8 Aralık 2011 Perşembe

The Doors - The Doors


''Şimdi herkes doors dinliyor yeniden'' diye anti popülist bir söylem içine girmiş zamanında Murathan Mungan, ''İnce L, Lalena'' şiirinde. Kendisi şiirini Deep Purple'ın Lalena'sından esinlenerek yazıyor ve görüyoruz ki The Doors dinlemeyi askıya almış, Deep Purple esinlenmesi bir şiir yazıp, aman da herkes doors dinliyor dediğine göre. Görünen o ki o zamandan bu zaman pek bir şey değişmemiş. Herkes dinliyor diye bir süre dinlenmeye ara verilen gruplarla aynı kaderi paylaşıyor olabilir The Doors. Günümüz vintage-woodstock çılgınlığı uğruna harcanamaz bu adamlar. Kaldı ki The Doors hiçbir zaman woodstockda yer almamışlardır. Jim Morrison'ın karizmasına yapışıp kalınıyor gördüğüm kadarıyla. Ses rengi, deri pantolonu, bakışları ile komple muhteşem olan saykodelik adamlar yok denecek kadar az olmasına rağmen vintage manyaklarına gidin başka adam bulun lan kendinize çağrısı yapıyorum buradan. The Doors'u Jim Morrison'dan ibaret sayanlar, siz topuklarınızı kıçınıza vura vura uzaklaşın hatta. Ray Manzarek gibi bir adam da olmasaydı 1965 yılında The Doors olmayabilirdi. Jim Morrison, saykodelik şiirlerini defterine yazar, kaldırımlarda sürter, yine ölürdü. Şimdi Kertenkele Kral'ın doğum gününde kendisini yine öldürmüş oldum, ama olacak olan budur.

Jım Morrison'ın 68. yaş günü olmasını fırsat bilip saykodelik bir kutlama yapayım dedim. Her şarkıyı ayrı ayrı değerlendircem. Bu güne özel bir yazı olsun. Grubun doğuş albümü olan ''the doors'' ile. Albümün ilk şarkısı ''break on trough'' dan son şarkısı ''the end'' e kadar nerdeyse her şarkının ayrı bir etkisi mevcut. Albümün çıkış parçası olan ''Break on Trough'' ciddi anlamda çıkış yakalamasına rağmen düşünün ki Robbie Krieger'ın yazmış olduğu ''Light My Fire'' bundan daha fazla talep görmüştür. Görece başarısız şarkının break on trough olduğunu varsayarsak nasıl müthiş saykodelik bir albüm ortaya çıkmış tahmin edin. Albümün ilk ortaya çıktığı zamanı düşünün.


you know the day destroys the night
the night destroys the day
so break on through, break on through
break on through to the other side



Sözleri ile The Doors ortaya çıkıyor ve 11 şarkılık muhteşem bir albümle tanışıyorsun. Böyle doğuşlarla karşılaşan bir nesil daha ne ister. Ray Manzarek'in klavye ve bası aynı anda kullanmasını canlı olarak izlemek insana nasıl bir kafa yaratmıştır? Müziğin hakkını veren insanların yarattıkları şeylere nasıl sahip çıkmam gerektiğini şaşırdım. The Doors'u yaşama ve yaşatma çalışmalarımı münferit olarak sürdürmeye devam ediyorum ben nasılsa.  Biz ilk albümün diğer parçalarıyla devam edelim. 


Soul kitchen; Ray Manzarek, kesik klavye girişiyle şarkının içine çekiyor daha ilk saniyeden. ''let me sleep all night in your soul kitchen'' solosuyla da Jim Morrison iyice yükseltir şarkıyı. Aman sabahlar olmasın.


