler ve daha fazlasını barındırıyor. Tabi gruba sadece Crimsonesque diyip hakkını yemek de ayıp olur zira adamlar o dönemi andıran ama hiç kimseye benzemeyen bir sentez yapmayı becermişler.

Bu gazla da bir sonraki sene ilk albümün yerini aratmayan, çizgilerini hiç bozmadan aynı kadro ile kaydettikleri  Epilog’ un (bir önceki sene de çıktıkları gibi) A.B.D. turnesi sonrası dağılmaları ise -tamam albüm ismi ile sinyal çakmış olabilirler- böylesine iyi bir grup için düpedüz saçmalıktan ibaret. Hala sebebi neydi merak ederim. (Lindman?)

Buried Alive adıyla (diri diri gömmüşler grubu) 1996 senesinde piyasaya sürülen 1994 Progfest konser kayıtlarının setlisti ilk albüm Hybris parçaları ağırlıklı. Grubun son konseri olduğundan kaynaklı olsa gerek, performanslarının albüm kayıtları kadar enerjik olmasa da bestelerin kusursuzluğu (sadece Höstsejd’ in son bölümüne bakın derim), albümü hem tarihi hem de müzikal olarak önemli saymanıza yetiyor.

Bu müziği keşfetmeye başladığım dönemlerde üzerime yağmur gibi yağan senfonik gruplar sağ olsun (sebepsizce sindirilmesi en zor şeylerden başlamış olmanın bağışıklığı sanırım) dizginlenemez bir nostaljiğe dönüşerek (ya da her zaman öyleydim) her fırsatta o dönemin ruhunu arar oldum. Yine Hiçbaymaz sağ olsun, tavsiyelerinden biri olan Änglagård; tam da 70’ lerin ruhunu yansıtan bir grup olması ile, benim gibi nostaljiklerin pek ilgisini çekmiş olacak ki piyasaya çıktıkları anda büyük ilgi görmüş fakat iki albüm sonra maalesef dağılmış. (nostalji karın doyurmamış herhalde)

Neyse ki 2002 yılında Lindman (?) olmadan yeniden bir araya gelerek önce konserler vererek piyasayı yoklayıp, 10 senelik çalışmanın ardından 2012 yılında Viljans Öga adlı albümü piyasaya sürdüler. Ve grup aynı enstruman formasyonuna sahip olsa da öncekinden daha da orjinal bir müzikal yaklaşımları var. (Lindman?)

O albüme de bir göz atın derim.

ÄNGLAGÅRD

Thomas Johnson / Mellotron, Hammond Org, Grand Piyano, Klavye
Tord Lindman / Akustik Gitar, Elektrik Gitar, Mellotron, Vokal, Vurmalılar
Anna Holmgren / Flüt, Mellotron
Johan Högberg / Bass, Bass Pedad
Jonas Engdegård / Elektrik Gitar, Akustik Gitar
Mattias Olsson / Vurmalılar

BURIED ALIVE

01 - Prolog 2:20
02 - Jordrök 11:45
03 - Höstsejd 14:03
04 - Ifran Klarhet Till Klarhet 9:03
05 - Vandringar I Vilsenhet 13:07
06 - Sista Somrar 9:21
07 - Kung Bore 12:34

13 Eylül 2022 Salı

21. Peron / 21. Peron (1977)

Milliyet
gazetesinin 1967 yılında düzenlemeye başladığı liselerarası müzik yarışmalarında boy gösteren genç gruplar sayesinde müziğimizin batı müziği ve özellikle rock ile etkileşimi artmış, dolaylı da olsa Unkapanı’nın müziğimizin gelişimine vurduğu ket de bir nebze yıkılmış. İşte 21. Peron da 1970 yılından itibaren katıldıkları bu yarışmalardan birbirlerini tanıyan Andreas Wildermann (klavye) ve Haluk Öztekin (gitar)’in yanlarına kattıkları Seyhan Eriş (gitar), Aron Serez (bass), Halil Yıldırım (davul) ve Alp Gültekin (keman) ile 1973 yılında kurularak, İzmir - Bornova’da çalışmalarına başlamış.

