19 Ağustos 2022 Cuma

Tobruk / Ad Lib (1972)

Havanın sıcaklığından mı yoksa ülkenin durumundan mıdır bilinmez, Psychedelic Rock'tan gidiyoruz bu aralar. Tobruk da 70'lere tek albümle konuk olan gruplardan biri. Grup hakkında tarihsel bilgiye sahip değiliz çok fazla. Hatta bildiklerimiz sadece birkaç küçük şeyle ve grup elemanlarıyla alakalı, o kadar.

Tobruk'un bu ilk ve tek albümü 1972 yılında Brezilya'da kaydedilip sadece Brezilya'da yayınlanmış. O dönemde ortalıkta pek fazla görünememişler yani. Yıllar sonra yapılan yeniden basım plak ve CD'lerden (CD var mı hala?) tanıyoruz biz de. Grup elemanlarının ikisi Brezilyalı diğer üçü ise Amerikalı. Albümü Amerika'da yayınlasalarmış daha çok şansları olurdu herhalde, teknik ve ticari büyük bir hataya imza atmışlar.

Grubun müziği pek de alışkın olmadığımız bir tarza sahip. Evet, Psychedelic Rock olduğu her yerinden belli tabi ama Jefferson Airplane, The Grateful Dead gibi değiller. Hatta dönemin tek albümlü Amerikalı grupları gibi de değiller. Birbirini takip eden ve yineleyen armonilerden örülü parçalara sahip gibi gelse de aslında öyle de değil. Parçaların hepsinin kendi içinde ayrı bir dinamiği var. Başladığı gibi devam eder gibi görünürken sizi farklı yerlerde gezilere çıkarıyor. Özellikle vokalin yaptığı ses oyunları bir anda ortamın ve havanın değişmesini sağlıyor.

Açılış parçası I'm Love With You grubun en bilinen parçası. Diğerlerinden farklı olarak daha çok Blues'a yaklaşıyor. Bu nedenle de dinlemesi daha kolay. Gerçi vokalle birlikte geriden gelen gitar ve geri vokallerin kattığı psychedelic hava gerçekten de etkili.

Theme From My Mind ise tam bir Psychedelic parça. Adıyla örtüşen bir şekilde sizi dehlizlerden oluşan bir yere sokuyor. Karşınıza ne çıkacağı belli değil. Vokalin tuhaf söyleme tercihi başta rahatsız etse de sonraları parça ile örtüşmeye başlıyor.

Albümdeki favori parçalarımdan biri Queens Are Made. Dipten ve derinden gelen gitarlar ile gelişen, bazen sinir bozucu bir havaya bürünüp bazen de melodik bir yapıyı karşımıza çıkarıyor. Normal bir gidişatı yok yani. Tam da içinde yer aldıkları tarza uyan bir parça.

Hello Crazy People çoğunluğla Johnny B. Goode tarzı bir şey yapalım kaygısından çıkmış gibi duruyor. Albümde havayı kaçırmakla birlikte kendisinden önceki ve sonraki parçaları ayırması açısından da gerekli bir parça olarak düşünülebilir. 

Ardından gelen parça Heart of a Sound Spirit bir önceki parça ile değişen havayı daha ileri götürmek için elinden geleni yapıyor. Vokalin ses oyunları ve gitarlar ile Moog Synthesizer'dan çıkan seslerle eğlencelik bir parça. Psychedelic'ten ödün vermeden seviyeyi epeyce yukarı taşıyor.

Albümün en iyi parçası, hiç şüphesiz, albüme adını veren Ad Lib. 12.24 uzunluğuyla işitsel bir şölen. İniş ve çıkışları, dengesiz yapısı, bir oraya bir buraya savrulan tarzıyla enfes.

Son parça Send It Tomorrow, olay bitti başka albüm yapmamıza gerek yok der gibi bitiriyor albümü. Türün bütün öğelerinin bu kadar yerinde kullanıldığı nadir parçalardan. Derinliklere yapılan bir yolculuk, kendinizi kaybettiğiniz hatta aramayı bile unuttuğunuz bir yerde duruyor. Dinlerken sıklıkla kendimi Alice In Wonderland'de koşarken hayal ediyorum.

TOBRUK

Brian Anderson (Andre Barbosa Filho) / Slide Gitar, Lead Vokal
Lois Gee Brahman / Lead Gitar, Efektler
Key Wilson / Org, Piyano, Moog synthesizer
Ronnie Wells (Rafael Moreno) / Bass, Vokal
Billy Rogers / Davul, Geri Vokal

AD LIB

01. I’m In Love With You — 4:07
02. Theme From My Mind — 3:31
03. Queens Are Made — 4:35
04. Hello Crazy People — 2:28
05. Heart Of A Sound Spirit — 2:55
06. Ad Lib — 12:20
07. Send It For Tomorrow — 4:17

18 Ağustos 2022 Perşembe

Vanilla Fudge / Renaissance (1968)

Amerika'nın kültürel olarak Psychedelic Rock'da önde olduğu bir gerçek. Karmaşık yaşam biçiminin, demokratik olduğunu sürekli vurgulayan ama insanları baskılayan yapısıyla öne çıkan bu kültürde bizdeki tabiriyle "kafayı kırmış" insanların yaptığı müzik doğal olarak tercih edilir ve öne çıkan bir hal alıyor olmalı. 

