16 Ağustos 2022 Salı

Black Cat Bones / Barbed Wire Sandwich (1970)

İngiltere'nin ilk dönem Blues Rock gruplarından biri olan Black Cat Bones 1966 yılında kuruluyor. Orijinal kadroda Derek ve Stuart Brooks kardeşler ile birlikte vokal ve armonikada Paul Tiller, davulda Terry Sims ve lead gitarda da efsanevi Paul Kossoff bulunuyor. Grup bu kadroyla bir süre devam ediyor ve Londra'daki pek çok Pub'da sahne alıyor. Ama kadro değişikliğine gitmek zorunda kalıyorlar. Tiller'ın yerine Brian Short gelirken, Terry Sims'in yeri önce Frank Perry ile hemen ardından da Simon Kirke ile değiştiriliyor. Muhtemeldir ki Kirke'ün gruba katılması ile birlikte Free için ilk hareketlenmeler başlıyor.

Grubun kadrosu tam oturdu derken yapımcı Mike Vernon, İngiliz blues müziğinin emektarı Jack Dupree'nin 1968 yılı albümünde çalmaları için Kossoff, Kirke ve Stuart Brooks'u ikna ediyor. Albüm kaydının ardından çıkılan İngiltere turnesinde de yer alıyorlar. Ama o noktadan sonra Brooks Black Cat Bones'a dönerken Kossoff ve Kirke ise gruptan ayrılıyorlar. Kossoff'un yerine Rod Price gelirken, Kirke ise Phil Lenoir ile yer değiştiriyor.

Grubun kadrosu albüm öncesi bu hali alıyor ve tarihinin tek albümü olan (bazı farklı kayıtlar sonradan çıkmakla birlikte) Barbed Wire Sandwich'i kaydediyorlar. Yayınlandığı dönemde çok büyük başarılar elde edemese de gerçekten de oldukça iyi bir albüm çıkıyor ortaya. Sadece blues olmaktan öte psychedelic öğeler de barındıran ve Hard Rock'a kadar uzanan etkili bir albüm.

Parçaların genelinde blues yapısı aynen korunuyor. Herhangi başka bir denemeye girmeden, saf haliyle blues üzerinden giderek keyif veren bir albüm ortaya çıkarmışlar. İlk parça Chauffeur içerdiği tempolu klasik blues anlayışı ile daha albümün başında sizi ele geçiriyor. Bundaki en büyük etkinin Brian Short'un vokalinde olduğunu söylemek de yanlış olmaz.

İkinci parça Death Valley Blues ise pek çok açıdan öne çıkan bir parça. Belki de albümün en iyi parçası. İngilizlerin Amerikalılara "blues böyle yapılır" isimli dersi olarak bile düşünülebilir.

Albümdeki diğer favoriler Feelin' Good, Save My Love ve Good Lookin' Woman. Ama bu demek değil ki diğer parçalar işe yaramaz! Aksine blues'u hangi yönden sevdiğinize göre değişiyor Barbed Wire Sandwich içindeki favori parçalarınız.

BLACK CAT BONES

Rod Price / Lead Gitar, Vokal
Stuart Brooks / Bass
Phil Lenoir / Davul
Derek Brooks / Ritim Gitar
Brian Short / Vokal

BARBED WIRE SANDWICH

01 - Chauffeur 5:19
02 - Death Valley Blues 3:56
03 - Feelin' Good 4:51
04 - Please Tell Me Baby 3:15
05 - Coming Back 2:34
06 - Save My Love 4:54
07 - Four Women 5:07
08 - Sylvester's Blues 3:44
09 - Good Lookin' Woman 7:18


12 Ağustos 2022 Cuma

Ardo Dombec / Ardo Dombec (1971)

Pek çok kaynakta Krautrock olarak gösterilen ama Krautrock'çıların bile kabullenmediği bir grup Ardo Dombec. Hamburg çıkışlı ve 4 kişilik kadrosuyla değişik bir müzik anlayışları var. Bugün bile grubun albümü ile ilgili berbat, kötü, iğrenç gibi tanımlamalar duymak mümkün. Ama yaptıkları tek albümle (muhtemelen o dönemde de iyi bulunmadığından tek albümle kalmışlar) bence müzik tarihindeki yerlerini hem de birçok gruptan daha çok hak ediyorlar.

Grubun tarihçesi hakkında çok fazla bilgi yok. Hamburg'da kuruldukları ve bazı barlarda çaldıkları sırada bir albüm kaydettikleri dışında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Bu bilgi eksikliği hafif bir boşluk oluştursa da çok önemli de değil.

Karşılaştırma ya da benzetme yapmak çok doğru değil ama Ardo Dombec'i, öncülü olan Soft Machine ile aynı kefede düşünebiliriz. Soft Machine'deki kendine has ve zor müzikal yapı Ardo Dombec'te de mevcut. Uzun ve karmakarışık jazz partisyonlarını çok seviyorlar. Genele bakıldığında da jazz ile rock'ı bu kadar iyi buluşturabilen ender gruplardan biri. O zamanda da şimdide de hakları fazlaca yenmiş ve yenmeye devam ediyor.

Saksofon, flüt ve gitarın enfes uyumunu sağlayabilmiş olmaları gerçekten takdire şayan. Ki bunu yaparken herhangi bir tarzın içine dahil olmadan, kendi hallerinde yapmış olmaları da ayrıca alkışlanması gereken bir durum. Sözlerin de epeyce ilginç şeyler içerdiğini söylemeliyim. Konu için en iyi örnek de Clean Up Sunday parçası. Şarkının sözleri ilahi kurtuluşun her pazar yapılan ayinden sonra sadaka kutusuna (bizdeki tanımıyla anlatmak daha doğru geldi) bozuk para atmayla olacağına inanan bir rahibe hakkında. İronik ve eğlenceli.

Açılış parçası Spectaculum tempolu ve epeyce hareketli. Saksofonla birlikte ilerleyen özelliksiz vokal etkileyici bir hava katıyor. Saksofonla yapılan ara oyunlar da parçayı öne doğru taşıyor. Hiç de öyle berbat, sıkıcı ya da kötü değil yani. :)

Supper Time'ın ise nefis bir girişi var. Vokalin ortaya çıkışıyla birlikte değişik bir havaya bürünüyor ve ardından giren gitar ile pek çok açıdan dinleyiciyi doyuruyor.