Yine Unkapanı sağ olsun (!) Anadolu Rock / Pop tıpkı günümüzde olduğu gibi saf rock dinleyicileri tarafından 70’lerde de hakir görülür oluşundan kaynaklı, müziklerinde bizden ezgileri bestelerini domine edecek şekilde değil bütünlüğü sağlayan motifler olarak kullanmayı tercih eden grup, Yes, Genesis, Gentle Giant etkileşimlerini cesurca sergilemekten geri durmamış. Hem enstrüman hakimiyeti hem de beste kabiliyetleri ile psychedelic’ten senfoniye uzanan tarzlarını; dönemin gruplarının yoğunluklu gitar, bass, davul ile sınırlı kalan unison  bestelerindeki kolaycılığa kaçmadan üzerine ciddi zaman harcadıkları, senkopların ve kontrapuanların havada uçuştuğu klasik batı esintileri ile harmanlamışlar.

Grup 1975’de isimlerini duyurmalarına ön ayak olacak dönemin müzik program yapımcıları Ümit Tunçağ ve İzzet Öz’ün desteklerini alarak aynı sene bu albümün ilk bölümü oluşturan parçaları canlı olarak 2 kanallı teybe kaydettiler. Ne miksleme, ne de hata yapma imkanları olmamalarına rağmen ortaya çıkan sonuçlar muazzam. (remaster işlemlerini kaset kayıtlarından yapmış olmaları da cabası) Tüm enstrümanların ve partisyonlarının bütünde yarattığı hissiyatın tarifinin zorluğunu geçtim, üzerinden geçen bunca yıla rağmen aynı havayı yakalayan grup sayısının bir elin parmaklarını geçmediği gerçeği hala baki.

İkinci bölüm, 1977 yılında ŞAT yapım stüdyolarında kayda aldıkları hem prodüksiyon kalitesi hem de ilk bölümü aratmayacak besteler ile bütünlüğünü hiç bozmadan devam ediyor. Tüm ekibi (neredeyse) net olarak duyabileceğiniz bestelerde solo enstrüman olarak sıra dışı biçimde Keman / Viola seçimi (ilk bölümde de böyle bu arada), bizden esintileri neden bu kadar iyi yansıtabilmiş olduklarının sonucu sanırım. Bu arada tamamı enstrümental olan yapıyı tek bozan parçanın da bu bölümde bulunması ve bunun nedenini hala “anlayamıyor” oluşum benim kaz kafalılığımdandır herhalde.

Memleketimizin müzik sohbetlerindeki kaçınılmaz “Ah başka ülkede olsalar, dünyaca ünlü olurlardı” eşiğine mutlaka meze edilmiş bir grup 21. Peron fakat saf Progressive Rock anlamında maalesef bu albümleri dışında adından bahsedebileceğimiz bir albümleri yok. Yaşadıkları türlü talihsizlikler (Eurovision ve darbe gibi) ve dönemin müzikseverleri tarafından anlaşılmamalarının sonucunda da “daha dinlenebilir şeyler lazım” diyerek uzaklaştıkları köklerine (tam anlamıyla) dönememelerini yadırgıyor olsam da yeniden toparlanıp yaptıkları besteleri ile günümüz gruplarına göre (hala) epeyce orijinal duruyorlar.

21. PERON

Andreas Wildermann / Org, Piyano
Haluk Öztekin / Gitar
Seyhan Eriş / Gitar
Aron Şerez / Bass
Halil Yıldırım / Davul
Alp Gültekin / Keman
Erden Erdem / Davul
Gökhan Akçay Bass, Vokal

21. PERON

01 - Anne 7:27
02 - 18400 TL 6:59
03 - F.M.O. ( Film Müziği Olabilir ) 2:49
04 - Petruşka 5:20
05 - Çocukluk Anılarım 4:13
06 - İnilti 2:44
07 - Beş 3:27
08 - Şarap Mahzeninde Gece2:39
09 - F.M.O. ( Film Müziği Olamadı ) 3:21
10 - Arap Bebeğin Dansı 5:04
11 - Anlatamıyorum 3:17
12 - Köy Düğünü 2:57