Vanilla Fudge da kafası kırık insanlardan oluşan bir grup. Psychedelic Rock'u bir üst aşamaya taşıyıp Heavy Psychedelic'e eviriyorlar. Yaratıcılık had safhada. Bu konudaki en büyük etkinin, daha sonraları adlarını sık sık duyuran Tim Bogert ve Carmine Appice sayesinde olduğunu düşünmek yanlış olmaz.

1966 yılında kurulan grubun ilk adı The Pigeons yani Güvercinler. Kulağa pek hoş gelmese de bir üre bu isimle ilerliyorlar. Arada Electric Pigeons ismi de gündeme geliyor ama pek tutmuyor. En son değişikliklerle birlikte Carmine Appice gruba dahil olduğu sıralarda yaptıkları kayıtlar o kadar beğeniliyor ki Atlantic Records ile iyi bir anlaşma imzalıyorlar. Fakat Atlantic'in başındaki Ahmet Ertegün grubun adını hiç beğenmiyor, değiştirilmesi gerektiğini vurguluyor. Grup elemanları yana yakıla ortalıkta grup ismi arayıp bulamazken, Long Island'da gittikleri bir kafede tanıştıkları garson kız Dee Dee ile yaptıkları sohbet sırasında Dee Dee onlara, büyükbabasının kendisine Vanilla Fudge (Vanilyalı Şekerleme) olarak hitap ettiğini söylüyor ve grup elemanları isim konusunda karar vermiş oluyorlar. Ertegün de ismi çok beğeniyor ve ilk albümün kayıtları başlıyor.

Yukarıdaki hikayeyi Carmine Appice'in 2016 yılında yayınlanan Stick It!: My Life of Sex, Drums, and Rock 'n' Roll kitabından ayrıntılı olarak okuyabilirsiniz.

Daha önce Iron Butterfly / In-A-Gadda-Da-Vida'da belirttiğimiz yükseltilmiş psychedelic rock'ın bir sonraki evresi neredeyse Heavy Metal'in çıkışını sağlıyor. Vanilla Fudge'ı da bu konuda Iron butterfly'ın yanına koymakta sakınca yok. Her ikisinin de bu konuda hakkı epeyce fazla.

İyi bir çıkış yakaladıkları ilk albümün ardından daha deneysel bir çalışma olan ikinci albüm The Beat Goes On'la pek fazla beğenilmeseler de sıra Renaissance albümüne geldiğinde ilk iki albümün kıymeti anlaşılıyor. İlk albümdeki folk ve psychedelic kökler, kendini bulma çabası ile oradan oraya sürüklenen ikinci albümün yapısıyla birleşip Renaissance'ın doğmasını sağlıyor. Grubun tartışmasız en iyi albümü de Renaissance zaten.

Psychedelic'in en ilkel hali ile, sanki önünüzde çalıyormuşçasına kaydedilen bu albümde daha sonraları öne çıkan pek çok gruba ait özellikler bulmak mümkün. Bazı parçalarda vokal kullanımı size direkt olarak Ian Gillan'ı çağrıştırıyor. Gitar ve klavye birliktelikleri ise az sonra Uriah Heep sahneye çıkacakmış gibi düşündürüyor. Sadeliğin içinden çıkıp karmakarışık bir bütünlük oluşturan şarkılarda ise Yes'i görüyorsunuz. Pek çok grubu ve müzisyeni etkiledikleri ortada.

Bu nedenle de albümdeki parçaları tek tek ele almak hem uzun sürer hem de dinleyecek olanlara haksızlık edilir. Parçalar hakkında bilgi sahibi olunmadan dinlenilmesi gereken albümlerden biri. Keşfetmenin keyfi, şaşırmanın güzü, beğeninin üst seviyesi ancak öyle anlaşılabilir.

VANILLA FUDGE

Mark Stein / Lead Vokal, Klavye
Tim Bogert / Bass, Vokal
Vinnie Martell / Gitar, Vokal
Carmine Appice / Davul, Vokal

RENAISSANCE

01 - The Sky Cried - When I Was a Boy 7:36
02 - Thoughts 3:28
03 - Paradise 5:59
04 - That's What Makes a Man 4:28
05 - The Spell That Comes After 4:29
06 - Faceless People 5:55
07 - Season of the Witch 8:40

17 Ağustos 2022 Çarşamba

Tír na nÓg / Tír na nÓg (1971)

Kelt mitolojisinden beslenen pek çok şey gibi Tír na nÓg da bir hayli ilgili çekici bir grup. 70'lerin başında İrlanda'da kuruluyorlar. Toplamda da sadece 2 kişiler. Ama 7-8 kişilik müzik yaptıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Grubun adı Kelt mitolojisinde, sadece tanrıların ve perilerin yaşadığı, ebedi gençlik yurdu anlamına gelen Tír na nÓg adasından geliyor. Mitolojiye göre İrlanda'nın batısında yer alan, hiçbir haritada görünmeyen bu adanın sakinleri sadece Tanrılar ve Periler. Yani öyle insanların öldüklerinde gittikleri, ödül mahiyetinde bir yer değil.

Tír na nÓg 1969 yılı ortalarında Dublin , İrlanda'da kurulmuş. Leo O'Kelly ve Sonny Condell tarafından kurulan grup uzunca bir süre Folk müzik çalınan barlarda sahne almış. Bu noktada ilginç bir şeyden bahsetmek gerekiyor. Leo O'Kelly, Tír na nÓg'dan önce Hard Rock ya da Heavy Rock diye bilinen türlerin içinde yer alan yerel gruplarda çalıyor. Heavy Rock'tan Folk'a geçiş yapmak kolay olmasa gerek. Her ne kadar ortak kültürlerden besleniyor da olsalar değişimin çapı çok büyük.