A Bit Near the Knuckle diğerlerine oranla biraz geride kalmakla birlikte belki de albümün en iyi parçalarından biri olarak çıkıyor karşımıza. Aralara karıştırılmış big band jazz anlayışı güzel bir ayrıntı. Temposu alçalıp yükseldikçe de sizi değişik diyarlara sürüklüyor.

Daha sade bir parça olarak başlayan Clean Up Sunday başta progressive özellikler içerse de bir anda tarzı değiştiriyor. Parçanın temposu sözlerdeki ironi ile eş zamanlı olarak değişiyor. Değişik, tuhaf ve etkili bir parça yani.

1940'lı yıllardan bir big band havasıyla başlayan Downtown Paradise Lost hafiften Blues'a da göz kırpıyor. Anladığım kadarıyla parçada hem John Milton'ın Yitik Cennet'ine (Paradise Lost) hem de Hamburg merkezindeki kırmızı ışıklara göndermeler var. Çözebilen varsa yorum kısmından hepimizi bilgilendirsin.

Oh Sorry ile ilgili sürprizi bozmak istemem ama saksofonla çıkardıkları iş gerçekten çok iyi. :)

Sade ve özelliksiz bir flüt girişiyle başlayan 108 albümdeki en kararsız parçalardan biri. Arada gidip geliyor sürekli. Doğal olarak da dinleyicinin de karar vermesi zorlaşıyor. Kötü değil kesinlikle. Ama değişik. Gitar ve flütün yan yana yürümesi gibi bir şey!

Uchangable Things adına tezat şekilde sürekli değişen bir yapıya sahip. Nereye gideceğini bilemiyorsunuz parçanın. Jazz'dan Blues'a oradan Progressive Rock'a, hafiften klasik müziğe kadar uzanıyor. Hakkını vererek dinlemeniz gereken parçalardan biri.

ARDO DOMBEC

Helmut Hachmann / Saksofon, Flüt
Harald Gleu / Gitar, Vokal
Wolfgang Spillner / Davul, Vokal
Michael Ufer / Bass

ARDO DOMBEC

01 - Spectaculum 4:02
02 - Supper Time 3:19
03 - A Bit Near the Knuckle 4:32
04 - Clean Up Sunday 6:50
05 - Downtown-Paradise-Lost 5:52
06 - Oh, Sorry 0:06
07 - 108 4:36
08 - Unchangeable Things 5:58

10 Ağustos 2022 Çarşamba

Iron Butterfly / In-A-Gadda-Da-Vida (1968)

Baştan belirteyim, Iron Butterfly kişisel açıdan pek çok şeyin başlangıcıdır. Gereksiz İşler Kulübü'nün adının geldiği yer olması dışında, müziği ile etkileyici, hayatı değiştirebilme yeteneği olan, sağlam ama kırılgan bir fikir. Projelerin atası. :)

1966 yılı ortalarında California'nin San Diego şehrinde kuruluyor Iron ButterflyDoug Ingle, Ron Bushy, Jerry Penrod, Darryl DeLoach ve Danny Weis'tan oluşan kadro kısa süre içerisinde Atco (plak firması) ile anlaşma imzalayıp ilk albümün kayıtlarına başlıyorlar. Albüm adı gibi ağır (Heavy) ve kaliteli bir iş olarak ortaya çıkıyor. Hemen ardından ise Weis ve Deloach gruptan ayrılıyorlar ve Rhinoceros grubunu kuruyorlar. Iron Butterfly'da kalan Ingle ve Bushy de gruba Lee Dorman ve Erik Braunn'u dahil ederek şu an konumuz olan muhteşem albümü kaydediyorlar.

Erik Braunn ile ilgili bir konuyu burada yinelemek gerekiyor. Adam, Iron Butterfly'a katıldığı ve bu enfes albümde çaldığı sırada 16 yaşında. Keman eğitimi filan almış ama ben gitar çalmak istiyorum hevesiyle bu enstrümana başlamış. Albümdeki tüm parçalarda duyacağınız gitarlar 16 yaşındaki Erik Braunn'a ait. Ingle ve Bushy'i bu riski aldıkları, Braunn'u da bu kadar yetenekli olduğu için tebrik etmek lazım.

Amerikalı olan grubun müziğe başladığı dönemden kaynaklı olarak Psychedelic Rock üzerine yoğunlaşması hiç de tuhaf değil. Dönemin en özgün, yaratıcı ve kaliteli Amerikan gruplarının çoğu bu tarzın içine dahil. Ama Iron Butterfly işi biraz daha öteye taşıyor. Müzikal atmosferde yarattıkları yırtıcılık ve hırçınlık ile Hard Rock'a evrilirken, gelecek dönemlerin Heavy Metal'ine de kapı aralamış oluyorlar. Temelde müziklerini sadece Psychedelic olarak adlandıramayız. Onun üzerine eklemeler yaparak Hard Rock, Heavy Psych ve Acid Rock'a dönüştürdükleri yayınladıkları albümlerde fena halde belli oluyor.

Albümün genelinde Flower Power'dan gelen bir hissiyat olduğu gerçeği yadsınamaz. Grup elemanlarının da kafasının o yönde çalıştığı ortada. Doğal olarak da albüm bütün sertliğine rağmen naif düşünceler içeriyor. Sözleri son derece basit ve özensiz gibi görünse de Most Anything You Want harika bir giriş parçası. Doug Ingle'ın benzersiz vokali ile de fena halde ön plana çıkıyor.

Flowers and Beads ise az önce bahsettiğimiz Flower Power üzerinden giden samimi bir parça. Gitar ve davullar bir yana Ingle'ın hem vokali hem de klavyesi ile şenleniyor. İnsanı gerçekten de o yıllara kadar götürebilme yeteneğine sahip. Dinlerken bir anda bu yüzyıldan diğerine, coşkunun daha içten ve fazla olduğu döneme doğru aktığınızı hissediyorsunuz.

Üçüncü parça My Mirage genel olarak insanı baştan çıkarma becerisini elinde tutup çok da iyi kullanıyor. Ritmik ara bölümleri ile psychedelic ile acid rock arasında gidip gelirken sizi de oradan oraya savuruyor.

Termination kısa ve kısa olduğu kadar da etkili. Bazı bölümlerinde Uriah Heep tarzı Heavy Progressive Rock'ı bile duyabilirsiniz. Bir anda herşeyi sonlandıran enfes bir sona da sahip. Hemen ardından gelen Are You Happy, sorduğu sorudan çok verilebilecek cevaplara odaklanmış gibi görünüyor insana. Doug Ingle'ın vokali bu parçada bambaşka bir yapıya bürünüyor. Davul atakları ve bass gitarında buna katkısı çok büyük. Kişisel olarak hayatımın pek çok döneminde, özellikle de boktan zamanları yaşadığım anlarda, kafamın içinde Ingle'ı duymuşluğum vardır. O anın bütün hezimetini zafere dönüştürecek şekilde gülümeyerek bağırır; Are You Happy?

