9 Ocak 2013 Çarşamba

King Crimson - Red (1974)

Sanat eserinizi nasıl alırsınız? Bol içerikli olsun, eklektik olsun, farklı şeyler söylesin; fazla fazla melodi kullansın, herkes enstrümanında virtüöz olsun, hepimizin bildiği ya da hiçbirimizin bilmediği duyguları açığa çıkarsın... Sizi bilemeyeceğim canım ama ben kaotik alayım biraz da. Tamam bu müzikte hepsi var bazı grupların toplayıp albüm çıkardığı kadar melodiyle Rick Wakeman bir şarkının sadece on saniyesini dolduruyor, David Gilmour'ın Comfortably Numb'da attığı sololarda ağladığınız kadar hiçbir sevgilinize ağlamamışsınızdır (yazar burada... neyse) bu böyle gider. Ama saf, tatlı ve melodik müzik yapan gruplar da hiçbir şey anlatmıyor bana. Belki de İtalyan gruplarını bu yüzden sevmiyorumdur, daha çok Almanlar çeker beni - Krautrock'tan bahsettiğimi anlamışsınızdır-.VdGG ve King Crimson sevgim de tam burada başlar işte (Evet ikisi de İngiliz, ne var?).

Öncü grupları biliriz; The Beatles veya Black Sabbath gibi öncülerden bahsediyorum elbette. Üyelerini bilmeseniz de röportajlarını okumasanız da albümlerini kronolojik sırayla dinleyip 'hmm...' yapmasanız da böyle grupların sırtındaki ağırlığın ve o 'sorumlu müzik'lerini anlarsınız. Malum, çıkardıkları her albüm, yazdıkları her şarkı, onların yolunda işe başlayan her gruba örnek olacaktır. İster istemez bir kontrolleri vardır soundları üzerinde. King Crimson ise Progressive Rock'ın öncüsü olma sıfatını oldukça hak ediyor, tam da yarattığı müzik anlayışı gibi sapkın, kontrolsüz ve kaotik. Bir albüm diğerini tutmuyor tamam anladık, sonuçta grup üyeleri her zaman stabil değil, ama bir albüm içinde hiçbir şarkı birbirine yaklaşmaz mı? Al işte, o albüm Red

Şu yıllar süren senfonilerden bir tane yazacak olsam, herhalde -albümün ilk şarkısı- Red'i introsu yapardım. Süresine aldanmayın Red'i herhangi bir şarkıya giriş, herhangi bir kitaba giriş ya da ne bileyim bir mevsime giriş olarak falan dinleyin ne demek istediğimi anlayacaksınız. İlk şarkıdan başlayan bilinmez ve karmaşık hava albüm sonuna kadar, arada vokalin durgunlaşması hariç, hakim ve bu da dinleyiciye tam da 'ne düşünürsen düşün dinlerken, biz koyduk buraya bir şeyler' mesajını vermiş. 

Burada oturup Robert Fripp'in yıllar sonra ortaya çıkacak grunge akımını etkileyen rifflerini -ki doğrudur, isterlerse bu albümü dinlememiş olsunlar bütün grunge grupları etkilenmiştir bu rifflerin harmonisi ve tonundan, aynen her müzisyenin Schoenberg'den etkilenmiş olduğu gerçeği gibi (dikkat Adorno göndermesi)- ya da Bill Bruford'un King Crimson'a katıldıktan sonra yaptığı müziğin karakterini nasıl değiştirdiğini ya da John Wetton'ın sesinin King Crimson'dan neler götürüp ona neler getirdiğini falan uzun uzun anlatırdım ama bu albümün karakterine yaraşır bir inceleme, bence albümün kendisi gibi kaotik olmalıydı. Kaçırmayınız, sevgilerle.

Not: Schoenberg demişken, Schoenberg ve atonal müziğinin progressive rocka etkileri üzerine ciddi düşünüyorum. Bu konuda fikri olan; bir yazı, bir not, bir şey görmüş olan varsa en kısa zamanda -ailesiyle de görüşüp elbette- ciddi bir ilişkiye yelken açmak isterim.

KING CRIMSON

Robert Fripp / Gitar, Mellotron
John Wetton / Bass, Vokal
Bill Bruford / Davul, Vurmalılar

Konuk Müzisyenler:
David Cross / Keman (4)
Mark Charig / Cornet (2), Double Bass (1)
Mel Collins / Soprano Saksafon (5)
Ian McDonald / Alto Saksafon (3,5)
Robin Miller / Obua (2)

RED

01. Red (6:17)
02. Fallen Angel (6:03)
03. One More Red Nightmare (7:10)
04. Providence (8:10) *
05. Starless (12:17)

30 Kasım 2012 Cuma

Genesis – Trespass (1970)

Bir müzik türünü tanımlarken bize hissettirdiği atmosferi anlatmak hiç bilmeyen birine anlatırken bize yardımcı olmayabilir. Özellikle Progressive Rock dinleyicileri için bu durum biraz belirgin. Bunu yapmak yerine örnek vermeyi seçeriz. Genesis, verdiğimiz örneklerin başındaki gruplardan biridir çoğunlukla. Bu albümle beraber Genesis, şu an taklit edilmesini eleştirdiğimiz klişeleri yaratmaya başlıyor.