Grubun 70'lerde yayınlanmış 3 albümü bulunuyor. Bu albümlerin üçü de eleştirmenler tarafından oldukça başarılı bulunsa da ticari anlamda aynı başarıyı gösterememişler. Hatta bu ilk albüm Melody Maker'da ayın albümü olarak bile tanıtılmış ama istenilen başarı kazanılamamış.

Müziklerinde keltik ezgileri sıkça kullanmışlar. Mitolojiden beslenen sözler yazıp müziklerini yapmışlar. Karmaşık yapıdaki akustik gitarlar, belli bir düzene göre giden vurmalılar ile birleşince keyifle dinlenen parçalar ortaya çıkmış. Progressive Folk'un ilk gruplarından biri olarak sayılıan Tír na nÓg'da O'Kelly gitar, bass gitar, keman ve üflemelileri çalarken gitar ve tüm vurmalılar da Condell tarafından çalınıyor. Her ikisinin de vokal yaptığını belirtlelim. İkisinin de öne çıkan özelliklere sahip sesleri yok belki ama yaptıkları müzik için de son derece uyumlular.

Boat Song albümdeki favori parçalardan biri. Yapısal olarak çok basit, vokal için de büyük teknikler gerektirmiyor. İnsana verdiği sade hissiyat sanki gerçekten de denizin üstüne bir botta takılıyormuşsunuz gibi düşündürüyor size.

Kelt ezgileri ile örülü Tír na nÓg parçası belki de albümün en iyi parçası. Anlatılan hikaye ile müzik birbirini tamamlarken, vokal de hikaye anlatan biri olarak ortada duruyor. Keyif alarak dinlenen albümlerden biri. Özellikle de Progressive Folk seviyorsanız arşivinize bulunması gerekenlerden.

Tír na nÓg

Leo O'Kelly / Gitar, Bass, Keman, Üflemeliler, Vokal
Sonny Condell / Gitar, Vurmalılar, Vokal

Tír na nÓg

01 - Time Is Like a Promise
02 - Mariner Blues
03 - Daisy Lady
04 - Tir na nog
05 - Aberdeen Angus
06 - Looking Up
07 - Boat Song
08 - Our Love Will Not Decay
09 - Hey Friend
10 - Dance of Years
11 - Live a Day
12 - Piccadilly
13 - Dante

16 Ağustos 2022 Salı

Black Cat Bones / Barbed Wire Sandwich (1970)

İngiltere'nin ilk dönem Blues Rock gruplarından biri olan Black Cat Bones 1966 yılında kuruluyor. Orijinal kadroda Derek ve Stuart Brooks kardeşler ile birlikte vokal ve armonikada Paul Tiller, davulda Terry Sims ve lead gitarda da efsanevi Paul Kossoff bulunuyor. Grup bu kadroyla bir süre devam ediyor ve Londra'daki pek çok Pub'da sahne alıyor. Ama kadro değişikliğine gitmek zorunda kalıyorlar. Tiller'ın yerine Brian Short gelirken, Terry Sims'in yeri önce Frank Perry ile hemen ardından da Simon Kirke ile değiştiriliyor. Muhtemeldir ki Kirke'ün gruba katılması ile birlikte Free için ilk hareketlenmeler başlıyor.

Grubun kadrosu tam oturdu derken yapımcı Mike Vernon, İngiliz blues müziğinin emektarı Jack Dupree'nin 1968 yılı albümünde çalmaları için Kossoff, Kirke ve Stuart Brooks'u ikna ediyor. Albüm kaydının ardından çıkılan İngiltere turnesinde de yer alıyorlar. Ama o noktadan sonra Brooks Black Cat Bones'a dönerken Kossoff ve Kirke ise gruptan ayrılıyorlar. Kossoff'un yerine Rod Price gelirken, Kirke ise Phil Lenoir ile yer değiştiriyor.

Grubun kadrosu albüm öncesi bu hali alıyor ve tarihinin tek albümü olan (bazı farklı kayıtlar sonradan çıkmakla birlikte) Barbed Wire Sandwich'i kaydediyorlar. Yayınlandığı dönemde çok büyük başarılar elde edemese de gerçekten de oldukça iyi bir albüm çıkıyor ortaya. Sadece blues olmaktan öte psychedelic öğeler de barındıran ve Hard Rock'a kadar uzanan etkili bir albüm.

Parçaların genelinde blues yapısı aynen korunuyor. Herhangi başka bir denemeye girmeden, saf haliyle blues üzerinden giderek keyif veren bir albüm ortaya çıkarmışlar. İlk parça Chauffeur içerdiği tempolu klasik blues anlayışı ile daha albümün başında sizi ele geçiriyor. Bundaki en büyük etkinin Brian Short'un vokalinde olduğunu söylemek de yanlış olmaz.

İkinci parça Death Valley Blues ise pek çok açıdan öne çıkan bir parça. Belki de albümün en iyi parçası. İngilizlerin Amerikalılara "blues böyle yapılır" isimli dersi olarak bile düşünülebilir.