Crystal Ship; Morrison'ın nakaratsız, ancak şarkı halini aldığında Morrison'ın yorgun sesinin tek cümle haline getirdiği bence açık bir şekilde uyuşturucuya övgü şeklindeki çok çok romantik dizeleri. Nasıl bir ruh halindeyse sesiyle, ritmiyle hepsini bize sunmaktadır. O uyuşturucunun yerine konulacabilecek onlarca duygu var. Hangisini seçmek isterseniz... Beni bilinçsizliğin kıyısında uykuya daldıran onca duygu varken böyle bir laf etmem kaçınılmazdı. Siz de seçin bir duygu, Soul kitchen'da uyuyup kalmanıza izin verilmez belki, ama mutlaka Crystal Ship'te uykuya dalıp farklı alemlerde gezintiye çıkacaksınız. 


Alabama Song; hoplaya zıplaya hadi ölmeliyiz koşun koşun diyen bir şarkı. Klavyenin tuşları nasıl da şirin şirin ses çıkarıyor. Bir sürü çocuğu ölüme götürmek için sanki özellikle seçilmiş o notalar. Bu şarkıya fareli köyün kavalcısı misyonu yükledim ben. Zararlıları değil de iyi olan her şeyi bu dünyaya layık görmeyen bir grup insanın bunu notalarıyla gerçekleştirme çabası bu. 


Ligt My Fire; bunun coverını yapmayını dövüyorlar. Ama kimse de kusura bakmasın hiçbir zaman orijinalinden iyi olamadı hiçbiri. Jim Morrison'ın şarkının ortalarındaki solosu ve hatta gitar solosu muazzamdır. Ve evet, "girl , we couldnt get much higher"


Back Door Man; Morrison bu şarkıda kendinin kat be kat üstüne çıkar. Baştan çıkaran bir şarkıdır. Zaten imalı da bir şarkıdır, ancak iki şekilde bir ima söz konusudur. 60'lara kadar evli bir kadının sevgilisinin arka kapıdan çıkmasını belirtmesi açısından kullanılmış. 60'larda ise anal seks düşkünlüğünü ima etmek amacıyla kullanıldığı söylenir. Şimdi Jim Morrison bunlardan hangisi bilemedik. Hmm.


I Looked at You; şarkıdaki klavye solosuna ölüp bittiğim bir gerçek. Ayrıca Morrison yırtık sololarını bu şarkıda da esirgememiş inişli çıkışlı kendinden geçişlere gebe bırakmışmıştır şarkıyı. 


End of the Night; albümün en karamsar şarkısı bu. Morrison, şarkının sonuna doğru yine yapar yapacağını. Sakin sakin karamsarlığı zerk ederken birden isyanın çığlıklarını basar. 


Take it as it Comes; sözleri Jim Morrison, müziği Robby Krieger ve doğaçlama solo ise Ray Manzarek tarafından icra edilmiştir. Ortaya çıkan şeyin muhteşemliğinden şüphe edilmez. Yok böyle bir karışım, aynı zamanda albümdeki en gaz şarkıdır. 


The End; Elektra records'dan çıkan The Doors albümünün açık şekilde Oedipus Kompleksine gönderme yaptığı şarkısıdır. ''father, yes son, i want to kill you, mother...i want to...fuck you'' diyerek özetler bu durumu. İroniktir. 


Son şarkıyla albümü kapatıyoruz. Hadi bakalım deri pantolonlarınızı giyip sokaklara akın.  


''we couldnt get much higher!''

7 Aralık 2011 Çarşamba

King Crimson & Tool / Lateralus (2001)



Güzel şehirlerde muhteşem konserler oluyor. Bunların kayıtlarından mahrum kalmak istemeyiz. Bir de bazı ikililerin bir araya gelmesi olayı milyonda bir yılda Dünya'dan bir yıldızın görünmesi olayı gibi. Yakaladın mı kaçırmayacaksın. Bu ikililerden biri de King Crimson ve Tool'dur. Çok değil 10 yıl önce California'nın okyanus şehri San Diego'da bu ikili bir konser veriyor. Bildiğim kadarıyla da başka şekilde bir araya gelmediler. 