Albümün son parçasını ise mutlaka bir yerlerde duymuşsunuzdur. Bir filmin kovalama sahnesinde, dandik bir reklamda, gezdiğiniz bir sergide vs. Duymadıysanız da yazıklar olsun size! :) Rock müzik tarihinin en iyi, en etkili parçalarından biridir. 17 dakikayı aşan ama sıkıcı ya da sıradan olma belasına bulaşmayan yapısı, Ron Bushy'nin efsanevi davul solosu, Braunn'un sürükleyici gitarı ile öne çıkar. Şarkının adının In The Garden Of Eden'dan geldiği söylense de bir röportajda Ingle "alakası bile yok" cevabını vermiştir. Konunun aslı hala muammadır. Neyse işte.. Böyle parçalar hakkında çok konuşmaya da gerek yok, play tuşuna basmak yeterli.

IRON BUTTERFLY

Doug Ingle / Vokal, Klavye
Ron Bushy / Davul
Lee Dorman / Bass, Vokal
Erik Brann / Gitar, Vokal

IN-A-GADDA-DA-VIDA

01- Most Anything You Want 3:41
02 - Flowers and Beads 3:05
03 - My Mirage 4:51
04 - Termination 2:50
05 - Are You Happy 4:28
06 - In-A-Gadda-Da-Vida 17:05

4 Ağustos 2022 Perşembe

Aardvark / Aardvark (1970)

Rock
Müzik tarihi özellikle de Progressive Rock alanı pek çok değişik ve enteresan şeyi görebildiğimiz müzik alanlarından biri. Türlerden ve alt türlerden tutun da kullanılan ekipmana kadar pek çok farklılık ve çeşitliliği içinde barındırıyor. Bu iki bileşen de kaliteli müziğin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Aardvark da buna katkı sağlamış gruplardan biri. Enteresan ya da değişik tarafı nerede diye soracak olursak... Grupta gitar yok!

Gitarın olmadığı bir grubun rock müzik yapması biraz tuhaf gibi gelebilir ama değil işte. Aardvark bunu gayet iyi başarabilmiş. Progressive ve Psychedelic'in semalarında gezinirken size gitar eksikliğini hiç de hissettirmiyorlar. Bunda grup elemanlarının enstrümanlarına hakim olmalarının da payı var şüphesiz.

Aardvark ile ilgili bir diğer ilginçlik de grubun ilk kadrosunda olup da grubun tanınmasını sağlayan iki kişiden biri Paul Kossoff diğeri de Simon Kirke. Free'yi oluşturmaya başlamadan hemen önce Aardvark'ın kadrosunda yer almışlar. Sanırım Kossoff ayrıldıktan sonra "daha iyisini bulamayız" mantığıyla gitarı gruptan çıkardılar. İyi de yapmışlar.

Çok özelliği olmayan sade bir vokal, öne çıkan klavye ve kaotik bir karmaşayı andıran ama her seferinde doğru yerde ve doğru şekilde toparlanan bir müzikal anlayışa sahipler. Açılış parçası Copper Sunset, pek çok dinleyicinin favorisi olmaya aday. Temposu hiç düşmeyen, hard rock'a göz kırpan bir parça. Parçanın son kısmında yaptıkları ani kesiliş ile ikinci parça Very Nice Of You To Call'a değişik bir geçiş yapıyorlar. Albümde ya da player'da bir sorun var bile zannedebilirsiniz. İkinci parça ise daha sakin ve naif. Yapısıyla çok fazla göz doldurmasa da enfes bir dinlence.

Üçüncü sıradaki parça Many Things To Do ise insana "aha Gentle Giant mi bu?" sorusunu sorduruyor en başta. Ama sonra hiç alakası olmadığını anlıyorsunuz. The Greencap ve I Can't Stop ise psychedelic'ten kopup gelen ve progressive bir evrim yaşayan parçalar. I Can't Stop'da blues etkileşimini bile yakalayabilirsiniz. Şarkı tam da adına uygun şekilde hiç durmayacakmış gibi devam ediyor.

The Outing kişisel olarak albümde en sevdiğim parça. Durduğu bir yer yok. Sürekli değişiyor, bir an önceki ile sonrası arasında büyük farklar yaratarak hem de. Dinlemeden anlaşılamayan bir güzellik. Ardından da sanki bu parçanın etkilerini üzerinizden atmanız için yapılmış gibi duran Once Upon a Hill geliyor. Fena halde sakin ve durağan. Üflemelilerle insanı rahatlatıp bir sonraki parça Put That In Your Pipe And Smoke It'e hazırlıyor sizi. Bu ise atmosfer oluşturmada ve o atmosferi istediği gibi evirip çevirme konusunda çok iyi bir parça. Dinlerken sizi her türlü dağıtıp ardından hızla toparlayıp tekrar dağıtıyor. Puzzle gibi parçalara bölünüp bir sonraki anda da tekrar bir araya geldiğinizi düşünün. İşte aynen öyle!

AARDVARK
Stan Aldous / Bass
Frank Clark / Davul
Steve Milliner / Hammond, Recorder, Vibraphone
Dave Skillin / Vokal

AARDVARK
01 - Copper Sunset 3:19
02 - Very Nice of You to Call 3:41
03 - Many Things to Do 4:24
04 - The Greencap 5:54
05 - I Can't Stop 5:30
06 - The Outing 9:52
07- Once Upon a Hill 3:01
08 - Put That in Your Pipe and Smoke It 7:13

29 Temmuz 2022 Cuma

Matching Mole / Matching Mole (1972)

Progressive Rock'ın yükselişe geçtiği yıllarda kendi ayrıksı özellikleriyle öne çıkmayı başaran ve İngiltere'nin Canterbury şehrinde konumlanan müzisyenlerin / grupların yaptığı müziğe farklı bir isim verilmişti; Canterbury Scene. Jazz Rock ve Jazz-Fusion'dan fena halde etkilenen bu karşıt kültür içinden epeyce başarılı gruplar ve müzisyenler de çıkardı. Soft Machine, Caravan, ilk dönem Gong, Khan, Robert Wyatt, Steve Hillage, Hatfield and the North bunlardan sadece bazıları. Matching Mole da aynı tarza dahil olan gruplardan biri.