Albümdeki diğer favoriler Feelin' Good, Save My Love ve Good Lookin' Woman. Ama bu demek değil ki diğer parçalar işe yaramaz! Aksine blues'u hangi yönden sevdiğinize göre değişiyor Barbed Wire Sandwich içindeki favori parçalarınız.

BLACK CAT BONES

Rod Price / Lead Gitar, Vokal
Stuart Brooks / Bass
Phil Lenoir / Davul
Derek Brooks / Ritim Gitar
Brian Short / Vokal

BARBED WIRE SANDWICH

01 - Chauffeur 5:19
02 - Death Valley Blues 3:56
03 - Feelin' Good 4:51
04 - Please Tell Me Baby 3:15
05 - Coming Back 2:34
06 - Save My Love 4:54
07 - Four Women 5:07
08 - Sylvester's Blues 3:44
09 - Good Lookin' Woman 7:18


12 Ağustos 2022 Cuma

Ardo Dombec / Ardo Dombec (1971)

Pek çok kaynakta Krautrock olarak gösterilen ama Krautrock'çıların bile kabullenmediği bir grup Ardo Dombec. Hamburg çıkışlı ve 4 kişilik kadrosuyla değişik bir müzik anlayışları var. Bugün bile grubun albümü ile ilgili berbat, kötü, iğrenç gibi tanımlamalar duymak mümkün. Ama yaptıkları tek albümle (muhtemelen o dönemde de iyi bulunmadığından tek albümle kalmışlar) bence müzik tarihindeki yerlerini hem de birçok gruptan daha çok hak ediyorlar.

Grubun tarihçesi hakkında çok fazla bilgi yok. Hamburg'da kuruldukları ve bazı barlarda çaldıkları sırada bir albüm kaydettikleri dışında herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Bu bilgi eksikliği hafif bir boşluk oluştursa da çok önemli de değil.

Karşılaştırma ya da benzetme yapmak çok doğru değil ama Ardo Dombec'i, öncülü olan Soft Machine ile aynı kefede düşünebiliriz. Soft Machine'deki kendine has ve zor müzikal yapı Ardo Dombec'te de mevcut. Uzun ve karmakarışık jazz partisyonlarını çok seviyorlar. Genele bakıldığında da jazz ile rock'ı bu kadar iyi buluşturabilen ender gruplardan biri. O zamanda da şimdide de hakları fazlaca yenmiş ve yenmeye devam ediyor.

Saksofon, flüt ve gitarın enfes uyumunu sağlayabilmiş olmaları gerçekten takdire şayan. Ki bunu yaparken herhangi bir tarzın içine dahil olmadan, kendi hallerinde yapmış olmaları da ayrıca alkışlanması gereken bir durum. Sözlerin de epeyce ilginç şeyler içerdiğini söylemeliyim. Konu için en iyi örnek de Clean Up Sunday parçası. Şarkının sözleri ilahi kurtuluşun her pazar yapılan ayinden sonra sadaka kutusuna (bizdeki tanımıyla anlatmak daha doğru geldi) bozuk para atmayla olacağına inanan bir rahibe hakkında. İronik ve eğlenceli.

Açılış parçası Spectaculum tempolu ve epeyce hareketli. Saksofonla birlikte ilerleyen özelliksiz vokal etkileyici bir hava katıyor. Saksofonla yapılan ara oyunlar da parçayı öne doğru taşıyor. Hiç de öyle berbat, sıkıcı ya da kötü değil yani. :)

Supper Time'ın ise nefis bir girişi var. Vokalin ortaya çıkışıyla birlikte değişik bir havaya bürünüyor ve ardından giren gitar ile pek çok açıdan dinleyiciyi doyuruyor.

A Bit Near the Knuckle diğerlerine oranla biraz geride kalmakla birlikte belki de albümün en iyi parçalarından biri olarak çıkıyor karşımıza. Aralara karıştırılmış big band jazz anlayışı güzel bir ayrıntı. Temposu alçalıp yükseldikçe de sizi değişik diyarlara sürüklüyor.

Daha sade bir parça olarak başlayan Clean Up Sunday başta progressive özellikler içerse de bir anda tarzı değiştiriyor. Parçanın temposu sözlerdeki ironi ile eş zamanlı olarak değişiyor. Değişik, tuhaf ve etkili bir parça yani.

1940'lı yıllardan bir big band havasıyla başlayan Downtown Paradise Lost hafiften Blues'a da göz kırpıyor. Anladığım kadarıyla parçada hem John Milton'ın Yitik Cennet'ine (Paradise Lost) hem de Hamburg merkezindeki kırmızı ışıklara göndermeler var. Çözebilen varsa yorum kısmından hepimizi bilgilendirsin.

Oh Sorry ile ilgili sürprizi bozmak istemem ama saksofonla çıkardıkları iş gerçekten çok iyi. :)

Sade ve özelliksiz bir flüt girişiyle başlayan 108 albümdeki en kararsız parçalardan biri. Arada gidip geliyor sürekli. Doğal olarak da dinleyicinin de karar vermesi zorlaşıyor. Kötü değil kesinlikle. Ama değişik. Gitar ve flütün yan yana yürümesi gibi bir şey!

Uchangable Things adına tezat şekilde sürekli değişen bir yapıya sahip. Nereye gideceğini bilemiyorsunuz parçanın. Jazz'dan Blues'a oradan Progressive Rock'a, hafiften klasik müziğe kadar uzanıyor. Hakkını vererek dinlemeniz gereken parçalardan biri.