Bir grup için kısa sürede bu kadar hızlı bir evrimleşme, çok sık görülen bir durum değildir ama Genesis bunu devrim yaratacak bir şekilde gerçekleştirmeyi başarmış. Progressive Rock’ın en önemli teknik özelliklerinden biri olan uzun ve karmaşık enstrümantal partisyonları bu albüme heyecan verici bir şekilde yerleştirilmiş. Albüm aslında baştan sona, grubun on yıllardır bu işi yaptığı ve bir albümlüğüne dinlendikten sonra aynı hızla devam ettiği hissini yaratıyor. Albüm çıktıktan 42 yıl sonra koltuğumda oturup bu albümü dinlemek her ne kadar aşırı hislere yol açıyor olsa da, o yıllarda bu müzik hareketi yeni yeni yeşermeye başladığında bu albümle karşılaşsaydım yaşayabileceğim heyecanı tahmin bile edemiyorum.

Dikkatimi çeken bir diğer nokta ise Anthony Phillips’in performansıydı. Neredeyse tüm şarkılarda Phillips’in baskın melodik müsrifliğini görebiliyoruz.  Belki de sahneyle yaşadığı duygusal problemler onu yedek kulübesine taşımasaydı bir albüm sonra tanışacağımız Steve Hackett’ı şu an tanımıyor olabilirdik. Hackett için ‘iyi ki’ mi diyeyim yoksa Phillips için ‘keşke’ mi diyeyim tam bilmiyorum. Sadece bu albümde toplulukla beraber davul başı yapmış olan John Mayhew ismini anmadan da geçemeyeceğim. Kendisi her ne kadar bu albümde iyi bir iş çıkarmış olsa da isabetli bir şekilde bu albümden sonra yerini –o zamanlar sadece cici bir müzikal deha olan- Phil Collins’e bırakmak zorunda kaldı. Bunun dışında Genesis müziğine Gabe’in şifalı üfürüğüyle can verdiği ve o dönemde de The Moody Blues ve Jethro Tull gibi pek çok grup tarafından kullanılan flüt sololarının efektif bir şekilde dahil olduğunu, tüylerimiz diken diken olduğunda açıkça fark edebiliyoruz.

Trespass denildiğinde akla gelen ilk şey tabii ki çoğu müziksever için The Knife olacaktır. Bu eklektik ve yapımında bolca kaotik ruh serpintisi kullanılan şarkı, ilerleyen yıllarda da pek çok toplama albümde ve ıslaklarımızda yer aldı. Ayrıca Peter Gabriel’ın tüyler ürperten sesiyle bizlere albümü açan Looking For Someone da ayrı bir mesele. Her şarkının ayrı bir değeri var o yüzden bir anlam ifade etmeyecek tek tek belirtmem, asla kaçırmayın demekle yetiniyorum.

GENESIS

Peter Gabriel / Lead Vokal, Flüt, Akordeon, Tambourine, Bass Drum
Anthony Phillips / Akustik 12 Telli Gitar, Lead Elektrikli Gitar, Dulcimer, Vokal
Anthony Banks / Org, Piyano, Mellotron, Gitar, Vokal
Michael Rutherford / Bass, Nylon & Akustik 12 Telli Gitar, Çello, Vokaş
John Mayhew / Davul, Vurmalılar, Vokal

TRESPASS

01. Looking for Someone (7:06)
02. White Mountain (6:42)
03. Visions of Angels (6:50)
04. Stagnation (8:48)
05. Dusk (4:13)
06. The Knife (8:56)



Clover - Clover (1970)

Bir iki grubu saymazsak Blog'da Country Rock üzerine pek de bir şey yapmamışız. Gerçi bir yandan çok da aman aman, etkileyici işler yok ya da ben pek sevmiyorum Country Rock'ı. Ama Clover biraz farklı. 80'li yılları bilenler veya hatırlayanlar Cuma akşamlarının en keyif verici maddelerinden birinin Sarı Gül Çiftliği'nde olup bitenler olduğunu da anımsarlar. Sam Elliot karizmatik adamımızken Cybill Shepherd da çocukluk hayallerimizin önemli bir noktasında yer alırdı. Tema müziği de aklımıza kazınmıştır hani. Clover'ın bu diziyle bi alakası yok bu arada. Sadece o dizideki müzikleri sevenlerin had safhada beğenerek dinleyecekleri bir grup ve albüm olduğunu belirtmek için yazdık o kadar. Clover müziği son derece klasik, yenilikten uzak ama tam da Country temelleri üzerine kurulu ve insana California'nın yolları taştan duygusu aşılayacak denli Amerikan. 

1967 yılında kurulup 1970 yılında çıkardıkları bu ilk albümde ilk iki parça Shotgun ve Southbound Train hareketliliğiyle alıp götürür insanı. Peşinden gelen şarkılar modu ve devinimi biraz dibe doğru çekerler ama bu tamamen 6.parça No Vacancy'ye hazırlık gibidir. No Vacancy insanı yerlerde süründürür. 