Grubun kurulmasını sağlayan Robert Wyatt, Soft Machine'in önemli isimlerinden biri malum. Soft Machine'den ayrıldıktan hemen sonra solo bir albüm kaydedip ardından da Caravan'dan Dave Sinclair, Quiet Sun'dan Bill MacCormick, yine Soft Machine'den Dave MacRae ve Carol Grimes and Delivery'den Phil Miller ile birlikte başka bir albüme imza atıyorlar. Grubun adını da Wyatt ve MacRae'nin eski grubu Soft Machine'den alıyorlar. Soft Machine'in Fransızcası "Machine Molle". Kelime oyunu yapıp Matching Mole'e dönüştürüyorlar.

Grup elemanlarının geldiği önceki gruplar ve başarıları düşünülünce Matching Mole'un enfes lezzetler sunan albümler yapması hiç de tuhaf gelmiyor insana. Diğer yandan pek çok dinleyici için zor ve yorucu da sayılabilir bu albümler. Çünkü alışık olduğumuz melodik yapıların çok ötesine götürüyor bizi. Müziğin bütün bir atmosferi yaratabildiği yerlere...

Enstrüman kullanımları, Wyatt'ın kendine has vokali ve Jazz yapısıyla gerçekten de başka bir müzikal deneyim sunuyor Matching Mole. Albümde favori olarak gösterebileceğiniz parça bulmakta zorlanıyorsunuz, çünkü hepsi birbirinden çekici bu konuda. İnişleri çıkışları, bir anda durağanlaşan ama bir süre sonra yırtıcı hale gelen tarzıyla keyif veren, zorlayan, vazgeçilmeyen albümlerden biri. Bir sonraki albüm olan Little Red Record'daki sözlerin ilk albümde daha yaratıcı olduğunu ve edebi anlamlar taşıdığını belirtelim. Ama dinlerken sözlere de vokale de hiç ihtiyacınız da kalmıyor zaten.

MATCHING MOLE
Robert Wyatt / Vurmalılar, Vokal, Piyano, Mellotron
Phil Miller / Gitar
Bill MacCormick / Bass
Dave Sinclair / Org, Piyano
Dave MacRae / Elektrikli Piyano, Org

MATCHING MOLE
01- O Caroline
02 - Instant Pussy
03 - Signed Curtain
04 - Part of the Dance
05 - Instant Kitten
06 - Dedicated to Hugh, but You Weren't Listening
07 - Beer as in Braindeer
08 - Immediate Curtain

28 Temmuz 2022 Perşembe

Marsupilami / Marsupilami (1970)

70'lerin başında çok fazla ön plana çıkmasa da yaptıkları müzikle kendilerini kanıtlayan bir gruptur Marsupilami. Adını Belçikalı çizgi romancı André Franquin'in aynı adlı çizgi romanından alır. Hani şu uzun kuyruğunu acayip iyi kullanan, kaplan desenli sevimli yaratık olan Marsupilami.

Grup 1969 yılı civarında kuruluyor. Hemen ardından dönemin en ünlü gruplarından biri olan Deep Purple ile turneye çıkıyorlar. Konserlerde gayet iyi performanslar sergiledikten sonra 1969 yılı Isle of Wight Festival'ın açılış grubu olmayı başarıyorlar. Belirtmek gerekir ki bu yeri almalarının en büyük sebebi King Crimson'ın açılış grubu olmayı reddetmesi. Grup, Crimson'dan açılan yeri oldukça iyi dolduruyor ve Transatlantic Records ile de albüm anlaşmasını kapıyorlar.

İlk albüm Marsupilami 1970 yılında yayınlanıyor. Progressive Rock ile Jazz Rock arasında bir yere konumlanan albümde flüt ve org kullanımları ile vokaller gerçekten iyi ve sürekli ön plana çıkıyorlar. Vurucu ritimlerle birleşen iki erkek bir kadından oluşan çok vokalli yapı, ses efektleri ve yırtıcı gitarla birlikte gayet kaliteli bir albümün ortaya çıkmasını sağlıyor.

Ses efektleri, ziller ve bass tınılarıyla başlayan ilk parça Dorian Deep, klasik yapıda bir balad izlenimi yaratsa da flüt ve vokalin öne çıkmasıyla birlikte değişik ve ritmik bir yapıya bürünüyor. Adıyla Rock'n Roll hissi veren ama pastoral bir balada dönüşen Born to be Free ise ayrı bir güzellik.

Normalde Soft Machine, East of Eden hatta King Crimson ve Pink Floyd anılması gereken ama zamanında bunu kazanamayan grubun belirleyici parçası And The Eagle Chased the Dove to Its Ruins; ritimleri, vokalleri ve elektro gitarı ile öne çıkıyor. İniş çıkışlarla geçen kısa bir macera yaşatıyor insana.

Ab Initio Ad Finem (The Opera) ise bambaşka bir hikaye anlatıyor. Özellikle ses efektlerinin fazlaca kullanıldığı parça farklı türlerden izleri tam bir opera kavasına büründürüyor.

Kişisel olarak albümün en sevdiğim parçası ise Facilis Descencus Averni. Diğerlerinden çok daha iyi bir parça değil belki ama vokalin yumuşak ve basit yapısı, saldırıya geçmiş gibi ileri atılan flüt, armoniye çok şey katan org ile kaosa sürüklenen bir tavra sahip. Sonunda her şey derli toplu bir hal alsa da kat edilen mesafe dinleyen kişiyi gerçekten farklı evrenlere sürüklüyor.

MARSUPILAMI

Mike Fouracre / Vurmalılar

Fred Hasson / Vokal, Armonika

Leary Hasson / Org

Richard Hicks / Bass

Dave Laverock / Gitar, Vokal

Jessica Stanley-Clarke / Flüt, Vokal

MARSUPILAMI

01 - Dorian Deep

02 - Born to be Free

03 - And the Eagle Chased the Dove to It's Ruin

04 - Ab Initio Ad Finem (The Opera)

05 - Facilis Descensus Averni


27 Temmuz 2022 Çarşamba

Wishbone Ash / Wishbone Ash (1970)

Blues Rock, Hard Rock, Progressive Rock, Heavy Progressive Rock gibi türleri içinde barından müziğiyle Wishbone Ash, 70’li yılların popüler ve iyi gruplarından biridir. 1966 yılında Steve Upton, Martin Turner ve Glenn Turner tarafından kurulan The Empty Vessels grubun ilk hali. Çeşitli barlarda çaldıktan sonra, 1969 yılında grubun adını Tanglewood olarak değiştiriyorlar. Bir kulüpte çaldıkları sırada menajer Miles Copeland (kendisi daha sonraları The Police ve Sting’in menajeri olarak ün yapar) tarafından fark ediliyorlar. Daha sonra grubun adını Wishbone Ash yaparak yola devam etme kararı aldıklarında Glenn gruptan ayrılıyor. Yapılan gitarist seçmelerinde Andy Powell ve Ted Turner arasında karasız kalıp, trio olarak düşündükleri grubu quartet’e çeviriyorlar.