Şimdi Tool'a bok atılabilir, çünkü fazlasıyla King Crimson etkileri görülmekte müziklerinde. Zaten Maynard James Keenan da bunu inkar etmiyor ve San Diego konseri sırasında şöyle bir cümle sarf ediyor: '' Artık kimden çalıp çırptığımızı biliyorsunuz.'' E adama daha fazla yüklenilmemesi gerekir. Kaldı ki King Crimson şarkıları dışında Robert Fripp'in muhteşem introlarla Tool şarkılarına dehasından katmasını dinlemek için bile konser kayıtlarını dinlemeye değer. Sober'ı Fripp introsuyla dinlemek, ofofofof! 

Tool & King Crimson - Lateralus (Live in San Diego, 2001)

Tool - Lateralus Album: Lateralus (2001) Tool & King Crimson: San Diego, CA - 08/08/01 


Setlist:
01. The Construcktion of Light
02. Into the Frying Pan
03. Level 5
04. The Deception of the Thrush
05. Dangerous Curves
06. Lark's Lounge in Aspic Pt. IV
07. Thela Hun Ginjeet
08. Red
09. Intro
10. The Grudge
11. Stinkfist
12. Forty-Six & 2
13. Prison Sex
14. Schism
15. Pushit
16. Disposition
17. Reflection
18. Fripp Soundscape Intermission
19. Sober (Fripp Intro)
20. Parabol
21. Parabola
22. Ænema
23. Lateralus

6 Aralık 2011 Salı

Eela Craig - One Niter




İlk albüm tanıtımımı beni ilk dinlediğimde aynı şarkıda ''şimdi nasıl bir enstrümana geçiş yapacaklar!'' şeklinde meraklara sevk eden senfonik rock'la kaynaşan Avusturyalı progressive rock grubu Eela Craig ile yapıyorum. Rastgele.

1970 yılının başlarında kurulmuş. Sorsanız ki o zamanlar(70'ler) Avusturya'sındaki progressive hareket ne alemdeydi diye, tüm ayaklanmanın özeti Eela Craig'dir diyebilirim. 
Eela Craig'i progressive rock yapan öncü gruplarla karşılaştırmanın pek mümkün olduğunu söyleyemem. Kullandıkları enstrümanlar bakımından bile ayrılırlar. Flüt, keyboard, perküsyon'u yoğun olarak kullanırlar. Gitarın flüte ve perküsyona eşlik ettiğini duyacaksınız. Mellotron zaten var. Adamlar flütü katarak kremşantinin üstüne çilek eklemişler bi' hayli. Oyoyoy. Neyse.


''One Nite'', Eela Craig'in 1971 yılında çıkardıklarıı ilk albümün ardından 5 yıl aradan sonra ortaya çıkardıkları ikinci albüm olmakta. İlk albümün ardından gelen belki de beklentileri tam olarak karşılamayan ve ilk albümden çok daha fazla senfonik ögelerle dolu ve hatta fusion etkilerinin daha fazla görüldüğü bir albüm olmuş ''one niter''. Bu albümü benim için özel yapan, albümde yer alan iki farklı konseptteki parçalardır. Biri ''circles'' diğeri ''one niter medley''. Aynı parçada çok farklı geçişler yaptıklarının herkesin gözüne sokulduğu iki parça oluyor bunlar. ''Circles'', 4 koldan sararken ''one niter medley'' de 5 koldan sarıyor dinleyiciyi. 

Albümün diğer parçalarında introların ''sessizlikten'' oluşması şarkının ilerleyişini çok belirgin şekilde görmemizi sağlıyor. Way down ve Loner's Rhyme bunun kanıtı. Way down çalarken Pan'ın vadilerde sekerek flüt çaldığını resmediyor beynim. Keyboard'dan çıkan sesler ve flütün birleşimi Pan'ın hikayesini yeniden yazdırıyor. ''Venezuela'' da iyice mitolojik tınılar duyuyoruz zaten. O sebeple Eela Craig benim için Pan'la özdeşleşmiştir. Kim bilir Eela Craig mitolojinin zevk ve bereket tanrısından etkilenmişlerdir. Araştırmak lazım bunu. İtiraf etmeliyim ki ilk albümlerindeki birkaç şarkıyı saymazsam bu albüm çok daha ''olmuş'' bir albümdür benim için. Ayrıca albüm kapağının verdiği dadaist izlenim sayesinde de benden artı puan almıştır. 