2 Eylül 2022 Cuma

Sebastian Hardie / Four Moments (1975)

Buffalo
ile yaptığımız Avustralya rock müziği girişine Sebastian Hardie ekini yapmazsak ayıp etmiş oluruz. Zira Sebastian Hardie bazı kesimlerce gelmiş geçmiş en iyi 2 Progressive Rock albümüne imza atmakla bilinirler. Bu fazlasıyla iddialı bir yaklaşım olmakla birlikte albümlerin kalitesi düşünüldüğünde hak verenler de olacaktır.

Grubun hikayesi 1967 yılında Peter Plavsic ve Graham Ford sayesinde başlar. İkili, Sebastian Hardie Blues Band adıyla yola çıkıyorlar. Başta yaptıkları müzik pek hoşlarına gitmiyor ama vazgeçmeye de meyilli değiller. 1968 yılında Peter'ın kardeşi Alex PlavsicAnatole Kononewsky ve Jon English'i de aralarına katarak grubun adını Sebastian Hardie olarak kısaltıyorlar. Rock coverları yaparak o dönem lokalde epeyce de ün kazanıyorlar. Öyle bir duruma geliyorlar ki Johnny O'Keefe'nin alt grubu olarak sahne almaya başlıyorlar. Ama sonrasında işler grup için pek iyi gitmiyor.

Önce Anatole ayrılıyor, eğitimine devam etmek için. Jon English de efsanevi müzikal Jesus Christ Superstar'da Judas rolünü oynamak için grubu bırakıyor. Alex ise başka bir grupla çalmaya başlıyor. Peter ise işin peşini bırakmıyor ve gösterdiği büyük çabayla birlikte grubu farklı bir formuyla yeniden oluşturuyor. Alex geri gelirken, Peter ve Graham de Tapestry'den Steve Dunne'yi Sebastian Hardie'ye davet ediyorlar. Bu dönemde grup cover grubu olmanın ötesine geçmeye çalışırken progressive denemelere girişiyorlar. 

Graham Ford ve Steve Dunne gruptan ayrılıp yerlerine Mario Millo ve Toivo Pilt geldiğinde ilk albümün çekirdek kadrosu oluşuyor. Uzun süre birlikte çaldıktan sonra ortaya çıkan parçalar grubu fazlasıyla memnun ediyor. Yaptıkları progressive denemeler sonuçlarını veriyor ve Sebastian Hardie, Avustralya'nın ilk Symphonic Rock ve Progressive Rock grubu olarak ortaya çıkıyor.

Albüme adını veren Four Moments 4 bölümden oluşuyor. Yes, Genesis ve Focus gibi grupların parçalarıyla yapısal benzerlikler içeren bu dörtlü gerçekten de oldukça başarılı. Four Moments'ın ardından gelen Rosanna da King Crimson'ın Epitaph'ı gibi. Daha iyi parçalar var tabi ama insanları kolayca etkileyebilen türde. Zaten etkilenme o kadar çok olmuş ki Rosanna gruba En İyi Enstrumental Single Ödülü'nü kazandırmış.

Albümün son parçası Openings ise tam bir Progressive Symphonic Rock klasiği. Enstrümanların yaratıcı kullanımı, fark ettirmeden dinleyiciyi zorlayan, yapısal olarak karmakarışık ama her şeyin derli toplu olduğu bir hale getiriyor parçayı.

SEBASTIAN HARDIE

Mario Millo / Gitar, Mandolin, Vokal
Peter Plavsic / Bass
Alex Plavsic / Davul, Vurmalılar
Toivo Pilt / Moog, Mellotron, Piyano, Org

FOUR MOMENTS

01 - Four Moments, Part 1: Glories Shall Be Released 6:42
02 - Four Moments, Part 2: Dawn of Our Sun 5:05
03 - Four Moments, Part 3: Journey Through Our Dreams 6:43
04 - Four Moments, Part 4: Everything Is Real 2:10
05 - Rosanna 6:01
06 - Openings 13:01