CLOVER

Alex Call - Gitar, Lead Vokal
John McFee - Gitar, Vokal
Johnny Ciambotti - Bass
Mitch Howie - Davul
Ed Bogas - Fiddle

CLOVER

01. Shotgun (Walker) - (2:11)
02. Southbound Train (Alex Call/John McFee) - (3:38)
03. Going To The Country (Johnny Ciambotti/Alex Call) - (2:29)
04. Monopoly (Johnny Ciambotti) - (2:00)
05. Stealin' (Alex Call/Ed Bogas) - (2:44)
06. Wade In The Water (PD) - (4:26)
07. No Vacancy (Johnny Ciambotti) - (3:12)
08. Lizard Rock'n'Roll Band (Ed Bogas/Alex Call) - (2:55)
09. Come (Alex Call) - (3:47)
10. Could You Call It Love (Alex Call/John McFee) - (2:30)

27 Kasım 2012 Salı

Genesis - From Genesis To Revelation (1969)



       Yıl 1969... Hepsi 18-19 yaşlarında ve grup çalışmalarına başlayalı iki yıl olmuş. Grubun üzerinde, o dönemde İngiltere’deki en önemli pop müzik prodüktörlerinden biri olan ve aynı zamanda Genesis’i ‘keşfeden’ Jonathan King’in etkisi çok fazla. Biraz da bu yüzden çoğu progressive rock dinleyicisi bu albümü Genesis’in ilk albümü olarak değerlendirmez, çünkü albümün genel yapısı The Moody Blues’u ve bir parça da Bee Gees’i anımsatacak nitelikte. Hatta albümdeki parçaların çoğu, pek çok Genesis hayranı tarafından ‘’yan sanayi pop ballad’ları’’ olarak nitelendirilse de henüz daha çok genç olan bu müzisyenlerin iyi bir iş çıkardıkları da aşikâr.

Albümün kadrosuna baktığımızda klasik Genesis kadrosundan Peter Gabriel, Mike Rutherford ve Tony Banks’i görüyoruz ve şarkılarda da bireysel yetenekler açısından Gabe’in ve Mike’ın geleceğe dönük olarak fazlasıyla ümit verdiklerini görebilmek mümkün. Tony Banks’in performansı ise her ne kadar albümdeki şarkıların belkemiğini oluştursa da birkaç albüm sonra dinleyeceğimiz Tony Banks’e göre oldukça yaratıcılıktan uzak. Bu albümden bir progressive rock ‘magnum-opus’ı olan Foxtrot’a kadar olan süreci, bir gelişim süreci olarak görürsek From Genesis To Revelation sadece –grubun ikinci albümü olan- Trespass’a yönelik ufak belirtiler gösterebiliyor.

Her ne kadar olumsuz eleştirilerin hedefi olup yok sayılsa da bu albüm, Genesis hayranları tarafından en az bir kere dinlenmeli. Şarkılar ise aralarında tek tek incelenecek farklılıklar göstermiyor fakat That’s Me, hem Peter Gabriel’ın vokal yeteneklerini hem de Genesis’in şarkı yazma yeteneklerini göstermesi açısından yeterince güzel bir tercih olabilir.


1. Where The Sour Turns To Sweet (3:13)
2. In The Beginning (3:46)
3. Fireside Song (4:18)
4. The Serpent (4:38)
5. Am I Very Wrong? (3:31)
6. In The Wilderness (3:29)
7. The Conqueror (3:40)
8. In Hiding (2:37)
9. One Day (3:21)
10. Window (3:33)
11. In Limbo (3:30)
12. Silent Sun (2:13)
13. A Place To Call My Own (1:58) 
14. The Silent Sun (2:11)
15. That's Me (2:36)
16. A Winter's Tale (3:27)
17. One-Eyed Hound (2:33)

23 Nisan 2012 Pazartesi

Os Mundi - 43 Minuten. (1972)


Os Mundi Berlin’den çıkmış ve bize 1970’lerde iki stüdyo albümü bırakmış Alman rock grubudur. İlk albümleri Katolik ilahilerinin yorumlandığı bir konsept albüm olan “Latin Mass” olsa da (ki buna benzer bir çalışma The Electric Prunes’un “Mass in F Minor” albümünde denenmiştir) bu yazımda tanıtacağım albümleri  “43 Minuten”. İlk albümleriyle kıyaslandığında bu albümün Jazz Rock ağırlıklı olduğu rahatlıkla söylenebilir.  Bunun yanında psychedelic ambiyans albümde rahatlıkla hissedilmekte. Uzun gitar jamlerinin yanı sıra saksafon, flüt gibi enstümanlar da uzun bölümler halinde kulaklarımızı bayram ettiriyor. Zaten kişisel kanaatim progresif rock’dan bahsedilecekse dinleyen kulakların saksafon ve flüt sosuna iyice bandırılması gereklidir.