EELA CRAIG
Hubert Bognermayr / keyboards, vocals
Raoul Burnet / congas (2-4) 
Gerhard Englisch / bass, percussion 
Frank Hueber / drums, percussion 
Alois Janetschko / live mixing
Fritz Riedelberger / guitars, piano, vocals 
Hubert Schnauer / keyboards, flute
Harald Zuschrader / keyboards, flute, guitar

ONE NITER
1. Circles: (13:59) 
a) The mighty (5:41) 
b) The nude (2:00) 
c) The curse (5:05) 
d) The blessed (1:13) 
2. Loner's rhyme (9:23) 
3. One niter medley: (11:03) 
a) Benedictus (1:54) 
b) Fuge (0:47) 
c) U.A.T (3:17) 
d) Morning (1:47) 
e) One Niter (3:18) 
4. Venezuela (3:30) 
5. Way Down (7:16)



3 Temmuz 2011 Pazar

Curved Air - Air Cut



Saçma sapan zamanlarda yaşıyoruz. Kronikleşen isteksizlik ağzımıza yüzümüze bulaşmış bir halde bizi esir almaya devam ediyor. Ne yapmak istediklerimizi yapabiliyoruz, ne de yapmamız gerekenleri. Böyle zamanlarda bile koltuk değneği olarak kullandığımız müzik bu boşluk duygusunu biraz olsun unutturabiliyor.

Curved Air benim için yukarda anlattığım durumlardan sıyırabilen bir grup. 1970 yılında kurulmuşlar. İngilizler. Grupta ilk olarak dikkat çeken Sonja Kristina’nın vokali. Bunun dışında virtüöziteye yaklaşan enstrüman kullanımı gruba dikkat kesilmemizi sağlıyor. Velhasıl güzel müzik yapıyor bu insanlar.

Air Cut, grubun dördüncü albümü. İlk iki albümden bu yana ciddi eleman değişimleri yaşamış olmasına rağmen iyi bir albüme imza atmış olmaları saygı duyulası bir durum. Aslına bakarsanız bu yüzden “Curved Air nedir” sorusunun cevabı olarak kullanılacak bir albüm değildir. Buna rağmen albümü es geçmenin büyük bir kayıp olacağını düşünüyorum.

Albümün açılış şarkısı “The Purple Speed Queen” pek prog rock kokmayan bir şarkı ama soloları için bile dinlenebilir. “Elfin Boy” dingin, duygusal bir atmosfere adım atmanıza yardımcı olacak bir şarkı. Metamorphosis ise albümün en uzun ve ihtişamlı şarkısı. On dakikalık şarkıdaki piyano kullanımı o kadar şahane ki notaların yüreğinize dokunduğunu, yakalamak isteyip de yakalayamadığınız iç huzurun nasıl bir şey olduğunu hissetmenize yardımcı oluyor. “Armin” kemanların öne çıktığı tempolu bir şarkı (bir yerden hatırlıyorum bu şarkıyı?). “U.H.F.” ve “Two Three Two” zaman zaman hard rock’a yaklaşan ve güzel melodileri bizden esirgemeyen şarkılar. Albümün kapanış şarkısı “Easy”, benim gibi morali her daim bozuk gezen insancıklara yazılmış sanırım. Sonja Kristina’nın vokalleri, dallanıp budaklanan gitar riffleri, fırtınanın ortasından çıkmış sintizayzırlar, duygusal melodiler, ne ararsanız var.

Kısacası bu albüm hayatınızı daha güzel yapmasa da sorunlarınızı bir süre unutturabiliyor. Böyle zamanlarda az şey mi bu?