ARDO DOMBEC

Helmut Hachmann / Saksofon, Flüt
Harald Gleu / Gitar, Vokal
Wolfgang Spillner / Davul, Vokal
Michael Ufer / Bass

ARDO DOMBEC

01 - Spectaculum 4:02
02 - Supper Time 3:19
03 - A Bit Near the Knuckle 4:32
04 - Clean Up Sunday 6:50
05 - Downtown-Paradise-Lost 5:52
06 - Oh, Sorry 0:06
07 - 108 4:36
08 - Unchangeable Things 5:58

10 Ağustos 2022 Çarşamba

Iron Butterfly / In-A-Gadda-Da-Vida (1968)

Baştan belirteyim, Iron Butterfly kişisel açıdan pek çok şeyin başlangıcıdır. Gereksiz İşler Kulübü'nün adının geldiği yer olması dışında, müziği ile etkileyici, hayatı değiştirebilme yeteneği olan, sağlam ama kırılgan bir fikir. Projelerin atası. :)

1966 yılı ortalarında California'nin San Diego şehrinde kuruluyor Iron ButterflyDoug Ingle, Ron Bushy, Jerry Penrod, Darryl DeLoach ve Danny Weis'tan oluşan kadro kısa süre içerisinde Atco (plak firması) ile anlaşma imzalayıp ilk albümün kayıtlarına başlıyorlar. Albüm adı gibi ağır (Heavy) ve kaliteli bir iş olarak ortaya çıkıyor. Hemen ardından ise Weis ve Deloach gruptan ayrılıyorlar ve Rhinoceros grubunu kuruyorlar. Iron Butterfly'da kalan Ingle ve Bushy de gruba Lee Dorman ve Erik Braunn'u dahil ederek şu an konumuz olan muhteşem albümü kaydediyorlar.

Erik Braunn ile ilgili bir konuyu burada yinelemek gerekiyor. Adam, Iron Butterfly'a katıldığı ve bu enfes albümde çaldığı sırada 16 yaşında. Keman eğitimi filan almış ama ben gitar çalmak istiyorum hevesiyle bu enstrümana başlamış. Albümdeki tüm parçalarda duyacağınız gitarlar 16 yaşındaki Erik Braunn'a ait. Ingle ve Bushy'i bu riski aldıkları, Braunn'u da bu kadar yetenekli olduğu için tebrik etmek lazım.

Amerikalı olan grubun müziğe başladığı dönemden kaynaklı olarak Psychedelic Rock üzerine yoğunlaşması hiç de tuhaf değil. Dönemin en özgün, yaratıcı ve kaliteli Amerikan gruplarının çoğu bu tarzın içine dahil. Ama Iron Butterfly işi biraz daha öteye taşıyor. Müzikal atmosferde yarattıkları yırtıcılık ve hırçınlık ile Hard Rock'a evrilirken, gelecek dönemlerin Heavy Metal'ine de kapı aralamış oluyorlar. Temelde müziklerini sadece Psychedelic olarak adlandıramayız. Onun üzerine eklemeler yaparak Hard Rock, Heavy Psych ve Acid Rock'a dönüştürdükleri yayınladıkları albümlerde fena halde belli oluyor.

Albümün genelinde Flower Power'dan gelen bir hissiyat olduğu gerçeği yadsınamaz. Grup elemanlarının da kafasının o yönde çalıştığı ortada. Doğal olarak da albüm bütün sertliğine rağmen naif düşünceler içeriyor. Sözleri son derece basit ve özensiz gibi görünse de Most Anything You Want harika bir giriş parçası. Doug Ingle'ın benzersiz vokali ile de fena halde ön plana çıkıyor.

Flowers and Beads ise az önce bahsettiğimiz Flower Power üzerinden giden samimi bir parça. Gitar ve davullar bir yana Ingle'ın hem vokali hem de klavyesi ile şenleniyor. İnsanı gerçekten de o yıllara kadar götürebilme yeteneğine sahip. Dinlerken bir anda bu yüzyıldan diğerine, coşkunun daha içten ve fazla olduğu döneme doğru aktığınızı hissediyorsunuz.

Üçüncü parça My Mirage genel olarak insanı baştan çıkarma becerisini elinde tutup çok da iyi kullanıyor. Ritmik ara bölümleri ile psychedelic ile acid rock arasında gidip gelirken sizi de oradan oraya savuruyor.

Termination kısa ve kısa olduğu kadar da etkili. Bazı bölümlerinde Uriah Heep tarzı Heavy Progressive Rock'ı bile duyabilirsiniz. Bir anda herşeyi sonlandıran enfes bir sona da sahip. Hemen ardından gelen Are You Happy, sorduğu sorudan çok verilebilecek cevaplara odaklanmış gibi görünüyor insana. Doug Ingle'ın vokali bu parçada bambaşka bir yapıya bürünüyor. Davul atakları ve bass gitarında buna katkısı çok büyük. Kişisel olarak hayatımın pek çok döneminde, özellikle de boktan zamanları yaşadığım anlarda, kafamın içinde Ingle'ı duymuşluğum vardır. O anın bütün hezimetini zafere dönüştürecek şekilde gülümeyerek bağırır; Are You Happy?