29 Ağustos 2022 Pazartesi

Earth & Fire / Song Of The Marching Children (1971)

Yeşilçam
’da müzik departmanı, sesçilerin masada uygun müzikleri kesip biçmelerinden ibaretken, aynı dönemin dünya sinemasına bakıldığında sadece görüntü değil müzik konusunda da ne kadar ileri oldukları aşikar. (Westworld’ün müziklerine göz atın derim) Bizim sesçiler de o dönem meşhur parça ne ise yapıştırıp geçiyor olacak ki, 1973 yapıımı Öksüzler filminde defalarca karşımıza çıkan o yüksek gerilimli parçanın (Memories) sahibi Earth & Fire’ın ta kendisi oluyor. (özellikle Erol Taş sahnelerinde)

Daha çok psych/heavy tarza yakın kendi adlarını taşıyan ilk albümleriyle yerel olarak büyük başarı yakalayan grup ikinci albümleri ile beraber senfonik rocka yönelerek daha geniş kitlelere ulaşmayı hedeflemiş. Konsept bir albüm olan Song of The Marching Children, dönemin vazgeçilmezi “iki-üç kısa parça ardına uzunlamasına epik bir parça ile kapanış” tracklistine sahip.

Düşük temposu ile açılışı yapan Carnaval of Animals, albümün ortalaması gibi. Hammond ağırlıklı ilerleyen parçanın, Moog ve falsetto vokaller ile bambaşka bir atmosfer yarattığı bölümleri haricinde ilgi çekici pek bir yanı olmadığını itiraf edeyim. Zaten albümün en önemli özelliği de Jerney Kaagman’ın büyüleyici vokallerinden öte gitmediği de aşikar. (baştan bunu itiraf etmekte fayda var) Ardına gelen Ebbtide ile iyice ağırlığını koyan Jerney ablamızı, altyapıda yan flütleri ile Gerard Koerts takip ediyor. Vokal melodisi ile yaratılan flüt harmonisi çok akılda kalıcı ki albümün alamet-i farikası, herkes tarafından sindirilmesi kolay pasajlar üzerinde parlayan kadın vokalleri oluyor.

Jerney ablamızın vokallerinin zirve yaptığı Storm and Thunder, aynı matematiği takip etse de, vokallerin önde oluşu ile sizi büyük oranda ele geçiyor. Kötü miks kurbanı kreşendo/nakarat bölümünün ansızın girmesi ile grubun muazzam ses duvarı yaratma becerisini gözler önüne seriliyor. (keşke biraz daha üzerine eğilselermiş) Vokale eşlik eden gitar solosunun kulak tırmalaması ise, parçanın ayrı bir sıkıntısı. In the Mountains da Focus / Jan Akkerman (anmadan geçemezdim) tarzı bir enstrumantel ve son parça öncesinde sanki biraz beklentiyi düşürmemizi ister gibi.

Ve o dönemin albümlerinin olmazsa olmazı 15-20 dakika bandında seyreden epik parçası Songs of a Marching Children. Evet teknik olarak seleflerinin çok gerisinde kalsalar da senfonik rock yaklaşımları tam da klasik dönemlerdeki düzenlemeleri andırması açısından gayet başarılılar. Parça introsu ile güzelce hazırladığı dinleyiciyi
yine ses duvarı numarası ile (burada inceden Moody Blues - Question soslu olmuş) ayağa kaldırıp Jerney’ nin (geri vokaller ile destekli) vokalleri ile tokatladıktan sonra yine yavaşlatıp en sevdiğim ve beraber yazımı sonlandıracağım bölüme getiriyor. Zira parçanın devamında vokal melodilerinin yok olduğu (düpedüz bağırdığı desek daha doğru) ve yine marşladığımız bölümler var.

Affliction adıyla ayrılan bölümün benzersizliği Jerney’nin yalnızca ikinci satırlarda sözlere yaptığı (kasıtlı) yükselişler ki albümün bu dakikasına kadar kendine aşık edemediyse bunu duyduktan sonra kaçarınız yok.