CURVED AİR


- Kirby Gregory /gitar, vokal

- Eddie Jobson / klavye, keman, vokal

- Sonja Kristina / vokal, akustik gitar

- Jim Russell / davul, perküsyon

- Mike Wedgwood / bas gitar, akustik gitar, vokal



AIR CUT:


1. The Purple Speed Queen (1:32)

2. Elfin Boy (4:13)

3. Metamorphosis (10:38)

4. World (3:43)

5. Armin (3:42)

6. U.H.F. (5:07)

7. Two-Three-Two (4:10)

8. Easy (6:40)

Captain İlor - Mindfuck (1974- 1977)

yıl oldu 2011 hala ne gelen var ne giden...canım sıkılıyor bu duruma...

bu grubu yeni tanıdım adamlar hem alman hem de progger hem de psychedelic! bermuda şeytan üçgeninin köşelerine bir isim vermek gerekseydi ben bu üç kelimeyi kullanırdım; A, B, C, üçgeni yerine....

yazmayalı da uzun zaman olmuş elim ayağım dolandı birden. nerden başlasam söze karar veremedim... gitar... offf nasıl bir tını yakalamışlar... tribe sokuyor adamı. gitarın öne çıkan sesini arkadan tuşlular takip ediyor...oya gibi işliyor müziği...

geçende bir arkadaşımla dinliyorduk mindfuck (spanish version) parçasını. ikimiz de arkadaki piyanoya takılmışız... sonra ikimizin de çişi geldi:) parçanın başında şırıl şırıl sesler var da etkilenmişiz...

müziği anlatamam ne kadar uğraşırsam uğraşayım çünkü dinlerken herkes kendi macerasını yaşar. ama sözler de çok etkili yahu... adam küfür ediyor asla eskisi gibi olmayacak derken... bi de almanlara özgü ingilizce çok yakışmış albümdeki genel tripy havaya. offf yaaa yazarken dinlemek daha bir etkili oluyormuş... sanırım bu albümdeki favorim hep bu parça olacak: Mindfuck spanish version!!!

Captain İlor - Mindfuck (1974- 1977)

1 Dedication 9:30
2 The Only Life 9:53
3 Mindfuck (Spanish Version) 6:28
4 Museum of My Feelings 10:41
5 Maybe a Sailor 5:51

Captain Ilor: Guitar, Vocals, Moog and Piano in track 3; Bass and Drums in track 5
Swara Samrat: Guitar and Vocals
Space Man: Bass in tracks 1,2,3 and 4
Merlin: Moog in tracks 1,2 and 4
Karl Deter: Drums and Percussion in tracks 1,2 and 4
Orlando Hernandez: Percussion

aman ha dostlarım kendinize iyi bakın...

29 Nisan 2011 Cuma

Cem Karaca - Teşekkürleriyle (1974)