Albümün açılış şarkısı “A Question of Decision” davulun eşlik ettiği hoş bir bas çizgisini, gitar ve saksafonun eşliğinde açılıyor ve ikinci dakikadan itibaren oldukça karanlık bir doğaçlama bölümüne geçiyoruz. Doyurucu ve yer yer enerjik bir flüt bölümünden sonra şarkı eski düzenine dönerek nihayete eriyor. İkinci şarkı “Triple”, saksafon ve çello ağırlıklı bir şarkı, önceki şarkıdan aldığı karanlık atmosferi stilistik bir vokal ve diğer enstrümanların eşliğinde sürdürüyor. “Missile” süre giden saksafon ve uzun bir gitar jaminden oluşan tempolu bir şarkı. “It's All There” albümdeki favori şarkılarımdan; düalistik sözleriyle vokalin ön planda olduğu ve doğu ezgilerinin ağırlıklı olarak kullanıldığı etkileyici bir şarkı.  “Isn't It Beautiful” ise aksak ritmli ve saksafon emprovizasyonlarından oluşan tempolu bir şarkı, hemen ardından gelen “But Reality Will Show” jazz öğelerinin ağırlıklı hissedildiği ve hemen ardından insandan uçurumdan düşüyormuş hissi uyandıran psychedelic bölümleriyle kendinden geçiriyor. Bütün bunların ardından albümün kanımca en cool şarkısı “Children's Games” geliyor. Bir süre orta tempoda vokalle hoş bir biçimde devam eden şarkı ikinci dakikanın sonuna doğru bas ritminin dikkat çekiciliyle kesiliyor ve insanı hemen yakalayan doğaçlama flüt bölümüyle kendimizi iyi hissediyoruz. Ama daha bu başlangıç; saksofon ve çelloyla birlikte ritim gittikçe hızlanıyor birden kesilip tam gaz bir doğaçlama bölümüne daha açılıyoruz. Kafamızı duvara biraz vurduktan sonra şarkı durulup nihayete eriyor. "Erstickubungen” albümün en jazz kokan şarkılarından flüt, çello ve saksofon bölümlerinden oluşan karmaşık ritmli bir parça. Albümün kapanış şarkısı ise konuk müzisyen “Conny Plank”in solo gitarıyla eşlik ettiği "Fortsetzung Folgt".

Os Mundi miras bıraktığı iki albümüyle dönemin müzikal çevresi göz önüne alındığında adından söz edilmesi gereken bir grup. Müzikte eklektizm her zaman güzel sonuçlar doğuran bir durum değildir. Buna rağmen “43 Minuten” farklı formların bir arada güzel bir şekilde harmanlandığı bir albüm. Sonuç olarak Out of Focus, Embryo gibi gruplardan hoşlananlar için edinilmesi gereken bir albüm olduğu düşüncesiyle huzurlarınızdan ayrılıyorum. 

Os Mundi – 42 Minuten

1. A question of decision (7:40)
2. Triple (5:07)
3. Missile (3:05)
4. It's all time
5. Isn't it beautiful (2:17)
6. But reality will show (6:30)
7. Children's games (7:59)
8. Erstickubungen (6:21)
9. Fortsentsung Folgt (1:17)

Albüm Sanatçıları:
- Udo Arndt / gitar, klavye, vokal, perküsyon
- Andreas Villain / bas
- Dietrich Markgraf / saksafon, flüt
- Christoph Busse / davul, gitar, vokal
- Buddy Mandler / perküsyon
- Mikro Rilling / çello, perküsyon, vokal
- Ute Kannenberg / vocal

Konuk Sanatçı : Conny Plank/ gitar



9 Nisan 2012 Pazartesi

Marillion - The Best of Both Worlds

Uzun sayılabilecek bir aradan sonra ustalara saygı kuşağı ile dönüş yapalım.

Gecenin içine doğru akarken iki dünyayı içinde barındıran bir albümü dinlemek gibisi yok. Marillion'un her zamanki eşsiz albüm kapaklarından biri elimdeyken birinci cd'yi oynatıyorum. Diğer taraftan neymiş, nasılmış marillion, bakalım.

Marillion, 1979'da temelleri atılmasına rağmen fazlaca dinamik bir yapısı olduğundan yıl yıl eleman değişikliği içinde olmuş bir gruptur. İsmi, tahmin edileceği üzere J.R.R.TOLKIEN'in Silmarillion'undan esinlenme. Zaten grubun ilk zamanlarında ismi silmarillion'dur 1980'de Marillion olmuştur. Marillion severler kendi içinde Fish ve Steve Hogarth dönemlerine ayrılmışlardır. Vokal anlamında, konsept anlamında apayrı iki dünya dönemi olarak bakılabilir bu ikisinin dönemlerine. 1989'a kadar Fish'in vokalleri vardır, 1989'dan sonra yerini Steve Hogarth'a bırakır. Bu ayrımı görebilmek için bu albüm müthiş bir donedir. 

Albüm 2 cd'den oluşmakta. 

Cd 1'de 1982-1988 arası 14 parça bulunmakta. Tabii ki vokaller Fish'e ait. ''script for a jester's tear'' ile bi' başlar... Tamam, daha ilk şarkıdan fazlaca akıllara zarar olmasına sesimi çıkarmam da, devamındakiler peki? forgotten sons'a kadar kalp atış sayımda değişmeler oluyor. SERT! Geçişler sert değil; ama Fish acımıyor cidden. Dinlediğinizde anlayacaksınız. 

Tozlu cd'ler arasından çıkartılan bir cd'nin duygulanım dengesizliği yaratmadaki başarısını MARILLION ile test edebilirsiniz.