EARTH & FIRE

Jerney Kaagman / Vokal
Chris Koerts / Lead & Akustik Gitar, Electronikler, Vokal
Gerard Koerts / Hammond, Piyano, Mellotron, Vibraphone, Virginal, Synth, Flüt, Vokal
Hans Ziech / Bass
Ton van der Kleij / Davul, Vurmalılar, Vokal

SONG OF THE MARCHING CHILDREN

01 - Carnival of the Animals (2:42)
02 - Ebbtide (3:06)
03 - Storm and Thunder (6:25)
04 - In the Mountains (3:00)
05 - Song of the Marching Children (18:20) :
        a) Theme of the Marching Children (2:20)
        b) Opening the Seal (1:10)
        c) Childhood (3:10)
        d) Affliction (1:30)
        e) Damnation (2:53)
        f) Purification (4:17)
        g) The March (3:02)


ICG

28 Ağustos 2022 Pazar

Alas / Alas (1976)

Etkileşimin bol olduğu 70'lerde şimdilerde kulağa tuhaf gelse de değişik bir çok yeni tür ortaya çıkmış. Tuhaf diyorum çünkü Arjantin'de o dönemlerde Tango Rock akımı başlamış. Bildiğimiz Tango'nun Rock ile birleşimi. Bu konuda gerçekten de çok iyi işler ortaya çıkarmışlar. Alas da bu iyi işlere ek yapabilmiş gruplardan biri.

70'lerin başında epeyce ünlü olan Alma y Vida grubundan ayrılan Gustavo Moretto değişik işler yapma peşindeymiş. Kafasındakini ortaya çıkarabilmek için eski Materia Gris elemanı Carlos Riganti ve gitarist Alex Zuker ile bir grup kurdu. Alas adıyla sahne aldıkları Teatro IFT'de (Buenos Aires'deki Opera binası) fazlasıyla iyi bir performans gerçekleştirmişler. Performanstaki başarı bir anda pek çok insan tarafından bilinir hale gelmiş ve albüm kaydetmeye karar vermişler. Grubun ilk stüdyo albümü olan Alas da böyle ortaya çıkmış. Belirtmeden geçmeyelim, albüm için gruba davulcu lazım olunca Daniel Binelli'yi de aralarına almışlar.

Tango'nun Progressive arenadaki fena yükselişi olarak tanımlayabileceğimiz albümde 2 parça bulunuyor sadece. Buenos Aires Solo Es Piedra, Emerson, Lake & Palmer tarzı bir girişle başlayıp farklı bir düzleme oturuyor. Klavye üzerine kurulu giriş, en iyi 10 şarkı açılışı listesine (böyle bir liste yapılırsa tabi) mutlaka girer. Tango adıyla anılan bu bölümün ardından Suéno ile ortam bir anda sakinliğe bürünüyor. Vokallerin sahneye çıktığı anda tempo oldukça düşüyor çünkü bu bölüm uyumak üzerine. Ardından Psychedelic Rock ile bezenen bölüm bir anda baştaki havasına geri dönüyor. Anlatılabilirliği pek mümkün olmayan bir parça aslında. Dinlerken anlayabiliyorsunuz kalitesini.

İkinci parça La Muerte Conto El Dinero ise müzikal açıdan çok yönlü bir parça. Gerçi ilki de öyle ama buradaki geçişler ve tür farklılıkları dikkate değer bir özellik kazandırıyor parçaya. 

Grubun albümle birlikte gelen başarısı 1977 yılında 2. albümü kaydetmelerini sağlasa da albüm 1983 yılına kadar yayınlanamamış. O arada da grup 1978 yılında dağılmış. Bir arada durabilselermiş daha fazla kaliteli işe imza atabilecekleri her hallerinden belli olan Alas bugün hala Tango Rock kökeninin temel taşlarından biri olarak görülüyor.