şimdi ben ne yazarsam eksik kalacak....bu yüzden doğaçlama yapacağım .
bilmem kaç milyon yıl boyunca insanlar gelip gitti bu dünyadan. kimisi bir iz bıraktı , kiminin adı bile olmadı... hayat ne garip: vafurlar falan... diyesim geliyor zaman zaman çünkü bazen dönüp dolaşıp vardığım yer hep aynı kürkçü dükkanı oluyor ya da .... bu ya da dan sonrası biraz fazla kişisel bu yüzden yazma taraftarı değilim. işin özü şu aslında ben müziğin tüm dünyayı değiştirebileceğine inanıyorum ya da dünyayı değiştirmek için elimizdeki en güçlü, en temiz, en insani şeyin müzik olduğunu düşünüyorum. bazen asıl meselenin etrafında öyle çok düşünürsünüz ki yaşadığınız şeyin neden bir mesele olduğunu unutursunuz sonra birşey olur: ne bileyim... denizkenarında cebinizdeki son parayla aldığınız o tostu ümitsizce bir serçeye uzatırsınız ve o minik kuşun '' yalnız değiliz dostum'' der gibi sizin elinizden bir parça kurumuş tost ekmeği kaptığını hatırlarsınız ya da bir kedi gelir bacaklarınıza dolanır ellerinizin cebinizin güvenliğine muhtaç bir anınızda ve siz de herşeyi unutup '' lan iyiki doğmuşum'' dersiniz. olur böyle şeyler arada şanslıysanız.. nihayetinde, sonra unutma ihtimaliniz olsa bile, asıl meselenin biraz önce bahsettiklerimden başka bir bok olmadığını anlarsınız...
ve bazen bir ses duyarsınız herhangi biryerde herhangi bir zamanda; size epeydir dinlemediğiniz şarkıları özletir... oluverir işte bunlar....
cem karaca deyince herkesin söyleyecek birşeyleri vardır elbette. bunu yazmak size ne kadar saçma görünür bilmiyorum ama bu dünyada teşekkür etmek istediğim insanlardan biridir cem karaca...
teşekkür etmek istediğim diğer insanlara gelince... yeterli ''yüzü'' bulduğumda ya da kendime olan öfkem dindiğinde o insanlardan birisine teşekkür edeceğim...
not: bahane bulmakta oldukça iyiyimdir ama bu kez itiraf ediyorum ben her bulduğu fırsatta kıçı yaymayı görev edinmiş hayalperest ve iyimser bir kediyim ( iyimser kelimesi yeterince iyimser bir anlam taşımıyor burda)
herkese merhaba ve tekrar görüşmek dileğiyle...

Beyaz Atlı: Ferdy Klein Ork.

Edalı Gelin: Moğollar
Ay Karanlık: Ferdy Klein Ork.
El Çek Tabib: Moğollar
İhtiyar Oldum: Moğollar
Obur Dünya: Moğollar
Deniz Üstü Köpürür: Moğollar
Bir Of Çeksem: Kardaşlar
Askaros Deresi: Kardaşlar
Unut Beni: Ferdy Klein Ork.
Hasan Kalesi: Kardaşlar
Gel Gel: Moğollar


7 Ekim 2010 Perşembe

Atlee - Flying Ahead (1970)

70'li yılların Krautrock ve Progressive rock ayaklanmalarını bir kenara bırakırsak geriye Amerika'dan çıkma psychedelic ve hard rock hareketleri kalır. Genel olarak fazla uzun ömürlü olmayan (tek albümle yetinmek gibi bi alışkanlıkları vardır) grupların oluşturduğu bu kuşakta yakınen bildiğimiz bir dolu grup olmakla birlikte ismini belki de hiç duymadığımız ama yaptıkları işin hakkını sonuna kadar verenler de vardır. Atlee'yi her iki gruba da dahil edebiliriz. Bilenlerin çok iyi bildiği, bilmeyenlerinse gerçekten farkına varamadığı bir zevktir Atlee. Esasen Atlee Yeager isimli bassist ve vokalistin bireysel projesi olarak bile sayılabilecek Flying Ahead'de Yeager'ın öne çıkması beklenirken albümde çalan diğer elemanlar bu işin grup işi olduğunu göstermek istercesine kendilerinden vererek çalarlar. Yeager vokali elbette öne çıkmaktadır ama gitar ve klavye hiç de azımsanmayacak derecede kalitelidir. Dönemi düşünürsek hard rock yapıyor olsalar da blues ve psychedelic etkileri görülmektedir.

Rip you Up, Swamp Rhythm, Dirty Old Man ve Dirty Sheets favoriler. Diğerlerini de es geçmemek lazım tabi, hemen hepsi üst düzeye yakın parçalar.