Cd 2'de ise 1989'dan sonra çıkmış parçalardan oluşmakta. Bu parçalarda da Steve Hogarth abimiz vokal. İkinci cd'ye geçtiğimde başka bir dünyada hissediyorum. Aradaki keskin geçişi iyice hissetmek için ilk cd'den  forgatton sons ya da ilk şarkıdan direkt olarak ikinci cd'ye geçin. Steve Hogarth vakolinin ve parçanın içindeki enstrüman kullanımının bende neden çokça derine işleyemediğini henüz anlayamadım. Sizde de varsa öyle işleyememe durumları, sebebini bulalım bilahare! Önce tekrar tekrar dinleyin bu albümü. Ayrıca tüm albüm kapak tasarımlarını yapan kişileri vay arkadaş deyip takdir ediyorum buradan. Vay arkadaş!


MARILLION

Disc 1:
- Fish / vocals 
- Mark Kelly / keyboards 
- Ian Mosley / drums (tracks 5-14)
- Mick Pointer / drums, percussion (tracks 1-4)
- Steve Rothery / guitars 
- Pete Trewavas / basses

Disc 2:
- Steve Hogarth / vocals 
- Mark Kelly / keyboards 
- Ian Mosley / drums 
- Steve Rothery / guitars 
- Pete Trewavas / basses

THE BEST OF BOTH WORLDS

Disc 1: 1982-1988:
1. Script for a Jester's tears (8:45) 
2. Market Square heroes (edited /re-recorded) (3:57) 
3. He knows you know (5:23) 
4. Forgotten sons (8:19) 
5. Garden party (7:16) 
6. Assassing (3:38) 
7. Punch and Judy (3:19) 
8. Kayleigh (single) (3:34) 
9. Lavender (single) (3:41) 
10. Heart of Lothian (single) (3:37) 
11. Incommunicado (5:16) 
12. Warm wet circles (single) (4:24) 
13. That time of the night (5:58) 
14. Sugar mice (8:46) 

Disc 2: 1988 - present:
1. The uninvited guest (3:46) 
2. Easter (single) (4:31) 
3. Hooks in you (meaty mix) (3:54) 
4. The space... (6:15) 
5. Cover my eyes (3:55) 
6. No one can (4:40) 
7. Dry land (4:43) 
8. Waiting to happen (4:56) 
9. The great escape (6:28) 
10. Alone again in the lap of luxury (radion edit) (4:29) 
11. Made again (5:04) 
12. King (7:06) 
13. Afraid of sunlight (6:51) 
14. Beautiful (radio edit) (4:33) 
15. Cannibal surf babe (5:18) 

23 Aralık 2011 Cuma

Bijelo Dugme - Turneja 2005: Sarajevo-Zagreb-Beograd




Balkanlardan gelen progressive rüzgarının etkisiyle ülkemizde bir süre sağanak halinde Bijelo Dugme görülecek. Ülke büyük sevinçle karşıladı bunu. Sormayın sormayın. Bijelo Dugme eşliğinde danslar ediliyor, ateşlerden atlanıyor. Derdi tasayı unuttuk. Aman aman. Balkanlardan ülkemize gelen progressive esintileri eksik olmasın. 

Zaytung haberi niteliğindeki girişimi ''öhöhöhöm'' diyerek toparlıyım, devam edeyim. Balkanların güzel ülkesi Yugoslavya'dan kopmadan gelen bir grup Bijelo Dugme. Yugoslovya için 70'ler ve 80'lerde özgürlük, barış gibi anlamlar yüklenmiş bu güzel gruba. 

Grupta çok tanıdık bir isim var. Goran Bregoviç. Grupta ritim gitar çalıyor. Emir Kustrica filmlerinden hatırlayacağınız melodiler işte bu müthiş gruptan çıkmıştır. Arizona Dream'in müziklerini hatırlayın. Sahnelerle bütünleşen ve insanı fena halde etkisi altına alan müzikleri unutmak mümkün mü? O filmin Bregoviç'e ait olan müzikleri Bjelo Dugme'nin şarkılarının biraz farklı versiyonlarıdır. Yeri gelmişken filmi de izleyin müzikleri de dinleyin derim. 

Grubun solisti olan Zeljko Bebek'in muhteşem bir sesi vardır. Diğer vokalleri olan Islamovic, Vojičić  ile müthiş zevkli parçalar ortaya çıkarıyorlar. Soloları ve ritmi başarılıysa bir grup daha ne istenir ki. Stüdyo albümlerinin ilk birkaçı daha yoğun etnik melodiler ve biraz da progressive rock ritimleri içermekte. 80'li yılara doğru daha çok distorsiyon kullandıkları görülüyor. Albümlerin bütününe bakınca grubun elemanlarının farklı kökenlere sahip olmasına rağmen ortak bir müzikal ifade biçimi yakaladıklarını görebiliyoruz. Bütünlüğü hiçbir zaman bozmamış bir grup bu. Yansıtmak istediklerini verebiliyorlar. Stüdyo albümleri şöyle:

1974 - kad bi' bio bijelo dugme 
1975 - šta bi dao da si na mom mjestu
1976 - eto! baš hocu!
1979 - bitanga i princeza 
1980 - dozivjeti stotu
1983 - uspavanka za radmilu m.
1984 - kosovka djevojka
1986 - pljuni i zapjevaj moja jugoslavijo
1988 - ciribiribela

Her birini sıkılmadan dinleyebilirsiniz. Ben her albümden şarkılar içeren canlı performans kaydını dinleyin bi' derim. Led Zeppelin, Deep Purple etkileri balkan havalarıyla karışınca ortaya çıkan şey için Bjelo Dugme budur işte dersiniz. Grubun şarkıları enerjik değil, son zamanlara doğru baya bir arabeskleştiler bile diyebilirim. Za Esmu, Selma, Lpe Cvatu, A i ti me iznevjeri, Ne spavaj mala moja muzika dok svira... gibi parçalarına birincilik telini veriyorum. 