Daha ilk andan itibaren işler Wishbone Ash için iyi gitmeye başlıyor. Deep Purple’ın ön grubu olarak çıkacakları bir konserin soundcheck’i sırasında Ritchie Blackmore grubu dinleme şansına sahip oluyor ve Deep Pruple’ın yapımcısı Derek Lawrence’a grubu tavsiye ediyor. Wishbone Ash’i dinleyen Lawrence beğenerek ilk albüme imza atıyor.

Albümün ilk yüzünde 3’ü yüksek tempolu 4 şarkı bulunuyor. İlk parça Blind Eye’ı kişisel olarak pek tercih etmesem de rock’n roll’a göz kırpan, blues etkilerini içinde barından yapısıyla oldukça iyi bir parça. Hemen ardından gelen Lady Whiskey melodik yapısı ve öne çıkan gitarlarıyla estetik bir yapıya büründürüyor albümü. 

Üçüncü parça Errors of My Way ise bambaşka bir şey! Kişisel olarak en sevdiğim Wishbone Ash parçalarından biri olmasının yanında 12/8’lik ritmiyle, alışkın olmadığımız bir rock baladı. Grubun kalitesinin en önemli sinyalleri bu parça ile veriliyor sanki.

A yüzünün son parçası Queen of Torture yüksek temposu ve gitarlarıyla enfes bir dinlemelik.

Albümün B yüzünde ise sadece 2 parça bulunuyor. Bazı rock dinleyicileri tarafından gereksiz uzunlukta ve hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden şarkılar olarak tanımlanmakla birlikte ilk albümünü yayınlayan bir grubun bu kadar iyi parçalar ortaya çıkarmasına şaşırmadan edemiyorum yıllardır. İlk parça Handy adının aksine konserlerde pek kullanışlı olmasa da albümde muhteşem bir yer ediniyor kendine. Başlangıçta balad havasıyla giriş yapılan parça bir üre sonra darmadağınık bir hale geliyor ve neredeyse bütün rock türlerini içinde barındırıyor. Parçanın girişine ve bass solosuna dikkat!

Son parça Phoenix ise grubun uzun yıllar konserlerde hem de 17-18 dakikalara kadar çıkarak çaldıkları bir parça. Özellikle Wishbone Ash dinleyenler için enfes. Handy’de olduğu gibi sakin başlayan Phoenix ilerledikçe Hard Rock ve Heavy Progressive Rock’ın tavanına vuracak şekilde evriliyor. Oldukça başarılı bir ilk albüm. Bolca dinlemek ve arşivlemek şart.

WISHBONE ASH

Andy Powell - Gitar, Vokal
Steve Upton – Davul
Martin Turner - Bass, Vokal
Ted Turner Gitar, Vokal

WISHBONE ASH

01 - Blind Eye 3:40
02 - Lady Whiskey 6:08
03 - Errors of My Way 6:08
04 - Queen of Torture 3:20
05 - Handy 11:30
06 - Phoenix 10:23


6 Mayıs 2022 Cuma

Dark - Round The Edges (1972)

4 günlük kayıt aşaması ve 64 kopyalık orjinal sürümü ile zamanında yeterince ilgi görmese de (eş dosta dağılmaktan öte) zamanla koleksiyonerlerin kutsal kasesine dönüşmüş bir albüm Round the Edges. Daha kısa sürede kaydedilmiş, hatta daha az basılmış (hiç basılmayanlara da selam olsun) bir dolu kayıttan ne farkı var bu albümün derseniz, peşinen cevap vereyim: bu albümün alamet-i farikası, içinde barındırdığı bazı anlardan öteye geç(e)miyor.

Daha kafadan, kakafonik, kaotik ve biraz ne idüğü belirsiz bir introsu ile sizi karşılayan açılış parçası Darkside’ın devamındaki ağır aksak yürüyüşü ve solosu, Northampton soğuğu misali, iliklerinize işliyor. Schizoid man tarzı bir geçişle de diğer parçalarda sık sık denk geleceğiniz o meşhur overdrive fuzz gitar duosu ile tanışıyoruz. Bahsettiğim alamet-i farika diyebileceğimiz anlar da genelde bu tip ön plana çıkan dual fuzz gitarlar işte. Albümün prodüksiyon, gitar ve vokal görevini üstlenen Steve Giles’ın vokal partisyonları belki bilinçli olarak duygudan ve nağmelerden uzak düz bırakılmış olsa da detone olduğu anlarda tüm tadınızı kaçırabilecek seviyede. Biraz politik, biraz psych, biraz ondan ve bundan sözler de parçaların trafiğine uydurulmuş ve vokali zorlamamayı amaçlamış gibi duruyorlar. (buna rağmen patlıyor olması da büyük başarı) Neyse ki Ronald Johnson ve Clive Thorneycroft altyapıda yakaladıkları mükemmel uyum ile harikalar yaratıyor da çiğ vokaller ve çoğu üstünkörü (fuzzuli) gitarların yarattığı baygınlık hissi ortadan kalkıyor. Bu arada Johnson ve Thorneycroft ikilisinin bestelere olan katkıları “Live for Today” ve “Zero Time” gibi parçaların aranjmanlarında da bolca hissedebilir.

Kapağına “loş bir odadan dışarıya bön bakan bir hatun” koyarak, isminin ve memleketi Northampton’ ın hakkını veren bir grup Dark ve dönemin pırıl pırıl soundlarından uzak, sade ve (kısmen) akıllı prodüksiyonlu “Round the edges” albümü ardından 1977 yılında dağıldı. Doksanların ortasında tekrar bir araya gelip, iki-üç yıl sonra tekrar dağılan grup, 2011 yılından beri faal. 2019 yılında albümü baştan sona çaldıkları konserleri de mevcut. (Steve Giles’ın YouTube hesabına bakınız)

DARK

Steve Giles / Vokal, Gitar
Martin Weaver / Gitar
Ronald Johnson / Bass
Clive Thorneycroft / Davul

ROUND THE EDGES

01 - Darkside (7:56)
02 - Maypole (5:00)
03 - Live for Today (8:04)
04 - R.C.8. (5:03)
05 - The Cat (5:19)
06 - Zero Time (6:47)


ICG

12 Aralık 2020 Cumartesi

50. Yılını Kutlayan Progressive Rock Albümleri / Bölüm 2

1970 yılında piyasaya çıkan ve bugün 50.yılını kutlayan Progressive Rock albümleri seçkisinin 2.bölümü. Gentle Giant, Soft Machine, Miles Davis, King Crimson ve Genesis'in 1970 yılı albümleri seçkinin bu bölümünde yer alıyor.