ALAS

Alex Zuker / Gitar, Bass
Gustavo Moretto/ Piyano, Elektrikli Piyano, Synthesizer, Moog, Hammond Org, Recorder, Trompet, Keman, Vokal
Carlos Riganti / Davul, Gong, Leguero Bass Davul, Çanlar, Marakas, Kastanyet, Triangle, Düdük, Vurmalılar
Daniel Binelli / Davul

ALAS

01 - Buenos Aires solo es piedra 15:48
        a) Tango
        b) Sueño
        c) Recuerdo
        d) Trompetango
        e) Tanguito
        d) Soldó
02 - La muerte contó el dinero 17:36
        a) Vidala
        b) Smog
        c) Galope
        d) Mal-ambo
        e) Vidala Again
        f) Amanecer / Tormenta
        g) Final

12 Aralık 2020 Cumartesi

50. Yılını Kutlayan Progressive Rock Albümleri / Bölüm 2

1970 yılında piyasaya çıkan ve bugün 50.yılını kutlayan Progressive Rock albümleri seçkisinin 2.bölümü. Gentle Giant, Soft Machine, Miles Davis, King Crimson ve Genesis'in 1970 yılı albümleri seçkinin bu bölümünde yer alıyor.

Symphonic Rock, Jazz Fusion, Canterbury Scene, Progressive Folk gibi Progressive Rock etkileşimi sayılan albümleri kısacık tanıtarak, haklarında bilgi vermeye çalıştık.

13 Kasım 2020 Cuma

Pell Mell - Marburg (1972)

Alman symphonic ve progressive’ine giriş yapmışken Pell Mell’den bahsetmemek de olmaz elbette. Genel olarak Krautock içerisinde yer alsalar da tıpkı Novalis’te olduğu gibi İngiliz tipi progressive’ e daha yakınlar. Enstrüman kullanımları, heavy’e kayan çıkışlar ve kimi zaman yumuşak kimi zaman sertleşen vokalleriyle öne çıkan gruba ait yayınlanmış ilk albüm Marburg. Hiç şüphesiz ki en bilineni de yine bu aynı albüm.

Pastoral etkiler taşıyan bölümleriyle symphonic rock’ı birleştiren ama enfes tanımlamasından bir hatta iki derece aşağıda olan bir albüm. Çünkü albümde müzik açısından hiçbir sorun yokken vokal insanı çileden çıkarıyor. Evet, bazı yerlerde kulağa çok iyi geldiği de oluyor vokalin ama geneli düşündüğümüzde gerçekten berbat denilebilecek bir yapıda. Yani hiç gerek yokmuş o vokale. Kimilerine göre belirli bir tarzı ifade etse de albümün yapısını bozduğu da bir gerçek.

The Clown and the Queen gibi efsanevi bir parçanın vokaller yüzünden harcanmasından bahsediyoruz burada. Müzikal alt yapısı gerçekten muhteşem olan bu parçada kulağı tırmalayan, insanı rahatsız eden tek şey o özelliksiz ve her an detoneleşecekmiş hissi uyandıran vokaller.

Her albümde kişisel bir favori parça bulunur ya.. Bu albüm için benimki de ikinci parça olan Moldau. Alman folk kültüründen beslenen, klasik müzik etkisinin bir hayli hissedildiği bu pastoral senfonide (aha, gönderme yaptım) hüzünle başlarken coşkuyla dolarak keyfin derinliklerine dalıyor insan. Parçada özellikle öne çıkan flüt ve keman Schmitt ve Schön’ün basit, sade ama üst düzey yeteneklerini gösteriyor.

Oldukça melodik havada başlayan Friend, albümün bir diğer sürprizi. Uriah Heep hatta daha özele inerek belirtirsek Ken Hensley tarzı klavyeleriyle göze çarpan flüt ile ilerleyen parça değişik hissiyatlar yaşatıyor insana.

City Monster ise iddiasız görünen ama rock müziğin etkileşimleri üzerine geniş bir yelpazeye sahip olan ilgi çekici bir parça. Ani değişimler, atonale doğru gidiyormuş hissi uyandıran oyunlar, ikili vokaller parçaya değer katıyor.

Vokal girene kadar atmosferik introsu ile iyi idare eden Alone, her ne kadar vokaldeki Gentle Giant tarzını hissettirse de fazlasıyla can sıkıcı olabiliyor. Ama ardı ardına gelen tür ve tarz değişimleri ile geçişleri parçayı iyi bir hale getiriyor. Özellikle sonlara doğru ortaya çıkan keman bambaşka lezzetler sunuyor.