İyi dinlemeler. Ben bir balkan rock'n roll'u yapıyım, yazı bitsin de ortalığı tozutsam diye sabırsızlanıyordum. Hobaa.  

jer to je mala moja rock'n'roll
rock'n'roll rock'n'roll...
mala to je rock


Turneja 2005: Sarajevo-Zagreb-Beograd

DVD 1: 
1. Lazes 
2. Za Esmu 
3. Meni se ne spava 
4. Jer kad ostaris 
5. Da te bogdo ne volim 
6. Padaju zvijezde
7. Aiaio radi radio
8. Nakon svih ovih godina
9. Sta ima novo
10. Ćiribiribela
11. Kada odem kad me ne bude
12. Ako ima boga
13. A i ti me iznevjeri
14. Napile se ulice
15. Selma
16. Ipak, pozelim neko pismo
17. Da sam pekar
18. Ne spavaj mala moja muzika dok svira
19. Sve će to mila moja prekriti ruzmarin, snjegovi i sas
20. Ako mozes zaboravi
21. Na zadnjem sjedistu moga auta
22. Ha ha ha
23. Dozivjeti stotu
24. Sanjao sam noćas da te nemam

DVD 2: 
1. A, milicija trenira strogoću
2. Pristao sam biću sve sto hoće
3. Lose vino
4. Evo zakleću se
5. Ruzica si bila sada vise nisi
6. Ima neka tajna veza
7. Tako ti je mala moja kad ljubi Bosanac
8. Lipe cvatu, sve je isto ko i lani
9. Đurđevdan
10. Hajdemo u planine

Bonus: Bijelo dugme za kafanu 
11. Dzej - Napile se ulice
12. Verica Serifović - Ako ima boga
13. Usnija Redzepova - A i ti me iznevjeri
14. Dara Bubamara - Zamisli
15. Dragana Mirković - Na zadnjem sjedistu moga auta
16. Stoja - Meni se ne spava
17. Petar Graso - Ćiribiribela

BIJELO DUGME

 Goran Bregović / guitar
- Alen Islamović / vocals
- Mladen Tifa Vojičić / vocals
- Zeljko Bebek / vocals
- Điđi Jankelić / drums, percussion
- Milić Vukasinović / drums
- Laza Ristovski / keyboards
- Vlado Pravdić / keyboards
- Zoran Redzić / bass
with:
- Daniela Radkova Aleksandrova / back vocals
- Ludmila Radkova Traykova / back vocals
Orkestar za svadbe i sahrane
Klapa Nostalgija
- Zeljko Savić / Bregović's stage assistant

12 Aralık 2011 Pazartesi

Goblin - Suspiria (1977)

Korku filmleriyle arası iyi olan biri değilim, ancak işin içine çok acayip yönetmenler girince bazı filmler dikkatimi celbediyor. Bir film yönetmeniyle, müzikleriyle, oyuncularıyla, senaryosuyla bir bütün olarak değerlendirildiği zaman izlemek veya hakkında bilgi toplamak için pekçok neden ortaya çıkıyor. Progressive Rock'tan pek hazzetmeyen, fakat korku filmleriyle arası iyi olan bir arkadaşımın Suspiria'dan bahsetmesi üzerine macera başladı. 

Filmin yönetmeni Dario Argento'yu, pek müthiş kızı Asia Argento'dan ötürü takdir ve takip ederdim. Baba-kız müthiş projelerin insanları bunlar. İtalyanlar. Daha ne olsun. Neyse efenim, gelelim Suspiria'nın müziklerini yapan dehşetengiz grup Goblin'e... 
Italian Progressive Rock icra eden Goblin elemanları bir dizi korku filmi müzikleri yapmışlar. Hatta şöyle diyim film müziği olmayan sadece üç albümü var. Onların müzikleri sayesinde izlenmeye değer görülen korku filmlerinin olduğundan bahsedilir. Korku filmi izleyen arkadaşlar daha iyi varır bunun ayrımına tabii. 

Albümü dinlediğimde hissettiğim ilk şey, her şarkının farklı korku, gizem unsuruyla bezenmiş olmasıydı. Ciddi ciddi içine çeken dinledikçe zihinde iz bırakan bir albüm Suspiria. Albümün şahsi fikrimce en dikkat çeken parçaları; Suspiria, Black Forest, Witch, Markos. Hepsini saydım neredeyse. İçlerinde bir parça daha var ki grubun kara mizahını temsil ediyor adeta: Death Valzer. Dinleyin bakın ne demek istediğimi anlayacaksınız. 
Diğer parçalara bakınca bu şarkı acayip psikopat geliyor bana. Diğerleriyle insanın içine ürperti salmaktan aldıkları keyfi bu şarkıyla ifade ediyorlar sanki. Çocukların birisine kötülük yapıp sonra da bundan aldıkları psikopatça zevki anlatıyorlar adeta. Tüm parçaları dinlediğinizde kafanızda oluşacaktır bir şeyler işte. Böyle ya da değil. Dinleyin ama.