Symphonic Rock, Jazz Fusion, Canterbury Scene, Progressive Folk gibi Progressive Rock etkileşimi sayılan albümleri kısacık tanıtarak, haklarında bilgi vermeye çalıştık.

11 Aralık 2020 Cuma

50. Yılını Kutlayan Progressive Rock Albümleri

1970 yılında yayınlanan ve bugün 50.yılını dolduran Progressive Rock albümleri seçkisi. Amon Düül II, Caravan, Santana, Van Der Graaf Generator ve Emerson, Lake & Palmer'ın 1970 yılı albümleri seçkinin bu bölümünde yer alıyor.

Progressive Rock içerisine dahil olan Sypmhonic Rock, Krautrock, Canterbury Scene, Progressive Folk Rock ve Klasik Müzik gibi pek çok türden etkiler taşıyan albümleri sıralarken haklarında da kısa bilgiler verdik.

17 Kasım 2020 Salı

Trúbrot - Undir Áhrifum (1970)

60’lı yılların sonunda 2 grup elemanlarının birleşmesinden oluşan “supergroup” Trúbrot, rock müzik konusunda İzlanda’nın medar-ı iftiharlarından biri. Gerçi başka grup var mıydı onu da hatırlamıyorum şimdi ama bu grubun yeri ilginç ve değişik.

İlk albümde kendi dillerini kullanarak yaptıkları geleneksel folk müziğin ardından daha geniş kitlelere açılabilme amacıyla 2. Albümden itibaren progressive ve psychedelic’e doğru yol alıp dili de İngilizce olarak güncelliyorlar. İyi de yapmışlar çünkü İzlandaca pek de uygun değil gibi geliyor bana.

60’ların ikinci yarısında etkili bir yere sahip olan Hljómar ve Flowers gruplarının elemanları daha farklı işler çıkarabilmek adına birleştiklerinde isim olarak Trúbrot’u seçiyorlar. Buradan bakıldığında karizmatik bir isim gibi görünmekle birlikte anlamı “döneklik” olunca pek de iyi duygular beslemiyor insan. Üstüne bir de Undir Ahrifum yani “sarhoş” diye albüm yapınca…

İşin şakası bir yana İzlanda gelenekselinden beslenen tarzlarını progressive ile birleştirip içine psychedelic ve heavy’i de katınca ortalamanın üzerinde bir albüm ortaya çıkmış. Zamanında plak olarak yayınlanan albümün A yüzü kısa ama etkili parçalardan oluşuyor. İngiliz tipi progressive ile Amerikan tipi psychedelic’in birleşiminden oluşan parçalar birbiri ardına sıkmadan kendini dinletiyor.

Albümün B yüzünde yer alan 2 parça ise hem grup hem de İzlanda rock müziği açısından gerçekten de üst düzey işlere dönüşmüş. Feel Me yumuşak başlayan tarzını gitar oyunlarıyla bezenmiş bir melodik yapıya dönüştürerek, içinde barındırdığı pek çok etkileşimi öne çıkartıyor. Albümün en iyi şarkısı bile denilebilir. Hemen ardından gelen ve kapanış parçası olan Stjörnuryk ise daha ağır ve durağan görünmekle birlikte sonlara doğru ritmik hale gelen tarzı ve gitar soloları ve iniş çıkışlarıyla keyif veriyor. 


TRÚBROT

Gunnar Þórðarson – Gitar, Flüt, Vokal
Rúnar Júlíusson - Vokal, Bass
Magnús Kjartansson - Piyano, Org, Vokal
Ólafur Garðarsson - Davul


UNDIR ÁHRIFUM

1. Going (4:44)
2. Everything's Alright (4:23)
3. In The Country (2:46)
4. Relax (2:44)
5. Sunbath (3:47)
6. Tracks  (3:55)
7. Feel Me (10:34)
8. Stjörnuryk (7:35)


14 Kasım 2020 Cumartesi

Affinity - Affinity (1970)

2 gün arka arkaya hem de Almanlar üzerinden İngiliz Progressive Rock müziği ile ilgili atıp tutunca, doğal olarak bu tarzdan birilerini de blog’a ekleyesi geliyor insanın. Türün en iyi ya da en üretken veya en sağlam temsilcisi gibi görünmese de Affinity kuşkusuz en iyilerden biri. 

Kökeni 1960 yılına, Sussex Üniversitesi’ne dayanıyor. 1960 yılında üniversite öğrencisi olan elemanlar birlikte çalmaya başlıyorlar. 63 yılından itibaren grup 2 farklı tipte ama başlangıçtaki elemanlarla devam ediyor. İlk grup caz üzerine yoğunlaşan The Jazz Trio, diğeri ise The Baskervilles. Her iki grubun elemanları da sürekli değişmekle birlikte üniversite sonrası Naiff ve Serpell, Ice isimli bir grup kuruyorlar ve ticari anlamda başarı kazanan bir albüm kaydediyorlar ama ertesi yıl da dağılmak zorunda kalıyorlar. The Baskervilles’den gelen Naiff ve Serpent, Ice’ta birlikte çaldıkları John Carter’ı da alıp The Jazz Trio’dan Linda Hoyle ve Mo Foster ile birleşip Affinity’i kuruyorlar. Kısa süre sonra Carter ayrılıyor ve yerine Mo Foster geliyor.

68 – 70 yılları arasında pek çok kayıt, bir sürü konser ve daha nicelerini yapıp en sonunda da grubun tek albümü Affinity’i piyasaya çıkarıyorlar. Ticari anlamda muhteşem bir başarı yakalayamasalar da psychedelic, folk ve jazz’dan beslenen progressive rock tarzlarıyla rock müzik tarihindeki yerlerini alıyorlar.