Albümün son parçasını ise mutlaka bir yerlerde duymuşsunuzdur. Bir filmin kovalama sahnesinde, dandik bir reklamda, gezdiğiniz bir sergide vs. Duymadıysanız da yazıklar olsun size! :) Rock müzik tarihinin en iyi, en etkili parçalarından biridir. 17 dakikayı aşan ama sıkıcı ya da sıradan olma belasına bulaşmayan yapısı, Ron Bushy'nin efsanevi davul solosu, Braunn'un sürükleyici gitarı ile öne çıkar. Şarkının adının In The Garden Of Eden'dan geldiği söylense de bir röportajda Ingle "alakası bile yok" cevabını vermiştir. Konunun aslı hala muammadır. Neyse işte.. Böyle parçalar hakkında çok konuşmaya da gerek yok, play tuşuna basmak yeterli.

IRON BUTTERFLY

Doug Ingle / Vokal, Klavye
Ron Bushy / Davul
Lee Dorman / Bass, Vokal
Erik Brann / Gitar, Vokal

IN-A-GADDA-DA-VIDA

01- Most Anything You Want 3:41
02 - Flowers and Beads 3:05
03 - My Mirage 4:51
04 - Termination 2:50
05 - Are You Happy 4:28
06 - In-A-Gadda-Da-Vida 17:05

4 Ağustos 2022 Perşembe

Aardvark / Aardvark (1970)

Rock
Müzik tarihi özellikle de Progressive Rock alanı pek çok değişik ve enteresan şeyi görebildiğimiz müzik alanlarından biri. Türlerden ve alt türlerden tutun da kullanılan ekipmana kadar pek çok farklılık ve çeşitliliği içinde barındırıyor. Bu iki bileşen de kaliteli müziğin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Aardvark da buna katkı sağlamış gruplardan biri. Enteresan ya da değişik tarafı nerede diye soracak olursak... Grupta gitar yok!

Gitarın olmadığı bir grubun rock müzik yapması biraz tuhaf gibi gelebilir ama değil işte. Aardvark bunu gayet iyi başarabilmiş. Progressive ve Psychedelic'in semalarında gezinirken size gitar eksikliğini hiç de hissettirmiyorlar. Bunda grup elemanlarının enstrümanlarına hakim olmalarının da payı var şüphesiz.

Aardvark ile ilgili bir diğer ilginçlik de grubun ilk kadrosunda olup da grubun tanınmasını sağlayan iki kişiden biri Paul Kossoff diğeri de Simon Kirke. Free'yi oluşturmaya başlamadan hemen önce Aardvark'ın kadrosunda yer almışlar. Sanırım Kossoff ayrıldıktan sonra "daha iyisini bulamayız" mantığıyla gitarı gruptan çıkardılar. İyi de yapmışlar.

Çok özelliği olmayan sade bir vokal, öne çıkan klavye ve kaotik bir karmaşayı andıran ama her seferinde doğru yerde ve doğru şekilde toparlanan bir müzikal anlayışa sahipler. Açılış parçası Copper Sunset, pek çok dinleyicinin favorisi olmaya aday. Temposu hiç düşmeyen, hard rock'a göz kırpan bir parça. Parçanın son kısmında yaptıkları ani kesiliş ile ikinci parça Very Nice Of You To Call'a değişik bir geçiş yapıyorlar. Albümde ya da player'da bir sorun var bile zannedebilirsiniz. İkinci parça ise daha sakin ve naif. Yapısıyla çok fazla göz doldurmasa da enfes bir dinlence.

Üçüncü sıradaki parça Many Things To Do ise insana "aha Gentle Giant mi bu?" sorusunu sorduruyor en başta. Ama sonra hiç alakası olmadığını anlıyorsunuz. The Greencap ve I Can't Stop ise psychedelic'ten kopup gelen ve progressive bir evrim yaşayan parçalar. I Can't Stop'da blues etkileşimini bile yakalayabilirsiniz. Şarkı tam da adına uygun şekilde hiç durmayacakmış gibi devam ediyor.

The Outing kişisel olarak albümde en sevdiğim parça. Durduğu bir yer yok. Sürekli değişiyor, bir an önceki ile sonrası arasında büyük farklar yaratarak hem de. Dinlemeden anlaşılamayan bir güzellik. Ardından da sanki bu parçanın etkilerini üzerinizden atmanız için yapılmış gibi duran Once Upon a Hill geliyor. Fena halde sakin ve durağan. Üflemelilerle insanı rahatlatıp bir sonraki parça Put That In Your Pipe And Smoke It'e hazırlıyor sizi. Bu ise atmosfer oluşturmada ve o atmosferi istediği gibi evirip çevirme konusunda çok iyi bir parça. Dinlerken sizi her türlü dağıtıp ardından hızla toparlayıp tekrar dağıtıyor. Puzzle gibi parçalara bölünüp bir sonraki anda da tekrar bir araya geldiğinizi düşünün. İşte aynen öyle!