ATLEE

Atlee Yeager - Vokal, Bass
Michael Stevens - Gitar, Vokal
Bruce Schaffer - Klavye, Vokal
Don Francisco - Davul, Vokal

FLYING AHEAD

01.Rip You Up 4:21
02.Swamp Rhythm 3:51
03.Painted Ladies 4:05
04.Jesus People 5:06
05.Let's Make Love 5:58
06.Will We get Together 2:53
07.Dirty Old Man 5:19
08.Ain't That the Way 3:40
09Dirty Sheets 4:01

29 Eylül 2010 Çarşamba

Pappo's Blues - Pappo's Blues (1971)

Daha önce Arjantin'den herhangi bir grubu blogda misafir ettik mi hatırlamıyorum ama bugüne değin Pappo's Blues'u eklememekle ayıp etmişiz. Buenos Aires'ten çıkma en iyi gruplardandır. Esasen, Pappo olarak bilinen Norberto Anibal Napolitano isimli gitarist ve vokalistin kişisel çabalarıyla doğmuş ve ayakta kalmayı başarmış bir gruptur. Diğer üyelere haksızlık da etmemek lazım tabi. Trio olarak yol alan grupta bass ve davul'un üst düzeyde olmasa da oldukça iyi olduğu kabul edilmelidir. 70'li yılların çalkantılı Arjantin'inde ortaya çıkmak ve ayakta kalmak gerçekten zor bir iş iken bir de bunu mümkün olanın en üst düzeyinde yapmak bile Pappo's Blues'un en büyük başarısıdır.

Pappo'nun bu sorunlu Arjantin döneminde zamanının bir kısmını Brezilya'da diğer kısmını da İngilterede geçirdiğini söylemeliyim. İngiltere kısmı önemli zira Pappo burada olduğu dönemde boş durmamış Fleetwood Mac'ten tanıdığımız Peter Green ve Hawkwind'den çıkma Motörhead kurucusu Lemmy ile çalışmalar yapmıştır. Sadece Green'in ilgisini çekmiş olması bile Pappo'nun müzikal kalitesi ve enstrumantalist yönünün ne derece iyi olduğunun göstergesidir.

Konumuz olan albüm grubun ilk albümü olmasına rağmen sanki bu işi yıllardır yapıyormuşlarcasına deneyimli ve sanki daha yeni başlamışçasına heyecanlıdır. Arjantin'den kaynaklı olarak albümdeki parçalar İspanyolcadır. Pek alışık olmadığımız bir dil olmakla birlikte albüme can veren blues ve hard rock tınıları içerisinde eriyerek alışkın olduğumuzdan farklı bir şey gibi de gözükmez. Pappo'nun gitarıyla girdiği dalgalanmalar, vokalin bu dalgalar üzerinde sörf yaparmışçasına kayışı, bass ve davul'un verdiği "get your motor runnin" duygusuyla albüm, arşivlerde yer etmesi şiddetle tavsiye edilen bir çalışmadır.

Algo Ha Cambiado, Gris Y Amarillo, Especies ve Adonde Esta La Libertad albüme can veren parçalar.

PAPPO'S BLUES

Pappo - Gitar, Vokal
David "Davies" Lebon - Bass, Gitar
Black Amaya - Davul

PAPPO'S BLUES, VOL. 1

01.Algo ha cambiado 2:20
02.El viejo 4:30
03.Hansen 9:00
04.Gris y amarillo 4:25
05.Adiós Willy 2:43
06.El hombre suburbano 3:48
07.Especies 4:40
08.Adónde esta la libertad 1:40

28 Eylül 2010 Salı

Rush - 2112 (1976)

Onca krautrock, zeuhl, vs grupları, çıtır çerez gibi ekleyip durmuş velhasıl rock tarihinin en önemli triolarından birini es geçmişiz. Hem de ne "es". Arkadaş 3 (yazıyla üç) senedir birimiz de uyanmamış mı bu duruma?

Her neyse, grubumuz Rush, albüm de "progresif" dönemlerine  geçmelerinden hemen önce, henüz hard rock  köklerinden kopmadıkları dönemden. Öncelikle baştan sona şaane parçalarla bezenmiş bir albüm olmasına rağmen bu albümün beni en etkileyen parçası, koca albümün en zayıf parçası "Lessons" dır. 