PELL MELL

Thomas Schmitt – Vokal, Keman, Flüt, Mellotron
Rudolf Schön – Gitar, Vokal, Flüt
Otto Pusch  - Piyano, Org
Jörg Götzfried – Bass Gitar, Vokal
Bruno Kniesmeijer – Davul, Vurmalılar
& Andy Kirnberger – Gitar (The Clown and the Queen)


MARBURG

1. The Clown and the Queen (8:37)
2. Moldau (5:24)
3. Friend (7:04)
4. City Monster (8:42)
5. Alone (9:24)


12 Kasım 2020 Perşembe

Novalis / Banished Bridge (1973)

60’ların sonuna doğru başlayan süreçte, popüler müziğin dışında kalan alternatif kesimin öncülüğünü Amerika’da Psychedelic, İngiltere’de Progressive ve Almanya’da da Krautrock yapıyordu. Türlerin birbirini tanıması ve keşfetmesi doğal olarak çok sürmedi. 70’li yılların daha hemen başında İngiliz Progressive’ini keşfeden gruplardan biri olan Novalis, melodik yapıya uzak ağır Krautrock’tan çok uzaklaşmadan ama özellikle dışında durarak Almanlara ait progressive ve symphonic rock’ın ortaya çıkmasını sağladı.

Tabi tarz ilk albümde daha fazla şekilde İngiliz’di. Ama birbiri ardına gelen albümler ile Alman halk kültüründen beslenen bir symphonic rock’a dönüşen Novalis müziği kendine ait bir yapıya sahip olmuştu. Konumuz olan bu ilk albüm daha sonraları mutlaka eklemeyi düşündüğümüz Novalis başyapıtı sayılabilecek Sommerabend ile oldukça büyük farklılıklara sahip. Az önce bahsettiğimiz İngiliz tavrı ve tarzı diğer albümlerde neredeyse hiç hissedilmezken Banished Bridge albümünü bilmeyenlere “İngilizler yapmış” diyerek yutturabilirsiniz.

4 kişiden oluşan grubun bu ilk albümünde özellikle ilk parça Banished Bridge, vokalist Jürgen Wenzel’in bazı zorlama tonlarını taşımakla birlikte enstrümanlar açısından oldukça doyurucu. Lutz Rahn’ın zaman zaman Emerson, Lake & Palmer’ı hatırlatan Hammond tınıları pek çok yerde albümü yukarı doğru taşıyor.

İkinci parça High Evolution adındaki anlama selam dururcasına değişken bir yapıya sahip. İniş çıkışlar, coşku ve hemen ardından gelen durağanlık ile oldukça ilgi çekici bir yapıda. The Strawbs etkilerini anımsatan tarzıyla pek çok kişinin albümdeki favorisi olmaya aday.

Biereichel’in enfes vurmalıları eşliğinde ilerleyen ve Rahn’ın tuşlularıyla farklılaşan Laughing, melodik yapısıyla ilgiyi hak ediyor. Farklı pek çok yöne doğru kayıp gitse de parça her seferinde ana temaya dönmeyi başarıp dinlenilmesi hayli zevk veren estetik bir yapıta dönüşüyor.

Rahn’ın öne çıkarak kontrolü Wenzel’den aldığı en önemli parça Inside of Me albümün son parçası. Parça, gelecekteki Novalis tarzının da öncülü. İleride bizi nelerin beklediği konusunda az çok fikir sahibi olmamızı sağlıyor.

NOVALIS

Jürgen Wenzel – Vokal, Akustik Gitar
Lutz Rahn – Org, Piyano, Mellotron, Synthesizer
Heino Schünzel – Bass Gitar
Hartwig Biereichel – Davul, Vurmalılar

BANISHED BRIDGE

1. Banished Bridge (17:06)
2. High Evolution (4:27)
3. Laughing (9:10)
4. Inside of Me (Inside of You) (6:40)