Grubun en güçlü yanı tartışmasız Linda Hoyle vokali. Jefferson Airplane’den Grace Slick’in güçlü vokaliyle Fairport Convention’dan Sandy Denny’nin yumuşak ama etkili sesinin birleşimi olan Hoyle’un vokali bu iki benzerliğe rağmen kendine has bir yapıya da sahip. 

Vokali en güçlü yan diye belirledik ama grubun diğer elemanları ve enstrüman kullanımları da yabana atılır gibi değil. Özellikle Bob Dylan’ın yazdığı All Along the Watchtower’da hem progressive rock hem de enstrümanlar üzerine uzun ve çok iyi bir ders alıyorsunuz.


AFFINITY

Linda Hoyle - Vokal
Lynton Naiff - Piyano, Elektrikli Piyano , Klavsen , Vibrafon
Mike Jopp - Elektro Gitar, Akustik Gitar, 12 Telli Gitar
Mo Foster - Elektrikli Bass, Kontrbas
Grant Serpell - Davul, Vurmalılar


AFFINITY

1. I Am and So Are You (3:31)
2. Night Flight (7:15)
3. I Wonder If I Care as Much (3:20)
4. Mr. Joy (5:02)
5. Three Sisters (4:57)
6. Coconut Grove (2:35)
7. All Along the Watchtower (11:36)
Bonus Tracks
08. Eli's Coming  (3:28)
09. United States Of Mind  (2:44)


13 Kasım 2020 Cuma

Pell Mell - Marburg (1972)

Alman symphonic ve progressive’ine giriş yapmışken Pell Mell’den bahsetmemek de olmaz elbette. Genel olarak Krautock içerisinde yer alsalar da tıpkı Novalis’te olduğu gibi İngiliz tipi progressive’ e daha yakınlar. Enstrüman kullanımları, heavy’e kayan çıkışlar ve kimi zaman yumuşak kimi zaman sertleşen vokalleriyle öne çıkan gruba ait yayınlanmış ilk albüm Marburg. Hiç şüphesiz ki en bilineni de yine bu aynı albüm.

Pastoral etkiler taşıyan bölümleriyle symphonic rock’ı birleştiren ama enfes tanımlamasından bir hatta iki derece aşağıda olan bir albüm. Çünkü albümde müzik açısından hiçbir sorun yokken vokal insanı çileden çıkarıyor. Evet, bazı yerlerde kulağa çok iyi geldiği de oluyor vokalin ama geneli düşündüğümüzde gerçekten berbat denilebilecek bir yapıda. Yani hiç gerek yokmuş o vokale. Kimilerine göre belirli bir tarzı ifade etse de albümün yapısını bozduğu da bir gerçek.

The Clown and the Queen gibi efsanevi bir parçanın vokaller yüzünden harcanmasından bahsediyoruz burada. Müzikal alt yapısı gerçekten muhteşem olan bu parçada kulağı tırmalayan, insanı rahatsız eden tek şey o özelliksiz ve her an detoneleşecekmiş hissi uyandıran vokaller.

Her albümde kişisel bir favori parça bulunur ya.. Bu albüm için benimki de ikinci parça olan Moldau. Alman folk kültüründen beslenen, klasik müzik etkisinin bir hayli hissedildiği bu pastoral senfonide (aha, gönderme yaptım) hüzünle başlarken coşkuyla dolarak keyfin derinliklerine dalıyor insan. Parçada özellikle öne çıkan flüt ve keman Schmitt ve Schön’ün basit, sade ama üst düzey yeteneklerini gösteriyor.

Oldukça melodik havada başlayan Friend, albümün bir diğer sürprizi. Uriah Heep hatta daha özele inerek belirtirsek Ken Hensley tarzı klavyeleriyle göze çarpan flüt ile ilerleyen parça değişik hissiyatlar yaşatıyor insana.

City Monster ise iddiasız görünen ama rock müziğin etkileşimleri üzerine geniş bir yelpazeye sahip olan ilgi çekici bir parça. Ani değişimler, atonale doğru gidiyormuş hissi uyandıran oyunlar, ikili vokaller parçaya değer katıyor.

Vokal girene kadar atmosferik introsu ile iyi idare eden Alone, her ne kadar vokaldeki Gentle Giant tarzını hissettirse de fazlasıyla can sıkıcı olabiliyor. Ama ardı ardına gelen tür ve tarz değişimleri ile geçişleri parçayı iyi bir hale getiriyor. Özellikle sonlara doğru ortaya çıkan keman bambaşka lezzetler sunuyor.


PELL MELL

Thomas Schmitt – Vokal, Keman, Flüt, Mellotron
Rudolf Schön – Gitar, Vokal, Flüt
Otto Pusch  - Piyano, Org
Jörg Götzfried – Bass Gitar, Vokal
Bruno Kniesmeijer – Davul, Vurmalılar
& Andy Kirnberger – Gitar (The Clown and the Queen)


MARBURG

1. The Clown and the Queen (8:37)
2. Moldau (5:24)
3. Friend (7:04)
4. City Monster (8:42)
5. Alone (9:24)


12 Kasım 2020 Perşembe

Novalis / Banished Bridge (1973)

60’ların sonuna doğru başlayan süreçte, popüler müziğin dışında kalan alternatif kesimin öncülüğünü Amerika’da Psychedelic, İngiltere’de Progressive ve Almanya’da da Krautrock yapıyordu. Türlerin birbirini tanıması ve keşfetmesi doğal olarak çok sürmedi. 70’li yılların daha hemen başında İngiliz Progressive’ini keşfeden gruplardan biri olan Novalis, melodik yapıya uzak ağır Krautrock’tan çok uzaklaşmadan ama özellikle dışında durarak Almanlara ait progressive ve symphonic rock’ın ortaya çıkmasını sağladı.

Tabi tarz ilk albümde daha fazla şekilde İngiliz’di. Ama birbiri ardına gelen albümler ile Alman halk kültüründen beslenen bir symphonic rock’a dönüşen Novalis müziği kendine ait bir yapıya sahip olmuştu. Konumuz olan bu ilk albüm daha sonraları mutlaka eklemeyi düşündüğümüz Novalis başyapıtı sayılabilecek Sommerabend ile oldukça büyük farklılıklara sahip. Az önce bahsettiğimiz İngiliz tavrı ve tarzı diğer albümlerde neredeyse hiç hissedilmezken Banished Bridge albümünü bilmeyenlere “İngilizler yapmış” diyerek yutturabilirsiniz.

4 kişiden oluşan grubun bu ilk albümünde özellikle ilk parça Banished Bridge, vokalist Jürgen Wenzel’in bazı zorlama tonlarını taşımakla birlikte enstrümanlar açısından oldukça doyurucu. Lutz Rahn’ın zaman zaman Emerson, Lake & Palmer’ı hatırlatan Hammond tınıları pek çok yerde albümü yukarı doğru taşıyor.