"Favori parçanın beyan edilmesi" faslından sonra albümün genel havasına gelelim. Tonlar bi önceki albümle hemen hemen aynı. Prodüksiyon kalitesi  daha temiz ve yüksek bir ses elde etmelerine olanak tanımış. Daha önce söylediğim gibi, albüm ağırlıklı olarak hard rock köklerinden vazgeçmedikleri parçalardan oluşuyor. Bu nedenle "The Twilight Zone" ve "2112" ilk bakışta dikkat çeken parçalardan.

Açılışı yapan "2112", aslen yedi bölümden oluşuyor. Parçanın tepe noktası; "Presentation" ve Geddy Lee coştukça coşuyor. Açılışındaki bazı space rock etkileri de dikkat çekici. "The Twilight Zone" albümün en başarılı bestesi ve diğerlerinde rastlamadığımız, aksak davul ritmleriyle, progresif ruhu en iyi yansıtan parça olmayı hak ediyor.

"A passage to Bangkok" ile uzakdoğu yolculukları esnasında uğradıkları şehirlere dair bi iki kelam etmişler. "Lessons"  ile ağırlığını artırarak devam eden albüm, "Tears" ile duruluyor. Bir mahsunlaşıyor, elinde çakmağı havaya savuruyor, gözleri kapalı. Son olarak da "Something for Nothing", albümü başladığı gibi, gayet ağır bi şekilde bitiriyor. Bizlere en güzel öğüdü veriyor, "Bir şey almak için önce vermek gerek."

RUSH

Geddy Lee / Bass, Bass Pedal, Vokal
Alex Lifeson / Gitar, Bass Pedal
Neil Peart / Davul, Vurmalılar
*Hugh Syme / Mellotron (Tears parçasında)

2112

01.2112

i. Overture4:32

ii. The Temples of Syrinx2:13

iii. Discovery3:30

iv. Presentation3:40

v. Oracle: The Dream2:00

vi. Soliloquy2:22

vii. Grand Finale2:18
02.A Passage to Bangkok3:30
03.The Twilight Zone3:14
04.Lessons3:48
05.Tears3:29
06.Something for Nothing3:56
 

27 Eylül 2010 Pazartesi

Snafu - All Funked Up (1975)

Ve işte Snafu'nun son albümü. Pete Solley, Procol Harum'a gitmiş, yerine Hicnkley ve Chatton gelmiştir. Grubun müzikal liderliğini yeniden ele alan Moody tarzı ilk iki albümün karması haline sokmuştur. Snafu müziği artık Blues'dan Funk'a oradan Boogie ve Southern Rock'a uzanan bi bütüncül karmaşaya dönüşmüştür. Eğlenceli gitarlar, şaane bir Harrison vokali ile dinlenilmeye değer albümlerdendir. İnsana neşe katar bol bol. Açılış parçası Allman Brothers Band'in 1970 tarihli Idlewild South albümünden çıkma bir Gregg Allman parçası olan Don't Keep Me Wonderin'dir. Bu parça da tarzın nerede olduğunu iyi özetler.

Albümün ardından Snafu Almanya turnesine çıkar ve başırılı bir turne olur bu. Turne başarısı ile Moody yakından tanıdığı David Coverdale'e grupta yer alması için teklif götürür. Coverdale de kabul eder. Ama Snafu'nun sonu gelmiştir ve Coverdale Snafu ile çalışma fırsatı yakalayamaz.

Don't Keep Me Wonderin'i saymazsak Bloodhound, Deep Water, Keep On Running ve Dancing Feet akılda kalan parçalar.

SNAFU

Micky Moody - Gitar
Bobby Harrison - Vokal, Conga
Tim Hinckley - Klavye, Org
Brian Chatton - Piyano
Colin Gibson - Bass, Cowbell
Terry Popple - Davul

ALL FUNKED UP

01. Don’t Keep Me Wondering – 5:21
02. Bloodhound – 5:25
03. Lock And Key – 2:56
04. Hard to Handle – 3:22
05. Every Little Bit Hurts – 4:41
06. Turn Around – 4:23
07. Deep Water – 5:27
08. Keep on Running – 3:24
09. Barroom Tan – 3:48
10. Dancing Feet – 5:51