AARDVARK
Stan Aldous / Bass
Frank Clark / Davul
Steve Milliner / Hammond, Recorder, Vibraphone
Dave Skillin / Vokal

AARDVARK
01 - Copper Sunset 3:19
02 - Very Nice of You to Call 3:41
03 - Many Things to Do 4:24
04 - The Greencap 5:54
05 - I Can't Stop 5:30
06 - The Outing 9:52
07- Once Upon a Hill 3:01
08 - Put That in Your Pipe and Smoke It 7:13

29 Temmuz 2022 Cuma

Matching Mole / Matching Mole (1972)

Progressive Rock'ın yükselişe geçtiği yıllarda kendi ayrıksı özellikleriyle öne çıkmayı başaran ve İngiltere'nin Canterbury şehrinde konumlanan müzisyenlerin / grupların yaptığı müziğe farklı bir isim verilmişti; Canterbury Scene. Jazz Rock ve Jazz-Fusion'dan fena halde etkilenen bu karşıt kültür içinden epeyce başarılı gruplar ve müzisyenler de çıkardı. Soft Machine, Caravan, ilk dönem Gong, Khan, Robert Wyatt, Steve Hillage, Hatfield and the North bunlardan sadece bazıları. Matching Mole da aynı tarza dahil olan gruplardan biri.

Grubun kurulmasını sağlayan Robert Wyatt, Soft Machine'in önemli isimlerinden biri malum. Soft Machine'den ayrıldıktan hemen sonra solo bir albüm kaydedip ardından da Caravan'dan Dave Sinclair, Quiet Sun'dan Bill MacCormick, yine Soft Machine'den Dave MacRae ve Carol Grimes and Delivery'den Phil Miller ile birlikte başka bir albüme imza atıyorlar. Grubun adını da Wyatt ve MacRae'nin eski grubu Soft Machine'den alıyorlar. Soft Machine'in Fransızcası "Machine Molle". Kelime oyunu yapıp Matching Mole'e dönüştürüyorlar.

Grup elemanlarının geldiği önceki gruplar ve başarıları düşünülünce Matching Mole'un enfes lezzetler sunan albümler yapması hiç de tuhaf gelmiyor insana. Diğer yandan pek çok dinleyici için zor ve yorucu da sayılabilir bu albümler. Çünkü alışık olduğumuz melodik yapıların çok ötesine götürüyor bizi. Müziğin bütün bir atmosferi yaratabildiği yerlere...

Enstrüman kullanımları, Wyatt'ın kendine has vokali ve Jazz yapısıyla gerçekten de başka bir müzikal deneyim sunuyor Matching Mole. Albümde favori olarak gösterebileceğiniz parça bulmakta zorlanıyorsunuz, çünkü hepsi birbirinden çekici bu konuda. İnişleri çıkışları, bir anda durağanlaşan ama bir süre sonra yırtıcı hale gelen tarzıyla keyif veren, zorlayan, vazgeçilmeyen albümlerden biri. Bir sonraki albüm olan Little Red Record'daki sözlerin ilk albümde daha yaratıcı olduğunu ve edebi anlamlar taşıdığını belirtelim. Ama dinlerken sözlere de vokale de hiç ihtiyacınız da kalmıyor zaten.

MATCHING MOLE
Robert Wyatt / Vurmalılar, Vokal, Piyano, Mellotron
Phil Miller / Gitar
Bill MacCormick / Bass
Dave Sinclair / Org, Piyano
Dave MacRae / Elektrikli Piyano, Org

MATCHING MOLE
01- O Caroline
02 - Instant Pussy
03 - Signed Curtain
04 - Part of the Dance
05 - Instant Kitten
06 - Dedicated to Hugh, but You Weren't Listening
07 - Beer as in Braindeer
08 - Immediate Curtain

28 Temmuz 2022 Perşembe

Marsupilami / Marsupilami (1970)

70'lerin başında çok fazla ön plana çıkmasa da yaptıkları müzikle kendilerini kanıtlayan bir gruptur Marsupilami. Adını Belçikalı çizgi romancı André Franquin'in aynı adlı çizgi romanından alır. Hani şu uzun kuyruğunu acayip iyi kullanan, kaplan desenli sevimli yaratık olan Marsupilami.

Grup 1969 yılı civarında kuruluyor. Hemen ardından dönemin en ünlü gruplarından biri olan Deep Purple ile turneye çıkıyorlar. Konserlerde gayet iyi performanslar sergiledikten sonra 1969 yılı Isle of Wight Festival'ın açılış grubu olmayı başarıyorlar. Belirtmek gerekir ki bu yeri almalarının en büyük sebebi King Crimson'ın açılış grubu olmayı reddetmesi. Grup, Crimson'dan açılan yeri oldukça iyi dolduruyor ve Transatlantic Records ile de albüm anlaşmasını kapıyorlar.

İlk albüm Marsupilami 1970 yılında yayınlanıyor. Progressive Rock ile Jazz Rock arasında bir yere konumlanan albümde flüt ve org kullanımları ile vokaller gerçekten iyi ve sürekli ön plana çıkıyorlar. Vurucu ritimlerle birleşen iki erkek bir kadından oluşan çok vokalli yapı, ses efektleri ve yırtıcı gitarla birlikte gayet kaliteli bir albümün ortaya çıkmasını sağlıyor.

Ses efektleri, ziller ve bass tınılarıyla başlayan ilk parça Dorian Deep, klasik yapıda bir balad izlenimi yaratsa da flüt ve vokalin öne çıkmasıyla birlikte değişik ve ritmik bir yapıya bürünüyor. Adıyla Rock'n Roll hissi veren ama pastoral bir balada dönüşen Born to be Free ise ayrı bir güzellik.

Normalde Soft Machine, East of Eden hatta King Crimson ve Pink Floyd anılması gereken ama zamanında bunu kazanamayan grubun belirleyici parçası And The Eagle Chased the Dove to Its Ruins; ritimleri, vokalleri ve elektro gitarı ile öne çıkıyor. İniş çıkışlarla geçen kısa bir macera yaşatıyor insana.