İkinci parça High Evolution adındaki anlama selam dururcasına değişken bir yapıya sahip. İniş çıkışlar, coşku ve hemen ardından gelen durağanlık ile oldukça ilgi çekici bir yapıda. The Strawbs etkilerini anımsatan tarzıyla pek çok kişinin albümdeki favorisi olmaya aday.

Biereichel’in enfes vurmalıları eşliğinde ilerleyen ve Rahn’ın tuşlularıyla farklılaşan Laughing, melodik yapısıyla ilgiyi hak ediyor. Farklı pek çok yöne doğru kayıp gitse de parça her seferinde ana temaya dönmeyi başarıp dinlenilmesi hayli zevk veren estetik bir yapıta dönüşüyor.

Rahn’ın öne çıkarak kontrolü Wenzel’den aldığı en önemli parça Inside of Me albümün son parçası. Parça, gelecekteki Novalis tarzının da öncülü. İleride bizi nelerin beklediği konusunda az çok fikir sahibi olmamızı sağlıyor.

NOVALIS

Jürgen Wenzel – Vokal, Akustik Gitar
Lutz Rahn – Org, Piyano, Mellotron, Synthesizer
Heino Schünzel – Bass Gitar
Hartwig Biereichel – Davul, Vurmalılar

BANISHED BRIDGE

1. Banished Bridge (17:06)
2. High Evolution (4:27)
3. Laughing (9:10)
4. Inside of Me (Inside of You) (6:40)

7 Kasım 2020 Cumartesi

Ken Hensley'nin Gidişi...

 Üzerinden onlarca yıl geçince, devasa Çınar ağacının yaprakları bir bir ve hızlı şekilde dökülmeye devam ediyor. 70'li yılların en iyi Rock gruplarından biri olan Uriah Heep'in klavyecisi, gitaristi, vokalisti.. hemen her şeyi Ken Hensley de dökülen yapraklar arasında artık.

4 Kasım 2020 günü, yapılan resmi açıklamaya göre, "kısa süreli bir hastalığın ardından huzur içinde öldü". Arkasında Lady in Black, Easy Livin', Look at Yourself, July Morning, Rain gibi efsanevi şarkılar bırakan Kenneth William David Hensley, Hammond org'un nasıl kullanılabileceğine dair de ders kitabı oluşturacak denli iyi işler çıkarmıştı.

Kişisel olarak da "en sevdiğim" multi-enstrümantalist, müzisyen, rocker olan Hensley'nin arkasından yapabileceğimiz tek şey onu dinlemek sanırım...

26 Ekim 2020 Pazartesi

Patto - Patto (1970)

1967 yılı ortalarında Timebox isimli gruba vokal olarak giren Mike Patto kısa süre içerisinde grup içindeki yerini sağlamlaştırır. Ardı ardına 45’likler kaydedilir. Bu 45’liklerde yer alan parçaların neredeyse tamamının sözleri de Patto’ya aittir. Fakat grup 67-69 yılları arasındaki başarılı grafiğe rağmen bir türlü yükselemez. İçeride bazı sorunlar çıkar ve 70 yılı başlarında çıkan son single’ın başarısızlığına dayanamayan klavyeci Chris Holmes Timebox’tan ayrılarak Babe Ruth’a transfer olur.

Kalan elemanlar, Mike Patto’nun önderliğinde yola devam kararı alırlar ve ortaya Patto çıkar. Progressive Rock üst yapısı içerisinde Blues Rock, Hard Rock, Jazz Rock ve Heavy Psychedelic Rock etkileşimleri içeren parçalar kaydedip 1970 yılı Aralık ayında görücüye çıkarlar. 

Albüm dönem içerisinde gerçekten en kaliteli işlerden biri olarak ortaya çıkmıştır ama bir türlü hak ettiği ilgiyi göremez. Canlı olarak kaydedilen albümün kendi içerisinde bir tutarlılığı olmakla birlikte dinleyiciler için zor bir deneyim sunuyor olması bu hafiften hissedilen başarısızlığın en büyük kaynağıdır. Normal de ciddi anlamda üzerinde çalışılması, anlamak için uğraşarak dinlenilmesi gereken bir albümdür. Günümüz albümlerindeki pop yapıdan eser yoktur, melodiler sürekli değişirken birbirinin içinden geçip giderler.

Yumuşak ve temposuz bir vokal girişiyle başlayan ilk parça The Man, vibrafon ve bass oyunlarıyla yön değiştirerek başladığı yerin çok uzağında ve sert bir şekilde biter. Bu sertlikteki en büyük başarı Patto vokalidir hiç kuşkusuz. Melodik yapısıyla, yükselişleri ve gitarlarıyla öne çıkan Hold Me Back ardından gelen akustik parça Time to Die ile garip bir bütünlük oluşturur. 

Dördüncü sıradaki Red Glow  muhteşem 2 gitar solosuna sahiptir ve sololar Patto’nun bir sertleşip bir yumuşayan vokalinin arasında eriyip giderler. Rock’n Roll havasında aralıklara sahip ve sıklıkla da Uriah Heep tarzı heavy rock’a işaret eden San Antone, ardından gelen ve bass kontrolünde ilerleyen yapısıyla The Government Manalbümün doruk noktası öncesi son iki duraktır.

7. sırada yer alan Money Bag kışkırtıcı gitar hareketleriyle başlayan bir hikayedir.Parçanın yarıdan fazlasını kapsayan bu hareketler Mike Patto’nun işe karışmasıyla blues etkileri fazlasıyla hissedilen bir yana doğru seyirtirler.

Son parça Sittin’ Back Easy ise kısacık bir parçada bu kadar şey nasıl yapılır diye sordurtur insana. Yumaşak başlar, sertleşir, gitarlar girer, yükselir, birden dibe vurur, davul kendini kaybeder, gitar ve bass ona uyum sağlar vs. vs….


PATTO

Mike Patto – Vokal
Ollie Halsall - Gitar, Piyano, Vibraphone, Vokal
John Halsey – Davul, Vokal
Clive Griffiths - Bass


PATTO

1. The Man (6:19)
2. Hold Me Back (4:46)
3. Time to Die (3:01)
4. Red Glow (5:23)
5. San Antone (3:15)
6. Government Man (4:25)
7. Money Bag (10:12)
8. Sittin' Back Easy (3:50)