Teknik bilgiler verelim biraz. Suspiria, Goblin'in 1977 yılında çıkardıkları stüdyo albümü. Albüm parçaları, grup elemanları, çaldıkları enstrümanlar falan hepsini bilelim, bilgilenelim. Hadi bakalım:

GOBLIN

Claudio Simonetti / Mellotron, organ, string machine, celesta, electric & acoustic piano, Minimoog, Moog system 55
Massimo Morante / electric & acoustic guitar, bouzouki, voices
Fabio Pignatelli / bass, tabla, acoustic guitar, voices
Agostino Marangolo / drums, percussion, voices

SUSPIRIA

01. Suspiria (5:57) 
02. Witch (3:10) 
03. Opening To The Sighs (0:32) 
04. Sighs (5:15) 
05. Markos (4:03) 
06. Black Forest (6:06) 
07. Blind Concert (6:11) 
08. Death Valzer (1:51) 

Bonus tracks on re-release
09. Suspiria (celesta and bells)
10. Suspiria (narration)
11. Suspiria (intro)
12. Markos (alternate version) 

8 Aralık 2011 Perşembe

The Doors - The Doors


''Şimdi herkes doors dinliyor yeniden'' diye anti popülist bir söylem içine girmiş zamanında Murathan Mungan, ''İnce L, Lalena'' şiirinde. Kendisi şiirini Deep Purple'ın Lalena'sından esinlenerek yazıyor ve görüyoruz ki The Doors dinlemeyi askıya almış, Deep Purple esinlenmesi bir şiir yazıp, aman da herkes doors dinliyor dediğine göre. Görünen o ki o zamandan bu zaman pek bir şey değişmemiş. Herkes dinliyor diye bir süre dinlenmeye ara verilen gruplarla aynı kaderi paylaşıyor olabilir The Doors. Günümüz vintage-woodstock çılgınlığı uğruna harcanamaz bu adamlar. Kaldı ki The Doors hiçbir zaman woodstockda yer almamışlardır. Jim Morrison'ın karizmasına yapışıp kalınıyor gördüğüm kadarıyla. Ses rengi, deri pantolonu, bakışları ile komple muhteşem olan saykodelik adamlar yok denecek kadar az olmasına rağmen vintage manyaklarına gidin başka adam bulun lan kendinize çağrısı yapıyorum buradan. The Doors'u Jim Morrison'dan ibaret sayanlar, siz topuklarınızı kıçınıza vura vura uzaklaşın hatta. Ray Manzarek gibi bir adam da olmasaydı 1965 yılında The Doors olmayabilirdi. Jim Morrison, saykodelik şiirlerini defterine yazar, kaldırımlarda sürter, yine ölürdü. Şimdi Kertenkele Kral'ın doğum gününde kendisini yine öldürmüş oldum, ama olacak olan budur.

Jım Morrison'ın 68. yaş günü olmasını fırsat bilip saykodelik bir kutlama yapayım dedim. Her şarkıyı ayrı ayrı değerlendircem. Bu güne özel bir yazı olsun. Grubun doğuş albümü olan ''the doors'' ile. Albümün ilk şarkısı ''break on trough'' dan son şarkısı ''the end'' e kadar nerdeyse her şarkının ayrı bir etkisi mevcut. Albümün çıkış parçası olan ''Break on Trough'' ciddi anlamda çıkış yakalamasına rağmen düşünün ki Robbie Krieger'ın yazmış olduğu ''Light My Fire'' bundan daha fazla talep görmüştür. Görece başarısız şarkının break on trough olduğunu varsayarsak nasıl müthiş saykodelik bir albüm ortaya çıkmış tahmin edin. Albümün ilk ortaya çıktığı zamanı düşünün.


you know the day destroys the night
the night destroys the day
so break on through, break on through
break on through to the other side



Sözleri ile The Doors ortaya çıkıyor ve 11 şarkılık muhteşem bir albümle tanışıyorsun. Böyle doğuşlarla karşılaşan bir nesil daha ne ister. Ray Manzarek'in klavye ve bası aynı anda kullanmasını canlı olarak izlemek insana nasıl bir kafa yaratmıştır? Müziğin hakkını veren insanların yarattıkları şeylere nasıl sahip çıkmam gerektiğini şaşırdım. The Doors'u yaşama ve yaşatma çalışmalarımı münferit olarak sürdürmeye devam ediyorum ben nasılsa.  Biz ilk albümün diğer parçalarıyla devam edelim. 


Soul kitchen; Ray Manzarek, kesik klavye girişiyle şarkının içine çekiyor daha ilk saniyeden. ''let me sleep all night in your soul kitchen'' solosuyla da Jim Morrison iyice yükseltir şarkıyı. Aman sabahlar olmasın.