Ab Initio Ad Finem (The Opera) ise bambaşka bir hikaye anlatıyor. Özellikle ses efektlerinin fazlaca kullanıldığı parça farklı türlerden izleri tam bir opera kavasına büründürüyor.

Kişisel olarak albümün en sevdiğim parçası ise Facilis Descencus Averni. Diğerlerinden çok daha iyi bir parça değil belki ama vokalin yumuşak ve basit yapısı, saldırıya geçmiş gibi ileri atılan flüt, armoniye çok şey katan org ile kaosa sürüklenen bir tavra sahip. Sonunda her şey derli toplu bir hal alsa da kat edilen mesafe dinleyen kişiyi gerçekten farklı evrenlere sürüklüyor.

MARSUPILAMI

Mike Fouracre / Vurmalılar

Fred Hasson / Vokal, Armonika

Leary Hasson / Org

Richard Hicks / Bass

Dave Laverock / Gitar, Vokal

Jessica Stanley-Clarke / Flüt, Vokal

MARSUPILAMI

01 - Dorian Deep

02 - Born to be Free

03 - And the Eagle Chased the Dove to It's Ruin

04 - Ab Initio Ad Finem (The Opera)

05 - Facilis Descensus Averni


27 Temmuz 2022 Çarşamba

Wishbone Ash / Wishbone Ash (1970)

Blues Rock, Hard Rock, Progressive Rock, Heavy Progressive Rock gibi türleri içinde barından müziğiyle Wishbone Ash, 70’li yılların popüler ve iyi gruplarından biridir. 1966 yılında Steve Upton, Martin Turner ve Glenn Turner tarafından kurulan The Empty Vessels grubun ilk hali. Çeşitli barlarda çaldıktan sonra, 1969 yılında grubun adını Tanglewood olarak değiştiriyorlar. Bir kulüpte çaldıkları sırada menajer Miles Copeland (kendisi daha sonraları The Police ve Sting’in menajeri olarak ün yapar) tarafından fark ediliyorlar. Daha sonra grubun adını Wishbone Ash yaparak yola devam etme kararı aldıklarında Glenn gruptan ayrılıyor. Yapılan gitarist seçmelerinde Andy Powell ve Ted Turner arasında karasız kalıp, trio olarak düşündükleri grubu quartet’e çeviriyorlar.

Daha ilk andan itibaren işler Wishbone Ash için iyi gitmeye başlıyor. Deep Purple’ın ön grubu olarak çıkacakları bir konserin soundcheck’i sırasında Ritchie Blackmore grubu dinleme şansına sahip oluyor ve Deep Pruple’ın yapımcısı Derek Lawrence’a grubu tavsiye ediyor. Wishbone Ash’i dinleyen Lawrence beğenerek ilk albüme imza atıyor.

Albümün ilk yüzünde 3’ü yüksek tempolu 4 şarkı bulunuyor. İlk parça Blind Eye’ı kişisel olarak pek tercih etmesem de rock’n roll’a göz kırpan, blues etkilerini içinde barından yapısıyla oldukça iyi bir parça. Hemen ardından gelen Lady Whiskey melodik yapısı ve öne çıkan gitarlarıyla estetik bir yapıya büründürüyor albümü. 

Üçüncü parça Errors of My Way ise bambaşka bir şey! Kişisel olarak en sevdiğim Wishbone Ash parçalarından biri olmasının yanında 12/8’lik ritmiyle, alışkın olmadığımız bir rock baladı. Grubun kalitesinin en önemli sinyalleri bu parça ile veriliyor sanki.

A yüzünün son parçası Queen of Torture yüksek temposu ve gitarlarıyla enfes bir dinlemelik.

Albümün B yüzünde ise sadece 2 parça bulunuyor. Bazı rock dinleyicileri tarafından gereksiz uzunlukta ve hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden şarkılar olarak tanımlanmakla birlikte ilk albümünü yayınlayan bir grubun bu kadar iyi parçalar ortaya çıkarmasına şaşırmadan edemiyorum yıllardır. İlk parça Handy adının aksine konserlerde pek kullanışlı olmasa da albümde muhteşem bir yer ediniyor kendine. Başlangıçta balad havasıyla giriş yapılan parça bir üre sonra darmadağınık bir hale geliyor ve neredeyse bütün rock türlerini içinde barındırıyor. Parçanın girişine ve bass solosuna dikkat!

Son parça Phoenix ise grubun uzun yıllar konserlerde hem de 17-18 dakikalara kadar çıkarak çaldıkları bir parça. Özellikle Wishbone Ash dinleyenler için enfes. Handy’de olduğu gibi sakin başlayan Phoenix ilerledikçe Hard Rock ve Heavy Progressive Rock’ın tavanına vuracak şekilde evriliyor. Oldukça başarılı bir ilk albüm. Bolca dinlemek ve arşivlemek şart.

WISHBONE ASH

Andy Powell - Gitar, Vokal
Steve Upton – Davul
Martin Turner - Bass, Vokal
Ted Turner Gitar, Vokal

WISHBONE ASH

01 - Blind Eye 3:40
02 - Lady Whiskey 6:08
03 - Errors of My Way 6:08
04 - Queen of Torture 3:20
05 - Handy 11:30
06 - Phoenix 10:23