Crystal Ship; Morrison'ın nakaratsız, ancak şarkı halini aldığında Morrison'ın yorgun sesinin tek cümle haline getirdiği bence açık bir şekilde uyuşturucuya övgü şeklindeki çok çok romantik dizeleri. Nasıl bir ruh halindeyse sesiyle, ritmiyle hepsini bize sunmaktadır. O uyuşturucunun yerine konulacabilecek onlarca duygu var. Hangisini seçmek isterseniz... Beni bilinçsizliğin kıyısında uykuya daldıran onca duygu varken böyle bir laf etmem kaçınılmazdı. Siz de seçin bir duygu, Soul kitchen'da uyuyup kalmanıza izin verilmez belki, ama mutlaka Crystal Ship'te uykuya dalıp farklı alemlerde gezintiye çıkacaksınız. 


Alabama Song; hoplaya zıplaya hadi ölmeliyiz koşun koşun diyen bir şarkı. Klavyenin tuşları nasıl da şirin şirin ses çıkarıyor. Bir sürü çocuğu ölüme götürmek için sanki özellikle seçilmiş o notalar. Bu şarkıya fareli köyün kavalcısı misyonu yükledim ben. Zararlıları değil de iyi olan her şeyi bu dünyaya layık görmeyen bir grup insanın bunu notalarıyla gerçekleştirme çabası bu. 


Ligt My Fire; bunun coverını yapmayını dövüyorlar. Ama kimse de kusura bakmasın hiçbir zaman orijinalinden iyi olamadı hiçbiri. Jim Morrison'ın şarkının ortalarındaki solosu ve hatta gitar solosu muazzamdır. Ve evet, "girl , we couldnt get much higher"


Back Door Man; Morrison bu şarkıda kendinin kat be kat üstüne çıkar. Baştan çıkaran bir şarkıdır. Zaten imalı da bir şarkıdır, ancak iki şekilde bir ima söz konusudur. 60'lara kadar evli bir kadının sevgilisinin arka kapıdan çıkmasını belirtmesi açısından kullanılmış. 60'larda ise anal seks düşkünlüğünü ima etmek amacıyla kullanıldığı söylenir. Şimdi Jim Morrison bunlardan hangisi bilemedik. Hmm.


I Looked at You; şarkıdaki klavye solosuna ölüp bittiğim bir gerçek. Ayrıca Morrison yırtık sololarını bu şarkıda da esirgememiş inişli çıkışlı kendinden geçişlere gebe bırakmışmıştır şarkıyı. 


End of the Night; albümün en karamsar şarkısı bu. Morrison, şarkının sonuna doğru yine yapar yapacağını. Sakin sakin karamsarlığı zerk ederken birden isyanın çığlıklarını basar. 


Take it as it Comes; sözleri Jim Morrison, müziği Robby Krieger ve doğaçlama solo ise Ray Manzarek tarafından icra edilmiştir. Ortaya çıkan şeyin muhteşemliğinden şüphe edilmez. Yok böyle bir karışım, aynı zamanda albümdeki en gaz şarkıdır. 


The End; Elektra records'dan çıkan The Doors albümünün açık şekilde Oedipus Kompleksine gönderme yaptığı şarkısıdır. ''father, yes son, i want to kill you, mother...i want to...fuck you'' diyerek özetler bu durumu. İroniktir. 


Son şarkıyla albümü kapatıyoruz. Hadi bakalım deri pantolonlarınızı giyip sokaklara akın.  


''we couldnt get much higher!''

7 Aralık 2011 Çarşamba

King Crimson & Tool / Lateralus (2001)



Güzel şehirlerde muhteşem konserler oluyor. Bunların kayıtlarından mahrum kalmak istemeyiz. Bir de bazı ikililerin bir araya gelmesi olayı milyonda bir yılda Dünya'dan bir yıldızın görünmesi olayı gibi. Yakaladın mı kaçırmayacaksın. Bu ikililerden biri de King Crimson ve Tool'dur. Çok değil 10 yıl önce California'nın okyanus şehri San Diego'da bu ikili bir konser veriyor. Bildiğim kadarıyla da başka şekilde bir araya gelmediler. 


Şimdi Tool'a bok atılabilir, çünkü fazlasıyla King Crimson etkileri görülmekte müziklerinde. Zaten Maynard James Keenan da bunu inkar etmiyor ve San Diego konseri sırasında şöyle bir cümle sarf ediyor: '' Artık kimden çalıp çırptığımızı biliyorsunuz.'' E adama daha fazla yüklenilmemesi gerekir. Kaldı ki King Crimson şarkıları dışında Robert Fripp'in muhteşem introlarla Tool şarkılarına dehasından katmasını dinlemek için bile konser kayıtlarını dinlemeye değer. Sober'ı Fripp introsuyla dinlemek, ofofofof! 

Tool & King Crimson - Lateralus (Live in San Diego, 2001)

Tool - Lateralus Album: Lateralus (2001) Tool & King Crimson: San Diego, CA - 08/08/01 


Setlist:
01. The Construcktion of Light
02. Into the Frying Pan
03. Level 5
04. The Deception of the Thrush
05. Dangerous Curves
06. Lark's Lounge in Aspic Pt. IV
07. Thela Hun Ginjeet
08. Red
09. Intro
10. The Grudge
11. Stinkfist
12. Forty-Six & 2
13. Prison Sex
14. Schism
15. Pushit
16. Disposition
17. Reflection
18. Fripp Soundscape Intermission
19. Sober (Fripp Intro)
20. Parabol
21. Parabola
22. Ænema
23. Lateralus